Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kayden davalılara ait bulunan 19 ve 20 parsel sayılı taşınmazların iskan tapularına dayanılarak tespit ve tescil edildiğini, dayanak tapu kayıtlarında "miktarı muteberdir" şerhi bulunduğunu, kadastro tespitinden sonra bu yönde beyanlar hanesine şerh konulduğunu, miktar fazlalıklarının Hazine adına tescili gerektiğini ileri sürerek, tapu iptal, tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, hak düşürücü sürenin geçirildiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ... .. raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dava, kayıt miktar fazlasının Hazineye ait olduğundan bahisle açılan tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 86 ada 19 ve 20 parsel sayılı taşınmazların kayden ayrı ayrı davalılara ait olduğu, her iki taşınmaza ait sicil kayıtlarının 24.3.1952 tarihli kadastro tespiti ile oluştuğu ve tedavüller sonucu davalılara intikal ettiği, kadastro tespitlerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının ise iskanen tesis edildiği, 7.4.1953 tarihinde de, kayıt miktar fazlasının Hazineye ait olacağının sicil kaydına şerh düşürüldüğü anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, davalıların tutundukları çap kayıtlarının ilk tesislerinin iskanen oluştuğu sabittir. Esasen anılan bu tespit ve olgu mahkemenin ve taraflarında kabulündedir. İskan mevzuatı ve 2510 Sayılı Yasanın 23.maddesinde iskanen oluşturulan ve temlik edilen tapuların miktarı ile geçerli olacağı ve taşınmazlarda çıkan miktar fazlalıklarının ise Hazineye ait olacağı öngörülmüştür. 2510 Sayılı Yasayı yürürlükten kaldıran 5543 Sayılı Yasanın 19.maddesinde de aynı hükme yer verilmiştir. Öyleyse, öncesi iskan kaydına dayalı taşınmazlardaki miktar fazlalıklarının yasa gereği Hazinenin olacağı tartışmasızdır
Öte yandan, 3402 Sayılı Yasa ile yürürlükten kaldırılan 766 Sayılı Tapulama Yasasının 42.maddesi ve 3402 Sayılı Yasanın 20/d maddesinde, "Hazinece, özel kanunlar hükümlerine göre değişme ve genişletmeye müsait olmayan sınırlar miktar üzerinden satılan, tefviz veya tahsis veya parasız dağıtılan mallarda çıkan fazlalık, taşınmaz malla birlikte satış, tefviz, tahsis ve dağıtım tarihinden itibaren 10 yıl geçmişse, miktarına bakılmaksızın kayıt sahibi adına tespit edilir." düzenlenmesine yer verilmiştir.
Ancak, 3402 Sayılı Yasanın 20/d maddesi kapsamı dışında kalan kayıt miktar fazlalıkları yönünden 4070, 4706, 4707 ve son olarakda 19.7.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4916 Sayılı Yasalarla bazı düzenlemeler ortaya konulmuş olup, taşınmazlardaki kayıt miktar fazlalıkları bakımından çıkar çekişme çekişmelerinin gözetilmesi gerekeceği kuşkusuzdur.
Diğer taraftan, 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 12/3.maddesinde "... tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz..." hükmüne değinildikten sonra geçici 4.maddesinde "... 2613 Sayılı Kadastro ve Tapu Tahsis Kanunu ile diğer kanunlar gereğince özel kadastrosu yapılan ve tutanakları kesinleşmiş bulunan taşınmazlar için 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş ise, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde hak sahipleri dava açabilirler..." hükmüne yer verilmiştir.
O halde, değinilen bu ilkeler ve yasal düzünlemeler çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinden; çekişme konusu taşınmazların kadastro tespitlerinin 24.3.1952 tarihinde yapıldığı ve 21.11.1952 tarihinde çap kayıtlarının oluştuğu ve 7.4.1953 tarihinde de kayıtların miktarı ile geçerli olduğuna dair sicillerine şerh konulduğu sabittir. Öyleyse, şerh siciller üzerinde yer aldığına ve hukuki varlığını koruduğuna göre, şerhten kaynaklanan ve onun sağladığı hakkın hak düşürücü süreye uğradığı kabul edilemez. Bir başka anlatımla, 3402 Sayılı Yasanın 12/3. ve geçici 4.maddesi hükmünün somut olayda uygulama yeri yoktur.
Hal böyle olunca, iddia ve savunma doğrultusunda tarafların ileri sürdükleri delillerinin toplanması yukarıda değinilen yasal düzenlemelerde gözetilmek suretiyle hükme elverişli olacak şekilde araştırma ve inceleme yapılaması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, ondan sonra işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve yasal olmayan gerekçelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 27.11.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.