
Esas No: 2019/835
Karar No: 2021/513
Karar Tarihi: 20.04.2021
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2019/835 Esas 2021/513 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Erzurum 2. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı işveren nezdinde müdür yardımcısı olarak çalışan müvekkilinin iş sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. maddesinin (II) numaralı bendi uyarınca Erzurum 1. Noterliğinden keşide edilen 27.09.2012 tarihli ve 07383 sayılı ihtarname ile feshedildiğini ileri sürerek, ödenmeyen 2012 yılı Eylül ayı ücreti, kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti, fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; iş sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinin (II) numaralı bendinin (d) alt bendi uyarınca haklı nedenle feshedildiğini, davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazanmadığını, yıllık izin ücreti ile 2012 yılı Eylül ayı ücretinin ödendiğini, saha personeli olmayıp ofiste çalıştığından fazla çalışma yapmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. Erzurum İş Mahkemesinin 29.01.2015 tarihli ve 2013/38 E., 2015/98 K. sayılı kararı ile; davalı işverence yapılan fesih geçerli nedene dayanmadığından davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazandığı, fazla çalışma yaptığı, yıllık izin ücreti alacağının bulunduğu, ulusal bayram ve genel tatil ücreti ile ödenmeyen ücret alacağının bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Erzurum İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin 27.06.2016 tarihli ve 2015/13690 E., 2016/19339 K. sayılı kararı ile; “…Dosya kapsamına göre, işverenin diğer işçisine hakaret ve tehditte bulunduğu iddiasıyla, işverenin haklı fesih yaptığı iddiası karşısında Erzurum 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/875 esas sayılı dosya sonucu beklenmeden karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle ve bozma sebebine göre sair hususların bu aşamada incelenmesine yer olmadığı belirtilerek karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı:
9. Erzurum 2. İş Mahkemesinin 24.01.2018 tarihli ve 2016/603 E., 2018/59 K. sayılı kararı ile; bozma kararına uyularak, dava dilekçesinde feshin davacıdan geldiğinin belirtildiği, davacının bu konuda sadece tanık deliline dayandığı, davacı tanığı Yasin’in bu konuda bir beyanda bulunmadığı, diğer tanık Yücel’in dinlenmesinden de vazgeçtiği, bu durumda davacının iş sözleşmesinin feshini haklı veya geçerli nedenlerle gerçekleştirdiği iddiasını ispat edemediği gerekçesiyle kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının reddine, ücret alacağı hakkında karar verilmesine yer olmadığına, yıllık izin ücreti alacağının ise kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin Onama Kararı:
10. Erzurum 2. İş Mahkemesinin bu kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
11. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin 24.10.2018 tarihli ve 2018/8569 E., 2018/23092 K. sayılı kararı ile; “…Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA..” karar verilmiştir.
Özel Dairenin Bozma Kararı:
12. Davalı vekili 01.02.2019 havale tarihli dilekçesi ile maddi yanılgıya dayalı kararın düzeltilmesini talep etmiştir.
13. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin 21.05.2019 tarihli ve 2019/3452 E., 2019/11287 K. sayılı kararı ile; “…Somut uyuşmazlıkta, Dairemizin 24/10/2018 tarihli ve 2018/8569 esas, 2018/23092 karar sayılı ilamıyla, Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmiş ise de, fesih meselesi ve dolayısıyla davacının kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarına hak kazanıp kazanmadığı noktasındaki uyuşmazlığın çözümü bakımından, delillerin değerlendirilmesinde maddi hata yapıldığı anlaşılmaktadır. Anılan sebeple, maddi hataya dayanan Dairemizin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararının ORTADAN KALDIRILMASINA..” ve davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, “…2-Taraflar arasında, davacının kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarına hak kazanıp kazanmadığı noktasında uyuşmazlık vardır.
Somut olayda, Mahkemece verilen 29/01/2015 tarihli ilk kararda, işverenin iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu kabul edilmiştir. Bozma ilamına uyma kararı verilerek devam edilen yargılama sonucunda tesis edilen hükümde ise, dava dilekçesinde iş sözleşmesinin davacı tarafça feshedildiğinin açıklandığı ve işçi feshinin haklı bir sebebe dayandığının kanıtlanmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Dava dilekçesinin birinci sayfasının son paragrafında, fesih ile ilgili açıklamalara yer verildiği anlaşılmaktadır. Bu paragrafta feshin hangi tarafça yapıldığı noktasında muğlak anlatım içeren cümleler yazıldığı görülmekte ise de, paragrafın son cümlesinde “... 25 Eylül 2012 tarihli Erzurum 1. Noterliğinin 07383 sayılı ihtarnamesi ile müvekkilimin yukarıda yazdığımız nedenlerle süresiz olan iş sözleşmesi fesih edilmiştir.” denilmiştir. Bahsi geçen noterlik ihtarnamesi ise, işverence keşide edilen fesih bildirimidir. Keza, davalı vekili de davaya cevap dilekçesinde, iş sözleşmesinin müvekkili işverence, 25/09/2012 tarihinde keşide edilen ihtarname ile haklı sebeple feshedildiğini savunmuş ve dilekçesi ekinde Erzurum 1. Noterliği’nin 25/09/2012 tarihli ve 7383 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile keşide edilmiş fesih bildirimini sunmuştur. Bu itibarla, iş sözleşmesinin işveren tarafından feshedildiği sabittir. Kaldı ki, 27/06/2016 tarihli bozma ilamında, işverenin haklı fesih iddiası karşısında, ceza davası yargılamasının bekletici mesele yapılması gerektiği belirtilmiş olup, Mahkemece bozmadan sonraki yargılamada iş sözleşmesinin işçi tarafından feshedildiğinin kabul edilmesi bozma ilamına da aykırıdır.
Davalı işverenin iş sözleşmesini fesihte haklı olup olmadığı meselesinin değerlendirilmesine gelince;
İşverence, iş sözleşmesi, davacı işçinin aynı işyerinde çalışan bölge müdürü Nihat Samsun’a karşı hakaret ve tehdit eylemlerini işlediği iddiasıyla feshedilmiştir. İş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğini ispat yükü işveren üzerindedir.
Davacı işçinin tehdit ve hakaret suçlarından yargılandığı ceza davasında, Erzurum 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 14/02/2013 tarihli ve 2012/875 esas, 2013/157 karar sayılı kararıyla, sanığın atılı suçları işlediğine dair cezalandırılmasına yeterli, şüpheden uzak, kesin ve somut deliller elde edilemediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine karar verilmiştir. Karar, Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 06/12/2017 tarihli ve 2014/29078 esas, 2017/26924 karar sayılı ilamıyla onanarak kesinleşmiştir.
Delil yetersizliği sebebiyle verilen beraat kararı hukuk hakimi açısından bağlayıcı değil ise de, eldeki dava dosyası kapsamında davacının hakaret ve tehdit eylemlerini işlediğine yönelik itibarı kabil bir delil yoktur. Anılan sebeplerle, işverence iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiği kanıtlanamadığından, davacı işçi kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarına hak kazanmıştır. Mahkemece, bilirkişi raporundaki hesaplamanın denetlenerek kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının hüküm altına alınması gerekirken, yazılı gerekçeyle anılan taleplerin reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
14. Erzurum 2. İş Mahkemesinin 08.08.2019 tarihli ve 2019/290 E., 2019/416 K. sayılı kararı ile; Özel Daire kararında belirtilen 1957/13 Esas sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının konusunun, görev konusunda usuli kazanılmış hak ilkesinin uygulanmayacağına, 1960/21 Esas sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının konusunun ise bozmaya uyulmuş olsa dahi sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının eldeki davalarda mutlak uygulanacağına ilişkin olduğu, bu kararlarda, Yargıtay"ca maddi hata sonucu verilen bir karara mahkemece uyulmasına karar verilmesi hâlinde bile usuli kazanılmış hak oluşmayacağına ve Yargıtay’ın maddi hatalı kararından dönülmesinin mümkün olduğuna ilişkin bir yargı bulunmadığı, eldeki davada görev sorunu bulunmadığı gibi ilk karardan sonra eldeki dava konusu ile ilgili içtihadı birleştirme kararı da çıkmadığı, mahkemece ilk bozma sebebinin dışına çıkılmadığı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu döneminde açılan işçilik alacaklarına ilişkin davalarda maddi hata düzeltim isteminin yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalara ilişkin olabileceğinin kabul edildiği, oysa ki eldeki davada, feshin kimden geldiği hususuna ilişkin olarak ilk bozma kararında feshin işçiden geldiğinin kabul edildiği, bu durumun delillerin değerlendirilmesiyle ilgili olup yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalara ilişkin olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
15. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
16. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda,
1-Mahkemece verilen kararın Özel Dairece önce onanması, sonrasında ise davacı vekilinin maddi hata düzeltim talebi üzerine onama kararının kaldırılarak bozma kararı verilmesinin mümkün olup olmadığı,
2- İş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın davalı işveren tarafından mı yahut haklı neden olmaksızın davacı işçi tarafından mı feshedildiği, buradan varılacak sonuca göre davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazanıp kazanamayacağı noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
(1) numaralı uyuşmazlık yönünden:
17. Öncelikle hüküm, kanun yolu, temyiz, karar düzeltme, yargılamanın iadesi, istinaf, kesin hüküm, kanun yolunda usuli kazanılmış hak ve maddi hata kavramlarından kısaca bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
18. I. Hüküm:
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 9. maddesine göre "Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.". Yine Anayasanın 138. maddesinin birinci fıkrasında ise, "Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler." düzenlemesi bulunmaktadır. Bu anayasal düzenlemeler dikkate alındığında yargı yetkisinin kullanılmasının kanun ve hukuk kuralları çerçevesinde karar (hüküm) vermek anlamına geldiği söylenebilir.
19. Yargılamaya son veren ve hâkimin davadan elini çekmesi sonucunu doğuran kararlara nihaî karar denir. Örneğin; yetkisizlik kararı, görevsizlik kararı, boşanma kararı, aylık kiranın tespiti kararı, dava sırasında (dava konusu) borcun ödenmiş olması nedeniyle esas hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı nihaî kararlardandır.
20. Hâkim nihaî karar ile o davadan elini çeker, verdiği karardan dönemez ve onu değiştiremez. Fakat (ara kararlardakinin aksine ) nihaî kararlar temyiz edilebilir (m. 427). İşte, nihaî kararlar temyiz edilip Yargıtayca bozulmadıkça, hâkimin nihaî kararla sonuçlandırmış olduğu davaya tekrar bakması (el koyması) caiz değildir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt III, s.3004-3005).
21. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (6100 sayılı Kanun/HMK) 294. maddesinin birinci fıkrasında, "Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür." şeklinde esasa dair, uyuşmazlığı çözen mahkeme kararının hüküm olduğu yönünde düzenleme yapılmıştır.
22. II. Kanun yolu:
Kanun yolu, davanın taraflarına tanınan bir hukuki yoldur ki, bununla yanlış olan kararların (daha doğrusu yanlış olduğu iddia edilen kararların) tekrar incelenmesi ve değiştirilmesi sağlanır.
23. Hüküm mahkemelerinin karar verirken yanlış yapmaları ihtimali bulunduğundan, verilen kararların daha yüksek bir mahkeme tarafından kontrol edilmesi için, her hukuk sisteminde kanun yolları kabul edilmiştir (Kuru, s. 4483).
24. Nihaî kararların kesinleşmesine engel olan kanun yollarına olağan kanun yolu denir. Yani, olağan kanun yoluna başvurulması hâlinde, hakkında kanun yoluna başvurulan nihaî karar bu yollardan geçmeden kesinleşmiş olmaz. Normal kanun yolu, henüz kesinleşmemiş olan nihaî kararlar için tanınmış bir kanun yoludur. Bir karara karşı normal kanun yoluna başvurulursa, o kararın kesinleşmesi önlenmiş, yani kanun yoluna başvurmanın sonucuna kalmış olur. Normal kanun yolu süresi içinde bu yola gidilmezse veya gidildiği hâlde karar onanır ve başka bir kanun yolu da yok ise, nihaî karar kesinleşir (Kuru, s.4484).
25. Bununla birlikte kesinleşmiş hükümlere karşı tanınmış olan kanun yoluna olağanüstü kanun yolu denmekte olup, olağanüstü kanun yoluna konu karar esasında normal kanun yollarından geçerek ya da kanun yollarına başvurulmaksızın kesinleşmiştir. Ancak kanunda öngörülen bazı sebeplerin varlığı hâlinde kanun koyucu kesinleşmiş hükmün kaldırılması ya da değiştirilmesi imkânını tanımıştır.
26. Medeni Usul Hukuku alanındaki Kanun, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (1086 sayılı Kanun/HUMK) iken bu Kanun 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile birlikte yürürlükten kaldırılmıştır.
27. Ne var ki, HMK"nın 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girmesine rağmen 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılmasıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un (6217 sayılı Kanun) 30. maddesi ile 6100 sayılı Kanun"a geçici 2. maddeden sonra gelmek üzere geçici 3. madde eklenmiş, maddenin ikinci fıkrası 6723 sayılı Danıştay Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un (6723 sayılı Kanun) 34. maddesi ile düzenlenmiş, daha sonra 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 47. maddesi ile geçici 3. maddenin ikinci fıkrasındaki “454” ibaresi “444” şeklinde değiştirilerek yeninden düzenlenmiş olup, 6100 sayılı HMK"nın geçici 3. maddesinde;
"(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 444 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur (Ek cümle: 1/7/2016-6723/34 md.) Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez.
(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır." hükmü bulunmaktadır.
28. Madde hükmüne göre bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında bu kararlar kesinleşinceye kadar mülga 1086 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
29. Somut uyuşmazlıkta bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20.07.2016 tarihinden önce karar verildiğinden HMK"nın geçici 3. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 1086 sayılı Kanunun 26.9.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 444. madde hükümlerinin uygulanması gerektiğinden kanun yolu açıklamaları bakımından 1086 sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun ve bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği dönem dikkate alınarak ikili bir değerlendirme yapılmasında yarar vardır.
30. a. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun Uygulandığı Dönem Bakımından Kanun Yolları:
31. aa. Genel açıklama:
Mülga 1086 sayılı Kanun döneminde temyiz, karar düzeltme ve yargılamanın iadesi olmak üzere üç kanun yolu mevcut idi. Bunlardan temyiz ve karar düzeltme normal (olağan) kanun yolu; yargılamanın iadesi ise olağanüstü kanun yolunu oluşturmaktadır.
32. ab. Temyiz:
Temyiz kanun yolu mülga 1086 sayılı Kanun"un 427 ilâ 439. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Buna göre mahkemelerce verilen nihaî kararlara karşı temyiz yoluna başvurulması mümkündür. Ancak kanunlardaki özel hükümler gereği kesin olduğu belirtilen kararlar ile miktar veya değeri Kanunda öngörülen sınırın altında kalan kararların temyizi kabil değildir.
33. Temyiz sebepleri ise Kanun"un 428. maddesinde düzenlenmiştir. Madde hükmü dikkate alındığında öncelikle kanunun yanlış uygulanması ya da hiç uygulanmamış olması temyiz (bozma) nedenidir. Kanun yanında (kanunlara aykırı olmayan) tüzüklerin, (kanunlara ve tüzüklere aykırı olmayan) yönetmeliklerin, örf ve âdet hukukunun yanlış uygulanması ya da hiç uygulanmaması da kuşkusuz temyiz nedenidir. Bunların yanında taraflar arasında yapılmış sözleşmenin somut olaya uygulanmasında yapılan yanlışlık da temyiz nedeni olacaktır. Öte yandan mahkemenin görevsiz olması, tarafları, dava sebebi ve konusu aynı olan davalar hakkında birbirine çelişik kararlar verilmiş olması, delillerin kanuni sebep olmaksızın reddedilmesi, mahkemenin yani adli yargı içindeki hukuk mahkemesinin değil de örneğin idari yargı içinde yer alan bir mahkemenin görevli olması, hâkimin davaya bakmasının yasak olması, bir usul kuralının yanlış uygulandığına ilişkin itirazın incelenmemiş olması, usul kurallarına muhalefet edilmesi (bu temyiz nedeni kapsamında olmak üzere hükmün gerekçe içermemesi, dava şartlarının bulunmaması tek başına bozma nedeni ise de tek başına bozma nedeni oluşturan usuli hataların dışındaki usul kurallarına aykırılıkların temyiz (bozma) nedeni oluşturabilmesi için, Kanun"un 428. maddesinin ikinci fıkrasında belirtildiği üzere bu usuli yanlışlığın, yapılmasaydı verilen kararı değiştirebilecek nitelikte esaslı olmasına bağlıdır.) ve maddi meselenin takdirinde hata edilmiş olması temyiz nedenleri arasında sayılmıştır. Kanun"da yazılı olduğu şekli ile "meselei maddiyenin takdirinde hatâ edilmesi" temyiz nedenine dayanarak Yargıtayın delillerin takdirinin doğru yapılıp yapılmadığını inceleyerek böylece istinafın boşluğunu doldurmaya çalıştığı bilinmektedir.
34. Yargıtay ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse mahkeme kararını kısmen ya da tamamen bozar. Yargıtay hükmü bozmakla yetinir ve kararında bozma nedeni veya nedenlerini gerekçesi ile belirtir. Yoksa ilk derece mahkemesinin yerine geçerek bir karar veremez veya yeniden yargılama yapamaz (Pekcanıtez Usûl, Medeni Usûl Hukuku, Cilt III, İstanbul 2017, s. 2363).
35. Yargıtay hükmü usul ve kanuna uygun bulursa temyiz itirazlarını reddederek mahkeme kararının onanmasına karar verir.
36. ac. Karar düzeltme:
Karar düzeltme (tashihi karar), Yargıtay"ın temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu bazı kararlarına karşı tanınmış olan (kendine özgü) normal bir kanun yoludur. Yani, bir hüküm hakkında Yargıtay"ın temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu karara karşı karar düzeltme yolu açık ise (m.440), o hüküm, ancak karar düzeltme yolunun tükenmesi ile (şekli anlamda) kesinleşebilir.
37. Karar düzeltme mülga 1086 sayılı Kanun"un 440. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre;
“I. Yargıtay kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir:
1-(Değişik: 16/7/1981 - 2494/31 md.) Temyiz dilekçesi ve kanuni süresi içinde verilmiş olması şartiyle- karşı tarafın cevap dilekçesinde ileri sürülüp hükme etkisi olan itirazların kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olması,
2 -Yargıtay kararında birbirine aykırı fıkralar bulunması,
3-Yargıtay incelemesi sırasında hükmün esasını etkileyen belgelerde bir hile veya sahteliğin ortaya çıkması,
4 -Yargıtay kararının usul ve kanuna aykırı bulunması,
II. Yargıtay evvelce cevapsız bırakılan itirazları kendi görüşüne göre hükme etki yapacak nitelikte bulmazsa karar düzeltilmesi isteği üzerine vereceği kararda bu itirazları reddederken herbiri hakkında gerekçe göstermek zorundadır".
38. Maddenin üçüncü fıkrasında ise hangi kararlara karşı karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı düzenlenmiştir.
39. Görüldüğü üzere karar düzeltme belli bir süreye bağlandığı gibi Yargıtay"ın verdiği her karara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesi de mümkün değildir.
40. Bu arada hemen belirtmek gerekir ki, 25.10.2017 tarihli ve 30211 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu"nun 10. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu"nun 8. maddesinin son fıkrasında, Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı hükme bağlandığından, iş mahkemelerinden verilen kararların temyiz incelemesi sonucu Yargıtay ilgili dairesince verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilemez.
41. ad. Yargılamanın iadesi:
Yargılamanın iadesi, bazı ağır yargılama hatalarından ve noksanlarından dolayı, maddi anlamda kesin hükmün bertaraf edilmesini ve daha önce kesin hükme bağlanmış olan bir dava hakkında yeniden yargılama ve inceleme yapılmasını sağlayan fevkâlede (olağanüstü) bir kanun yoludur (Kuru, s. 5165).
42. b. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Uygulandığı Dönem ve Bölge Adliye Mahkemelerinin Faaliyete Geçmesinden Sonraki Dönem Bakımından Kanun Yolları:
43. ba. Genel açıklama:
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda olağan kanun yolları istinaf ve temyiz olmak üzere iki aşamalıdır. Bu Kanun"un düzenlemesi bakımından da yargılamanın yenilenmesi olağanüstü kanun yolu olma özelliğini devam ettirmektedir.
44. bb. İstinaf:
5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş ve Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun ile kabul edilen istinaf yargısı, 20.07.2016 tarihinde faaliyete başlayan Bölge Adliye Mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur.
45. HMK"nın 341. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Görüldüğü üzere taraflar arasındaki uyuşmazlığın esasını çözen nihai kararlar yanında usuli nihai kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvuru mümkün olduğu gibi, geçici hukuki koruma tedbirlerinden olan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi veya bu taleplerin kabulü hâlinde itiraz üzerine verilecek kararlara karşı da istinaf başvurusu yapılabilecektir. Kanun"un 341. maddesinin devam eden fıkralarında ise hangi kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurabileceği, hangi hâllerde bu kanun yolunun kapalı olduğu ayrıntıları ile düzenlenmiştir.
46. bc. Temyiz:
Temyiz kanun yolu HMK"nın 361 ve devam eden maddelerinde düzenlenmiştir. Kanunun 361. maddesine göre, "Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir.". Görüldüğü üzere temyiz kural olarak bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı başvurulabilen bir kanun yoludur. Kanun"un 362. maddesi ile hangi kararlara karşı temyiz yoluna gidilemeyeceği düzenlenmiştir.
47. Temyiz sebepleri Kanun"un 371. maddesinde sayılmıştır. Bunlar; hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması; dava şartlarına aykırılık bulunması; taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi ve karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikler bulunması olarak belirtilmiştir.
48. bd. Yargılamanın iadesi:
HMK’da yargılamanın iadesi kanun yolunu kabul edip düzenlemiş ve tıpkı mülga HUMK gibi bu kanun yolunun kesin olan ya da kesinleşmiş kararlara karşı ancak Kanunda sayılan belirli bazı hâllerde gidilebileceğini hüküm altına almıştır. HMK"nın "Yargılamanın iadesi" başlıklı 375. maddesinde hangi hâllerde kesin olan ya da kesinleşmiş olan bir karara karşı bu olağanüstü kanun yoluna başvurulabileceğini ayrıntılı olarak düzenlemiştir.
49. III. Kesin hüküm:
Dava konusu uyuşmazlık hakkında kesin hüküm bulunuyorsa aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.
50. Kesin hüküm itirazı davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hüküm bulunduğu gerekçesiyle ve dava şartı yokluğundan reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi ilk defa Yargıtay"da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve hatta bozmadan sonra da ileri sürülebilir ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez (Kuru, s. 4980 vd.).
51. Kesin hüküm derken şekli anlamda kesin hüküm ile maddi anlamda kesin hükmü ayrı ayrı incelemekte yarar vardır.
52. Şekli anlamda kesin hüküm ile kastedilen, bir mahkeme kararına karşı normal kanun yollarına başvurulamayacağıdır.
53. Bir mahkeme kararına karşı başvurulabilecek kanun yolunun hiç olmaması veya mevcut olan kanun yollarının tüketilmesi ya da süresinde kanun yollarına başvurulmaması hâllerinde şekli anlamda kesinlik gerçekleşir. İstisnaen olağanüstü kanun yoluna başvurarak ya da eski hâle getirme mümkün ise bu suretle şekli anlamda kesin hükmü sona erdirmek mümkündür.
54. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 24.01.2018 tarihli ve 2017/14-2534 E., 2018/88 K. ve 16.05.2018 tarihli ve 2017/19-1628 E., 2018/1098 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiş ve bir karara karşı kanun yollarına başvurulamaması hâlinde şekli anlamda kesin hükmün gerçekleştiğine vurgu yapılmıştır.
55. Gerek mülga HUMK’da gerekse HMK"da şekli anlamda kesinliğin tanımı yapılmamış ise de, çeşitli maddelerde geçen "kesin", "kesinleşme" ve "kesinleşmiş" sözleriyle şekli anlamda kesin hükmün kastedildiğini söylemek mümkündür.
56. Maddi anlamda kesin hüküm mülga HUMK"da tanımlanmamış olmakla birlikte Kanun"un 237. maddesinde; "Kaziyei muhkeme, ancak mevzuunu teşkil eden husus hakkında muteberdir.
Kaziyei muhkeme mevcuttur denilebilmek için iki tarafın ve müddeabihin ve istinat olunan sebebin müttehit olması lazımdır." şeklinde maddi anlamda kesin hükmün şartlarına yer verilmiştir.
57. HMK ise 303. maddesinde maddi anlamda kesin hükmün tanımını yapmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasına göre; "Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.".
58. Bu hükümden yola çıkıldığında denebilir ki, kesin hükmün ilk koşulu her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması, ikinci koşulu müddeabihin aynılığı, üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır.
59. Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabihin aynılığı, dava konusu yapılmış olan hakların aynı olmasıdır. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hâkimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziksel bakımdan aynı olsa bile bu şeyler üzerinde talep olunan haklar farklı ise müddeabihlerin aynı olduğundan bahsedilemez.
60. Kesin hükmün üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebepten farklı olarak, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise diğer iki koşulun da bulunması hâlinde kesin hükmün varlığından söz edilebilir.
61. Aynı ilkeler HGK"nın 08.12.2010 tarihli 2010/1-602 E., 2010/643 K., 24.01.2018 tarihli ve 2017/14-2534 E., 2018/88 K.; 16.05.2018 tarihli ve 2017/19-1628 E., 2018/1098 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
62. IV. Kanun yolunda usuli kazanılmış hak ve maddi hata:
Usuli kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Örneğin hâkimin bir tarafa kesin süre vermesi ile karşı taraf lehine kazanılmış hak doğar.
63. Nitekim HGK"nın 23.10.1981 tarihli ve 1981/15-2296 E., 1981/687 K. sayılı kararında "....mesalâ; bir Yargıtay bozma ilamına uyulmasına, ispat yükü kendisine düşen, takdiri delil iddiasını gerçeğe yakın bir şekilde ispat etmiş ve fakat hâkime bir kanaat vermemiş olan tarafa Usulün 365. maddesi hükmünce hâkim tarafından resen and yöneltilmesine; taraflardan birine kesin süre verilmesine (Usul 164) ilişkin ara kararları bu nitelikte olup bunlardan dönme (rücu) caiz değildir. Çünkü, usule ait kazanılmış hak müessesi, Usul Yasasının dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir. (9/5/1960 gün 21 E., 9 K. ve 4.2.1959 gün, 13 E. 5 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararları gerekçelerinden)...." denilmek sureti ile ara kararı ile oluşan kazanılmış hak çeşitlerinden bahsedilmiştir.
64. Hemen belirtilmelidir ki, gerek mülga HUMK’da, gerek HMK’da “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Konu, yargı içtihadı ile gelişmiştir.
65. Öte yandan kanun yolunda oluşan kazanılmış haklar da söz konusudur. Şöyle ki, bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK).
66. Mahkemenin, Yargıtay"ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 tarihli ve 13/5 sayılı YİBK).
67. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.
68. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı çıkması durumunda Yargıtay bozma kararı ile oluşan usuli kazanılmış hak değer taşımayacaktır.
69. Bunun gibi bozmaya uyulmasından sonra o konuda yürürlüğe giren yeni bir kanun karşısında bozma ilamına uyulmakla oluşan usuli kazanılmış hakkında bir değeri kalmayacaktır. HGK"nın 12.03.1997 tarihli ve 1997/7-975 E., 1997/196 K. ile 06.11.1996 tarihli ve 1996/17-561 E., 1997/744 K. sayılı kararlarında bu hususa vurgu yapılmıştır.
70. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi hâlinde usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nın 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K.; 30.01.2013 tarihli ve 2012/1-683 E.,2013/165 K.;23.06.2020 tarihli ve 2016/22-702 E., 2020/443 K. sayılı kararları).
71. Görev konusu da usuli kazanılmış hakkın istisnasıdır. Bu husus 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1959/5 K. sayılı YİBK"da "...Kaide olarak usuli müktesep hak hükmünün vazife konusunda tatbik yeri olmayacağına ve duruşmanın bittiği bildirilinceye kadar vazifesizlik kararı verebileceğine..." şeklinde ifade edilmiştir.
72. Bu sayılanların dışında ayrıca hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzenine ilişkin konularda da usuli kazanılmış haktan söz edilemez. Ayrıca maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile de usuli kazanılmış hak doğmaz.
73. Burada kısaca "maddi hata" kavramından bahsetmek gerekir.
74. Maddi hata (hukuki yanılma), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, Birinci Baskı, 1976, s. 208).
75. Burada belirtilen maddi yanılgı kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır.
76. Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında da, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrarla maddi gerçeğin göz ardı edilmesi, yargıya duyulan güven ve saygınlığı, adalete olan inancı sarsacaktır.
77. O nedenledir ki, Yargıtay, bu güne değin maddi hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; baştan yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltilmesini kabul etmiştir. HGK"nın 13.03.2013 tarihli ve 2013/5-10 E., 2013/548 K., 13.04.2011 tarihli ve 2011/9-72 E., 2011/99 K., 13.04.2011 tarihli ve 2011/9-101 E., 2011/128 K., 19.06.2015 tarihli ve 2013/21-2361 E., 2015/1728 K., 23.10.2002 tarihli ve 2002/10-895 E, 2002/838 K., 02.07.2003 tanihli ve 2003/21-425 E., 2003/441 K., 29.11.1995 tarihli ve 1995/19-819 E., 1995/1028K., 24.05.1995 tarihli ve 1995/9-348 E., 1995/556 K., 14.03.1986 tarihli ve 1984/2-714 E., 1986/246 K.; 15.10.1986 tarihli ve 1986/6-491 E, -1986/876 K. ile 10.06.1983 tarihli ve 1981/10-323 E., 1983/652 K. sayılı kararlarında da; maddi hataya dayalı onama ve bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı benimsenmiştir. Bu husus, 30.11.1988 tarihli ve 1988/2-776 E., 1988/985 K. sayılı kararında "...Yargıtay bozma ilâmına uyulmakla meydana gelen usulî kazanılmış hak kuralı usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtay"ca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddi hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyle giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir..." şeklinde ifadesini bulmuştur.
78. Öte yandan somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 8. maddesinin son fıkrası uyarınca, iş mahkemelerince verilen kararlara ilişkin Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yolu kapalıdır. Onama ve bozma kararlarında açıkça maddi hatanın bulunması hâlinde dosyanın yeniden incelenmesi mümkündür. Zira, yukarıda da ifade edildiği gibi, maddi yanılgıya dayalı olarak verilmiş bulunan onama ve bozma kararları ile hatalı biçimde hak sahibi olmak evrensel hukukun temel ilkelerini ihlal edeceğinden, karşı taraf yararına sonuç doğurması olanaklı değildir.
79. Ne var ki bozma kararında hukuki yönden bir değerlendirme yapılarak delil değerlendirmesi sonucunda bir sonuca ulaşılmış ise, bu kararın yanlış olduğu ya da delillerin yanlış değerlendirildiği sonradan anlaşılsa bile bozmaya uyulması ile oluşan kazanılmış hakkın varlığı kabul edilmelidir. Bu durum HGK"nın 30.11.1988 tarihli ve 1988/2-776 E., 1988/985 K. sayılı kararında maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile usuli kazanılmış hak oluşmayacağına vurgu yapıldıktan sonra kararın devamında "...Burada şu husus belirtilmelidir ki, bozma kararında hukuki yönden bir değerlendirme yapılmış ve deliller belirli bir doğrultuda değerlendirilerek bir bozma kararı verilmiş ise, bu bozmaya uyulması halinde, bozma yapan Daire hukuki görüş değiştirse veya delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi burada maddi hatadan söz edilemeyeceğinden usulî kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir. Ancak, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısı dışında hiç bir suretle başka biçimde yorumlanmayacak tartışmasız bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde usulî kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmayacaktır..." şeklinde ifade edilmiştir.
80. Aynı görüş HGK"nın 20.01.1988 tarihli ve 1988/1-249 E., 1988/28 K., 20.12.1989 tarihli ve 1989/12-539 E., 1989/662 K., 15.12.1990 tarihli ve 1990/1-450 E., 1990/608 K. ile 09.03.1994 tarihli ve 1993/17-889 E., 1994/123 K. sayılı kararlarında da aynen sürdürülmüştür.
81. V. Değerlendirme:
Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda belirtmek gerekir ki, HMK"nın Geçici 3. maddesi uyarınca bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başladığı 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararların kesinleşmesine kadar HUMK’nın 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin 427 ilâ 444. madde hükümlerinin uygulanması gerekeceğinden, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesine ve HMK"nın yürürlükte olmasına rağmen 20.07.2016 tarihinden önce verilen bir karar HUMK hükümlerine göre temyiz ve karar düzeltme yolu açık ise karar düzeltme kanun yollarının tüketilmesi ile şekli anlamda kesin hüküm hâlini alacaktır.
82. HMK"nın kanun yoluna ilişkin hükümlerine tâbi olan kararlar bakımından ise istinaf ve temyiz kanun yollarından geçen kararlar şekli anlamda kesinleşecektir.
83. Bununla birlikte iş mahkemesinde açılan bir davada verilen karara karşı karar düzeltme yolu kapalı ise de, Hukuk Genel Kurulu kararlarında da açıklandığı üzere hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulması mümkün olmayan, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılar bulunduğu takdirde maddi hatanın giderilmesi mümkün olacaktır.
84. VI. Somut olayın değerlendirilmesi:
Dava dilekçesinde, ofis müdür yardımcısı olan davacının ofis müdürü ile arasında anlaşmazlıklar olduğu, ofis müdürünün davacıya yönelik psikolojik baskı yaptığı ifade edildikten sonra, iş sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri” başlıklı 24. maddesinin (II) numaralı bendi gereğince, Erzurum 1. Noterliğinden keşide edilen 25.09.2012 tarihli ve 07383 sayılı ihtarname ile feshedildiği belirtilmiş, cevap dilekçesinde de aynı ihtarnameden bahsedilerek, iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinin (II) numaralı bendinin (d) alt bendi uyarınca haklı nedenle feshedildiği açıklanmıştır.
85. Her ne kadar dava dilekçesinde işçinin haklı nedenle derhal fesih hakkını düzenleyen İş Kanunu’nun 24. maddesinden söz edilmiş ise de, davalı işveren tarafından davacıya gönderilen ihtarname ile iş sözleşmesinin feshedildiği belirtildiğinden, feshin davalı işverence yapıldığı hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmadığı anlaşılmaktadır.
86. Diğer taraftan, mahkemece ilk kararda iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesiyle kıdem ve ihbar tazminatlarına hükmedilmiş, hükmün davalı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece işverenin diğer işçisine hakaret ve tehditte bulunduğu iddiasıyla işverenin haklı nedenle iş sözleşmesini feshettiği iddiası karşısında ceza dosyasının sonucunun beklenmesi gerektiğinden bahisle karar bozulmuştur.
87. Gelinen aşamada, mahkemenin ve Özel Dairenin iş sözleşmesinin davalı işverence feshedildiğini kabul ettiği açıktır.
88. Mahkemece, Özel Dairenin bozma kararına uyulmasından sonra verilen ikinci kararda ise, iş sözleşmesinin davacı işçi tarafından feshedildiği, davacının ise feshin haklı veya geçerli nedene dayandığını ispatlayamadığı gerekçesiyle kıdem ve ihbar tazminatlarının reddine karar verilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece hüküm onanmıştır.
89. Görüldüğü üzere, mahkemece Özel Dairenin 27.06.2016 tarihli bozma kararına uyulmasına ve uyuşmazlık konusu olmamasına rağmen, ilk kararın aksine iş sözleşmesinin davacı işçi tarafından feshedildiği kabul edilmiştir.
90. Özel Dairenin onama kararından sonra davacı vekili maddi hatanın düzeltilmesi istemli dilekçesinde, iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından 25.09.2012 tarihli ihtarname ile feshedildiği, buna karşılık mahkemenin iş sözleşmesini davacı işçinin feshettiğini kabul ettiği, bozma kararının dışına çıkıldığı, ceza dosyasının müvekkilinin beraatı ile sonuçlandığı, kıdem ve ihbar tazminatlarına hükmedilmesi gerektiği hususlarına yer vererek, onama kararının kaldırılmasını talep etmiş, Özel Dairece “…fesih meselesi ve dolayısıyla davacının kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarına hak kazanıp kazanmadığı noktasındaki uyuşmazlığın çözümü bakımından, delillerin değerlendirilmesinde maddi hata yapıldığı anlaşılmaktadır...” gerekçesiyle onama kararının ortadan kaldırılması ile kıdem ve ihbar tazminatlarına hükmedilmesi gerektiği belirtilerek bozma kararı verilmiştir.
91. Öncelikle belirtmek gerekir ki, yukarıda da açıklandığı üzere, somut olayda iş sözleşmesinin hangi tarafça feshedildiği taraflar arasında uyuşmazlık konusu olmayan maddi olguya yönelik bir husustur. Mahkemenin uyulan bozma kararı sonrasında verdiği ikinci kararında, iş sözleşmesini davacının feshettiğini kabul etmesi ise ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olan, Özel Daire tarafından yapılan incelemede de gözden kaçırıldığı anlaşılan, hukuksal değerlendirme ve denetim dışında bulunan bir konudur.
92. Öte yandan, davacı işçinin kıdem ve ihbar tazminatlarının önce kabul edilip sonrasında reddine karar verildiği göz önünde alındığında, yargılamanın sonucunu etkileyen ve sonucu tersine çeviren bir hatanın yapıldığı da ortadadır.
93. Bununla birlikte, Özel Dairece delillerin değerlendirilmesinde hata yapıldığı belirtilmiş ise de, izah edildiği üzere yapılan hata maddi olguya yönelik bir hata olduğundan, bu kısmın bozma kararından çıkarılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
94. Bu itibarla, önce mahkeme sonrasında Özel Dairenin onama kararı ile feshin hangi tarafça gerçekleştiği hususunda yapılan hata hukuki bir hata olmayıp, maddi olguya yönelik bir hata olduğundan, Özel Dairece maddi hata düzeltim talebi üzerine onama kararının kaldırılması isabetlidir.
(2) numaralı uyuşmazlık yönünden;
95. İş sözleşmesini sona erdiren en önemli sebeplerden biri fesihtir. Fesih, sürekli (belirli ya da belirsiz süreli) bir iş sözleşmesini derhal veya belirli bir sürenin geçmesi ile sona erdiren, tek taraflı ve karşı tarafa ulaşması gerekli bozucu yenilik doğuran bir haktır. Dolayısıyla fesih karşı tarafa ulaştığı andan itibaren hüküm ve sonuçlarını doğuran, karşı tarafın kabulünü gerektirmeyen bir irade açıklamasıdır (Senyen Kaplan, E. Tuncay: Belirli Süreli İş Sözleşmesinin Haksız Feshinin Hüküm ve Sonuçları, Sicil İş Hukuku Dergisi, 2016, Sayı: 36, s. 23).
96. İş sözleşmesi işçi ile işveren arasında kurulan ve her iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olup, işçi ile işveren arasında karşılıklı güvene dayanan kişisel ve sürekli bir ilişki yaratır. Bu nedenle işçi veya işveren taraflarından birinin davranışı ile bu güveni sarsması hâlinde güveni sarsılan tarafın objektif iyiniyet kurallarına göre artık bu ilişkiyi sürdürmesinin kendisinden beklenemeyeceği durumlarda iş sözleşmesi ile bağlı kalamayacağı gerçeğinden hareket eden kanun koyucu, yaptığı düzenleme ile taraflara iş sözleşmesini haklı nedenle tazminatsız fesih hakkı tanımıştır.
97. Hukukumuzda "olağanüstü fesih", "bildirimsiz fesih", "süresiz fesih", "önelsiz fesih", "derhal fesih", "muhik sebeple fesih" gibi terimlerle ifade edilen haklı nedenle fesih 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 435, 4857 sayılı İş Kanunu (4857 sayılı Kanun/İş Kanunu) m. 24 ve 25; 854 sayılı Deniz İş Kanunu m. 14, 16; Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun m. 11"de düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, haklı nedenle fesih kanunla tanınmış bir haktır. Bir tarafın işte bu haklı nedenle fesih hakkına dayanarak, karşı tarafa yöneltilmesi gereken irade beyanıyla iş sözleşmesine geçmişe etkili olmaksızın derhal son vermesi, haklı nedenle fesih olarak tanımlanmaktadır. Bu itibarla İş Kanunu, haklı nedenle fesih hakkını "Haklı nedenle derhal fesih" başlığı altında düzenlemektedir (Mollamahmutoğlu, H./ Astarlı, M./ Baysal, U.: İş Hukuku, 6. Bası, Ankara 2014, s. 794).
98. İş Kanunu’nun 24 ve 25. maddeleri, iş sözleşmesinin işçi ve işveren tarafından haklı nedenle derhal fesih hâllerini düzenlemekte olup, “İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı” başlıklı 25. maddesi “Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hâllerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:
… II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:
a)İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı hâlde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması,
b)İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarf etmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnatlarda bulunması,
c) İşçinin işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması,
d)İşçinin işverene yahut onun aile üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması, işyerine sarhoş yahut uyuşturucu madde almış olarak gelmesi ya da işyerinde bu maddeleri kullanması,
e)İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması,
f)İşçinin, işyerinde, yedi günden fazla hapisle cezalandırılan ve cezası ertelenmeyen bir suç işlemesi,
g)İşçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına iki işgünü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü, yahut bir ayda üç işgünü işine devam etmemesi,
h)İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı hâlde yapmamakta ısrar etmesi,
ı)İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması.
…
İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21’inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir…” şeklinde düzenlenmiştir.
99. Bu kapsamda İş Kanunu"nun işverenin haklı nedenle derhal fesih hakkını düzenleyen 25. maddesinin (II) numaralı bendinin (d) alt bendinde "İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması" haklı fesih nedenlerinden biri olarak yer almaktadır. Haklı nedenle feshe yol açan sataşma işverene, aile bireylerinden birine veya işverenin bir işçisine (veya işveren vekiline) sözle olabileceği gibi, davranış şeklinde de ortaya çıkabilir (Sarper, S.: İş Hukuku, 18. Baskı, 2019, s. 670).
100. Kanuna göre sataşma, sadakat borcuna aykırılığın özel bir hâli olarak kabul edilmektedir. Sataşma, kısaca başkasının kişilik haklarına saldırı oluşturan her türlü söz ve davranış olarak tanımlanabilir.
101. İş hukuku açısından sataşma olarak kabul edilmesi için işçinin söz veya davranışının suç oluşturması gerekmez. Ancak söz konusu söz veya davranışın Türk Ceza Kanununa göre suç oluşturduğu ceza mahkemesi kararı ile kesinleşmişse, iş mahkemesi bu kararla bağlıdır. Buna karşılık, ceza mahkemesinin beraat kararı vermesine rağmen iş yargıcı söz ve davranışın haklı fesih nedeni oluşturduğunu kararlaştırabilecektir (TBK m. 74) (Süzek, s. 670-673).
102. Sataşma niteliğindeki söz ve davranışlar neticesinde işverene haklı nedenle fesih imkânı tanıyan kanun koyucunun esasen işyerindeki çalışma düzeni ve iş disiplinini koruma amacı güttüğü kuşkusuzdur.
103. Diğer taraftan, işverenin iş sözleşmesine aykırı davranışta bulunan işçiye, yaptığı eylemle orantılı bir yaptırım uygulamalıdır. Yapılan eylemle orantılı olmayan ve ölçüsüz olarak nitelendirilebilecek bir yaptırım mazur görülemez. Sonuç itibariyle fesih de bir cezadır. Ölçülülük ilkesi uyarınca, uygulanacak önlem, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalı, bir başka anlatımla tedbir uygun olmalı, ulaşılmak istenen amaç açısından gerekli olmalı ve uygulanacak tedbirin sonucu olan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç, ölçüsüz bir oran içerisinde bulunmamalıdır. Bu ilke uyarınca hâkim feshin geçerli olup olmadığını kararlaştırırken, işçinin davranışının ağırlığını dikkate alarak, her olayın özelliğine göre işçinin davranışı ile işverence uygulanan fesih türü arasında bir orantısızlık (ölçüsüzlük) olup olmadığını takdir etmelidir. İşçinin davranışının haklı fesih olarak değerlendirilmesi ağır ve gerekli olmayan bir sonuç ise kıdem ve ihbar tazminatlarının kabulü gerekecektir.
104. Somut olayda, davalı işverence Erzurum 1. Noterliğinden keşide edilen 25.09.2012 tarihli ve 07383 sayılı ihtarname ile davacının 19.09.2012 tarihinde Erzurum Bölge Müdürüne karşı tehdit ve hakaret suçlarını işlediği, bu hususta Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunulduğu, iş sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinin (II) numaralı bendi uyarınca feshedildiği belirtilmiştir.
105. Dosya içeriğine göre, davacı hakkında tehdit ve hakaret suçlarından açılan ceza davası sonucunda, Erzurum 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 14.02.2013 tarihli ve 2012/875 E., 2013/157 K. sayılı kararı ile üzerine atılı suçların sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendi gereğince verilen beraat kararı Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 06.12.2017 tarihli ve 2014/29078 E., 2017/26924 K. sayılı kararı ile onanmıştır.
106. Öte yandan, yukarıda da açıklandığı üzere davacı hakkında delil yetersizliği sebebiyle beraat kararı verildiğinden, ceza mahkemesi kararının hukuk hâkimini bağlamayacağı göz önünde bulundurulmalıdır.
107. Bununla birlikte, yargılama sırasında dinlenilen tanıkların feshe konu edilen eylemlere ilişkin görgüye dayalı beyanları bulunmadığı gibi, dosya içerisinde bu hususta başkaca bir delil de bulunmamaktadır.
108. Bu itibarla, davalı tarafından iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiği ispatlanamadığından, davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazandığı kabul edilerek anılan alacaklarının hüküm altına alınması gerektiği sonucuna varılmıştır.
109. O hâlde direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmektedir.
IV. SONUÇ:
Yukarıda (1) ve (2) numaralı başlıklar altında açıklanan nedenlerle;
1- Özel Daire bozma kararında yer alan “..fesih meselesi ve dolayısıyla davacının kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarına hak kazanıp kazanmadığı noktasındaki uyuşmazlığın çözümü bakımından, delillerin değerlendirilmesinde maddi hata yapıldığı anlaşılmaktadır..” kısmında geçen “delillerin değerlendirilmesinde” ifadesinin bozma kararından ÇIKARILMASINA,
2- Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 20.04.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.