Taraflar arasında görülen davada;
Davacı Hazine vekili, dava konusu yerin kadastro çalışmasında tescil harici bırakıldığını, davalı belediyece imar planı içerisine alındığını, Hazine dışındaki kişiler adına tescilinin olanaklı olmadığını ileri sürerek hazine adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Müdahil davacılar ise; çekişmeli yerin, tapu kapsamında kaldığını ve miras bırakanın ölümü ile kendilerine intikal ettiğini, zilyetlik koşullarının oluştuğunu ileri sürerek adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı A..Belediye Başkanlığı, taşınmazın imar planı içerisinde kavşak ve yol olduğunu belirtip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, taşınmazın imar planı içinde bulunduğu, müdahil davacıların dayandığı tapu kapsamında kalmadığı gerekçeleri ile davacı Hazine ve müdahil davacıların davasının reddine, çekişmeli yerin Kuzuculu Belediyesi sınırları içinde olmadığından aleyhine açılan davanın husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı Hazine vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .....raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dava, tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; mahkemece kısa kararda “açılan davanın davacı Hazine ve müdahil davacılar yönünden reddine” şeklinde hüküm kurulmuş, gerekçeli kararında ise kısa karar ile birlikte “Davanın K...Belediye Başkanlığı yönünden husumet yokluğundan reddine” şeklinde hüküm kurulmak suretiyle kısa kararda olmayan 2. bent hükmü oluşturulmuştur.
Bilindiği üzere; tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten ve HUMK.’nun 376. maddesine göre; son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin; aynı yasanın 388. maddesi uyarınca kararı gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu 389. maddede öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır.
Nevarki, uygulamada söz konusu yasanın 38l. maddesinin son fıkrasının getirdiği ayrıcalığa dayanılarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağa geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.
İşte bu gibi hallerde HUMK.’nun 389. maddesine uygun olarak tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkca gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın l4l. maddesi ile HUMK.’nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
Hal böyle olunca, yukarıda değinilen ilke ve yasa hükümleri gözardı edilerek kısa karara çelişkili olarak gerekçeli karar yazılması doğru değildir. Davacı Hazinenin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün l0.4.l992 gün, l992/7 Esas, l992/4 Sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararı çerçevesinde bir karar verilmek üzere HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 14.11.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.