Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, mirasbırakanları M. L.’nun aralarında yaş farkı bulunan davalı ile evlendiğini, amacın evlilik değil yaşlı murisin bakım ve gözetimini sağlamak olduğunu, murisin maliki olduğu 809 ada 1687 parsel sayılı taşınmazdaki 8 no’lu meskeni intifa hakkını üzerinde tutarak çıplak mülkiyetini davalıya satış göstererek gerçekte ölünceye kadar bakım akdi şeklinde devrettiğini, evlendikten sonra davalının kötü davranması nedeniyle murisin açtığı boşanma davasının kabulle sonuçlandığını, davalının bakım ve gözetim görevini yerine getirmediğini, murisin muvazaa sebebiyle açtığı tapu iptali ve tescil davasının reddedildiğini ileri sürüp tapu kaydının iptali ile mirasçılık belgesine göre adlarına tescilini istemişlerdir.
Davalı, konusu, tarafları ve sebebi aynı olan M. L. ile aralarında görülen tapu iptal ve tescil davasının reddedilerek kesinleştiğini bildirip davanın kesin hüküm nedeniyle reddini savunmuştur.
Mahkemece, kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde duruşmalı temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma isteği değerden reddedilerek gereği görüşülüp düşünüldü.
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemece, kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bilindiği üzere; maddi anlamda kesin hüküm, yargısal (kazai) kararlara tanınan yasal gerçeklik (hakikat) vasfıdır.Bu vasıf yargısal (kazai) kararların gerçeğe (hakikata) uygun olarak verildiğinin kabul edilmesini zorunlu kılar.Kesin hüküm kuralı, haklı ve adil kararların korunması yanında, kişiler arasındaki çekişmelerin sonsuza dek davam etmesini önlemek, toplumun istikrar ve düzenini sağlamak, hukukun ve yargının güvenirliğini korumak amacıylada kabul edilmiştir. Bütün yasal yollar kapandıktan ve verilen hüküm kesinleştikten sonra, aynı davanın tekrar yargı önüne getirilmesi, toplumda sonu gelmeyen çekişmelere, huzursuzluklara, istikrarsızlıklara, kazanılmış hakların her zaman ortadan kaldırılabileceği endişesine neden olur.Çelişkili kararların çıkmasına sebebiyet verir.Bu itibarla, tarafları,mevzuu ve sebebi aynı olan Devletin iştiraki, hakimin tarafsız araştırması ve iradesi ile kurulan, tüm yasal yollardan geçmek suretiyle; diğer bir anlatımla şekli yönüylede kesinleşen önceki hükmün korunmasında kamunun büyük yararı bulunmaktadır.
Hukukumuzda kamu düzeninden sayılan ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 237.maddesinde düzenlenen kesin hüküm tarafların anlaşmaları ile ortadan kaldırılamadığı gibi, mahkemece kendiliğinden (resen) gözönünde tutulur. Düzenlediği hak ve çıkar ilişkileri yönünden yasal gerçeklik (hakikat) sayıldığından taraflarını bağlar.
Somut olaya gelince, mahkemece daha önce miras bırakan tarafından aynı hukuksal nedenle açılan ve reddedilerek kesinleşen davanın eldeki dava bakımından kesin hüküm oluşturduğu gerekçesiyle reddine karar verildiği görülmektedir. Oysa, miras bırakanca önceden açılan davada hile nedenine dayanılmıştır. Eldeki dava ise, miras bırakanın yapmış olduğu temlikin terekeden mal kaçırma amaçlı ve haksız fiil niteliğindeki hukuki işlemden kaynaklanan muris muvazaası hukuksal nedenine dayanılarak mirasçı tarafından açılmıştır. Bir başka ifadeyle, davacı miras bırakana teb’an (onun halefi olarak) değil kendi miras hakkına dayanarak eldeki davayı açmıştır.
O halde, somut bu olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde kesin hükmün varlığından söz edilemeyeceği tartışmasızdır.
Ne varki, mahkemece muris muvazaası ile ilgili istek yönünden bir araştırma ve inceleme yapılmış değildir.
Hemen belirtilmelidir ki, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 Sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplamsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Hal böyle olunca, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde iddia ve savunma doğrultusunda taraf delillerinin toplanması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve yasal olmayan gerekçelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edenlere geri verilmesine, 24.10.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.