Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kayden paydaşı bulunduğu ..parsel sayılı tarla vasıflı taşınmazına davalı şirketin pomza taşı çıkarmak, tarlanın toprağını boşaltarak arazinin tarıma elverişliliğini ortadan kaldırmak suretiyle müdahale ettiğini ileri sürüp elatmanın önlenmesi, müdahale nedeniyle uğradığı gelir kaybının tazmini, arazinin eski hale getirilmesi, bu olmazsa eski hale getirme bedelinin payına düşen kısmının ödenmesini istemiştir.
Davalı, işletme ruhsatı kapsamında kalan taşınmazı maliklerinden kiralamak suretiyle kullandığını bildirip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının izni olmaksızın paydaşı olduğu taşınmaza maden çıkarmak amacıyla müdahale edilerek bir bölümünün tarımsal amaçla kullanılamaz hale getirildiği, eski hale getirme bedelinin sürüm değerinin üzerinde olduğunun saptandığı gerekçesiyle davacının dava konusu taşınmazdaki payının sürüm değeri olan 7.070.00.-YTL’ nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının ...parsel sayılı taşınmazdaki 1/5 oranındaki payının davalıya terkinine ve tapu kaydının davalı adına düzeltilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
Karar, taraf vekillerince süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 29.5.2007 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden M...B..vekili Avukat Y..B..geldi, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden vekili avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi .....tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi, tazminat ve eski hale getirme isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, bedeli karşılığında davacı payının davalıya mal edilmek ve onun adına tesciline karar verilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 1919 parsel sayılı taşınmazın paylı mülkiyet üzere olduğu, davacı M..B...cebri icra sonucu elde ettiği 1/5 payına aynı orandaki hisseleri bulunan dava dışı kişilerle birlikte taşınmazda malik olduğu, oysa, davalının taşınmazda kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir hakkının bulunmadığı, ancak taşınmaz maden istihracı suretiyle kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Davacı, taşınmazdaki toprağın boşaltılması nedeniyle doğal ve fiziki yapısının bozulduğunu, ekim ve dikime elverişliliğinin ortadan kalkması sebebiyle de, taşınmazı kullanamadığını belirterek davalının taşınmaza elatmasının önlenmesini, uğradığı zararın tazminini ve taşınmazın eski hale getirilmesini ileri sürmek suretiyle eldeki davayı açmıştır.
Davalı şirket, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden Dairesi Başkanlığından alınan işletme izni belgesi ile 30.12.2003 tarihli "tarla kira sözleşmesi" başlığını taşıyan ancak, içeriğinden madencilik faaliyeti yapmak üzere kendisine izin verildiğine dair sözleşmeye dayanarak davanın reddini savunmuştur.
Gerçekten de, davalı şirketin Anayasanın 168.maddesi delaletiyle 3213 Sayılı Maden Yasası hükümleri uyarınca çekişme konusu taşınmazıda içine alacak şekilde maden arama ve işletme ruhsatına sahip olduğu ve yine davacının paydaşı bulunduğu 20.000 m2 yüzölçümündeki çekişmeli . sayılı parselin 14.462.79 m2 lik kısmında maden olduğu, aynı yasanın 2.maddesiyle kabul edilen "bims" ve "pomza taşı" çıkartmak suretiyle elattığı keşfen ve dosya kapsamı ile sabittir.
Bilindiği üzere; Türk Medeni Kanununda taşınmaz mülkiyet kapsamı açıkça belirlenmiş, 718.maddesiyle dikey, 719.maddesiyle de yatay sınırları çizilmiştir. Bu sınırlar içerisinde kalan taşınmaz mülkiyetinin haksız elatmalara karşı nasıl korunacağıda söz konusu yasanın 683/2.maddesinde hükme bağlanmıştır.
Ancak, "Anayasanın Tabii Servetlerin ve Kaynakların Aranması ve İşletilmesi" başlığını taşıyan 168.maddesinde aynen; " Tabii servetler ve kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı devlete aittir. Devlet, bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzel kişilere devredebilir. Hangi tabii servet ve kaynağın arama ve işletmesinin devletin gerçek ve tüzel kişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzel kişiler eliyle yapılacağı, kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda, gerçek ve tüzel kişilerin uyması gereken şartlar ve devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ve müeyyideler kanunda gösterilir." denilmek suretiyle ve 3213 Sayılı Maden Kanununun "Madenler devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi değildir" hükmünü içeren 4.maddesi ile madenlerin özel mülkiyete konu olamayacağı hükme bağlanmıştır.
O halde, taşınmaz malikinin veya maliklerinin taşınmazın dikey mülkiyet kapsamında barındırdığı madenden kaynaklanan bir hakkının bulunduğunu söyleyebilme olanağı yoktur. Öyleyse, taşınmazın yeryüzündeki özel mülkiyete konu bölümü kullanılırken toprak altındaki madenlerin kullanılmasına engel olunmasına karşılıklı olarak hak sahiplerinin yarar ve zarar dengesinin korunmasına özen göstermelerinin mülkiyet hukuku açısından büyük önem taşıdığı tartışmasızdır. İşte bu amaçla, yasa koyucu özel bir yasa çıkarmak zorunluluğunu duymuş, maden yataklarının nasıl araştırılıp işletileceği detaylı olarak açıklanmış ve bu çalışmaların devamı sırasında arz sahibinin haklarının korunması, zararlarının karşılanması yolları gösterilmiştir.
3213 Sayılı Maden Yasasının 46.maddesinde açıkça belirtildiği gibi maden arama çalışmasının niteliğine göre özel mülkiyete konu taşınmaz üzerinde kullanma amacına özgü olmak üzere bedeli karşılığı irtifak veya intifa hakkı kurulabilir. Maden arama çalışması, arz sahibinin mülkiyet hakkını kullanmasına engel olmayacak biçimde sınırlı kalıyor veya irtifak ve intifa hakkı kurulmasını gerektirmeyecek kadar az zarar veriyorsa, aynı madde hükmü gereğince ruhsat sahibi madenci, arz sahibine adli merciilerde belirlenecek tazminatı ödemeye ve sahayı (taşınmazı) kullanabilir hale getirdikten sonra terk etmeye zorlanabilir. Ancak, maden yatağı işletme aşamasına gelmişse ve taraflar anlaşamıyorsa, yine söz konusu madde hükmüne göre kamulaştırma yoluna gidilmesi gerekmektedir. Yetkili merciilerden alınmış olsa dahi maden işletme ruhsatı hukuk devletinde kutsal olduğu kabul edilen özel mülkiyete elatma hakkını vermez.
Bu yasal düzenlemeler ve ilkeler çerçevesinde somut olaya bakıldığında, gerçekten de, davalı şirketin yetkili merciilerden ruhsat sahibi olduğu belgelerle sabittir. Öte yandan, taşınmazın paydaşlarından olan E.., H.., R. ve İ..."in ruhsat gereğince maden işletilmesi ve ruhsatın gerektirdiği faaliyetlerde bulunulması bakımından davalı şirket ile 30.12.2003 tarihli sözleşme yaptıkları da tartışmasızdır. Ancak, sözleşmede ismi geçen Mustafa Ceylan"ın sözleşme tarihinde taşınmazın kayden maliki olmadığı, 1/5 oranında pay sahibi olan davacı M...B...ise sözleşmede yer almadığı açıktır. O halde, anılan sözleşmenin taşınmazda malik olan paydaş davacı M..B....i bağlamayacağı kuşkusuzdur. Esasen, niteliği ve içeriği belirtilen bu tür sözleşmelerin geçerli olabilmesi için de tüm maliklerin bir arada hareket etmeleri, başka bir deyişle sözleşmeyi birlikte yapmaları asıldır. Kaldı ki, yasada öngörülen intifa ve irtifak hakkının kurulabilmesi bakımından da Türk Medeni Kanununun 795/1.maddesi hükmü gereğince tapu kütüğüne tescil zorunludur. Buna göre, davacı yönünden hukuksal sonuç bağlanacak bir işlemin varlığından söz edilemeyeceği gibi verilen ruhsata anılan taşınmaz bakımından hukuki sonuç doğurmasını temin için bir kamulaştırma işlemi de bulunmamaktadır.
Bu itibarla; davalının, davacının paydaşı olduğu çekişmeli taşınmazı kullanması, niteliğini bozması şeklindeki davacıyı zararlandırıcı faaliyet ve fiilinin haklı ve geçerli bir hukuki sebebinin varlığı kabul edilemez. Öte yandan, davalının davacı karşısındaki hukuki durumu ise fuzuli şagil olmaktadır. Başka bir deyişle, haksız işgalci konumundadır. O halde, davacının taşınmazı kullanamamaktan kaynaklanan isteğinin ecrimisil (haksız işgal tazminatı) olduğu kuşkusuzdur. Bilindiği üzere; ecrimisil en az kira bedeli, en fazla gelir kaybıdır.
Öyleyse, davacının taşınmazı kullanamamaktan ötürü, tazminat istediği gözetilerek, belirlenecek tazminatın hüküm altına alınması ve elatmanın önlenmesine karar verilmesi gerekeceği açıktır.
Ayrıca, davacının elatmanın önlenmesi, tazminat isteği yanında davada taşınmazın eski hale getirilmesi isteğinde de bulunduğu görülmektedir. Oysa, mahkemece yapılan araştırma ve inceleme sonunda taşınmazın toprak doldurmak suretiyle eski hale getirilmesi durumunda gereken masrafın taşınmazın sürüm değerinden çok fazla olacağı bilirkişi raporlarında belirtilmiştir. Buna göre ve özellikle çıkartılan madenin tekrar yerine konularak taşınmazın eski hale getirilmesi olanaksız bulunduğuna göre, Borçlar Kanununun 43. ve 44.madde hükümleri de gözetilmek suretiyle, davacının payına isabet edecek eski hale getirme bedelinin taşınmazın belirlenecek sürüm değerinden, davacının payına düşecek miktarından fazla olmamak koşuluyla davalıdan alınarak davacıya verilmesi şeklinde hüküm kurulması gerekirken, yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Kaldı ki, eldeki davadaki tüm istekler, özellikle, istenilen tazminat, eski hale getirilme bedeli ve elatılan yerin değerinin toplamının müddeabihi oluşturacağı, bununda harca esas değer olacağı, buna göre mahkemece 492 sayılı Harçlar Yasasının 27, 28, 30, 32.maddelerinin düzenlediği kamu düzeniyle ilgili hükümlerin dahi gözardı edilmek suretiyle, müddeabihin bir bölümü üzerinden harç tahsili ile bu şekilde neticeye gidilmesi de isabetsizdir.
O halde, davalının temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine,
Davacının temyiz itirazları ise yerinde olup; kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 13.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden davacı vekili için 500.00.-YTL. duruşma avukatlık parasının karşı taraftan alınmasına, 21.6.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.