Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kök miras bırakanı F.."nın paydaş olduğu ..ve ..parsel sayılı taşınmazlardaki payların kendisinin ketmedilerek dava dışı mirasçıların aldığı mirasçılık belgesi ile intikaller yapılarak davalıya taşınmazların temlik edildiğini, anılan veraset ilamının iptal edilerek (2005/616-966 karar sayılı) mirasçı olduğunun belgelendiğini, tescillerin yolsuz olduğu ileri sürerek, tapuların pay oranında iptali ve tescilini istemiştir.
Davalı, iyiniyetli malik olduğunu bildirip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacı iddiası sabit görülerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dava, ketmi verese hukuksal nedenine dayalı tapu iptal, tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacının kök miras bırakanı ...paydaş olduğu ..ve .. parsel sayılı taşınmazlardaki payların 25.4.2005 tarihinde dava dışı mirasçılar tarafından intikal işlemleri yapılarak, anılan taşınmazların aynı tarihte davalıya satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, dava dışı mirasçılar tarafından kendisi ketmedilerek alınan veraset belgelerinin iptal edilerek mirasçı olduğunu belgelediğini, çekişmeli taşınmazlardaki miras bırakan F.. ait payların intikal ve satış işlemlerinin yolsuz olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açmış, davalı, iyiniyet savunmasında bulunmuştur.
Gerçekten de, dava konusu ..ve ...parsel sayılı taşınmazlarda 25.4.2005 tarihinden önce intikal akabinde davalıya satış suretiyle yapılan temliki işlem gözetildiğinde, davalının 27.12.1939 tarih 11/60 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında öngörüldüğü biçimde 2. el konumunda olduğu koşulların oluşması halinde Türk Medeni Kanununun 1023.maddesinden istifade edebileceği kuşkusuzdur.
Ne varki, mahkemece bu konuda hükme yeterli olacak nitelikte bir araştırma yapılmış değildir.
Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiş tir.Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır.İşte bu nedenle Devlet,nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde,huzur ve güveni koruma,toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmek suretiyle bir araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davalının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 4.6.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.