Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/2620
Karar No: 2021/445
Karar Tarihi: 08.04.2021

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2620 Esas 2021/445 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/2620 E.  ,  2021/445 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi


    1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ... Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin 12.11.2015 tarihli ve 2015/248 E., 2015/387 K. sayılı karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

    I. YARGILAMA SÜRECİ
    Davacı İstemi:
    2. Davacı vekili dava dilekçesinde; dava konusu 742 ada 1 parsel sayılı ... Vakfından mukataalı taşınmazın tamamının 03.10.1958 tarihli kadastro tespiti ile “... kızı ...” adına tescil edildiğini, yapılan tahkikat neticesinde uzun zamandan beri sahipsiz kalan taşınmaz mutasarrıfının gaip olması nedeniyle ... Defterdarının kayyım tayin edildiğini, Hazine tarafından açılan dava sonucunda ise kayyımla idare süresi dolduğundan gaiplik kararı verilerek taşınmazın Medeni Kanun’un 530. maddesine göre Hazine adına tesciline karar verildiğini, ancak vakıf taşınmazların asıl malikinin mutasarrıfı değil vakıf tüzel kişiliği olduğunu, 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 29/2. maddesi uyarınca mutasarrıfın varissiz ölümü anında taşınmazın vakfına intikal edeceği gibi 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 17. maddesi ile de bu tür taşınmazların Hazineye intikal yolunun kapatıldığını, Hazine adına yapılan tescilin hukuki bir dayanağının bulunmadığını, mülkiyetin vakfına rücu etmesi gerektiğini ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile taşınmazın ... Vakfı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı Cevabı:
    3. Davalı vekili cevap dilekçesinde; taşınmazın mahkeme kararı ile Hazine adına tescil edildiğini, ayrıca vakfın muteber bir vakıf olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerektiğini, vakıf olduğu iddia edilen gayrimenkulün mutlaka bir vakfiyesinin bulunması ve vakfiye ile tespit edilen gayeye uygun olarak kullanılması gerektiğini, bu nedenle gayesine uygun kullanılıp kullanılmadığının keşif yapılarak tespiti ile kullanılmıyor ise vakıf olma niteliğini kaybettiğinin kabulü gerektiği gibi malikin öldüğü ve mirasçısının bulunmadığının da veraset ilamı ile ispat edilmesi gerektiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
    İlk Derece Mahkemesi Birinci Kararı:
    4. ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 05.07.2012 tarihli ve 2011/378 E., 2012/295 K. sayılı kararı ile; davaya konu taşınmazın evveliyatına göre vakıf taşınmaz olduğu, vakfa ait taşınmazların asıl malikinin tapuda adına kayıtlı olan mutasarrıfı değil vakıf tüzel kişiliği olduğu, tapuda mutasarrıf adına gözüken kaydın ise mülkiyete değil sadece tasarrufa delalet ettiği, 2762 sayılı Vakıflar Kanunu"nun 2888 sayılı Kanun ile değişik 29/2. maddesine göre bu kanunun yürürlük tarihi olan 24.09.1983 tarihinden sonra aslı vakıf olan taşınmazların Hazineye geçmesine yasal olanak bulunmadığı ve mülkiyetin mahlulen vakfına rücu etmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Özel Daire Birinci Bozma Kararı:
    5. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
    6. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 27.02.2013 tarihli ve 2012/14715 E., 2013/2820 K. sayılı kararı ile
    “...Davacı ... İdaresi, uzun zamandan beri sahipsiz kalan taşınmazın mutasarrıfının gaip olması nedeniyle tapu kaydının iptali ile ... Vakfı adına tescilini isteyerek eldeki davayı açmıştır.
    Bilindiği üzere; icreteynli ya da mukataalı taşınmazların maliki mutasarrıfı değil, vakıf tüzel kişiliğidir. Bu nedenle vakıf malı olan taşınmazların mutasarrıflarının mirasçısız ölmeleri halinde, mahlulen vakfına dönmeleri asıldır. Ancak, Medeni Kanunun kabulünden sonra eski vakıf mülkiyeti 2762 sayılı Yasa ile mülhak ve mazbut vakıflar yeni bir statüye kavuşturulmuştur. Bu Yasanın 29. maddesi ile vakıf taşınmaz mülkiyeti üzerindeki “tasarruf hakkı, kuru mülkiyet (rakabe) hakkı” ayrımına son vermiş, mülkiyetin mutasarrıfa nasıl geçeceğini hükme bağlamıştır. Yeni hukukumuzda, koşulların gerçekleşmesi ve mutasarrıfın ölmesi halinde, Medeni Kanunun intikal hükümlerine göre, mirasçısı bulunmuyorsa, terekesi son mirasçı sıfatıyla Hazineye kalmaktadır. Ne var ki; Yasa bu gibi halde de, öncesi vakıf olan taşınmazların vakfına (aslına) dönmesini uygun görmüş, bazı ayrıcalıklar dışında Hazineye intikal yolunu kapatmak istemiştir. 2888 sayılı Yasanın 2. maddesi ile 2762 sayılı Yasanın 29. maddesi değiştirilerek bir fıkra eklenmiş, mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş taşınmazlarda maliklerin bu Yasanın yayımı tarihine kadar ölmeleri üzerine son mirasçı sıfatı ile Hazineye intikal edipte bu husus, tapu kaydına işlenmiş bulunanlar ayrık olmak üzere, mahlulen vakfına rücu edeceğini hükme bağlamıştır. O halde, 2888 sayılı Yasanın yürürlük tarihinden önce, son mirasçı olarak Hazineye intikal edip de, tapuda Hazine adına tescil edilen taşınmazların Yasada öngörülen istisnadan olması nedeniyle vakfına dönmelerine yasal olanak yoktur. Aktarılan bu düzenleme karşısında icareteyn ve mukataa kayıtları taviz vermek yoluyla terkin edilmemiş ve mülkiyeti öngörülen 10 yıllık sürenin sonunda (bu süre daha önce 4755 sayı ile 10 yıl daha uzatılmış ve 13.12.1955 tarihinde dolmuştur) kendiliğinden mutasarrıflarına geçen vakıf taşınmazların maliklerinin mirasçı bırakmadan ölmesi ve taşınmazı 2762 sayılı Yasanın 29. maddesini değiştiren 2888 sayılı Yasanın yayın tarihine kadar Hazine adına tescil edilmemiş olmaları koşuluyla mahlulen vakfına döneceği açıktır.
    Somut olayda, çekişmeli taşınmazın 2888 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 24.9.1983 tarihinden önce hazine adına tesciline ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararı bulunduğu sabittir.
    Hal böyle olunca, yukarıda özetlenen yasal düzenlemeler gereği çekişme konusu taşınmazın 24.09.1983 tarihinden önce Hazine adına tesciline karar verildiği ve bu kararın 24.09.1983 tarihinden önce kesinleşmiş olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere davanın kabulüne karar verilmiş olması isabetsizdir,...” gerekçesi ile bozulmuştur.
    İlk Derece Mahkemesi İkinci Kararı:
    7. ... Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.01.2014 tarihli ve 2013/400 E., 2014/23 K. sayılı kararı ile bozma kararına uyulmuş ve bozma kararındaki gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.
    Özel Daire İkinci Bozma Kararı:
    8. Mahkemenin yukarıda belirtilen ikinci kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
    9. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15.01.2015 tarihli ve 2014/16874 E., 2015/422 K. sayılı kararı ile;
    ”… Mahkemece, davanın kabulüne dair verilen karar Dairece, çekişme konusu taşınmazın 24.09.1983 tarihinden önce Hazine adına tesciline karar verildiği ve bu kararın 24.09.1983 tarihinden önce kesinleşmiş olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuş, mahkemece bozma uyulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Bilindiği üzere 22.09.1983 tarihli 2888 sayılı yasanın 2. maddesiyle değiştirilen 2762 sayılı yasanın 29. maddesinde, Medeni Kanunun 501. maddesindeki Hazinenin mirascı olacağı yönündeki genel hükmünden ayrılmak suretiyle "mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş olan taşınmazlarda maliklerin bu yasanın yürürlük tarihine kadar ölmeleri üzerine son mirasçı sıfatıyla Hazineye intikal edipte bu husus tapu kaydına bağlanmış bulunanlar ayrık bırakılarak işlenmemiş olan taşınmazların mahlulen vakfına rücu edeceği" kuralı getirilmiştir. Bu nedenle, 2888 sayılı yasanın yürürlük tarihi 24.9.1983 tarihinden sonra aslı vakıf olan taşınmazların Hazineye geçmesine yasal olanağın kalmadığı sonucuna ulaşılmalıdır.
    Öte yandan, daha önce Hazine üzerine oluşan tapu kayıtlarının iptal edilememesi için de; taşınmazın önce mutasarrıfına geçip özel mülk haline gelmesi, mal sahibinin mirasçı bırakmadan ölmesi ve 2888 sayılı yasanın yürürlüğünden önce tapuda Hazine üzerine yazılması gibi üç koşulun gerçekleşmesi gerekmektedir. Vakıflar Yasasının tasfiye hükümlerinin işlemesinden önce vakıf malın kuru mülkiyetinin mutasarrıfa geçtiğinden, mutasarrıfın tam malik sıfatını kazandığından söz edilemez. Anılan yasanın 29. maddesinde açıklanan koşullar gerçekleşmeden, mirasçı bırakmaksızın ölen kişi malik olamayacağı gibi tasarruf hakkı dahi sona ereceğinden taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçtiği ileri sürülemez. Aynı şekilde mutasarrıfı kaçak ve yitik kişi durumuna düşen taşınmazların mülkiyetinin de metruken vakfına dönmesi asıl olup hiçbir surette Hazineye geçmesine yasal olanak yoktur.
    Hemen belirtilmelidir ki; bütün bu yasal düzenlemeleri içeren 2762 Sayılı Vakıflar Kanunu 27.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 Sayılı Yasanın 80. maddesi ile iptal edilmiş ve yeni 5737 Sayılı Yasanın 17. maddesi ile “Tasarruf edenlerin veya maliklerin mirasçı bırakmadan ölümleri, kaybolmaları, terk ve mübadil gibi durumlara düşmeleri halinde icareteynli ve mukataalı taşınmaz malların mülkiyeti vakfı adına tescil edilir.” düzenlemesine yer verilmek suretiyle taşınmazların Hazineye intikal yolunu kapatmış bulunmaktadır. Esasen, anılan bu hükmün kamu düzeniyle ilgili kazanılmış hakları bertaraf etmeyeceği tartışmasız olup, çekişmelerde bu hususun gözardı edilemeyeceği de kuşkusuzdur.
    Somut olayda her ne kadar Daire"nin 27.02.2013 tarihli ve 2012/14715 E. 2013/2820 K. Sayılı bozma ilamında, maddi hataya dalı olarak taşınmazın Hazine adına tesciline ilişkin kararın kesinleşme tarihi esas alınarak davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden bahsedilmiş ise de; 2888 sayılı yasanın 2. maddesiyle değiştirilen 2762 sayılı yasanın 29. maddesinin ikinci fıkrasında, yasanın yayımı tarihine kadar tapu kaydına işlenmemiş bulunan taşınmazların da vakfına rucü edeceğinden bahsedildiğine göre, eldeki davada da tescil kararının kesinleşme tarihinin değil, kararın tapu kaydına işlenme tarihinin esas alınması gerekmektedir
    Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazın, 24.09.1983 tarihinden sonra 22.03.2004 tarihinde davalı Hazine adına tescil edildiği gözetilerek, 2888 sayılı yasanın 2. maddesiyle değiştirilen 2762 sayılı yasanın 29. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesi ile bozulmuştur.
    İlk Derece Mahkemesi Üçüncü Kararı:
    10. ... Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.11.2015 tarihli ve 2015/248 E., 2015/387 K. sayılı kararı ile ikinci bozma kararına da uyularak, bozma kararında açıklanan gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmiştir.
    11. Karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiş, Özel Dairece; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılacağı belirtilerek, dava dosyasının Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.

    II. UYUŞMAZLIK
    12. Taraflar arasındaki uyuşmazlık; ... Vakfından mukataalı olan dava konusu taşınmazın, 743 sayılı Medeni Kanun’un 530. maddesi uyarınca 22.06.1981 tarihli hükümle Hazine adına tesciline karar verildiği, ancak tapudaki tescil işleminin 2888 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 24.09.1983 tarihinden sonra 22.03.2004 tarihinde yapıldığı dikkate alındığında, taşınmazın 2888 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilen 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 29. maddesine göre vakfı adına tescilinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

    III. ÖN SORUN
    13. Görüleceği gibi mahkemece davanın esastan reddini içeren önceki bozma kararına uyularak tesis olunan karar, Özel Dairece ilk bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulmuştur. Böyle olunca yerel mahkemece sonraki bozma kararına uyularak verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılacağı kuşkusuz olmakla birlikte, yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce mahkemece birinci bozma kararına uyulmuş olması nedeniyle davalı Hazine yararına usulü kazanılmış hakkın doğup doğmadığı ön sorun olarak ele alınmıştır.
    14. Öncelikle, usulü kazanılmış hak kavramı ile ilgili olarak şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır.
    15. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) “usulü kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
    16. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1960/5 K. ve 09.05.1960 tarihli ve 1960/21 E., 1960/9 K. sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtay tarafından verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usulü kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.
    17. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulü kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.
    18. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 tarihli ve 1960/21 E., 1960/9 K. sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse usulü kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.
    19. Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usulü kazanılmış haktan söz edilemez .
    20. Usulî kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilmesi gerekir.
    21. Öte yandan, 17.04.2013 tarihli ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18.06.1927 tarihli 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439. maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun"un 16. maddesi ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra; “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır” hükmünü taşımaktadır.
    22. Anılan hüküm ile Yargıtay Dairesinin iki bozma kararı arasındaki çelişkinin giderilmesi için temyiz inceleme yetkisi Hukuk Genel Kuruluna verilmiştir. Böylelikle aynı Yargıtay Dairesinin birbiriyle çelişen kararlarının Hukuk Genel Kurulunda incelenerek giderilmesi amaçlanmıştır. Bu düzenleme birinci veya ikinci bozma kararı lehine bir doğruluk veya kesinlik karinesi ihdas etmemekte olup, düzenleme nedeniyle somut olay ekseninde iki zıt bozma kararından hangisinin uygun olduğuna yahut bunların dışında başka bir çözüm seçeneğinin bulunup bulunmadığına üçüncü defa Özel Daire değil de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu karar verebilecektir. Bu düzenleme, üçüncü kararların türlerine bakılmaksızın temyizen incelenmesi yönünden direnme kararlarındaki rejimi bu kararlara da bir tür teşmil etmektedir. Bu itibarla, HUMK’nın 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki 429. maddesine dördüncü fıkra olarak eklenen hükmün de esasında usulü müktesep hakkın istisnalarından birini oluşturduğu sonucuna varılmıştır.
    23. Nitekim aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 13.10.2020 tarihli ve 2017/11-2474 E., 2020/944 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.
    24. Yapılan görüşmeler sırasında; HUMK’nın 429. maddesine eklenen bu fıkra ile temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmüş olmakla beraber bu durumun Özel Dairenin daha önceki bozma kararlarının yok sayılması anlamına gelmeyeceği, esasında maddenin ihdas nedeninin usulü kazanılmış hakların korunması ve pekiştirilmesi olduğu, bu nedenle maddenin usulü kazanılmış hakların istisnası olarak kabul edilmesinin amacına aykırı olacağı ve ön sorunun bulunduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
    25. Bu durumda, HUMK’nın 429. maddesine dördüncü fıkra olarak eklenen hükmün usulü kazanılmış hakkın istisnalarından birini oluşturduğuna, dolayısıyla ilk bozma kararına uyulmakla davalı yararına usulü kazanılmış hakkın doğmadığına oy çokluğuyla karar verilerek ön sorun aşılmış ve uyuşmazlığın incelenmesine geçilmiştir.

    IV GEREKÇE
    26. Vakıflar 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 101. maddesinde, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal toplulukları olarak tanımlanmış olup, bir malvarlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya da gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya ekonomik değeri olan haklar vakfedilebilir.
    27. Sosyal hayatta dayanışma ve yardımlaşmaya sağladığı katkı bakımından çok önemli bir fonksiyonu bulunan vakıflar Türk Hukuk Tarihinin de en önemli kurumlarından biri hâline gelmiş ve vakıflara kendilerini oluşturan mal ve haklardan bağımsız olarak “tüzel kişilik” tanınmıştır. Temelini İslâm hukukundan alan vakıflara Osmanlı İmparatorluğu döneminde de oldukça önem verilmiş ve çok sayıdaki medrese, kütüphane, hastane, kervansaray, su tesisatı, köprü gibi tesisler vakıf şeklinde kurulmuştur.
    28. Diğer taraftan 743 sayılı Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesi ile Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulup günümüze kadar devam eden eski vakıfların Medeni Kanun hükümlerine tabi olması uygun görülmemiş ve eski vakıflar hakkında yeni bir düzenlemeye gidilerek 05.06.1935 tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu çıkartılmıştır. Bu kanun ile eski dönemden gelen vakıflar ayrı bir düzenlemeye tâbi tutulmuş, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra kurulan yeni vakıflar ise Medeni Kanun hükümlerine tâbi olmuştur.
    29. 20.02.2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu ile de bu ikili yapı tek bir kanunda toplanarak, gerek eski gerekse Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra kurulan vakıflar yeni bir düzenlemeye kavuşturulmuş, eski vakıflara da tarihten gelen özellikleri, kuruluş irade ve amaçları ile vakıf senetlerindeki koşullar gereği korunmaları ve sürekliliklerinin sağlanması hususları gözetilerek kanun kapsamında yer verilmiş ve mazbut vakıflar, mülhak vakıflar, cemaat vakıfları, esnaf vakıflar ile yeni vakıfların yönetimi, faaliyetleri ve denetimi, yurt içi ve yurt dışındaki taşınır ve taşınmaz vakıf kültür varlıklarının tescili, muhafazası, onarımı ve yaşatılmasına, vakıf varlıklarının ekonomik şekilde işletilmesi ve değerlendirilmesinin sağlanmasına ilişkin usul ve esaslar Vakıflar Kanunu’nda düzenlenmiştir.
    30. 5737 sayılı Vakıflar Kanunu"nun 3. maddesinde vakıf tanımlarına da yer verilmiştir. Buna göre “mazbut vakıflar” bu Kanun uyarınca Genel Müdürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Kanun"un yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı mülga Kanun gereğince Genel Müdürlükçe yönetilen vakıfları; “mülhak vakıflar” ise mülga 743 sayılı Kanun"un yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve yönetimi, vakfedenlerin soyundan gelenlere şart edilmiş vakıfları ifade etmektedir.
    31. Yine “mukataalı vakıf” zemini vakfa, üzerindeki yapı ve ağaçlar tasarruf edene ait olan ve kirası yıllık olarak alınan vakıf taşınmazlarını, “icareteynli vakıf” ise değerine yakın peşin ücret ve ayrıca yıllık kira alınmak suretiyle süresiz olarak kiralanan vakıf taşınmazlarını ifade etmektedir.
    32. Mülhak vakıfların yönetim ve temsili, bu vakıfların Anayasa"ya aykırılık teşkil etmeyen vakfiye şartlarına göre Vakıflar Meclisi tarafından atanacak yöneticiler eliyle yapılmaktadır. Mazbut vakıflar ise fiilî ve hukuki sebeplerle devletin el koyduğu, idaresi bir makama ya da vakfedenlerin ferîlerinden başkalarına bırakıldığı, fiilen hayri bir hizmeti kalmadığı için Vakıflar Genel Müdürlüğünün vesayeti altına alınan özel hukuk hükümlerine tabi tüzel kişiler olduklarından bu vakıfların yönetim ve temsilleri, hukuki statülerinin korunarak yaşatılmaları amacıyla Vakıflar Genel Müdürlüğüne bırakılmıştır. Kendine özgü bu vesayet ilişkisi, mazbut vakıfların hukuki statülerinde bir değişikliğe sebebiyet vermediği gibi vakıf mal varlığının kamu malı hâline dönüşmesi sonucunu da doğurmamaktadır (AYM,26.12.2013 tarihli ve 2013/70 E., 2013/166 K.).
    33. Mazbut vakıflar ile mülhak vakıflar, yönetimleri ve temsilleri bakımından farklı hukuki konumda bulunmakta ve farklı kurallara tabi tutulmaktadır. Kanun koyucu, yönetim ve temsil görevi Vakıflar Genel Müdürlüğüne verilen mazbut vakıflara ait taşınmazların korunması, vakfın amaç ve faaliyetlerinin yerine getirilebilmesi için gelir getirici şekilde değerlendirilmesine yönelik olarak mazbut vakıf taşınmazları hakkında özel düzenlemeler öngörmüştür. Mazbut vakıfların taşınmaz varlıklarını koruyucu nitelikteki söz konusu düzenlemeler, mazbut vakıfların vakfedenlerin ferîlerinin mütevelliliğinde değil de bir kamu idaresinin yönetimi altında bulunması nedeniyle bu vakıfların kanun koyucu tarafından özel olarak korunması, bu suretle mazbut vakıfların yaşatılması ve vakıf amaçlarına ulaşılması amacını gütmektedir. Kanun koyucu, gerçek kişilerce yönetilmeyen mazbut vakıflara bir anlamda sahip çıkmakta özel bir koruma sağlamaktadır (Emine Görgülü, B. No: 2014/5871, 6.7.2017, § 43).
    34. Diğer yandan; icreteynli ya da mukataalı taşınmazların maliki mutasarrıfı değil, vakıf tüzel kişiliğidir. Ancak, mülkiyeti mutasarrıfına geçmiş olup da mutasarrıfın mirasçı bırakmadan ölmesi hâlinde tereke son mirasçı sıfatıyla Hazineye kalacağından, kanun koyucu bu durumda da öncesi vakıf olan taşınmazların vakfına (aslına) dönmesini uygun görmüş ve bazı ayrıcalıklar dışında Hazineye intikalini engellemiştir.
    35. Bu bağlamda 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 29. maddesi 24.09.1983 tarihinde yürürlüğe giren 2888 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değiştirilmiş ve;“On yıl içinde bu Kanun hükümlerine göre taviz vermek yolu ile icareteyn veya mukataa kayıtları terkin edilmemiş olan gayrimenkullerin mülkiyeti on yıl sonunda kendiliğinden mutasarrıflarına geçer ve vakfın hakkı da ivaza dönerek gayri menkulün tamamı bu ivaz karşılığında birinci derece ve birinci sırada ipotek sayılır. Genel Müdürlük o yıl tahakkuk ettirilen icare veya mukataa üzerinden hesaplanabilecek olan bu tavizlerle vaktinde ödenmeyen taksitleri mutasarrıfın başka mallarına müracaat yolu ile ve Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanuna göre tahsile dahi yetkilidir.
    Bu madde gereğince mülkiyeti mutasarrıflarına geçmiş olan gayrimenkullerde maliklerin Hazineden başka varis bırakmadan ölümleri halinde, mülkiyet mahlulen vakfına rücu eder. Bu Kanunun yayımı tarihine kadar maliklerinin ölümleri üzerine son mirasçı sıfatıyla Hazineye İntikal edip de bu husus tapu kaydına işlenmemiş bulunan gayrimenkullerde yukarıdaki fıkra hükmüne tabidir” hükmü öngörülmüştür.
    36. Görüleceği gibi mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş olan taşınmazlarda maliklerin bu yasanın yürürlük tarihine kadar ölmeleri üzerine son mirasçı sıfatıyla Hazineye intikal edip de bu husus tapu kaydına bağlanmış bulunan taşınmazlar ayrık bırakılmış, tapuda intikal işlemi yapılmamış olan taşınmazların ise mahlulen vakfına rücu edeceği kuralı getirilmiştir.
    37. Böylece aslı vakıf olan taşınmazlarda 2888 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden sonra maliklerin mirasçı bırakmadan ölmeleri hâlinde taşınmazın Hazineye intikali engellemiş; sonradan yürürlüğe giren 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 17. maddesindeki “Tasarruf edenlerin veya maliklerin mirasçı bırakmadan ölümleri, kaybolmaları, terk ve mübadil gibi durumlara düşmeleri halinde icareteynli ve mukataalı taşınmaz malların mülkiyeti vakfı adına tescil edilir” düzenleme ile de taşınmazların Hazineye intikal yolu kapatılmıştır.
    38. Somut olayda ise dava konusu 742 ada 1 parsel sayılı taşınmaz dayanak tapu kaydı esas alınarak 08.02.1959 tarihinde “... kızı ...” adına tespit ve tescil edilmiş olup, eski tapu kaydı ile tapulama tutanağının nev"i hanesinde “... Vakfından mukataalı” şerhi bulunmaktadır. Hazine tarafından hasımsız olarak açılan dava sonucunda ise ... 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.06.1981 tarih ve 1980/54 E., 1981/464 K. sayılı kararı ile Medeni Kanun’un 530. maddesindeki koşulların oluştuğu gerekçesiyle mutasarrıfın gaipliğine ve tapu kaydının iptali ile Hazine adına tesciline karar verilmiş, bahsi geçen karar 12.09.1981 tarihinde kesinleşmiştir. Ne var ki, tapudaki tescil işlemi 2888 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 24.09.1983 tarihinden sonra 22.03.2004 tarihinde yapılmış ve Hazine adına hükmen kayıt oluşturulmuştur.
    39. Yukarıdaki açıklamalar uyarınca, vakıf malı olup da mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş olan taşınmazlarda mutasarrıfın mirasçısız ölmesi durumunda, 2888 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 24.09.1983 tarihinden önce son mirasçı olarak tapuda Hazine adına intikal işlemi yapılmamış olan taşınmazların mahlulen vakfına dönmeleri gerekir.
    40. Bu nedenle, dava konusu taşınmazın vakfı adına tesciline ilişkin olarak verilen 12.11.2015 tarihli ve 2015/248 E., 2015/387 K. sayılı karar yukarıda açıklanan kanun hükümlerine uygun olup, yerindedir.
    41. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, eldeki davanın Vakıflar Genel Müdürlüğünü temsilen ... tarafından açılmış olması nedeniyle öncelikle Vakıflar Genel Müdürlüğünün aktif dava ehliyetinin bulunup bulunmadığının araştırılması gerektiği, Vakıflar Genel Müdürlüğünce temsil edilmesi mümkün olan vakıfların 5737 sayılı Vakıflar Kanunu"nun 3. maddesine göre sadece mazbut vakıflar olması karşısında öncelikle ... Vakfı’nın niteliği ile vakfiyesinin araştırılması, mülhak vakıf olduğunun anlaşılması durumunda mütevelli heyeti eliyle idare edileceğinden davanın usulden reddi gerektiği, mazbut vakıf olduğunun anlaşılması durumunda ise sahih ya da gayrisahih vakıf olup olmadığının da araştırılarak ondan sonra davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerektiği belirtilerek, temyize konu kararın bu gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
    42. Hâl böyle olunca, yerel mahkemece usul ve yasaya uygun olarak verilen karar onanmalıdır.

    V. SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan kararın ONANMASINA,
    6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08.04.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

    ÖN SORUN YÖNÜNDEN KARŞI OY

    6460 sayılı Kanunun 1. maddesiyle; 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373 üncü maddesinin beşinci fıkrasından, 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 16 ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere; “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır fıkrası eklenmiş ve diğer fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir.
    Tasarının ilk hali HUMK’nun önceki 429. maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin iken komisyonda yapılan görüşmelerde diğer hükümlerde de aynı değişiklik öngören biçimde tasarı değiştirilmiştir.
    Belirtilen maddelere eklenen fıkrayla ilgili olarak Adalet Komisyonu Raporunda şu açıklamalara yer verilmiştir:
    Dairenin birinci kesin bozmasından, bozmaya uyma kararından sonra dönmesi (2. kez bozması) üzerine alt mahkemece verilen kararın yargı yolu denetiminin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması, ikinci kesin bozmaları gereklilik sınırlarına indirecek bir hukuk disiplinini de beraberinde getirir. Sözgelimi, birinci bozmadan dönme formülü olarak sıkça kullanılan “maddi hata” gerekçesinin somut olay bağlamında realizasyonu, görüş ve içtihat farkı mı? Farklı delil değerlendirmesi mi? Bu bağlamda usule ilişkin kazanılmış hakkın ihlali mi? Yoksa usule ilişkin kazanılmış hakkın istisnası olan ve tipik tarifine uygun maddi hata mı?” sorularını ele alan bir yaklaşımla Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca gerçekleştirilecektir. Nitekim benzeri olaylarda ikinci kesin bozmaya karşı direnme kararlarının temyizinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca aynı realizasyon yapılmaktadır. Model, bu yönüyle, usulî kazanılmış hak kurumunda tereddütlere yol açması bir yana, onu pekiştirmektedir. Çünkü ikinci bozma, genellikle uyma kararı ile teşekkül eden usulî kazanılmış hakkı bertaraf etmeye yönelik olarak kurulmaktadır. Yargıtay kararları üzerinde yapılacak ampirik incelemeler, usulî kazanılmış hak sonrası ikinci bozmaya karşı oluşturulan direnme kararlarının birinci bozma doğrultusunda (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca); uyma kararlarının ise ikinci bozma doğrultusunda (özel dairece) genel olarak onandıklarını göstermektedir. Bu veri, bizatihi sorun alanının varlığına delalet etmektedir. Bu bağlamda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun hakemliğine başvurmak, bir yargılama hukuku zaruretidir. Bu tür bir sistem dönüşümü, yargılama hukuku bakımından pozitif bir önem taşımaktadır. Yeni usul, içtihat istikrarı bakımından da işlevseldir. Bu gibi hallerde bozma kararını ittihaz eden daire veya daireler yönünden işe bakma yasağı derpiş edilmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme, hiçbir şekilde bozma dairesince gerçekleştirilemeyecektir. Buradaki derecelendirme, hukuk güvenliği noktasından da anlamlıdır (Any. m. 2). Ayrıca model iki zıt bozmanın taraflarda meydana getirebileceği güven erozyonunu giderme ve objektif tarafsızlık yönünden yeni yapı oluşturma işlevini de görmektedir.
    Alt komisyon, mevzuat değişikliğine dayalı ikinci kesin bozmaların dahi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda incelenmesi sonucuna varmış, usulî kazanılmış hakkın korunması duyarlılığına dayalı bu formül, esas komisyonca da benimsenmiştir. Esas komisyon, Tasarıdakinin aksine yeni sistemi yalnızca şu anda uygulanan usul kanununa özgü olarak değil, bölge adliye mahkemeleri döneminde uygulanacak usul kanunu bakımından da benimsemiştir.
    Vurgulanmalıdır ki, yeni sistem, birinci veya ikinci kesin bozma kararı lehine bir doğruluk veya kesinlik karinesi ihdas etmemektedir. Başta usulî kazanılmış hak olmak üzere, hukuk ve somut olay ekseninde iki zıt bozma kararından hangisinin uygun olduğuna, yahut bunların dışında başka bir çözüm seçeneğinin bulunup bulunmadığına -üçüncü defa özel daire değil Yargıtay Hukuk Genel Kurulu karar verebilecektir. Bu model, üçüncü kararların türlerine bakılmaksızın temyizen incelenmesi yönünden direnme kararlarındaki rejimi bu kararlara da bir tür teşmil etmektedir.
    Sonuç olarak değişiklik ile inşa edilen mekanizma, bir bütün olarak, içtihat hukukunun gelişimine; yargıya ve kararlarına güvenin artmasına hizmet edecektir. Bu yolla, denetim mahkemeleri yönünden adil yargılanma hakkının normatif zemini takviye edilmiş olmaktadır (AİHS. m. 6, Any. m. 36). Esasen benzeri mekanizmalar, yargılama hukukumuzda mevcuttur. [Dosyanın bozma üzerine Yargıtay tarafından başka alt mahkemeye gönderilebilmesi (HUMK. m.429, HUMK., m.373/1) yargılamanın yenilenmesi halinde, hüküm-hâkiminin dosyaya (davaya) bakamaması (CMK. m. 23) gibi].
    Bu gerekçelere karşı olarak, yeni düzenlemenin hukuk güvenliğini yok edeceği, usulî hak kurumunu örseleyeceği, içtihat istikrarı için tehlike oluşturacağı ileri sürülmüştür. Aynı görüşler, alt ve esas komisyon raporlarına düşülen muhalefet şerhlerinde de dile getirilmektedir. Yukarıda ortaya konduğu üzere yeni düzenleme, tam da bu görüşlerde ortaya konan semptomları bertaraf edecek yapı özelliğini taşımaktadır.
    Bu açıklamalardan sonra belirtilen maddelerdeki değişikliğin gerekçesi ve kapsamı Adalet Komisyonu raporunda şu şekilde belirtilmiştir.
    “Yargıtay, adli yargı alanında içtihat üreten ve hukuk birliğini sağlayan denetim organıdır. Denetim görevini yürüten daire veya daireler yönünden aslolan, aynı dava içinde birbirleriyle çelişen kararların kurulamamasıdır (Anayasanın 2, 9, 36, 138 ve 154’üncü maddeleri). Veriler sabit olduğu hâlde, ret veya kabul içeren birinci kesin bozmayı etkisiz kılacak ikinci kesin bozma, yargılama özneleri ve hukukun üstünlüğü bağlamında başlı başına bir adalet sorunu oluşturur. Aynı konuda iki zıt karar üreten organa o konuda üçüncü kez karar üretme (söz söyleme) yetkisinin tanınması, kanun yolları hukuku ilkeleri ve hukukun amacı ile bağdaşmaz. Bu gibi durumlarda, sistem içinde kurulu bir mekanizma var ise, o mekanizmaya başvurmak, adil yargılanma hakkının da bir gereğidir. Anılan sorun bağlamında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bu tür bir mekanizma makamıdır. Bu problemin çözümü amacıyla davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay’ın ilgili dairesi yerine, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir.
    “Kesin bozma”, denetim mahkemelerinin içtihat yoluyla yargılama hukukuna kazandırdığı ve alt-tür olarak yasada yer almayan bir kavramdır. Bu kavram, alt mahkemenin davanın kabulüne ilişkin hükmünün reddedilmesini yahut davanın reddine ilişkin hükmünün kabul edilmesini öngören bozmaları da içeren esasa ilişkin bir bozma çeşididir [YHGK. 8.7.2009 t, 4-291/318- E/K; YHGK. 20.12.1989 t, 12-539/662- E/K; Y11HD. 7.12.2000 t, 7663/9770- E/K; Y12HD. 10.07.2008 t, 11781/14816- E/K; Y18HD. 26.12.1996 t, 11313/11754- E/K; Y20HD. 5.4.2001 t, 1799/2811- E/K; DVDGK.16.1.1998 t, 479/27- E/K; D7D- 7.5.2007 t, 3650 / 2141-E/K]. Madde metninde yer alan bozma ibaresinin, bu türde bir bozmayı içerdiği kuşkusuzdur. Maddedeki “herhalde” ibaresine, alt-mahkeme kararının uyma, direnme veya başka bir içerikte olmasının Hukuk Genel Kurulunca incelenme kuralı bağlamında farklı bir sonuca yol açmayacağına ve daire ile Hukuk Genel Kurulu arasındaki ilişkinin bir görev ilişkisi olduğuna vurgu için özellikle yer verilmiştir.
    Tasarının 1’inci maddesi üzerinde verilen önerge, Tasarıda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 439’uncu maddesi yönünden benimsenen modelin, Bölge Adliye Mahkemeleri uygulamasına geçildiğinde tatbik edilecek usul normlarına da yansıtılmasını ve sistematik bütünlüğün sağlanmasını amaçlamaktadır.
    Değişiklik hükmünün uygulanabilmesi için,
    a- Bir alt mahkeme hükmünün Yargıtay’ın özel dairesince, “esastan red veya kabul” gerekçesi ile bozulmuş olması (yani kesin bozmanın varlığı) (I),
    b- Alt mahkemece bu bozmaya uyulmuş olması (II),
    c- Uyma hükmünün Yargıtay tarafından birinci bozmayı ortadan kaldıracak şekilde (zıt eksende) yeniden bozulması (III), [ikinci bozmanın (metinden anlaşılacağı üzerine) başka bir özel dairece yapılması, kuralın uygulanmasını önlemez.]
    d- İkinci bozma üzerine alt mahkemece bir hükmün verilmiş ve bu hükmün temyiz edilmiş olması (IV) [Bu hükmün uyma, direnme veya başka bir nitelikte olması, maddenin uygulanmasını etkilemez] şartlarının gerçekleşmesi gerekli ve yeterlidir. Alt mahkeme, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bu kapsamda verdiği karara, yeni düzenlemenin yer aldığı madde hükmünün son fıkrasında belirtildiği üzere uymak zorunludur ( Sözgelimi HUMK 429/son fıkra hükmü).
    Bozma dairesi ile Hukuk Genel Kurulu arasındaki ilişki, yeni düzenleme bağlamında, iş bölümü ilişkisi değil; görev ilişkisidir. Yeni kural, 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 15’inci maddesinin birinci fıkrasının 4 numaralı bendi hükmü kapsamına giren bir düzenleme niteliğindedir. Şartları doğmuş olmasına rağmen temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca değil de -her nasılsa- dairece sonuçlandırılması hâlinde, daire kararı geçersiz olup temyiz incelemesi yapılmamış sayılır. Bu gibi usulî sorunlarda nihai yetki, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunundur. Bu durumda direnme kararının Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca değil de -her nasılsa- daire tarafından incelenmesi hâlindeki hukuk cari olacaktır. Bu hâlde, dosya daireden alt mahkemeye gelince, hâkim dosyayı doğrudan Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderecektir.”
    Değişikliğe konu maddeyle ilgili olarak gerek değişikliğin amacı gerekse kapsamı konusunda Adalet Komisyonu Raporunda yer verilen bu gerekçelerle birlikte madde değerlendirildiğinde değişikliğin amacı usuli kazanılmış hak ilkesinden vazgeçilmesi değildir. Hukuk Genel Kurulu yapacağı temyiz incelemesinde hukuki kazanılmış hakları, usuli kazanılmış hakkın istisnalarını da değerlendirerek bir sonuca varmalı, adil yargılanma ilkesini ve bu kapsamda hukuk güvenliğini de göz ardı etmemelidir.
    Usuli kazanılmış hak açık bir kanun hükmüyle düzenlenmiş olmasa da önemli ve temel bir hukuk ilkesidir. 09.05.1960 Tarih, 21-9 sayılı Yargıtay içtihadı birleştirme kararının gerekçesinde; usuli kazanılmış hakka ilişkin açık kanun hükmü olmasa da temyiz sonucu verilecek bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan amacı ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar amacıyla kabul edilmiş bulunması bakımından usuli kazanılmış hak müessesesi usul hukukunun dayandığı ana esaslardan olup kamu düzeniyle de ilgili olduğu belirtilmiştir.
    Usuli kazanılmış hak ilkesinin istisnaları da vardır. Bu istisnalardan birisi de açık maddi hatadır. Yargıtay bozma kararına uyulmakla meydana gelen usuli kazanılmış hak kuralı, usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtay’ca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddi hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyla giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usuli kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir (Hukuk Genel Kurulunun 30.11.1988 gün ve 1988/2-776 E.,, 1988/985 K. sayılı kararı). Başka bir anlatımla Yargıtay dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak tartışmasız bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde usuli kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmayacaktır.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede usuli kazanılmış hak oluşup oluşmadığı ön sorun olarak tartışılmıştır.
    Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde mahkemece davanın kabulüne dair verilen ilk hüküm Özel Daire tarafından davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulmuştur. Bozma gerekçesi kendiliğinden mutasarrıflarına geçen vakıf taşınmazların maliklerinin mirasçı bırakmadan ölmesi ve taşınmazın 2762 sayılı Yasanın 29. Maddesini değiştiren 2888 sayılı Yasanın yayın tarihine kadar Hazine adına tescil edilmemiş olma koşuluyla mahlulen vakfına döneceği, somut olayda çekişmeli taşınmazın 24.09.1983 tarihinden önce Hazine adına tesciline karar verilmiş ve bu tarihten önce kararın kesinleşmiş olmasıdır.
    Mahkemece bu bozmaya uyularak davanın reddine dair verilen hüküm bu kez davanın kabulü gerektiği belirtilerek bozulmuştur. Bozma gerekçesi değişikliğe konu 2762 sayılı Yasanın 29. Maddesinin 2. Fıkrasında Yasanın yayımı tarihine kadar tapu kaydına işlenmemiş bulunan taşınmazların da vakfına rücu edeceğinden bahsedildiğine göre, eldeki davada da tescil kararının kesinleşme tarihinin değil, kararın tapu kaydına işlenme tarihinin esas alınması gerektiğidir.
    Her iki bozma kararına esas teşkil eden mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu 29/2. maddedeki düzenlemeye göre; “Bu madde gereğince mülkiyeti mutasarrıflarına geçmiş olan gayrimenkullerde maliklerin Hazineden başka varis bırakmadan ölümleri halinde, mülkiyet mahlulen vakfına rücu eder. Bu kanunun yayımı tarihine kadar maliklerinin ölümleri üzerine son mirasçı sıfatıyla Hazineye intikal edip de bu husus tapu kaydına işlenmemiş bulunan gayrimenkullerde yukarıdaki fıkra hükmüne tabidir.”
    Bu hüküm her iki Yargıtay kararında farklı yorumlanmış ilkinde mahkeme kararıyla mülkiyetin tescilden önce geçip geçmediği hususuna öncelik verilerek kararın tapuda infaz edildiği tarih yerine infazı gereken kararın kesinleşme tarihi esas alınmıştır. Diğer kararda ise mülkiyetin tescilden önce kazanılmasını sağlayan kararın tapuya işlendiği tarihin ne olduğuna öncelik verilerek, kararın kesinleşme tarihi yerine kararın tapuya işlenip işlenmediği esas alınmıştır.
    Bu iki karardaki gerekçe farklılığı açık bir maddi hata olmayıp maddenin uygulanma yorumuyla ilgilidir. Her ne kadar maddede son mirasçı sıfatıyla Hazineye intikal edip de bu husus tapu kaydına işlenmemiş bulunan gayrimenkuller denilmekte ise de bu intikalin mahkeme kararına bağlandığı hâllerde mülkiyet tescille değil mahkeme kararıyla kazanıldığından (TMK 705/2) bu maddenin mülga Vakıflar Kanunu 29/2. maddeyle birlikte uygulandığı hâllerde tapu kadına işlenmiş veya işlenmemiş olma tapuya yapılan tescil kadar mahkeme kararının kesinleşmesi olarak da anlaşılıp yorumlanabileceğinden burada çok açık bir maddi hatadan söz etmek söz konusu olmayıp her iki bozma kararının gerekçesi de hukuki bir yorumla varılan sonuç niteliğindedir.
    Mahkemece davanın reddi gerektiğine değinen bozma kararına uyulmuş olduğu için davalı yararına usuli kazanılmış hak oluşmuştur. Bu bozma kararı açık maddi hata niteliğinde olmadığı ve başkaca bir neden de bulunmadığı için usuli kazanılmış hakkın istisnası bulunmamaktadır. Bu durumda usuli kazanılmış hakkın varlığı konusunda ön sorun bulunduğu görüşünde olduğumuzdan, usuli kazanılmış hak oluşmadığı ve ön sorun bulunmadığı yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

    KARŞI OY

    Dava, ... Vakıflar 2.Bölge Müdürlüğü tarafından 5737 sayılı Vakıflar Kanununun 17. maddesi gereğince açılan 742 Ada, 1 Parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ... Vakfı adına tescili istemine ilişkindir.
    Mahkemece davanın kabulüne ilişkin ilk karar Özel Daire tarafından davanın reddi gerektiği yönünde bozulmuş, mahkeme bu kez bozma kararına uyarak davanın reddine karar vermiş, Özel Daire ikinci bozma kararında önceki kararın maddi hataya dayalı olduğu açıklanarak davanın kabulüne karar verilmesi yönünde bozulmuş mahkeme yine bozmaya uyarak davanın kabulüne 742 Ada, 1 Parselin tapu kaydının iptaline ... VAKFI adına tesciline karar vermiştir. 6100 sayılı HMK’nın 373. maddesi gereğince “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her halde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır” hükmüne göre temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılmıştır.
    Davanın dayanağı Vakıflar Kanununun 17. maddesidir.
    5737 sayılı Kanunun 17. maddesi “Tasarruf edenlerin veya maliklerin mirasçı bırakmadan ölümleri, kaybolmaları, terk veya mübadil gibi durumlara düşmeleri hâlinde icareteynli ve mukataalı taşınmaz malların mülkiyeti vakfı adına tescil edilir” hükmünü içermektedir.
    Vakıflar Genel Müdürlüğünün görevleri 5737 sayılı Kanunun 35 ve 36. maddelerinde tek tek sayılmıştır.
    Bu maddelere göre Vakıflar Genel Müdürlüğü MAZBUT Vakıfların her türlü işlemlerini yapmakta yetkili ve görevli iken; MÜLHAK Vakıflar ile cemaat, esnaf ve yeni vakıfların ise sadece denetimini yapmakla görevlidir.
    5737 sayılı Kanunun 3. maddesindeki tanımlara göre;
    MAZBUT VAKIF: Medeni Kanunun yürürlük tarihinden önce kurulmuş olup Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetilen vakıflardır.
    MÜLHAK VAKIF: Medeni Kanunun yürürlük tarihinden önce kurulmuş ancak yönetimi vakfedenlerin soyundan gelenlere bırakılan vakıflar olarak açıklanmıştır.
    Aynı Kanunun 4. maddesinde VAKIFLARIN Özel Hukuk Tüzel Kişiliğine sahip olduğu belirtilmiştir.
    Bu Kanun maddelerinden anlaşılmaktadır ki, Vakıflar Genel Müdürlüğü, MAZBUT Vakflarla ilgili her türlü davayı açabilmekte aktif dava açma yetkisi varken,
    MÜLHAK Vakıflarda, vakfın mütevelli heyeti ile yönetilmesi durumunda tapu iptali gibi davayı açma yetkisi bulunmamaktadır.
    HMK’nın 114. maddesinde dava şartları tek tek sayılmış (d) bendinde aktif, pasif dava ehliyetinin de dava şartlarından olduğu açıklanmıştır.
    HMK’nın 115/2. maddesinde ise dava şartlarının noksanlığı halinde davanın usulden reddedileceği hükmü getirilmiştir.
    Somut olayda 5737 sayılı Kanun uyarınca adına tescil kararı istenilen ... VAKFI’nın ne vakfı olduğu, vakfiyesi bulunup bulunmadığı, MAZBUT vakıf mı, MÜLHAK vakıf mı, SAHİH vakıf mı, GAYRİSAHİH vakıf mı olduğu dosya kapsamından anlaşılamamaktadır.
    ... VAKFI’nın MÜLHAK Vakıf olması ve mütevelli heyeti eliyle yönetilmesi halinde, Vakıflar Genel Müdürlüğünün Aktif dava ehliyetinin bulunmayacağı ve böyle bir davayı açamayacağı düşünülmelidir.
    Vakıflar Genel Müdürlüğünün Aktif dava ehliyetinin bulunması hâlinde ise, bu kez vakfın niteliği üzerinde durulmalı SAHİH vakıf mı GAYRİSAHİH vakıf mı olduğu belirlenmeli, GAYRİSAHİH vakıf olması halinde (miri arazi söz konusu olmakla) mülkiyetin Vakfına geçmeyeceği üzerinde durulmalıdır.
    Eldeki davada Vakıflar Genel Müdürlüğünü temsilen, ... Vakıflar 2.Bölge Müdürlüğünce Vakıflar Kanununun 17. maddesi uyarınca tapu iptali tescili istendiğine göre yukarıda açıklanan hususların öncelikle açıklığa kavuşturulması gerekir.
    Belirtilen nedenler doğrultusunda yerel mahkeme kararının bozulması gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun (yerel mahkemenin verdiği 742 Ada, 1 Parselin tapusunun iptali ile ... Vakfı adına tesciline ilişkin kararın) ONAMA kararına katılamıyoruz.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi