Taraflar arasında görülen davada;
Davacı vasisi, hukuki ehliyeti bulunmayan davacı kardeşi N..a ait..sayılı parselin, yanında kaldığı ablası C..ın kızı olan davalı A.."ya ondanda diğer davalıya devredildiğini öğrendiğini, taşınmazda halen ablası ve kızının oturduğunu ileri sürerek tapu iptali tescil istemiştir.
Davalı A.. husumet itirazında bulunmuş; diğer davalı H..ise iyiniyetli alıcı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının hukuki ehliyet taşımadığı, davalı H..e yapılan satışında muvazaalı bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalılar tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi M..A..."inraporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma isteği dava değeri yönünden reddedildi,gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dava, ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişmeli .. sayılı parseldeki . numaralı bağımsız bölümün davacı N.Y..adına kayıtlı iken 2.7.1998 tarihli resmi akitle davalı S..satış yoluyla devredildiği, S..ın da bu taşınmazı 20.10.2000 tarihinde diğer davalı H..e satarak temlik ettiği görülmektedir.
Davacı N..ın devir tarihinde hukuki ehliyeti bulunmadığını ve diğer davalıya yapılan temlikin de danışıklı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Gerçekten, Adli Tıp Kurumu’ndan alınan raporla, davacının 2.7.1998 tarihindeki akit sırasında hukuki ehliyet taşımadığı saptandığına göre, taşınmazın davalı S..’a satışının geçersiz bulunduğu açıktır. Ancak, S..’dan satın alan ikinci el konumundaki diğer davalı H..in iyi niyetli olması halinde TMK.’nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanacağı da kuşkusuzdur. Ne var ki, mahkemenin bu yönde hükme yeterli bir soruşturma gerçekleştirdiğini söyleyebilme olanağı yoktur.
Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir.Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır.İşte bu nedenle Devlet,nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 üncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 üncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Bu durumda, tapulu taşınmazların intikallerinde huzur ve güveni koruma,toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.
Hal böyle olunca, davalı H..’in iyi niyetli bulunup bulunmadığı, davacının ehliyetsizliğini bilip bilmediği yönlerinden tarafların tüm delillerinin toplanması ve yukarıdaki ilkeler çerçevesinde değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilip yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Davalıların temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulü ile, hükmün HUMK.’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,16.5.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.