Taraflar arasında görülen davada;
Davacı,E...M...O...’in halen vesayet altında olduğunu,mahcurun ..parsel sayılı taşınmazdaki 1 nolu bağımsız bölümü hibe suretiyle davalıya temlik ettiğini, temlik tarihinde 83 yaşında olan mahcurun davalı tarafından kandırılması ve baskı görmesi sonucu yapıldığını sürüp hile,hata,ehliyetsizlik ve ikrah nedenleriyle tapu kaydının iptali ile mahcur adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı,dava konusu taşınmazın temlikinin davacının isteği ile hibe suretiyle yapıldığını, hibe tarihinde kayıt maliki annesinin ehliyete haiz olduğunu,iddiaların doğru olmadığını,zamanaşımı süresinin dolduğunu belirtip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece,çekişme konusu taşınmazın temliki tarihinde davacı mahcurun ehliyete haiz olduğu,diğer iptal sebeplerinin ispat edilemediği,bağıştan rücu sebeplerinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar,davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, tetkik hakimi.... raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dava, ehliyetsizlik, hata hile, ikrah hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacı E....M...O... 19.4.2005 tarihli ilam ile Kadıköy 2.Sulh Hukuk Mahkemesince akıl zayıflığı nedeniyle vasi tayin edildiği, adı geçenin maliki bulunduğu .. parsel sayılı taşınmazdaki .. nolu daireyi 17.8.1992 tarihli akitle hibe suretiyle davalıya temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacı, temliki işlemin ehliyetsizlikle sakat olduğu gibi, kandırılarak hataya düşürüldüğünü, temliki yapması için baskıya maruz kaldığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Bu durumda, davada birden çok hukuki sebebe dayanıldığı görülmektedir.Ne varki; kamu düzeniyle ilgili olan ehliyetsizlik hukuksal nedeni yönünden öncelikle inceleme yapılması gerekirken bu yönden mahkemece yeterli bir araştırma yapılmış değildir.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır. Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilke ve olgular gözönünde bulundurularak gerekli araştırmanın yapılması, davacının çekişmeli taşınmazın temlikine dair akit tarihinde ehliyetli olduğunun saptanması halinde, diğer hukuki sebebplerin üzerinde durularak soruşturmanın eksiksiz tamamlanması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulü üli hükmün açıklanan nedenlerden ötürü, H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 1.5.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.