Taraflar arasında görülen davada; Davacı, kayden maliki olduğu dava konusu ..ada ..parselin satışı için davalılardan İ..B...’nu vekil tayin ettiğini, vekilin bu vekaletnameden bir şekilde haberdar olarak, ilgili noterden vekaletnamenin bir suretini çıkararak taşınmazı diğer davalı Z...’ye bedelinin altında sattığını, her iki davalının da kötü niyetli olduğunu ileri sürerek tapu iptal tescil olmadığı takdirde tazminat isteğinde bulunmuştur.
Davalı, vekil vekaletnameden dava dışı N.. E....vasıtasıyla haberdar olduğunu, N...’ın satış talimatı vermesi üzerine taşınmazı 15.000.-YTL’ye sattığını, bedelini N...’a ödediğini savunmuş, Davalı Z....ise iyiniyetli malik olduğunu belirterek davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, vekilin vekalet görevini kötüye kullandığı taşınmazı satın alan Z...’nin ise gerekli özeni göstermediği, değerinin çok altında satın aldığı gerekçesiyle davanın kabulü ile tapunun iptaliyle davacı adına tesciline karar verilmiştir.
Karar, davalı Z...vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 01.5.2007 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat ...ile temyiz edilen vekili Avukat..geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ...tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü
-KARAR- Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; kayden davacıya ait .. parsel sayılı taşınmazın vekil kıldığı İ...a.... ile 15.10.2004 tarihinde satış suretiyle davalıya temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı vekil ile, taşınmazı edinen davalının el ve işbirliği içerisinde hareket ederek kendisini zararlandırma kastı ile taşınmazın temlikini gerçekleştirdiklerini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere,Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; mahkemece taşınmazın gerçek değeri ile akitteki değeri arasındaki oransızlığın başlı başına vekalet görevinin kötüye kullanıldığına gerekçe yapılarak davanın kabulüne karar verilmiştir. Oysa, değerler arasındaki farkın vekalet görevinin kötüye kullanıldığının kabulü için başlı başına nedeni sayılamayacağı tartışmasızdır.
Öyle ise, yukarıda değinilen ilkeler gözetildiğinde mahkemece yapılan inceleme ve araştırmanın hüküm kurmaya yeterli ve elverişli olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.
Hal böyle olunca, iddia ve savunma doğrultusunda taraf delillerinin toplanması, gerekli inceleme ve araştırmanın yapılması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde delillerin değerlendirilmesi, ondan sonra bir hüküm kurulması gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davalının temyiz itirazları yerindedir.Kabulüyle kararın açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 13.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 500.00.-YTL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 01.5.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.