Esas No: 2017/2667
Karar No: 2021/413
Karar Tarihi: 06.04.2021
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2667 Esas 2021/413 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki "boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ... 2. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, tarafların temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 04.07.2013 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 13.08.2007 tarihinde evlendiklerini, ortak bir çocuklarının bulunduğunu, davalının birlik görevlerini yerine getirmediğini, müvekkilini ve ortak çocuğu bir daha almak istemediğini söyleyerek davacının ailesinin yanına bıraktığını, maddi destekte bulunmadığını, bunun üzerine müvekkilinin TMK’nın 197. maddesine dayalı bağımsız tedbir nafakası davası açtığını, davanın kabul edildiğini, davalının evlilik süresince müvekkiline fiziksel şiddet uyguladığını, küfür ettiğini, fiili ayrılık döneminde telefon ve internet yoluyla tehdit ve hakaret içerikli sözler söylediğini, bununla ilgili yargılandığı gibi ayrıca sadakat yükümlülüğüne de aykırı davrandığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, velayetin anneye verilmesine, çocuk yararına 500TL tedbir-iştirak ve müvekkili yararına 600TL tedbir yoksulluk nafakası ile 50.000TL maddi, 30.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı 03.12.2013 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, davacının birlik görevlerine yerine getirmediğini, sürekli ailesine gittiğini, her iş dönüşü eşini babasının evinden almak zorunda kaldığını, bu durumun huzursuzluk yarattığını, davacının internet üzerinden... isimli şahısla sevgili olarak görüşmeler yaptığını, bu sebeple ..."in boşandığını, davacının sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışları nedeni ile boşanma dışında kalan taleplerin reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkeme Kararı:
6. ... 2. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 25.02.2014 tarihli ve 2013/170 E., 2014/102 K. sayılı kararı ile; tarafların 13.08.2007 tarihinde evlendikleri ve ortak bir çocuklarının bulunduğu, yaklaşık iki buçuk yıl birlikte yaşadıkları, bu sürede sürekli tartıştıkları, erkek eşin davacıyı istemediğini söyleyerek eşini ve ortak çocuğu ailesinin yanına bıraktığı, bu tarihten itibaren kadın eşin çocuğuyla birlikte beş yıl süreyle baba evinde kaldığı, sonrasında kadın eşin bir başkasıyla gayrıresmî olarak birlikte yaşadığı, erkek eşin de bir başkasıyla ilişkisinin olduğu, her iki tarafın da boşanmayı istediği ve kusurlu oldukları, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı ancak bu sarsılmaya ilk olarak eşini ve çocuğunu ailesinin yanına bırakıp beş yıl boyunca arayıp sormadığı gibi maddi-manevi destek olmayan erkek eşin sebep olduğu, sonrasında her iki tarafın da sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandıkları gerekçesiyle erkek eşin ağır, kadın eşinse az kusurlu olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, velayetin anneye verilmesine, çocuk yararına 150TL iştirak ve kadın yararına 150TL yoksulluk nafakası ile 3.000TL maddi, 3.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 30.04.2015 tarihli ve 2014/23026 E., 2015/8972 K. sayılı kararı ile;
“…Hüküm davacı kadın tarafından tazminatlar ve nafakaların miktarı ve müşterek çocuk ile baba arasındaki şahsi ilişki tesisi yönünden; davalı erkek tarafından ise kusur belirlemesi, tazminatlar ile velayet yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı kadının tüm, davalı erkeğin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Mahkemece davalı erkeğin "ağır kusurlu" olduğu kabul edilerek tarafların boşanmalarına karar verilmiştir. Oysa yapılan soruşturma ve toplanan delilerden; davalının istemediğini söyleyerek eşini ve müşterek çocuğu eşinin babaevine bıraktığı, eşine hakaret ve tehdit ettiği, başkası ile nişanlandığı; davacı kadının ise sadakatsiz olduğu, halen başkasıyla yaşadığı ve ondan çocuğu olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre, boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu husus dikkate alındığında Türk Medeni Kanununun 174/1-2. maddesi gereğince, davacı kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddi gerekirken lehine maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi doğru bulunmamıştır.
3-Toplanan delillerden davacı kadının davanın devamı sırasında bir başkası ile gayri resmi şekilde birlikte olduğu ve halen o kişiyle yaşadığı kanıtlanmıştır. Eşler evlilik devam ettiği sürece birbirlerine sadakatle yükümlüdürler. Bu durumda davacı kadının yoksulluk nafakası talebinin reddi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır,...” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Direnme Kararı:
8. ... 2. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 29.12.2015 tarihli ve 2015/739 E., 2015/645 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; ilk olarak tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışlarının sayısal olarak karşılaştırılmasında erkek eşin beş kusuru olduğu kadın eşinse başka biriyle yaşamak şeklinde bir kusurunun bulunduğu, ikinci olarak tarafların kusurlu davranışlarının niteliğine bakıldığında erkeğin, eşini istemediğini söylemesi evlilikte sevgi yükümlülüğüne, eşini ve ortak çocuğu ailesinin evine bırakması koruma-kollama ve geçim sağlama yükümlülüğüne, eşine hakaret etmesi saygı yükümlülüğüne, eşini tehdit etmesi suç işlememe yükümlülüğüne, başkası ile nişanlanması ise sadakat yükümlülüğüne aykırılık oluşturduğu, kadının da başkasıyla yaşamasının sadakat yükümlülüğüne aykırılık oluşturduğu, son olarak da; ekonomik ve psikolojik açıdan, davalının davacıyı baba evine bıraktığı, beş yıl arayıp sormadığı, maddi ve manevi destek olmadığı, kadının ev hanımı olduğu ve gelirinin bulunmadığı, ihtiyaçlarının babası tarafından karşılandığı, davalının tüm kusurlarına rağmen davacının beş yıl beklediği, toplum düzeni ve objektif şartlar dikkate alındığında o ana kadar kusursuz olan kadın eşin bu kadar yıl beklemesinin ödüllendirilmesi gerektiği, davacının yapmış olduğu gayriresmî evliliği geçimini sağlamak zorunluluğu açısından değerlendirmenin yararlı olacağı, sonuç olarak dava konusu olayda davalının gerek sayısal, gerek nitelik, gerekse de ekonomik ve psikolojik ölçütler çerçevesinde ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
9. Direnme kararı yasal süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık somut olayda;
10.1. Boşanmaya sebep olan olaylarda Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık konusu olmayarak gerçekleştiği kabul edilen kusurlu davranışların tamamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde tarafların eşit kusurlu olup olmadıkları, buradan varılacak sonuca göre davacı eş yararına maddi-manevi tazminat şartlarının oluşup oluşmadığı,
10.2. Davacı eşin bir başkasıyla gayriresmî şekilde birlikte yaşamasının ispatlanmış olması karşısında davacı yararına yoksulluk nafakası şartlarının oluşup oluşmadığı noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
A) Boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olup olmadıkları, burada varılacak sonuca göre davacı eş yararına maddi-manevi tazminat şartlarının oluşup oluşmadığına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili kanun maddeleri ve kavramların incelenmesinde yarar görülmektedir.
12. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin bir ve ikinci fıkraları;
"Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.
13. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. Bu bağlamda evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davası açan davacının, davasının kabul edilerek, boşanma kararı elde edebilmesi için iki koşulun gerçekleştiğini kanıtlamış olması gerekir. Bunlardan ilkinde davacı; kendisinden, evlilik birliğinin devamı için gereken “ortak hayatın sürdürülmesi” olgusunun artık beklenmeyecek derecede birliğin temelinden sarsıldığını, ikinci olarak “temelden sarsılmanın” karşı tarafın kusurlu davranışları sonucu gerçekleştiğini ispatlamak zorundadır.
14. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki “birlik artık sarsılmıştır” diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m.2). Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2015/2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir.
15. Yargıtay boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, fer"ileri ve boşanmanın mali sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusur durumlarının “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların boşanmaya esas teşkil eden kusur durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.
16. Bu açıklamalar kapsamında eldeki davaya gelince; yerel mahkemece boşanmaya sebep olan olaylarda erkek eşin ağır, kadın eşin ise az kusurlu olduğu belirtilerek boşanmaya karar verilmiştir. Özel Daire ise boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların gerçekleştirdikleri kusurlu davranışlara göre eşit kusurlu oldukları gerekçesiyle kararı bozmuştur. Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; yerel mahkeme ve Özel Daire arasında gerçekleştiği hususunda uyuşmazlık bulunmayan olaylara göre, erkek eşin istemediğini söyleyerek eşini ve ortak çocuğu kadın eşin babasının evine bıraktığı, birlik görevlerini yerine getirmediği, eşine hakaret ve tehdit ettiği, başkası ile nişanlandığı buna karşılık kadın eşin de beş yıl ayrı yaşadıktan sonra sadakat yükümlülüğüne aykırı davranarak bir başkası ile gayriresmî şekilde evlendiği ve ondan çocuk sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; direnme kararında erkek eşin kusurlu davranışlarının kadın eşe göre her ne kadar sayısal üstünlüğünden bahsedilmiş ise de, kadın eşin evli olduğu halde başka bir erkekle gayriresmî olarak birlikte yaşadığı, hatta çocuk sahibi olduğu ve halen o erkekle yaşadığı, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleştirdikleri kusurlu davranışlarının sayısal olarak toplamından ziyade eylemlerin niteliklerinin kusur durumlarını etkileyeceği gibi, kusurlu davranışların ilkini hangi eşin gerçekleştirdiği olgusunun da kusurların ağırlığının belirlenmesinde sonuca etkisinin bulunmadığı, bir başka ifade ile eşlerden birinin gerçekleştirdiği kusurlu bir eylemin diğer eşe de kusurlu eylemde bulunma hakkı vermediği, tarafların kusurlu davranışlarının gerçekleşme tarihi ve sırasına bakılmaksızın, davanın açıldığı tarihte evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olayların bütün olarak birlikte değerlendirilerek eşlerin kusur ağırlığının belirlenmesinin gerekmesinin karşısında, erkek eşin kusurlu davranışlarının kadın eşe bir başka erkekle yaşama hakkı vermediği hususu gözetildiğinde tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda eşit kusurlu oldukları tartışmasızdır.
17. Hâl böyleyken yerel mahkemece, somut olaya uygun ve aynı yönlere işaret eden bozma kararına uyulması gerekirken erkek eşin ağır kusurlu olduğunun kabulü ile bu hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak kadın eş yararına tazminatlara hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
B) Davacı eşin bir başkasıyla gayriresmî şekilde birlikte yaşamasının ispatlanmış olması karşısında, davacı yararına yoksulluk nafakası şartlarının oluşup oluşmadığı hususuna gelince;
18. Öncelikle belirtilmelidir ki, boşanma ile yoksulluğa düşecek olan eş lehine hükmedilen yoksulluk nafakası boşanma davasında verilen “boşanma hükmü” kesinleştikten sonra işlemeye başlayacaktır.
19. Yoksulluk nafakası da boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup TMK’nın 175. maddesinde:
“Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
20. TMK’nin 175. maddesinde geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarihli ve 1998/2-656 E., 688 K.; 16.05.2007 tarihli ve 2007/2-275 E., 275 K.; 20.06.2019 tarihli ve 2017/2-2424, 2019/751 K. sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir. Başka bir ifadeyle, geçimini kendi mali kaynakları ve çalışma gücüyle sağlama imkânından yoksun olan taraf diğer koşulları da varsa yoksulluk nafakası talep edebilecektir.
21. Ayrıca madde metninden de anlaşıldığı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir. Eş söyleyişle, boşanmaya sebep olan olaylarda tam kusurlu ya da ağır kusurlu eş lehine yoksulluk nafakasına hükmedilemeyecektir. Yine, yoksulluk nafakası, boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacına yönelik olduğu içindir ki, boşanmış olan yoksul tarafa verilecek olan yoksulluk nafakası, hiçbir surette diğer tarafa yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde olmayacaktır. Şayet böyle olsaydı, sadece boşanmada kusuru olan eşten istenebilmesi gerekirdi. Oysa, maddede açıkça belirtildiği gibi, kusursuz eş dahi yoksulluk nafakası ödemekle yükümlüdür.
22. Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğinde olan yoksulluk nafakasının özünde, sosyal ve ahlâki düşünceler yer almaktadır. Yoksulluk nafakası, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır (Akıntürk, T./Ateş, D., Aile Hukuku, C. 2, ... 2019, s. 302).
23. Yoksulluk nafakasının amacı hiçbir zaman nafaka alacaklısını zenginleştirmek değildir. Yoksulluk nafakasıyla, boşanma sonucunda yoksulluk içine düşen eşin asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanması düşünülmüştür. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için nafaka talep eden eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olmasının yanı sıra, nafaka talep edilen eşin de nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması, diğer bir ifadeyle kendi kusurundan kaynaklanmamak koşuluyla yoksul olmaması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, yoksulluk nafakasının sosyal ve ahlaki düşüncelere dayanması özelliği, sadece nafaka talep eden tarafa nafaka verilmesinde değil, aynı zamanda nafaka talep edilen tarafın nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması koşulunda da kendisini göstermektedir.
24. Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; taraflara ait malî ve sosyal durum araştırma tutanakları, tanık ifadeleri, dosyada mevcut kayıtlar ve taraf beyanları, yoksulluk nafakasının niteliği ve hakkaniyet ilkesi dikkate alındığında, davacı kadın eşin bir başkası ile gayriresmî şekilde evlendiği ve bu kişi ile birlikte yaşadığı, bunun doğal sonucu olarak geçiminin de birlikte yaşadığı kişi tarafından karşılanması gerektiği, bu durumda kadın eşin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayamayacak şekilde yoksulluğa düşmüş olduğundan bahsedilemeyeceği gözetilmeksizin yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmiş olması doğru olmamıştır.
25. Diğer yandan, mahkemece direnme kararı öncesi verilen ilk hüküm; davacı tarafından, ortak çocuk ile baba arasında kurulan kişisel ilişkinin süresi ve ortak çocuk yararına takdir olunan iştirak nafakasının miktarına yönelik temyiz edilmiş olup; Özel Dairenin onama kararı ile hüküm, kişisel ilişki ve iştirak nafakası yönlerinden kesinleşmiş olduğundan davacı vekilinin kesinleşen bu yönlere ilişkin temyiz itirazları incelenmemiştir.
26. O hâlde, yukarıda yazılı bu genişletilmiş gerekçelerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile;
Kusur belirlemesi ve tazminatlara ilişkin direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı (III-A),
Yoksulluk nafakasına ilişkin direnme kararının ise Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı (III-B),
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 06.04.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.