Abaküs Yazılım
22. Hukuk Dairesi
Esas No: 2016/9374
Karar No: 2016/11137
Karar Tarihi: 18.04.2016

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 2016/9374 Esas 2016/11137 Karar Sayılı İlamı

22. Hukuk Dairesi         2016/9374 E.  ,  2016/11137 K.
"İçtihat Metni"


MAHKEMESİ :İş Mahkemesi


DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin haklı ve geçerli sebep olmadan işverence feshedildiğini ileri sürerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücret ve diğer haklarının belirlenmesini talep etmiş, yapılan yargılama sonucunda mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın davalı vekili tarafından temyizi üzerine, Dairemizin ...... tarihli ilâmıyla mahkeme kararının bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir.
Davacı vekili tarafından, adil yargılanma hakkının, çalışma ve sosyal güvenlik hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği gerekçeleriyle yapılan bireysel başvuru sonrasında Anayasa Mahkemesi"nin 08.04.2015 tarihli kararı ile, başvurucunun, adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi kararı ve dosya incelendi.
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasına göre “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un 50. maddesinin ikinci fıkrasına göre de “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
Bu açıklamalar karşısında, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırması gerektiği anlaşıldığından, Dairemizin .... tarih ve ...../...... esas, ...../....... karar sayılı bozma ilâmının ortadan kaldırılmasına karar verildi.
Dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine ve özellikle emsal nitelikteki dosyalarda Yargıtay 7. ve 9. Hukuk Daireleri tarafından işe iade kararı verildiğinin ve hukuki güvenlik ilkesi de gözetildiğinde feshin geçerli sebebe dayanmadığının anlaşılmasına göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün bu ilave gerekçe ile ONANMASINA, aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edene yükletilmesine, 18.04.2016 gününde oy çokluğu ile karar verildi.










MUHALEFET ŞERHİ

Karara konu olan davada; davacı vekili, müvekkilinin 02/07/1997 tarihinden itibaren davalı şirket olan THY DO & CO İkram Hizmetleri A.Ş."de aşçı olarak çalışmaya başladığını, iş sözleşmesinin davalı şirket tarafından 01/11/2011 tarihinde haklı ve geçerli bir neden olmaksızın feshedildiğini, fesih bildiriminde; şirketin ana müşterisi olan THY tarafından Adana, Antalya, Bodrum, Dalaman, İzmir ve Trabzon ünitelerinde ikram yüklemelerinin kaldırılmasının, bunun yerine İstanbul ünitesinden gidiş ve dönüş yüklemesi yapılmasının, İzmir ünitesi için talep edilen ikram işlerinin önemli ölçüde azalması ve talep azalmasına bağlı olarak işgücü fazlalığının ortaya çıkmasının gerekçe olarak gösterildiğini, gerçekte davalı şirkette anılan hizmetlerde bir azalma olmadığını, davalı şirket tarafından ileri sürülen gerekçenin gerçeği yansıtmadığını, davalı şirketin THY dışındaki toplam 63 yerli ve yabancı şirkete hizmet verdiğini, ikram hizmet ve yüklemelerinin aynı şekilde devam ettiğini, davalı şirketin aşçıya olan ihtiyacının ortadan kalkmadığını, böyle bir ihtiyacın kalkmış olması halinde bile müvekkiline başka bir birimde uygun bir iş teklif edilmediğini ileri sürerek feshin geçersiz olduğunu iddia etmiş, müvekkilinin işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, THY A.O’nun müvekkili olan şirketin ana müşterisi olduğunu, THY"nin 21.10.2011 tarih ve B.02.2.THY.0.06.04.00.-816 sayılı resmi yazısındaki talebi üzerine ikram ürünlerinin üretim ve uçaklara yüklenmesi işinin sadece İstanbul merkez ünitesinden yapılmaya başlandığını, buna ilave olarak uçaklara ikram ürünlerinin gidiş ve dönüş olarak İstanbul merkezden yüklenmesi şeklinde de bir iş değişikliğine gidilerek İzmir, Adana, Antalya, Bodrum, Dalaman ve Trabzon havaalanlarında bulunan ünitelerde yapılan ikram işinin İstanbul’a kaydırıldığını, bu sebeple de İzmir ve diğer ünitelerdeki tüm faaliyetlerde önemli ölçüde iş azalması olduğunu, bu hususun 20/10/2011 tarihinde şirket genelinde yapılan yazılı duyuru ile tüm çalışanlara duyurulduğunu; bu duyuruda, adı geçen taşra birimlerindeki iş kaybından ötürü ciddi tasarruf önlemleri alınacağının ve kadro azalmasına gidilmesinin bir zorunluluk olduğunun belirtildiğini, İstanbul ünitesinde görev almak isteyenlerin 25/10/2011 tarihine kadar şirkete başvurmaları gerektiğinin bildirilerek bu şekilde feshin son çare olma ilkesine uyulduğunu, buna rağmen davacı tarafından İstanbul ünitesinde çalışmak için herhangi bir başvuruda bulunulmadığını ve İzmir ünitesinde davacıya önerilecek bir kadroda bulunmadığından davacının iş sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu"nun 18. Maddesi uyarınca işletmenin, işyerinin ve işin gereklerinden kaynaklanan nedenlerden ötürü 31/10/2011 tarihi itibari ile feshedildiğini savunmuş;
Mahkeme, davalı şirkete ait işyerinde davacının iş akdinin feshinden sonra faaliyetlerine devam ettiğini, davacının iş akdine son verilirken davacıya İstanbul ünitesinde çalışması konusunda iş teklifinde bulunulmadığını, ayrıca davacının vasfına uygun başka işlerde çalışma olanağı bulunup bulunmadığına yönelik bir çalışma yapılmadığını, iş akdi feshedilen çalışanlara davalı işverence akdin feshinden sonra daha düşük ücretle çalışması konusunda yeni sözleşme teklifinde bulunulduğunu ve çıkarılan işçi sayısı göz önüne alındığında 4857 sayılı Kanun’un 29. maddesinde belirtilen toplu işçi çıkarma düzenlemelerine uyulmadığını gerekçe göstererek feshin geçersizliğine ve davacı işçinin işe iadesine karar vermiştir.
Dairemizin 31.10.2012 Gün, 2012/23578 Esas ve 2012/23992 sayılı Kararında ise; "...Taraflar arasında iş sözleşmesinin feshinin geçerli sebebe dayanıp dayanmadığı uyuşmazlık konusu olup, normatif dayanak 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. ve devamı maddeleridir.
4857 sayılı Kanun’un 18. maddesine göre otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.
İşletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan sebepler; sürüm ve satış imkanlarının azalması, talep ve sipariş azalması, enerji sıkıntısı, ülkede yaşanan ekonomik kriz, piyasada genel durgunluk, dış pazar kaybı, ham madde sıkıntısı gibi işin sürdürülmesini imkansız hale getiren işyeri dışından kaynaklanan sebeplerle yeni çalışma yöntemlerinin uygulanması, işyerinin daraltılması, yeni teknolojinin uygulanması, işyerinin bazı bölümlerinin kapatılması ve bazı iş türlerinin kaldırılması gibi işyeri içi sebeplerdir.
İşletmenin, işyerinin ve işin gereklerinden kaynaklanan sebeplerle sözleşmeyi feshetmek isteyen işverenin fesihten önce fazla çalışmaları kaldırmak, işçinin rızası ile çalışma süresini kısaltmak ve bunun için mümkün olduğu ölçüde esnek çalışma şekillerini geliştirmek, işi zamana yaymak, işçileri başka işlerde çalıştırmak, işçiyi yeniden eğiterek sorunu aşmak gibi varsa fesihten kaçınma imkanlarını kullanması, kısaca feshe son çare olarak bakması gerekir.
4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin ikinci fıkrasına göre feshin geçerli sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Somut olayda; davacı 02.07.1997–31.10.2011 tarihleri arasında aşçı olarak çalışmıştır. İş akdi, 01.11.2011 tarihinde THY tarafından bazı illerde ikram yüklemelerinin kaldırılıp bunun İstanbul’dan yapılmasının istenmesi, bunun sonucunda önemli miktarda iş kaybının olduğu, tasarruf önlemlerinin alınması gerektiği ayrıca yapılan duyuruya rağmen İstanbul ünitesinde görev almak konusunda herhangi bir başvurunun olmaması ve başka bir boş kadroda istihdamının mümkün olmaması nedeniyle 4857 sayılı Kanunu’nun 17 ve 18. maddeleri uyarınca feshedilmiştir.
Davalı işveren fesih bildiriminde belirttiği hususları 20.10.2011 tarihinde işyerinde tüm çalışanlarına duyuru şeklinde bildirmiştir. Dosya kapsamından anlaşılacağı üzere yapılan duyuru neticesinde İstanbul ünitesinde çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçiler olmuştur. Davacı ise yapılan bu iş teklifine başvuruda bulunmamıştır. Fesihten sonra işveren hiçbir şekilde işyerine davacı ile aynı nitelikte işçi alımı yapmadığı gibi bilirkişi raporunda belirtildiği üzere diğer illerde de çalışan sayısını sürekli azaltmıştır. Bu kapsamda işveren işletmesel bir karar aldığını, bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiğini, tutarlı şekilde uyguladığını ve feshe son çare olarak başvurduğunu ispatlamıştır. Fesih geçerli sebebe dayanmaktadır. Davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir." denilerek İzmir 10. İş Mahkemesi"nin anılan kararı bozulmuştur.
Davacı, işe iade davasının Yargıtay tarafından ortadan kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini, davalı işyerinde aynı göreve başka işçilerin alınmasını, Yargıtay"ın ilk derece mahkemesinin yerine geçerek karar vermesini, benzer konularda davanın kabulüne karar verildiği halde davanın reddedilmesini, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlali anlamına geleceğini ileri sürerek 21.01.2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi"ne bireysel başvuruda bulunmuş ve lehine tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başka bir ifadeyle; davacı tarafından, Yargıtay"ın işe iade davalarında ilk derece mahkemesinin yerine geçerek karar vermesi ve bu kararın Yargıtay"ın ilgili daireleri tarafından verilen benzer kararlardan farklı olması adil yargılanma hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlali olarak görülmüş, delillerin Dairemiz tarafından kanuna aykırı şekilde değerlendirildiği iddia edilmiştir.
Davacı tarafından ileri sürülen iddiaların bir kısmı, Anayasa Mahkemesi tarafından, açıkça dayanaktan yoksun olduğu için kabul edilemez bulunsa da, Dairemizce verilen davanın reddine ilişkin kararın gerekçesiz olması nedeniyle kabul edilebilir olduğuna ve sonuç olarak da Anayasa"nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi"nin 08.04.2015 tarih ve 2013/1015 başvuru numaralı kararı üzerine davacıya ilişkin dosya mahkemesine gönderilmiş, İzmir 10. İş Mahkemesinin davacının işe iadesine ilişkin kararı Dairemiz çoğunluğu tarafından onanmıştır. Burada ele alınması gereken konu, Dairemiz kararının gerekçesiz olduğu düşüncesiyle adil yargılanma hakkını ihlal ettiğinin Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilmesi ve Dairemiz çoğunluğu tarafından da Anayasa Mahkemesi"nin bu kararına dayanılarak yerel mahkeme kararının onanmasıdır.
Çözüme kavuşturulması gereken hususlar; Dairemiz kararının gerekçesiz olup olmadığı, söz konusu kararın, gerekçeli karar hakkıyla adil yargılanma hakkını ihlal edip etmediği, delillerin bozma kararında tartışılıp tartışılmadığı, gerekçenin varlığı halinde bunun yetersiz olduğunun Anayasa Mahkemesi tarafından ne ölçüde denetlenebileceği, kanunun somut olaya ilişkin hükmünün Yargıtay tarafından yorumlanmasında hata yapılıp yapılmadığının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, değerlendirilecekse bunun sınırlarının ne olacağı, Anayasa Mahkemesi"nin ihlale ilişkin kararlarının yüksek mahkeme kararları üzerindeki etkisinin ne olduğu ve söz konusu ihlal hükmü karşısında yüksek mahkemenin kendi kararını değiştirip değişmeyeceği ile Yargıtay"ın değişik daireleri tarafından verilen farklı kararların adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelip gelmeyeceğidir.
Yorumun Anayasa Mahkemesince Denetlenmesi
Genel olarak yorum, bir metnin, delilin veya maddi vakıanın anlamının belirlenmesi için yapılan zihni çabadır. Yorum; bir şeyin gerçeğine ulaşmak, o şeyin anlatmak istediğini ya da vermek istediği mesajı olduğu gibi anlamak ve bunun için zihni çaba sarf etmektir. Dolayısıyla; nerede belirsizlik ve anlam farklılığı varsa orada yoruma ihtiyaç vardır. Herkesin aynı şeyi anladığı yerde ve konuda yoruma gerek yoktur. Hukuk, bizatihi yorum işidir ve hukukun uygulanması genel olarak yorumla ilgili bir çalışmadır. Bir yönüyle yorum, hukuk kuralının objektif anlamını bulup çıkarmak, bir kanun metninin yetersizliği nedeniyle, bu metnin altında bulunan düşünce içeriğinin ortaya konulmasına ilişkin düşünsel bir faaliyet, bir yönüyle de, kanunun anlamının açık olmadığı durumda kanun metnine verilecek anlamı belirlemek veya kanunun objektif (gerçek) anlamını bulup ortaya çıkarmaktır. Somut uyuşmazlığa uygulanacak olan kanunun sözü, metni, ifadesi veya dili açık ve seçik olmadığı ya da kanunun ifadesinde kullanılan sözcüklerin dil bakımından hukuk alanında neyi ifade ettikleri ve ne anlama geldikleri kolaylıkla belirlenemediğinde yorum kaçınılmazdır. Dolayısıyla bir mahkeme için yorumsuz bir gerekçe ve gerekçesiz bir hüküm olamaz. Bir kararın gerekçeli olup olmadığı, gerekçeli ise tutarsızlık ve çelişki bulunup bulunmadığı nasıl denetime açıksa yorum da denetime açıktır.
Anayasa Mahkemesi, yüksek mahkemelerin kararları üzerinde yerindelik denetimi yapan bir mercii değildir. Yüksek mahkeme kararlarının keyfiliğe ve ağır hukuki ihlale varmayan yorumları ile gerekçelerinin nitelik yönünden denetlenmesi ise açıkça yerindelik denetimidir. Mahkeme kararları; maddi olgu, yorum, gerekçe ve hükümden oluşmaktadır. Hüküm, gerekçenin sonuç kısmını, gerekçe de hükmün dayanağını oluşturur. Yorum; hukuk kurallarına, maddi olgulara ve delillere yönelik olabilir.
Kararda açıkça hukuka aykırılık bulunmadıkça, kuralların yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesinde ilk derece veya yüksek mahkemenin takdir yetkisini ortadan kaldıracak nitelikte ihlal kararı verilmesi, bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Kural olarak yorumun, buna bağlı olarak gerekçe ve hükmün doğru olmaması adil yargılanmanın ihlali için bir neden olamaz. Karar gerekçesiz veya gerekçeler çelişkiliyse, benzer şekilde yorum da keyfiliği çağrıştıracak ölçüde açık ve ağır biçimde hukuka aykırıysa yargılamanın adil olmadığı söylenebilir. Yüksek mahkemelerde daireler arasındaki görüş ayrılıkları, tartışmalı konular, somut olayın özelliğine bağlı olduğu için emsallerinden ayrılan yorumlar adil yargılanma hakkının ihlaline gerekçe olamaz. Daire içtihadına göre 4857 sayılı İş Kanunu"nun 22. maddesinde geçen çalışma koşullarında esaslı değişikliğin işyerinde herkesin kolaylıkla görüp anlayacağı şekilde yazılı şekilde ilan edilmesi yazılı bildirim yerine geçer. Kanun maddesinde tebligattan değil, "yazılı bildirim"den söz edilmektedir. Yine maddede "İşçi değişiklik önerisini ... kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir." denilmektedir.
Dairemiz bozma kararında, 4857 sayılı Kanun"un 22. maddesinin ilk cümlesindeki "İşveren....çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir...." şeklindeki hükmün yorumlanması ve yazılı bildirimin şekli konusunda açıklama yapılmamış olması Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal nedenlerinden biri olarak gösterilmiş ise de bu husus tartışmalı değildir. Başka bir ifadeyle, çalışma koşullarındaki değişikliğe ilişkin yazılı bildirimin ilan veya bildirim suretiyle yapılmasının hukuka aykırı olduğu, bu nedenle de iş sözleşmesinin feshinin geçersiz sayılacağı ne bilirkişi raporunda ne de yerel mahkeme kararında tartışılmış değildir. Çekişmeli ve tartışmalı olmayan bir hususun Dairemiz bozma kararında tartışılmamasını ihlal nedeni görmek iki yönden hukuka aykırıdır. Birincisi, Anayasa Mahkemesi"nin esasa ilişkin yorum ile yerindelik denetimi yapması; ikincisi ise çekişmeli olmayan bir konuda gerekçe yazılması gerektiğinin ileri sürülmesidir. Uyuşmazlığın özü, işletmesel karara dayanılarak yapılan feshin geçerli olup olmadığı ile feshin son çare olması ilkesine başvurulup vurulmadığıdır. Taraflarca iddia edilmeyen, bilirkişi raporunda zikredilmeyen ve mahkeme kararında da tartışılmayan bir hususun bozma kararında tartışılmasını ve gerekçelendirilmesini beklemek usul hukukuna aykırıdır. Ayrıca yazılı bildirimin nasıl yapılacağı, hangi hallerde söz konusu bildirimin geçersiz olacağı, kısaca yasa normunun somut olaya yorum yoluyla uygulanması teknik bilirkişinin görev, yetki ve uzmanlık alanına giren bir husus da değildir.
Yüksek mahkemenin yorumu bilimsel yöntemlere, yorum ilkelerine ve hukuka açıkça aykırı ise, tereddütsüz şekilde keyfiliği çağrıştırıyorsa ve tartışmasız bir konu hakkında ise Anayasa Mahkemesi tarafından adil yargılanma hakkının ihlaline hükmedilebilir. Doktrinde ve yargı kararlarında tartışmalı olan bir konu hakkında (A) yerine (B) yorumunun yapılması ihlal nedeni görülemez.
Yargıtay Daireleri Arasındaki Görüş Ayrılığının Denetimi
Yargı kararlarındaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlamaları yönüyle olumludur. Ancak, uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin ya da farklı yargı kollarına ait mahkemelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmalarının, bir kararın belirli bir daireye ya da farklı yargı koluna düştüğü takdirde onanacağı veya olumlu neticeleneceği, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı veya olumsuz neticeleneceği gibi birbirine zıt sonuçların ortaya çıkma beklentisinin, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırı olduğu açıktır. Bu husus Anayasa Mahkemesi kararlarında da yer almaktadır (2013/135 numaralı başvuru). Sorun, Yargıtay daireleri arasında görüş ayrılığının hukuki güvenilirliği zedeleyip zedelemediği veya koşullarının varlığı halinde sürpriz karar yasağını ihlal edip etmediği değildir. Zira böyle bir durumda nasıl hareket edilmesi gerektiği, sorunun nasıl çözüleceği Türk hukuk sistemi içinde düzenlenmiştir.
2797 sayılı Yargıtay Kanunu"nun 15/2-b maddesi uyarınca, Yargıtay hukuk daireleri arasında içtihat uyuşmazlıklarını gidermek, söz konusu uyuşmazlıkları ya da içtihat ayrılıklarını içtihatların birleştirilmesi yoluyla kesin olarak karara bağlamak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun görevidir. Benzer şekilde Yargıtay Kanunu"nun 16/5. maddesi uyarınca "Hukuk Genel Kurulunun benzer olaylarda birbirine aykırı biçimde verdiği kararları ile Ceza Genel Kurulunun yine benzer olaylarda birbirine aykırı olarak verdiği kararları veya Hukuk Genel Kurulu ile Ceza Genel Kurulu; Hukuk Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi; Hukuk Genel Kurulu ile bir ceza dairesi veya Ceza Genel Kurulu ile bir ceza dairesi; Ceza Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi veya bir hukuk dairesi ile bir dairesi ceza arasındaki içtihat uyuşmazlıklarını gidermek ve içtihatları birleştirmek" Yargıtay Büyük Genel Kurulunun görevine girmektedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi"nin Yargıtay daireleri arasındaki farklı kararları ya da içtihat ayrılıklarını giderme görevi yoktur. Yargıtay daireleri arasında aynı veya benzer konularda farklı hüküm veya gerekçe olduğunu iddia eden tarafın içtihat aykırılığının giderilmesine ilişkin hukuki yolu tüketmeden Anayasa Mahkemesi"ne bireysel başvuruda bulunması kabul edilemez. Başka bir deyişle, bireysel başvuru, temel hakların ihlalini önlemede en son hukuki çaredir ve temel haklara ilişkin ihlal iddiaları başka hukuki yollarla giderilebilecekse anayasa şikâyetine (bireysel başvuru yoluna) gidilemez. Yargıtay"ın aynı konuya bakan farklı daireleri arasında görüş veya içtihat ayrılığı varsa bunlardan daha önce karar verene uyulacağı yününde bir hukuki düzenleme yoktur. Daireler arasında hiyerarşi veya üstünlük değil eşitlik söz konusudur. Bireysel başvuru içtihat aykırılıklarını giderme yolu değildir.
Gerekçeli Karar Hakkı ve Adil Yargılanma Hakkının İhlali
Kararların yerindeliği ve doğruluğu, somut uyuşmazlıkla ilgili yeterli araştırma ve inceleme yapılıp yapılmadığı, usuli hata bulunup bulunmadığı, eksik araştırma olup olmadığı gerekçenin incelenmesiyle ortaya çıkar. Kararlar sonucu itibarıyla doğru olsa bile gerekçesi yetersiz veya yanlış ise bu yönüyle değerlendirilir ve söz konusu karar temyiz mercii tarafından düzeltilerek onanır. Bu nedenle mahkemeler denetime imkân verecek yeterlilikte ve açıklıkta gerekçe yazmak zorundadır. İçtihatların oluşmasında, hukukun ve hâkimlerin gelişmesinde, yargı kararları arasında yeknesaklığın, bütünlüğün ve hukuki güvenilirliğin sağlanmasında, çelişkilerin ve sürpriz kararların azalmasında gerekçenin yol gösterici ve eğitici rolü büyüktür. Gerekçeleriyle bilimsel tartışmalara konu olan kararlar, eleştirilerle ve kendilerinden faydalanılmasıyla hukukun sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlamaktadır. Hukuk devletinin, hukuki gelişmişliğin ve hukuki bağımsızlığın en önemli göstergelerinden birisi mahkeme kararlarındaki gerekçelerdir.
Derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm delil ve ileri sürülen iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Bununla beraber, ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması söz konusu ise, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir.
Anayasa Mahkemesi"nin davacının bireysel başvurusuna konu kararında da belirttiği üzere; mahkemeler, kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra, tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri için de gereklidir. Kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte yargılama sırasında açık ve somut biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle, davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Ancak mahkemelerin davanın taraflarınca ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Diğer bir ifadeyle, mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır. Davacı tarafından ileri sürülen delillerin sonuca etkili olmaması veya uyuşmazlığın çözümünde herhangi bir değerinin bulunmaması halinde bu hususun mahkemece gerekçelendirilmesi zorunlu değildir. Aksi takdirde kötü niyetli taraflar onlarca iddiada bulunarak bunlardan birisinin kararda tartışılmamasını ve gerekçesiz reddedilmesini bireysel başvuru konusu yapabilir. Bu hususların takdiri temyiz mercii olan yüksek mahkemenindir.
Yargıtay, çeşitli kararlarında gerekçesiz karar yazılmasının adil yargılanma hakkının ihlali olduğuna, yerel mahkeme kararının salt bu nedenle bozulması gerektiğine karar vermektedir (9. HD, E: 2014/28397, K: 2016/1286; 2. HD, E: 2016/2251, K: 2016/2630). Her bozma nedeni adil yargılanma hakkının ihlali sayılmazken gerekçesiz hüküm adil yargılanma hakkının ihlali olarak görülmektedir. Ne var ki Yargıtay, sonucu doğru, ancak gerekçesi yanlış veya eksik olan kararları da düzelterek onamaktadır. Yargıtay kararlarına göre, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı gerekçe içeren kararlar da bozma nedenidir. O halde Yargıtay tarafından gerekçesiz kararlar ile çelişkili kararlar hukukun açık bir ihlali olarak görülmektedir. Çünkü Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 298/2. maddesine göre gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.
Hatalı, isabetsiz veya yetersiz gerekçeler içeren kararlar bozma nedeni yapılmamakta, hüküm sonucu doğru ise ilave gerekçeyle veya düzeltme ile onanmaktadır. Somut olayla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi Yargıtay kararının gerekçesi üzerinde, Yargıtay"ın ilk derece mahkemesinin karar gerekçeleri üzerindeki denetiminden daha geniş ve ağır bir denetim yetkisi kullanmaktadır. İlk derece mahkemelerinin hatalı veya eksik gerekçeli kararlarının Yargıtay tarafından düzeltilerek onanması doktrinde bir kısım yazarlar tarafından "hakimin takdir ve gerekçe oluşturma hakkına müdahale" düşüncesiyle eleştirilmektedir. Adil yargılanma ve gerekçe hakkı hakimin takdir hakkından üstün olduğu, düzelterek onama adil yargılanmaya ve adaletin tecellisine hizmet ettiği için Yargıtay tarafından uygulanmaktadır. Yargıtay"ın her ileri sürülen delili kararında tartışmaması veya gerekçesinde kullanmaması, gerekçesiz karar verdiği ve bunun da gerekçeli karar hakkı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiği anlamına gelmez. HMK"nın 353/1-b maddesinde, "Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında ...duruşma yapılmadan karar verilir." denilmektedir. Benzer düzenleme getiren HMK"nın 370/1. maddesine göre de, "Yargıtay, onama kararında, onadığı kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesini göstermek zorundadır. Temyiz olunan kararın, esas yönünden kanuna uygun olup da kanunun olaya uygulanmasında hata edilmiş olmasından dolayı bozulması gerektiği ve kanuna uymayan husus hakkında yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde Yargıtay, kararı düzelterek onayabilir. Esas yönünden kanuna uygun olmayan kararlar ile hâkimin takdir yetkisi kapsamında karara bağladığı edalar hakkında bu fıkra hükmü uygulanmaz... Karar, usule ve kanuna uygun olup da gösterilen gerekçe doğru bulunmazsa, gerekçe değiştirilerek ve düzeltilerek onanır."
Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânını verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediği, bu süreçte karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir.
Hâkim, hükmüne temel kıldığı kanıtları ve olayı hukuk düzleminde değerlendirmek zorundadır. Mahkeme kararlarında gerekçe, bu kararın dayandığı yasal, hukuksal ve olgusal sebeplerin açık, anlaşılır ve tutarlı şekilde gösterilmesidir. Gerekçe, yargı mercilerinin yargılama faaliyetleri sırasındaki eylem, işlem ve kararlarının yasaya, hukuka; akıl, mantık ve vicdana uygun denetlenebilir dayanaklarıdır. Her somut olayda farklı vakıalar söz konusu olduğundan, her karardaki gerekçe de diğerlerinden farklı olabilmektedir. Kararların gerekçeli olması, dayandığı kanuni ve hukuki sebeplerin, hüküm kısmında yer alması anlamına gelir. Adalet duygusunun tatmini, verilen kararın denetlenebilmesi ve temyiz edilebilmesi için zorunlu olan gerekçe, hem davanın taraflarına kararın nedenini açıklar, hem de temyiz yoluyla incelemeyi kolaylaştırır. Gerekçeler hükmün zaruri unsurlarından biridir. Zira hükmün doğru ve isabetli olup olmadığını tayinde ölçü gerekçedir. Mahkeme kararlarının gerekçeli olacağı Anayasa"nın 141. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre, "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır." Mahkeme kararında herhangi bir gerekçenin bulunmaması açık ve anlaşılır bir konu ise de, var olan gerekçenin çelişkili, yetersiz veya hatalı olması tartışmalıdır. Anayasa; çelişkili, yetersiz, hatalı veya isabetsiz gerekçeli karardan değil, gerekçesiz karardan söz etmektedir. Herkesin anlayacağı şekilde açık, ağır ve ciddi çelişkiler içeren ya da tutarsızlık içinde bulunan bir gerekçenin gerekçesiz karardan farkı yoktur. Bunun dışındaki gerekçelerin Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenmesi ve gerekçesiz karar ile eş tutulması Anayasa Mahkemesi"nin kuruluş amacına aykırıdır. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruya konu Dairemiz kararını değerlendirirken gerekçesiz kararın adil yargılanma hakkının ihlali anlamına geleceğini ifade etmiş, ancak yetersiz ya da hatalı gerekçeden söz etmemiştir.
Gerekçenin Anayasa Mahkemesince Denetlenmesi
Anayasa"nın 148. maddesine göre "...Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır. Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz." Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine başvurmanın temel koşulu, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıdır. Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerin aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında kalan hak ve özgürlüklerinden olması gerekir. Somut olayımıza konu edilen adil yargılanma hakkı ile gerekçe hakkının ihlali bu tür haklardandır. Söz konusu haklar hem Anayasa"nın 36. hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenmiştir. Anayasa"nın 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu ifade edilerek iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Çözülmesi gereken sorun, gerekçeli karar hakkı ile adil yargılanma hakkının kapsamının ne olduğudur. Örneğin, somut uyuşmazlığa ilişkin kanun hükmünün yanlış uygulanması, delillerin hatalı değerlendirilmesi veya yanlış yorum yapılması adil yargılanma hakkının ihlali sayılacak mıdır? Adil yargılanma ve gerekçeli karar hakkına dayanılarak Yargıtay dairelerinin vermiş oldukları kararların doğruluğu ve kullanılan gerekçelerin yeterli olup olmadığı Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenebilecek midir?
Gerekçesiz kararlar sadece adil yargılanma ve gerekçeli karar hakkının değil, aynı zamanda hukuki dinlenilme hakkının da ihlali sayılmaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu"nun 27. maddesine göre de hukuki dinlenilme hakkı; yargılama konusunda bilgi sahibi olunmasını, davaya konu uyuşmazlık konusunda açıklama yapılmasını, iddiaları ispatlama hakkını ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Davacı, açıklama yapmak ve uyuşmazlık konusunda bilgi sahibi olup iddiasını ispatlayabilmek için bilmeye ve bilmek için de gerekçeye muhtaçtır. Türk Medeni Kanunu"nun 2. maddesinde yer alan iyi niyet kuralı kapsamında davacının bu ihtiyacını karşılayan gerekçeyi yeterli görmek gerekir. Davacının ileri sürdüğü her delilin ve gösterdiği her tanığın gerekçeye konu edilemeyeceği Anayasa Mahkemesi tarafından da kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesi"nin bireysel başvuruya konu söz konusu kararındaki "Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır... Gerekçenin ayrıntısı davanın niteliğine göre değişmekle birlikte kararın hüküm kısmına dayanak oluşturacak hukuki bir gerekçenin kısa ve özet de olsa bulunmasının zorunlu olduğu." şeklindeki ifadeler de bu hususu doğrulamaktadır. Aynı kararda; "Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi, tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hale getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 34)." denilmektedir.
Daire Kararındaki Gerekçenin Yeterli Olduğu
Anayasa Mahkemesi"nin davacının bireysel başvurusuna konu kararında gerekçe hakkının ihlal edildiğine hükmedilmiş; neden olarak da 4857 sayılı Kanun"un 22. maddesinin ilk cümlesindeki "İşveren....çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir...." şeklindeki hükmün yorumlanması ve yazılı bildirimin şekli konusunda açıklama yapılmamış, davalı işverenin mali durumunu gösteren bilirkişi raporunun dikkate alınmamış, davacının iş akdine son verilmesinden sonra işyerine yeni işçi alınıp alınmadığı konusunda bilirkişi raporundaki verilerin değerlendirilmemiş ve Mahkemece dinlenen tanık H.G."nin beyanlarının tartışılmamış olması gösterilmiştir.
Dairenin bozma kararında; "İş akdi .. THY tarafından bazı illerde ikram yüklemelerinin kaldırılıp bunun İstanbul’dan yapılmasının istenmesi , bunun sonucunda önemli miktarda iş kaybının olduğu, tasarruf önlemlerinin alınması gerektiği, ayrıca yapılan duyuruya rağmen İstanbul ünitesinde görev almak konusunda herhangi bir başvurunun olmaması ve başka bir boş kadroda istihdamının mümkün olmaması nedeniyle 4857 sayılı Kanunu’nun 17 ve 18. maddeleri uyarınca feshedilmiştir.
Davalı işveren fesih bildiriminde belirttiği hususları 20.10.2011 tarihinde işyerinde tüm çalışanlarına duyuru şeklinde bildirmiştir. Dosya kapsamından anlaşılacağı üzere yapılan duyuru neticesinde İstanbul ünitesinde çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçiler olmuştur. Davacı ise yapılan bu iş teklifine başvuruda bulunmamıştır. Fesihten sonra işveren hiçbir şekilde işyerine davacı ile aynı nitelikte işçi alımı yapmadığı gibi bilirkişi raporunda belirtildiği üzere diğer illerde de çalışan sayısını sürekli azaltmıştır. Bu kapsamda işveren işletmesel bir karar aldığını, bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiğini, tutarlı şekilde uyguladığını ve feshe son çare olarak başvurduğunu ispatlamıştır. Fesih geçerli sebebe dayanmaktadır. Davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir." denilmiştir.
Dairemiz kararında mahkeme kararının yanlışlığını ortaya koyan yeterli gerekçe bulunmaktadır. Davacı, Yargıtay"ın, İlk Derece Mahkemesinin yerine geçerek nihai karar vermesini ve benzer konularda Yargıtay daireleri arasında görüş ve içtihat aykırılığını adil yargılanma hakkının ihlali olarak görmektedir. Davanın konusu Daire kararının gerekçesiz veya gerekçenin yetersiz ya da çelişkili olması, dolayısıyla gerekçeli karar hakkının ihlal edilmesi, davalı işverenin mali durumunu gösteren bilirkişi raporunun gerekçe gösterilmeden dikkate alınmaması, çalışma koşullarındaki esaslı değişiklik bildiriminin yazılı yapılmadığı için geçersiz olması, davacının iş akdine son verilmesinden sonra işyerine yeni işçi alınıp alınmaması ve mahkemece dinlenen tanık H.G."nin beyanlarının bozma kararında tartışılmaması değildir. Anayasa Mahkemesi"nin davacının bireysel başvurusuna konu kararının "BAŞVURUNUN KONUSU" başlıklı 1. maddesinde, "Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine feshin geçersizliği ve işe iade istemiyle İzmir 10. İş Mahkemesinde açtığı dava sonunda verilen hükmün Yargıtay 22. Hukuk Dairesince ortadan kaldırılarak davanın reddine karar verildiğini, işyerine aynı görevde başka işçilerin alındığını, Yargıtay"ın, İlk Derece Mahkemesinin yerine geçerek nihai karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, davanın reddine karar vermesi nedeniyle çalışma ve sosyal güvenlik haklarının, benzer konularda davanın kabulüne karar verildiği halde açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur." denilmektedir. Dairenin bozma kararında uyuşmazlık konusu ve iddialar hakkında yeterli gerekçe bulunmaktadır. Davanın özü, davalı işverenin işletmesel karar alarak işçi çıkarması ve 4857 sayılı İş Kanunu"nun 18/1. maddesinde yer alan işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli fesih yapılıp yapılmadığıdır. İş sözleşmesinin; işletmenin, işyerinin ve işin gereklerinden kaynaklanan nedenlerle feshinde "feshin son çare olması" kuralı uygulanmaz. Benzer şekilde bu gerekçeye dayanan fesihlerde davalı işverenin zarar etmesi, işyeri veya işletmenin mali tablosunun kötüleşmesi veya ekonomik krize girilmesi zorunlu değildir. Özellikle, özel sektörde faaliyet gösteren işletmelerde kârlılık, verimlilik, rekabet edebilirlik, sürdürülebilirlik ve ekonomiklik hakimdir. Özel sektör işletmeleri verimli ve kârlı görmedikleri alandaki yatırımlarına son verebilir veya faaliyet alanlarını değiştirebilir, daralmaya, küçülmeye ya da yeniden yapılanmaya (reorganizasyona) gidebilir. İstihdam fazlalığının oluştuğu bir yerde istihdam fazlası işçilerin niteliklerine uygun başka pozisyonlarda istihdamı gerektiğini söylemek kendi içinde çelişkili olduğu gibi iş hayatının gerçekleri, gerekleri ve teşebbüs hürriyetine de aykırıdır. Böyle bir durumda incelenmesi gereken husus, işletmesel karar olup olmadığı, bunun keyfilikten uzak ve tutarlı bir şekilde uygulanıp uygulanmadığı, gerçekten istihdam fazlalığı meydana gelip gelmediği, sözleşmenin feshinden önceki ve sonraki yakın zamanda sözleşmesi feshedilen işçilerin niteliklerini haiz işçi alınıp alınmadığıdır. İşverenlerin, sözleşmeden veya yasadan kaynaklanan istihdam yaratma borcu yoktur. İş sözleşmesi hangi nedenle feshedilmiş ise bu nedenlerin ispatlanması gerekir. Dolayısıyla değerlendirme ve gerekçeler de iddia ve savunmalarla ilgili olur.
Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı, mahkeme kararlarında hükme nasıl ulaşıldığının anlaşılır şekilde açıklanmasını gerektirir. Ancak bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı bir şekilde cevap verilmesini zorunlu kılmamaktadır. Bireysel başvuruya konu kararda tanık H.G."nin beyanlarının tartışılmaması ihlal nedenleri arasında gösterilmiş ise de bu değerlendirme hatalıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi yerel veya yüksek mahkemenin her türlü iddiayı, delili, beyanı veya bulguyu gerekçelendirme zorunluluğu yoktur. Tanık beyanı, iş hukuku açısından önemli bir delil ise de bu önem, uyuşmazlığın türüne ve mahiyetine göre değişmektedir. Kayıtların ön planda olduğu bir uyuşmazlıkta tanık beyanlarının değeri azalır. Somut olayda işletmenin, işyerinin ve işin gereklerinden kaynaklanan fesih söz konusudur. Hangi tarihlerde ne kadar işçinin çıkartılmış olduğu kayıtlarla sabittir. Kısaca somut olayın özelliği itibarıyla delil değeri zayıf olan ve sonuca etkisi olmayacağı taraflarca da kabul edilecek olan tanık beyanının kararda tartışılmamış olması gerekçeli karar hakkını ihlal etmez. Tanığın "davacının dışında hiçbir işçi çıkarılmadı" şeklindeki beyanı karşısında Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtları ve işyeri belgeleri çok sayıda işçinin çıkarıldığını gösteriyorsa bu tanık beyanının gerekçede tartışılması gerekli değildir. Kaldı ki delillerin değerlendirilmemesi veya eksik araştırma yapılması ya da deliller arasındaki çelişkinin giderilmemesi gibi hususlar yüksek mahkemeler için bozma nedeni olsa da bu durum bireysel başvuru nedeni olamaz. Çünkü Anayasa Mahkemesi temyiz incelemesi yapan bir merci değildir.
Bireysel Başvuru Koşullarının Bulunup Bulunmadığı
Temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunabilmesi amacıyla geliştirilmiş olan ve birçok Batı demokrasisinde uzun yıllardan beri başarı ile uygulanan bireysel başvuru Anayasa Mahkemesine şikâyetten ibaret bir iç hukuk yoludur. Bireysel başvuru, temel hak ve özgürlüklerin sahibi olan bireylerin başvurabilecekleri ve esas amacı anayasal düzeni değil, bizzat temel hak ve özgürlükleri korumak olan bir mekanizmadır. Bireysel başvuru kurumunun kabul edilmesindeki en önemli amaç, temel hak ihlallerinin ulusal hukuk içinde mümkün olan en kısa sürede ortadan kaldırılması, iç hukukta sonuca bağlanacak bir uyuşmazlığın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne taşınmaması, hak, zaman, emek, para ve itibar kaybının yaşanmamasıdır. Bireysel başvuruyu “temel hak ve özgürlükleri yasama, yürütme veya yargı organları tarafından ihlal edilen bireylerin başvurdukları bir yol olarak” tanımlamak da mümkündür. Bununla birlikte bireysel başvuru, medeni usul hukuku anlamında bir kanun yolu da değildir. Bireysel başvuru yolu olağan kanun yollarının tüketilmesinden sonraki bir süper temyiz yolu olmadığı için Anayasa Mahkemesi, derece mahkemeleri ve yüksek yargıda, kuralların doğru uygulanıp uygulanmadığını veya olay ve delillerin doğru değerlendirilip değerlendirilmediğini değil, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan temel bir hakkın ihlal edilip edilmediğini inceler. Derece mahkemelerinin, delilleri doğru değerlendirip değerlendirmediği, gerekçesinin çelişkili olup olmadığı, eksik araştırma yapıp yapmadığı, somut uyuşmazlığa ilişkin hukuk normlarını doğru şekilde uygulayıp uygulamadığı temyiz merciinin değerlendirmesini gerektiren bir konudur. Anayasa Mahkemesi"nin temyiz mercii gibi hareket ederek uyuşmazlığın esasına ilişkin değerlendirmeler yapması, hukuk normunun yanlış yorumlandığından söz etmesi ve teknik bilirkişinin hukuki değerlendirmelerinin neden dikkate alınmadığını ve tartışılmadığını sorması bireysel başvurunun kapsamında kalan bir husus değildir. Bununla birlikte; sonuca etkili olacağı açık ve tartışmasız olan delilin gerekçesiz reddi, keyfiliği çağrıştıran ciddi çelişkiler ve tutarsızlıklar içeren gerekçenin varlığı adil yargılanma hakkının ihlali şeklinde değerlendirilebilir. Takdir yetkisi, keyfiliği ve hukuksuzluğu içeren bir yetki olmadığı için, söz konusu yetki Anayasa"da güvence altına alınan temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek tarzda yorum yapma ve karar verme yetkisi olarak değerlendirilemez. Bireysel başvuruya konu Dairemiz kararında bu tür keyfilikten, hukuksuzluktan ya da keyfiliği çağrıştıran çelişkiden bahsedilemez. Önemli olan; ölçü, denge ve sınırların korunmasıdır. Çünkü hukuk, ölçü, denge ve sınırdır.
Bireysel başvuru yolunun temel niteliklerinin şu şekilde sıralanması mümkündür: a) Bireysel başvuru, Anayasa’da belirtilen hakları ihlal edilenlere tanınan özel bir hak arama yolu olup yöntem ve sonuçları itibarıyla diğer hak arama yollarından farklıdır. b) Bireysel başvurunun varlık nedeni, öncelikle Anayasa’da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin ihlali gerçekleşmişse, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmaktır. İkinci olarak ise; kararlarının olumlu etkisiyle hakların ihlal edilmesini önlemektir. c) Bireysel başvuru kural olarak kamu gücü işlemlerine karşı yapılır. Dolayısıyla bireysel başvuruda kamu gücü karşısında korumasız durumdaki bireyin haklarının garanti altına alınması temel amaçtır. d) İnsan hakları ihlallerinin önlenmesi, öncelikle tüm idare ve yargı mercilerinin görevidir. Zira idare ve yargı mercileri bireysel hak ihlallerinin önlenmesinde daha etkin konumdadırlar. Bu nedenle söz konusu şikâyetlerin Anayasa Mahkemesi"ne intikal ettirilmesinden önce ilgili mercilerin bu ihlalleri gidermeleri beklenir. e) Bireysel başvuru, ek bir istinaf ya da temyiz yolu da değildir. Kanun yolunda ortaya çıkan her türlü hukuka aykırılığın giderilmesi değil, ancak Anayasa’da işaret edilen haklardan birinin ihlali iddiası, bireysel başvuruya konu olabilmektedir.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun"un "Bireysel başvuru hakkı" başlıklı 45. maddesine göre; "Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir. Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz."
Aynı Kanun"un 46. maddesine göre; "Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir. Kamu tüzel kişileri bireysel başvuru yapamaz. Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir. Yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel başvuru yapamaz."; 47. maddesinin 5. fıkrasına göre de, "Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.
6216 sayılı Kanun"un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" başlıklı 48. maddesine göre, "Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen şartların taşınması gerekir. Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir..."
Anayasa Mahkemesi"nin bireysel başvuruya ilişkin kararının karşı oy gerekçesinde de ifade edildiği üzere, teknik bilirkişi raporundaki verilerin değerlendirilmesi ile tanık beyanlarının tartışılması, delillerin değerlendirilmesine ilişkin olup, derece mahkemelerinin takdirinde olan hususlardır. Derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Gerek derece mahkemelerinin gerekçeli hükümlerinde ve gerekse yüksek mahkemelerin bozma kararlarında davacılar tarafından ileri sürülen her hususun ve teknik bilirkişi raporunda geçen her ifade, veri ve bulgunun tartışılması ve gerekçelendirilerek bir sonuca bağlanması zorunlu değildir. Zaten bu husus Anayasa Mahkemesi"nin de genel kabulündedir.
Anayasa Mahkemesi"nin Yerindelik Denetimi
Davacının bireysel başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi, "Başvuranın, tebliğin kanuna uygun yapılmadığına yönelik iddiasına karşılık Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, 4857 sayılı Kanun"un 22. maddesinin ilk cümlesindeki "İşveren....çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir...." şeklindeki hükmün yorumlanması ve yazılı bildirimin şekli konusunda açıklama yapılmamış, ayrıca İzmir 10. İş Mahkemesince alınan ve davalı işverenin mali durumunu gösteren bilirkişi raporunun hangi gerekçeyle dikkate alınmadığı, başvurucunun iş akdine son verilmesinden sonra işyerine yeni işçi alınıp alınmadığı konusunda bilirkişi raporundaki verilerin değerlendirilmediği, Mahkemece dinlenen tanık H.G."nin beyanlarının tartışılmadığı anlaşılmıştır. Bu durum, başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkını ihlali sonucunu doğurmaktadır." demek suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir.
6216 sayılı Kanun"un 50. maddesine göre, "Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesi"nin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir..."
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamasında açıkça dayanaktan yoksunluk sebebine en çok konu olan durumlardan birisi de "delillerin kabulü ve değerlendirilmesi"dir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi"ne, göre, temyiz mahkemesinin alt dereceli mahkeme ile aynı görüşte olduğu hallerde, alt derece mahkemesinin gerekçesine basit bir atıf yapılarak karar verilmesi gerekçeli karar hakkını ihlal etmemektedir.
Bireysel Başvuruda İhlal Kararının Etkisi
Anayasa Mahkemesi"ne bireysel başvuruda bulunulabilmesi için kanun yollarının tüketilmiş olması gerekmektedir. 6216 sayılı Kanun"un 50/1. maddesinde "Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez." denilmektedir. Kanaatimizce, Anayasa Mahkemesi yerindelik denetimi yapmış olmakla birlikte ihlal nedenlerini de kararında göstermiş ve yargılamanın yeniden yapılmasına hükmetmiştir.
Anayasa"nın 53. maddesinde, Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğu; yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağladığı ifade edilmiştir. Aynı hüküm 6216 sayılı Kanun"un 66/1. maddesinde de yer almaktadır. Anayasa Mahkemesi"nin soyut ve somut norm denetimi sonunda verdiği iptal kararları herkese karşı (erga omnes) etki doğuran kararlar iken, bireysel başvuru sonunda verilen kararlar sadece başvurucu ile ilgilileri (inter partes) bağlar. Anayasa Mahkemesi"nin bireysel başvuruya ilişkin kararları inter partes etki doğurduğundan sadece hüküm kısmı ile bağlayıcı olmaktadır. Somut olayda davacının bireysel başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Buna göre, Dairemiz tarafından dikkate alınması ve yerine getirilmesi gereken husus, tatmin edici bir gerekçenin oluşturulması olup, bize göre yeterli gerekçe olmasına rağmen karardan dönülmesi, davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi ve yerel mahkeme kararının onanması değildir.
HMK"nın 375/1-i maddesine göre, "Kararın, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması" yargılamanın iadesi nedenidir. Anayasa Mahkemesi mahkeme kararları üzerinde yerindelik denetimi yapmamaktadır. Dolayısıyla verilen kararların doğru olup olmaması bireysel başvurunun konusuna girmemektedir.
İhlal Hükmünün Karar Değişikliğini Gerektirmeyeceği
Davacının bireysel başvurusuna konu Anayasa Mahkemesi kararında, "Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, gerekçeli karar hakkı yönünden Anayasa"nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın Yargıtay 22. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir." denilmiştir. Anayasa Mahkemesi"ne göre adil yargılanma hakkının ihlaline neden hususlar şunlardır:
1)4857 sayılı Kanun"un 22. maddesinin ilk cümlesindeki "İşveren ... çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir..." şeklindeki hükmün yorumlanması ve yazılı bildirimin şekli konusunda açıklama yapılmaması.
2)İzmir 10. İş Mahkemesince alınan ve davalı işverenin mali durumunu gösteren bilirkişi raporunun hangi gerekçeyle dikkate alınmadığının açıklanmaması.
3)Davacının iş akdine son verilmesinden sonra işyerine yeni işçi alınıp alınmadığı konusunda bilirkişi raporundaki verilerin değerlendirilmemesi.
4)Mahkemece dinlenen tanık H.G."nin beyanlarının bozma kararında tartışılmaması.
Anayasa Mahkemesi kararının sonuç kısmında belirtmiş olan husus Dairemiz kararının hatalı olduğu değil, yargılamanın yukarıda sayılan nedenlerden dolayı adil olmadığıdır. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi"nin yüksek mahkemelerin kararlarını hatalı veya yetersiz ya da eksik bulma gibi bir yetkisi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi, temyiz mahkemesi olmadığından yerindelik denetimi yapamaz. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, davacı hakkında Dairemiz tarafından verilen kararın yeniden yargılama yapmak üzere Dairemize gönderilmesine karar vermiştir. Yukarıda belirtilen hususları gerekçede tartışıp gerekli açıklamaları yapmak yerine Anayasa Mahkemesi kararını bozma kararı gibi görüp verilen karardan dönülmesi hukuka aykırıdır. Anayasa Mahkemesi"nin bireysel başvuru üzerine vermiş olduğu kararlar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nde yer alan temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin olup kararın doğruluğuna, kısaca esasına ilişkin değildir. Örneğin, yargılamanın makul sürede yapılmamış olması adil yargılanma hakkının ihlalidir. Bu yönde verilen ihlalin kararın doğruluk veya yanlışlığı ile ilgisi yoktur. Makul süreyi aşan yargılama sonunda verilen mahkumiyet kararı doğru olsa ve Yargıtay tarafından onansa da salt süre yönünden adil yargılamanın ihlali sayılır. Yerel mahkemece verilen kararın Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda ilave gerekçelerle bozulması ve davacının talebinin reddedilmesi gerekir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı sayın çoğunluğun yerel mahkemenin kararını onayan görüşüne katılmıyoruz. 18.04.2016






Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


Avukat Web Sitesi