12. Ceza Dairesi 2014/15450 E. , 2015/4363 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Dava : Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat
Hüküm : Davanın Reddi
Davacının tazminat talebinin reddine ilişkin hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Davacı (sanık) vekili 17/09/2013 tarihli dilekçe ile davacının (sanığın) kanuna uygun olarak 28.09.2007 tarihinde tutuklandığı ve 5271 sayılı CMK’nın 102/2. maddesi gereğince tutukluluğun azami süresi olan beş yıllık süre 28.09.2012 tarihinde dolduğu halde, tahliye taleplerinin reddedildiği ve Anayasa Mahkemesine yapmış oldukları bireysel başvuru talebinin kabul edilerek hak ihlali kararı verilmesine rağmen davacının (sanığın) halen tahliye edilmediği gerekçesi ile 30.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuş olup, mahkemece yapılan inceleme sonunda tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyasında davacının (sanığın) mahkumiyetine hükmedildiği ve hükmün henüz kesinleşmediği gerekçesiyle 5271 sayılı CMK"nın 142/1. maddesi gereğince reddine dair, hükmüne yönelik olarak yapılan incelemede;
5271 sayılı CMK’nın; “Tazminat istemi” başlıklı 141. maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı, dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep ile ilgili olarak karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, yada hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesinin veya verilen hükmün kesinleşmesinin beklenmesine gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir.
Bu kapsamda 2709 sayılı TC. Anayasası"nın 19/son, 36, 40 ve 90. maddeleri gereğince iç hukuk kapsamında kanun hükmünde bağlayıcılığı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesindeki özgürlük ve güvenlik hakkı düzenlemeleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına göre, davacının hukuki durumu değerlendirildiğinde somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının kalmadığı ve tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiası ilk bakışta haklı ve tazminat talep edilmesi mümkün görülmekte ise de, davacının koruma tedbirine konu ceza davasında tutuklu kaldığı süre yönünden ve konuya ilişkin AİHM"in tutukluluk konusunda benimsediği ilkelere bakıldığında; davanın kapsamı, dosyadaki delillerin çokluğu, sanıklara yüklenen suçların sayısı ve niteliği, sanıkların sayısı ve davanın karmaşık olması durumunun tutukluluk süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde dikkate aldığı gibi özellikle organize suçlar bakımından ve ayrıca olayın istisnai koşullarının, karmaşıklığının, başvurucunun kovuşturulmasına neden olan eylemin ağırlığının başvurucunun kaçma ihtimalinin de AİHM tarafından dikkate alındığı görülmektedir.
Somut olayda davacının (sanık) diğer 49 sanıkla birlikte yakalandığı, atfedilen suçların ciddi ve ağır olduğu, davacı (sanık) hakkında 13 kez çıkar amaçlı silahlı suç örgütü üyesi olma, bir kez nitelikli yağma, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen adam öldürme suçuna iştirak, bir kez tehdit etme, bir kez kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve bir kez de ruhsatsız silah bulundurma suçlarından yargılama yapıldığı, yargılandığı suçların niteliği, özellikle eylemlerin sayısı, sanık sayısı ve eylemlerin niteliğinden hareketle dosyanın karmaşıklık düzeyi dikkate alındığında, AİHM tarafından tutukluluk ve tutukluluğun devamı kararlarının gerekçesi olarak “delillerin durumu” ifadesinin ciddi suç göstergelerinin varlığının devamlılığı hususunda bir etken olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda somut olayda yargılamanın özenli yürütülmediğine ilişkin somut veriler bulunmadığı gibi böyle bir iddia da ileri sürülmemektedir. Sadece tutukluluğun uzunluğuna ilişkin itiraz ve serbest bırakmaya ilişkin talepler herhangi bir belgeye dayalı olmayıp buna karşın mahkemenin dayanılan delillere göre atılı suçların işlendiğine ilişkin kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinin varlığının devamına ilişkin gerekçesinin olay ve olgulara dayandırılmış olması karşısında,
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; mahkemece yukarıda açıklanan gerekçeler doğrultusunda davanın reddi yerine, tazminat talebinin dayanağı olan ... Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/74 esas, 2013/158 karar sayılı beraat hükmünün henüz kesinleşmediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi gerekçesi itibariyle hatalı ancak sonucu itibariyle doğru olduğundan davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 09.03.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ
Davacı vekili, müvekkili davacının CMK’nın 102/2. maddesinde öngörülen azami tutukluluk süresini aştığından kanuna aykırı olan uzun tutukluluk nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
Ceza Muhakemesi Kanunu 102/2.maddesi “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir, uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” hükmünü içermektedir..
Davacı 24/9/2007 tarihinden beri tutukludur. Yargılaması halen devam etmekte olup sonuçlanmamıştır. Davacı Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuş, Yüksek Mahkeme başvuruyla ilgili kararında “5271 sayılı Kanun"un 102. maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler düzenlenmiştir. Madde metninde, ağır ceza mahkemesinin görevine giren ve girmeyen işler bakımından bir ayrıma gidilmiştir. Bireyler hakkındaki birden fazla suça ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların bir dosya üzerinden yürütülmesi veya bir dosyada birleştirilmiş olması halinde bu soruşturma ve kovuşturmaların belli bir bütünlük içinde yürütüleceği göz önüne alındığında, uygulanan bir tutuklama tedbirinin soruşturma ve kovuşturmaların tamamı açısından sonuç doğuracağı açıktır. Bu nedenle azami tutukluluk süresinin kişinin yargılandığı dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla beş yıl olması gerektiği anlaşılmaktadır. Tutuklama tedbiri, bir yaptırım olmadığından aynı dosya kapsamındaki her bir suç için azami tutukluluk süresinin ayrı ayrı hesaplanması kabul edilemez. Suç ve sanık sayısı, davanın karmaşık olması gibi etkenler tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusundaki değerlendirmede ele alınabilecek faktörler olup kanuni tutukluluk süresinin belirlenmesinde esas alınmaları mümkün değildir. Normun lafzı ve amacı, tutuklama tedbirinin ceza adalet sistemi içerisindeki yeri ve 5271 sayılı Kanun"un 102. maddesindeki düzenleme ile kişi özgürlüğüne yönelik sınırlamaların dar yorumlanması hususları birlikte değerlendirildiğinde aksine bir sonuca varmak mümkün görünmemektedir.” (Bireysel Başvuru, 02.07.2013, 2012/1137 ) (Benzer, AYM, 02.07.2013, Bireysel Başvuru Numarası: 2012/521) Anayasa Mahkemesinin bu kabulleri ile birlikte artık beş yıldan fazla tutukluluğun kanuni dayanakları kalmamıştır.
Anayasa Mahkemesi, aynı kararla davacı bakımından “Kanun"da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması" nedeniyle Anayasa"nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE, "Tutukluluğun makul süreyi aşmış olması" nedeniyle Anayasa"nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE” karar vermiştir. Sayın çoğunluğun onama kararının gerekçesinde belirttiği hususların araştırılması beş yılın altındaki durumlar için geçerlidir. Nitekim aynı kararda Anayasa Mahkemesi bu hususu tartışmıştır. Buna göre “Diğer taraftan, Anayasa"nın 19. maddesinin yedinci fıkrası tutuklulukta makul süreyi güvence altına almıştır. Dolayısıyla kanunla tutukluluk süresi için getirilen üst sınırlar makul sürenin aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabilir ve hiçbir şekilde kişinin bu süre doluncaya kadar tutulabileceği anlamına gelmez. Aksine, üst sınırın aşılmadığı durumlarda dahi, somut olaylarda tutukluluk makul süreyi aşmışsa, anayasal hakkın ihlal edildiği sonucuna varılacaktır.”
Kısaca tutukluluk süresi beş yılı aşmıştır, araştırılacak hiçbir husus yoktur. Devlet kendi koyduğu kurallara uymak zorundadır. Davacının üzerine atılı suçların Türk Yargı Tarihi bakımından ilk defa görülen farklı bir dava türü olma özelliği yoktur. Sanığın üzerine atılı suçların fazla olması yargılamanın da uzaması sonucunu doğurmamalı, elde olmayan nedenlere dayalı olarak ta kanunda öngörülen toplam tutukluluk süresi aşılmışsa tazminata karar verilmelidir. Hak ve özgürlükleri sınırlamak için gerekçelere sığınmamak gerekir. Davacının yargılama sonunda verilen ve halen temyiz aşamasında bulunduğu anlaşılan kararla ilgili olarak CMK’nın 141-144. maddeleri gereğince açacağı tazminat hakları saklı kalmakla beraber hükmün kesinleşmesi beklenmeden istenen tazminatlardan makul oranda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirdi.
Yukarıda açıkladığımız gerekçelerden dolayı sayın çoğunluğun mahalli mahkemenin tazminat verilmesi talebini reddeden kararının onanması yönündeki görüşlerine katılmıyoruz.