Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2013/5272
Karar No: 2013/8686
Karar Tarihi: 28.05.2013

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2013/5272 Esas 2013/8686 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2013/5272 E.  ,  2013/8686 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : EDREMİT 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 13/11/2012
    NUMARASI : 2010/250-2012/623

    Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
    Mahkemece, ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının, çekişmeli 7095 parselde yeralan 5 nolu bağımsız bölümü 14.3.2005 tarihli akitle dava dışı M..Ö.satış yoluyla temlik ettiği; M. de 21.11.2005 tarihinde dava dışı S."e ; S. de 06.7.2006 tarihinde kardeşi davalı Ş."ye satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır.
    Bilindiği üzere, muvazaa, kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazan aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki birsözleşme ile gizlemektedirler (nisbi muvazaa) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir.
    Her nekadar, muvazaayı düzenleyen 818 sayılı B.K.nun l8. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 19. maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmiyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir.
    Hemen belirtmek gerekir ki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Medeni Kanunun 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşai) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasi) bir hüküm durumundadır.
    Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb"an dava açan kişi Medeni Kanunun 6. maddesi gereğince bu iddiasını isbat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288 ve 290. maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı kanunun 293. maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi muvazaanın yazılı delille isbat edilmesi gerekir.Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde dahi olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle 5.2.l947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad ( namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.
    Somut olaya gelince; bilindiği gibi iptal ve tescil davalarının taşınmazın kayıt maliki aleyhine açılması zorunludur. Nitekim, eldeki dava, kayıt maliki davalı Ş..aleyhine açılmıştır.
    Ancak, somut olayın özelliği itibariyle, taşınmazın son maliki bakımından iddianın incelenebilmesi için, davacı ile ilk el durumundaki dava dışı M. arasındaki hukuki ilişkinin inançlı işlem olup olmadığının açıklığa kavuşturulması zorunludur. Ne var ki, davacının çekişmeli taşınmazı devrettiği ilk el durumundaki M.davada yer almamıştır.
    Hal böyle olunca, ilk el durumundaki M.Ö.ın davada yer almasının sağlanması, ondan sonra yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca davacı ile m.arasındaki temliki işlemin muvazaalı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, davacı tarafından m.e yapılan temlikin inançlı işlem olduğunun saptanması durumunda, son kayıt maliki davalı Ş.."nin iyiniyetli olup olmadığının bir başka ifadeyle TMK"nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yaralanıp yararlanamayacağının değerlendirilmesi, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, bu hususlar gözetilmeksizin eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.
    Davacı"nın, yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.05.2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

    -KARŞI OY YAZI
    Dava, inançlı işlem ve muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
    Davacı; İnançlı işlemden kaynaklanan iade hakkının bertaraf edilmesi kastıyla, inaçlı işlemin tarafı m. ara malik s.ve davalı son kayıt malikinin birlikte hareket ettikleri davalının yolsuz tescili bilen veya bilmesi gereken kişi olduğu iddiası ile eldeki davayı açmıştır.
    Mahkemece, davacı tarafından davalıya teklif ve eda edilen yemin ile inaçlı işlem ve muvazaa iddiasının kanıtlanmadığı, davalının taşınmazı bedeli karşılığında satın alan iyi niyetli üçüncü kişi olduğu gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
    Mahkemenin ret kararı; ‘ davacı ile ilk el durumundaki dava dışı m.arasındaki hukuki ilişkinin inaçlı işlem olup olmadığının açıklığa kavuşturulmasının zorunlu olduğu, ilk el m.Ö..ın dava da yer almasının sağlanması, M...e yapılan temlikin inançlı işlem olduğunun saptanması durumunda, son kayıt maliki davalı H..’nin iyi niyetli olup olamadığının TMK’nun 1023.maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacağının değerlendirilmesi, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerektiği’ gerekçesiyle oy çokluğuyla bozulmuştur.
    Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının maliki olduğu 7095 parsel 5 nolu bağımsız bölümün 14.03.2005 tarihinde dava dışı m.Ö..’a satış yoluyla temlik edildiği, M..in 21.11 2005 tarihinde dava dışı s.Maden’e sattığı, S..’inde 06.07.2006 tarihinde kardeşi davalı H.’ye satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır.
    Davacının aynı konuda, davalı aleyhine açtığı takipsizlik nedeniyle açılmamış sayılmasına karar verilen ve bu dosyanın delili olarak dayanılan Edremit 2 Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/664 esas, 2009/612 karar sayılı dosyasında; davacı, inançlı işlemin yazılı belgesinin bulunmadığını bildirmiştir.
    İnançlı işleme dayalı uyuşmazlıkların çözümünde uygulanan, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere; inançlı işleme dayalı olan davalar, şekle bağlı olmayan yazılı delille ispatlanabilir
    Her ne kadar, içtihadı birleştirmede, yazılı delil aranıyorsa da, kesin hüküm, kabul, ikrar ve yemin gibi diğer kesin delillerle de davanın ispatlanabileceği Yargıtay’ın istikrarlı uygulamasıdır.
    Davada iddianın ileri sürülüş biçimi ve dayanılan hukuki nedene göre, davalı, tanık dinlenmesine onay vermemiş ise de, davacı tanıkları olarak dinlenen davalı H..ve ara malik S..’in babası H..a Ö.., Davacını eşi M.. S.., davalının eşi H.. K.. ve diğer tanık beyanları, banka kayıtları ile; çekişme konusu taşınmazın ilk temlikinin 14.03.2005 tarihinde m.Ö..a yapıldığı, konut kredisinin 05.04.2005 tarihinde m.Ö.tarafından çekildiği ikinci temlikin yapıldığı 21.11.2005 tarihinde kredi borcu ödenerek kredinin kapatıldığı, satış bedelinin satın alan S..’in babası H..Ö..tarafından ödendiği tespit edilmiştir.
    Davacı vekili 15.12.20012 günlü dilekçesi ve 31.05.2012 günlü oturumda ki imzalı beyanıyla, ‘‘ ilk temlikin inançlı işleme dayalı olduğu ve inanaçlı işlemi bilerek bedelsiz olarak ara malik s.ve davalı H..’ye taşınmazın devredildiği’’ konusunda davalıya teklif ettiği yemin, davalı Hanife tarafından eda edilerek, inançlı işlemi bilmediği taşınmazı gerçek bedelini ödeyerek ihtiyacı için satın aldığı yemin kesin deliliyle saptanmıştır.
    Öte yandan; davalı H.., taşınmazı 06.07.2006 tarihinde satın aldıktan sonra davacı ile eşi M..S. ve s.Maden’e ihtiyaç nedeniyle 6 ay içinde taşınmazın boşaltılması için 03.08.2006 tarihinde Bayramiç Noterliğinden ihtarname gönderdiği, Edremit Sulh Hukuk Mahkemesinin 2007/128 esas sayılı dosyasında Ş.. ve M..S..aleyhine tahliye davası açtığı yine sözlü kira sözleşmesine dayanarak da 19.02.2007 tarihinde kira alacağının tahsili için Ş..ve Mehmet Savran aleyhine icra takibi başlattığı görülmektedir.
    Bilindiği üzere; Hakim, davanın açıldığı tarihteki yasal mevzuat, iddia, savunma doğrultusunda tarafların ileri sürdüğü olgular ve delillere göre davacının belirlediği konuda, taleple bağlı kalarak uyuşmazlık hakkında karar verir. Taraf delilleri özellikle yemin kesin delili ile davalının inançlı işlemi bilmediği, çekişme konusu taşınmazı bedelini ödeyerek satın aldığı ve iyi niyetli olduğu saptanarak davanın reddine karar verilmesi doğru olduğuna göre kararın onanması gerekirken inançlı işlemin tarafı olan m.hakkında dava açılması ve her iki davanın birlikte değerlendirilmesine olanak tanımak için kararın bozulması yönündeki çoğunluk görüşüne usul hukukunun temel ilkelerinden olan usul ekonomisi ilkesi, tasarruf ilkesi, taraflarca hazırlanma ilkelerine aykırı olduğunu düşündüğümden katılamıyorum.
    Medeni Usul Hukukumuza hakim olan en önemli ilkelerden biri tasarruf ilkesidir. 6100 sayılı HMK"nun 24. maddesinde ve 1086 sayılı HUMK"nun 72. maddesine göre; "Hakim iki taraftan birinin talebi olmaksızın kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz." . Hiç kimse, kanunda açıkça belirtilmedikçe kendi lehine olan bir davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz. Mahkemeler, özel hukuka ilişkin bir uyuşmazlığı kendiliklerinden çözmeye çalışmazlar. Taraf iradesine öncelik verilmesi ve tarafın talebinin esas alınması sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait birçok usul işleminde de kendisini gösterir. Dava konusunu davacı kendisi belirler, mahkeme de ancak davacı tarafından belirlenen konuda tarafların getirdiği vakıalara göre taleple bağlı kalarak karar verebilir. Uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu hallerde, Hakim maddi veya hukuki açıdan belirsiz, çelişkili anlaşılmayan konuların netleştirilmesi için açıklama isteyebilir ancak bu durum hiçbir şekilde tarafların ileri sürmediği vakıaları ileri sürme, hatırlatma ve yeni dava açılmasına olanak verme anlamına gelmez.
    İkinci olarak, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 75. maddesi ile ayni yönde düzenleme getiren 6100 sayılı HMK’nun 25. maddesinde ‘taraflarca getirilme ilkesi ‘ kabul edilmiştir. Bu ilke gereğince kural olarak Hakim, kendiliğinden, taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları ve belirli bir delili araştıramaz, dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Bu ilke uyarınca Hakim tarafların iddia ve savunmalarında ileri sürdükleri vakıalar ve delillerle bağlı olarak uyuşmazlığı çözmek zorundadır. Davacı, dava malzemelerini tam olarak getirmemiş, dayandığı hukuki sebebe bağlı olarak maddi olguları ve kanıtlarını ileri sürmemiş ise Hakim bunları hatırlatamaz. Aynı yasanın 26. maddesi uyarınca Hakim, tarafların talepleri ile bağlı olduğu gibi yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla da yükümlüdür.(HMK 30.md.)
    Taraflarca getirilme ilkesinin istisnaları, kamu düzenini ilgilendiren davalardır. Bu davalarda kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanır. Ancak, eldeki dava kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı, kamu düzenini ilgilendirin bir dava değildir
    Medeni Usul Hukukuna hakim tüm bu ilkeler uyarınca, inançlı işlem ve muvazaa hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davada; iddia, savunma ve tarafların gösterdikleri deliller değerlendirilerek uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekirken, davacının inançlı işlem iddiasının aydınlatılmasına yönelik olarak kendi lehine dava açmaya zorlanması mümkün değildir
    Hal böyle olunca; resen araştırma ilkesinin geçerli olmadığı bir davada, Yargıtay"ın davacının belirlediği dava konusu dışına çıkarak, davacıya lehine dava açma olanağı tanımak için kararın bozulması usul hukukunun temel ilkelerinden olan usul ekonomisi ilkesi, tasarruf ilkesi, taraflarca hazırlanma ilkelerine aykırı olduğunu düşündüğümden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum. Davacının, inançlı işlem nedeniyle taşınmazın iadesini bertaraf etmek için inançlı işlemin tarafı olduğu iddia edilen m. ara malik s.ve son kayıt maliki davalının birlikte danışıklı hareket etikleri davalının bedelsiz taşınmazı edindiği iddiası yönünde, davacının yemin dahil tüm delilleri toplanarak davanın ispat edilemediği gerekçesiyle verilen davanın reddi kararının onanması gerektiği kanaatindeyim .

     

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi