Esas No: 2017/506
Karar No: 2019/47
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/506 Esas 2019/47 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 379-373
Davacı ..."in, terör örgütünün propagandasını yapma suçundan beraatine karar verilmesinden sonra, gözaltında ve tutuklulukta kaldığı süreler nedeniyle 5.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte davalı ... Hazinesinden tahsili talebiyle açtığı davada, talebin kısmen kabulü ile 1.013 TL maddi, 750 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin Antalya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 11.04.2006 tarihli ve 88-137 sayılı hükmünün, davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 22.06.2009 tarih ve 2629-7324 sayı ile;
"Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine ancak;
1-Davacının mahsuba konu sabıkasının bulunup bulunmadığının tesbiti bakımından nüfus ve sabıka kayıtlarının getirtilmemesi,
2-Davacı vekili tarafından dava tarihinden itibaren yasal faiz talep edildiği hâlde, bu hususta olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi,
3-Öğrenci olan ve çalıştığına dair belge de ibraz edemeyen davacıya haksız tutuklama nedeniyle çalışmadığı günler için maddi tazminata hükmedilemeyeceğinin gözetilmemesi,
4-Ceza Genel Kurulunun Dairemizce de benimsenen 20.9.2005/88-98 tarih ve sayılı kararında da belirtildiği üzere; davayı vekil ile takip eden davacı lehine karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/4. maddesi uyarınca Tarifenin üçüncü kısmı gereğince ve ikinci kısmın ikinci bölümünün onuncu sırasındaki ücretten az olmamak üzere vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekirken dilekçe yazım ücretine hükmedilmesi," isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Yerel Mahkemece 20.10.2009 tarih ve 345-480 sayı ile; davacının maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 750 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek kanuni faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, bu hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 24.04.2012 tarih ve 10505-10688 sayı ile;
"Tutuklandığı tarihte öğrenci olan davacının maddi kaybı ile ilgili itibar edilecek belge ibraz edilmesi hâlinde bu husus nazara alınarak maddi zararının belirlenmesi, belge ibraz edememesi hâlinde de tazminat istemine konu işlem tarihindeki yaş durumu dikkate alınarak, bu yaş grubu için belirlenen net asgari ücret üzerinden hesaplanacak miktarın maddi tazminat olarak verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, maddi tazminata ilişkin talebin reddine karar verilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Antalya 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise 10.10.2012 tarih ve 379-373 sayı ile;
"Mahkememizin, ilk Yargıtay bozma ilamından sonra verilen 2009/345 esas 2009/400 karar sayılı, 20.10.2009 tarihli kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı ve 9. Ceza Dairesinin 2008/2629 esas sayılı 2009/7324 karar sayılı bozma ilamında da belirtildiği gibi öğrenci olan ve çalıştığına dair belge de ibraz edilemeyen davacıya haksız tutuklama nedeniyle çalışmadığı günler için maddi tazminata hükmedilemeyeceği," gerekçesiyle bozma kararına direnmiştir.
Direnme kararına konu hükmün de davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 02.01.2014 tarihli ve 73523 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 456-1779 sayı ile 6763 sayılı Kanun"un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun"a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 27.03.2017 tarih ve 595-2419 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 466 sayılı Kanun uyarınca tazminat istemine ilişkin davada, tutuklandığı tarihte öğrenci olan davacı lehine maddi tazminata hükmolunmasının mümkün olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 17.12.2003 tarihinde gözaltına alınan davacının, 20.12.2003 tarihinde tutuklanıp 02.03.2004 tarihinde tahliye edildiği, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 12.10.2004 tarih ve 110-89 sayı ile atılı suçu işlediğine dair mahkûmiyetine yeterli, kesin ve inandırıcı derecede her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediğinden beraatine karar verildiği, hükmün temyiz edilmeksizin 19.10.2004 tarihinde kesinleştiği,
Davacı vekilinin, 12.01.2005 havale tarihli dilekçesi ile; davacının tutuklandığı tarihte Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fizik Öğretmenliği Bölümü son sınıf öğrencisi olduğunu, haksız olarak tutuklanması nedeniyle sınavlara giremediğinden okulu uzatmak zorunda kaldığını, özel hayatının sarsıldığını ve psikolojik olarak yıprandığını belirterek 5.000 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren kanuni faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ettiği,
Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı Yönetim Kurulunca 26.02.2004 tarih ve 45 sayı ile; Fizik Eğitimi Anabilim Dalında öğrenim gören davacının, 2003-2004 bahar döneminde izinli sayılma isteğinin uygun olduğuna karar verildiği,
Mahkemece kolluk görevlilerine yaptırılan sosyal ve ekonomik durum araştırmasına göre; davacının Antalya"da ailesi ile birlikte oturduğu, ancak öğrenim nedeniyle Ankara"da yaşadığı, geçimini ailesinin yardımıyla sağladığı, herhangi bir malvarlığının bulunmadığı,
Gerekçeli karar başlığında “Dava tarihi: 12.01.2005” yerine “Suç tarihi: 11.02.2005”, “10.10.2012” olan karar tarihinin “12.10.2012” olarak hatalı şekilde yazıldığı ve davanın konusu tazminat isteğine ilişkin olmasına rağmen “Suç” ve “Suç yeri” ibarelerine yer verildiği,
Anlaşılmaktadır.
466 sayılı Kanun hükümleri uyarınca açılacak tazminat davalarının hukukumuza girişi ve hukuki niteliğine değinilmek suretiyle uyuşmazlık sağlıklı bir şekilde çözümlenebilecektir.
Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası, ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası"nda düzenlenmiş, 30. maddesinde yakalama ve tutuklamanın hangi hâllerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında işleme tâbi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre Devletçe ödenir.” hükmü yer almıştır.
1961 Anayasası"nda yer alan bu düzenleme doğrultusunda, 15.05.1964 tarihli Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun"un 1. maddesinde 7 bent hâlinde, tazminatı gerektiren hâller ayrıntılı olarak düzenlenmiş, 466 sayılı Kanun"un 1. maddesinin 8. bendinde yer alan, aynı tür suçtan mahkûm olanlar, itiyadi suçlular ve suç işlemeyi meslek veya geçinme vasıtası hâline getirenlerin tazminat isteyemeyeceklerine ilişkin hüküm 18.01.1991 tarihli Resmî Gazete"de yayımlanan 3696 sayılı Kanun ile kaldırılmıştır.
Haksız yakalanan ve tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası 1982 Anayasası"nda da sürdürülmüş ve 19. maddesinde yakalama ve tutuklama şartlarına işaret edildikten sonra maddenin son fıkrasında; “Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, kanuna göre, Devletçe ödenir.” hükmüne yer verilmiştir.
Anılan hüküm bu kez 17.10.2001 tarihli Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 sayılı Kanun"un 4. maddesi ile; “Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.” şeklinde değiştirilmiştir.
Devletimizin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin 5. maddesinde de kişilerin özgürlüğünün hangi hâllerde sınırlandırılabileceği belirlenmiş ve maddenin son fıkrasında bu şartlara aykırı davranılması hâlinde mağdur olan herkesin tazminat istemeye hakkı olduğu esası kabul edilerek, bireyin keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmasının engellenmesi amaçlanmıştır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun"un 18. maddesi ile 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı Kanun"un Yedinci Bölümünde, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat ana başlığı altında, 141 ila 144. maddelerinde, tazminat isteme şartları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş ise de 5320 sayılı Kanun"un 6. maddesindeki; “(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır.
(2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 7.5.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” hükmü uyarınca, 466 sayılı Kanun hükümleri 1 Haziran 2005 tarihinden önce gerçekleşen işlemler yönünden uygulanmaya devam edecektir.
Davaya konu işlem tarihi itibarıyla uygulanması gereken 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun"un 1. maddesi;
“1. Anayasa ve diğer kanunlarda gösterilen hal ve şartlar dışında yakalanan veya tutuklanan veyahut tutukluluklarının devamına karar verilen;
2. Yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar kendilerine yazılı olarak hemen bildirilmeyen;
3. Yakalanıp veya tutuklanıp da kanuni süresi içinde hakim önüne çıkarılmayan;
4. Hakim önüne çıkarılmaları için kanunda belirtilen süre geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın hürriyetlerinden yoksun kılınan;
5. Yakalanıp veya tutuklanıp da bu durumları yakınlarına hemen bildirilmeyen;
6. Kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına karar verilen;
7. Mahkum olup da tutuklu kaldığı süre hükümlülük süresinden fazla olan veya tutuklandıktan sonra sadece para cezasına mahkum edilen kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar, bu kanun hükümleri dairesinde Devletçe ödenir.” hükmünü içermektedir.
Kişilerin suçluluğu mahkeme kararı ile kesinleşmeden önce uygulanan yakalama ve tutuklama gibi koruma tedbirleri, bazen bir kısım zararların meydana gelmesine de neden olabildiğinden, hürriyetten yoksun kalanların haklarının teslim edilmesi amacıyla bu tedbirlerin uygulanması sonucu meydana gelen zararların tazminine yönelik olarak söz konusu düzenleme öngörülmüştür.
Öğretide yer alan yaygın görüşe göre; mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına nazaran, kural olarak Devletin yargılama faaliyetinden dolayı mali sorumluluğu kabul edilmemekte, ancak kanun ile düzenleme yapılması hâlinde tazminat verilebileceği belirtilmektedir. Yakalama ve tutuklamanın haksızlığını giderici bir müessese olan tazminat sisteminin hukuki niteliği de tartışmalıdır. Haksız yakalanan ve tutuklanan kişilere karşı devletin tazminat sorumluluğunun dayanağı, farklı teorilere dayandırılmış şahsi kusur, yardım, kusursuz sorumluluk, haksız fiil, risk teorisi veya organ teorisi gibi kavramlarla açıklanmaya çalışılmıştır.
Hâkimlerin hukuki sorumluluklarını düzenleyen 6100 sayılı HMK"nın 46. maddesindeki genel kuralın tazminatın dayanağı olduğu görüşü şahsi kusur teorisini açıklamış, haksız yakalanan veya tutuklanan kişilere ödenen paranın tazminat değil devletin bu kişilere yardımı olduğunu ileri süren görüş de yardım teorisini ortaya koymuştur. Risk teorisi ise; toplumda herkesin kanun dışı yakalanma veya tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya bulunmakla beraber, uygulamada ancak bazı kişilerin haksız olarak tutuklandığına, kamu düzeni faydası için bazı kimselerin zarar görebildiğine, bu zararın toplum tarafından giderilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Devletin kendisine organik olarak bağlı olan organlarının yaptığı işlemlerden doğan zarardan sorumluluğu da organ teorisi ile açıklanmıştır.
Haksız fiil teorisine göre ise, hukuk düzeninin uygun bulmadığı, hukuka, kanuna, örf ve adete aykırı olan zarar verici filler haksız filler olup tazminat isteme hakkını doğuracaktır. Haksız fiile dayanan sorumluluk hukukunda da; kişinin hukuka aykırı ve kusurlu eylemleri ile sebep olduğu zarardan sorumluluğunu ifade eden kusur ilkesi ve kusuru aranmaksızın sadece kendisinin zarara sebep olması hâlinde zarardan sorumluluğunu ifade eden sebebiyet ilkesi olarak iki ilke ortaya çıkmaktadır.
Diğer taraftan, adalet hizmetinin yürütülmesi sırasında bir zarar doğmuşsa kusurlu olup olmadığına bakılmaksızın devletin sorumlu tutulması gerektiği görüşü de kusursuz sorumluluk teorisi ile açıklanmıştır. Bu konuda öğretide "466 sayılı Kanun"da öngörülen maddi ve manevi tazminatlar, hâkimlerin görevlerini yaparken kasıtlı olmayan fakat hizmet kusuru olarak nitelendirilebilecek hatalı davranış ve kararları ya da ihmali hareketleri ile haksız yakalama veya tutuklamaya sebep olduklarının anlaşılması üzerine devletin objektif sorumluluğunun kabul edilmesi nedeniyle ortaya çıkan tazminatlardır" (Hasan Köroğlu, Haksız Tutuklama Tazminatı, Adil Yayınevi, Ankara 1996, s.21.) şeklinde görüş de mevcuttur.
466 sayılı Kanun"un gerekçesinde de; “...yakalanmaları ve tutuklanmalarında kanuna uymayan bir cihet bulunmamakla beraber bilahare haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraatlerine karar verilerek bu suretle tutuklanmaları veya yakalanmalarının haksızlığı meydana çıkmış olanların da Devletten tazminat isteyebilecekleri ve bu tazminatın hukuki mesnedinin de objektif mesuliyet esasına istinat ettiği netice ve kanaatine varılmaktadır” açıklamasına yer verilmiştir.
Öte yandan, Ceza Genel Kurulunun 23.11.2004 tarihli ve 177-203 sayılı kararında ise; 466 sayılı Kanun"a dayalı tazminatlarda, her türlü sorunun, öncelikle bu Kanun normlarıyla çözümlenmesi gerektiği, açıklık bulunmayan ahvalde “tazminat hukuku” kıyaslamasına başvurulacağı, fiilin en ziyade “haksız fiil” benzeri olduğu gözetilerek çözüme ulaşılacağı vurgulanmıştır.
466 sayılı Kanun"un 1. maddesinde 7 fıkra hâlinde, tazminatı gerektiren hâller ayrıntılı olarak düzenlenmiş olup bunlardan uyuşmazlığı ilgilendiren altıncı fıkrasında; “Kanun dairesinde yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturma yapılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına veyahut beraetlerine veya ceza verilmesine mahal olmadığına karar verilen” kimselerin uğrayacakları her türlü zararın, bu Kanun hükümlerine göre Devletçe ödeneceği belirtilmiştir. Bu fıkra uyarınca tazminat hakkının doğması için, yapılan işlemin başlangıçta hukuka uygun olması, daha sonra verilen kovuşturmaya yer olmadığına veya beraat kararı ile yapılan işlem veya verilen kararın tamamen veya kısmen haksız hâle dönüşmesi gerekmektedir. Burada başlangıçta verilen kararlar veya işlemlerde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamakta, yakalama ve tutuklama tamamen hukukun öngördüğü ilkeler çerçevesinde gerçekleşmektedir. Kanun koyucu, hukuk devleti olmanın gereği olarak, fertlerin başlangıçta hukuka uygun bir şekilde özgürlüklerinin kısıtlanmasının daha sonra verilen kararlarla özü itibarıyla haksız bir hâle geldiğini kabul ederek, zararlarının tazminini kabul etmiştir.
Görüldüğü gibi, hukuka uygun bir şekilde yakalanan veya tutuklanan kişinin, 466 sayılı Kanun"un 1. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca tazminata hak kazanabilmesi için, hakkında son soruşturmanın açılmasına veya kovuşturma yapılmasına yer olmadığına veyahut beraatine veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi yeterlidir. Kanun koyucu sonradan verilen ve kesinleşen bu kararlarla zararın gerçekleştiğini başkaca hiçbir inceleme ve araştırmaya gerek kalmaksızın kabul etmiş, hâkime zararın doğup doğmadığını belirlemek yönünde herhangi bir takdir ve değerlendirme yetkisi tanımamıştır. Fıkrada hâkime tanınan yetki, kanun koyucu tarafından doğduğu varsayılan zararın hak ve nasafet kurallarına uygun olarak belirlenmesinden ibarettir.
Maddi tazminat ile davacının malvarlığında meydana gelen somut bir azalma ya da kazanç kaybı, ödediği avukatlık ücreti gibi masrafların karşılanması amaçlanırken, manevi tazminat kişinin sosyal çevresinde itibarının sarsılması, özgürlüğünden mahrum kalması nedeniyle duyduğu elem, keder, ıstırap ve ruhsal sıkıntıların bir ölçüde de olsa giderilmesi amacına yöneliktir.
Maddi tazminatın konusu, hukuka aykırı bir koruma tedbirine maruz kalan kişinin uğradığı maddi zararlardır. Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında karşılanması gereken maddi zarar; malvarlığının aktif değerlerinde meydana gelen azalma veya pasifinde, başka bir anlatımla borçlarında artma şeklinde oluşabilir.
Maddi tazminatın esasını oluşturan malvarlığında meydana gelen azalma veya gelir kaybının tespitinde objektif ölçü ve belgelere dayanılmalı, kişinin gözaltına alınması ya da tutuklanmasından önceki işine bakılmalıdır. Davacı işçi ya da memursa çalıştığı yerden, serbest meslek çalışanı ise ilgili meslek kuruluşundan sorulup vergi kayıtları da incelenerek sağlık durumu, çalıştığı işin niteliği, hafta sonu, dini ve milli bayramlarda çalışıp çalışmadığı araştırılıp sonucuna göre gerekirse bilirkişi marifetiyle maddi kaybı hesaplanmalıdır.
Herhangi bir işte çalışmayan kişilere verilecek maddi tazminatın hesaplanmasında gözaltında ya da tutuklu kaldıkları dönemdeki net asgari ücret göz önünde bulundurulmalı, serbest meslek sahibi olanların ne kadar kazanç elde ettikleri vergi dairesi veya ilgili meslek kuruluşundan sorulmalı, belli bir işyerinde çalışmayan, dolayısıyla aldıkları ücret ya da maaşı belirli olmayan kişilerin ise tarım veya sanayide çalışıp çalışmadıkları araştırılıp bu alandaki asgari ücret üzerinden tazminat hesaplanmalıdır.
Tazminat hukukunun koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında da tatbiki gereken genel prensipleri uyarınca, davacının dava dilekçesinde uğradığını ileri sürdüğü tüm zararlarının niteliğini, miktarını ve buna ilişkin delillerini açıkça göstermesi gerekmektedir. Davacı, maddi kaybının belirlenebilmesi bakımından herhangi bir işte çalışıyorsa buna ilişkin maaş bordrosu ve benzeri bilgi ya da belgelerini ibraz etmeli, varsa tanıklarını göstermelidir.
Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat talebinde bulunulabilmesi için, zarar ile haksız işlem arasında uygun illiyet bağı bulunması, zararın da hukuka uygun bir gelire ilişkin olması gerekmektedir. Örneğin tefecilik yapan ya da kumar oynayan birisinin, tutuklu kaldığı günler için belirtilen yollarla elde edeceği kazançtan yoksun kaldığını ileri sürerek açacağı tazminat davası kabul edilmeyecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Tutuklandığı tarihte herhangi bir işte çalışmayan ve Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fizik Öğretmenliği bölümü son sınıf öğrencisi olan davacının, haksız gözaltı ve tutuklama sonucu sınavlara girememesi nedeniyle eğitimi aksadığından zamanında mezun olamaması ve dava aşamasında maddi kaybına ilişkin olarak yalnızca eğitimine ara vermek zorunda kaldığına ilişkin bir belgeyi sunmuş olması göz önüne alındığında, hakkaniyet ilkesi gereği davacının tazminat isteğine konu işlem tarihindeki yaş durumu da dikkate alınarak en azından temel ihtiyaçlarını karşılayan, insanca yaşamasına imkân tanıyan net asgari ücretin tamamı üzerinden belirlenecek bir miktarın maddi tazminat olarak belirlenmesi gerekmektedir.
Öte yandan, gerekçeli karar başlığında “Dava tarihi: 12.01.2005” yerine “Suç tarihi: 11.02.2005”, “10.10.2012” olan karar tarihinin “12.10.2012” olarak hatalı şekilde yazılması ve davanın konusu tazminat isteğine ilişkin olmasına rağmen “Suç” ve “Suç yeri” ibarelerine yer verilmesi de usul ve kanuna aykırıdır.
Bu itibarla, Yerel Mahkeme direnme kararına konu hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Antalya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 10.10.2012 tarihli ve 379-373 sayılı direnme kararına konu hükmünün, davacı tarafından haksız gözaltı ve tutuklu kalınan süre nedeniyle açılan tazminat davasında, hakkaniyet ilkesi gereği davacının tazminat isteğine konu işlem tarihindeki yaş durumu da dikkate alınarak en azından temel ihtiyaçlarını karşılayan, insanca yaşamasına imkân tanıyan net asgari ücretin tamamı üzerinden belirlenecek bir miktarın maddi tazminat olarak belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi, gerekçeli karar başlığında “Dava tarihi: 12.01.2005” yerine “Suç tarihi: 11.02.2005”, “10.10.2012” olan karar tarihinin “12.10.2012” olarak hatalı şekilde yazılması ve davanın konusu tazminat isteğine ilişkin olmasına rağmen “Suç” ve “Suç yeri” ibarelerine yer verilmesi isabetsizliklerinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 24.01.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.