Esas No: 2018/533
Karar No: 2019/31
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2018/533 Esas 2019/31 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 197-26
Sanıklar ..., ..., ... ve ... hakkında nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüsten açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, sanıkların eylemlerinin kasten yaralama suçunu oluşturduğu kabul edilerek, sanık ..."ın TCK"nın 86/1, 86/3-e, 38/3 ve 62/1. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına; sanık ..."nun TCK"nın 38. maddesi, sanıklar ... ve ..."ın TCK"nın 37/1. maddesi delaletiyle aynı Kanun"un 86/1, 86/3-e ve 62/1. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, tüm sanıklar hakkında TCK"nın 53/1 ve 63. maddeleri uyarınca hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin Trabzon 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 17.05.2010 tarihli ve 231-57 sayılı hükümlerin sanıklar müdafileri ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 03.10.2013 tarih ve 2597-5502 sayı ile;
"Oluşa ve dosya içeriğine göre, sanık ...’in kardeşinin ortak olduğu bir otelde meydana gelen, otelin diğer bir ortağının öldürülmesi olayı ile ilgili olarak mağdurun Trabzon 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/19-112 sayılı dosyasında tanık olarak beyanda bulunduğu, bu nedenle sanık ...’in mağdura husumet duyduğu, sanık ...’dan mağduru vurmasını istediği, sanık ...’nın kabul etmesi üzerine olaydan birkaç gün önce diğer sanıklarla birlikte araçla mağdurun aracını takip ederek evini öğrendikleri, olay gecesi sanıklar Mustafa ve .....’nın, sanık ...’nin kullandığı araçla mağdurun evinin önüne geldikleri, beklemeye başladıkları, mağdurun saat 02.00 civarında aracı ile geldiği, evine doğru yürüdüğü sırada sanık ...’yı elinde tabanca ile gördüğü ve sanığın üzerine doğru hamle yaptığı sırada sanık ...’nın, bir el ateş ederek batın bölgesinden mağduru yaraladığı, ateş etmeye devam ederek diğer sanıklar .....ve ..... ile birlikte kaçtıkları olayda,
Sanıkların eylemlerini tasarlayarak ve mağdurun tanıklık yapması nedeniyle yerine getirdiği kamu görevinden dolayı gerçekleştirdikleri anlaşılmakla, sanık ...’in TCK"nın 38/1, 82/1-a-g, 35, 62, 53, sanık ...’nın TCK"nın 82/1-a-g, 35, 38/3, 62, 53, sanıklar .....ve .....’nın TCK"nın 82/1-a-g, 35, 62, 53. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları gerektiği gözetilmeden suçun niteliğinde hataya düşülerek sanık ...’in kasten yaralamaya azmettirme, sanıklar Mustafa, .....ve .....’nın kasten yaralama suçlarından cezalandırılması," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Trabzon 2. Ağır Ceza Mahkemesi ise 10.02.2014 tarih ve 197-26 sayı ile bozma kararına direnerek sanıkların önceki hüküm gibi cezalandırılmalarına karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükümlerin de sanıklar müdafileri ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 01.07.2014 tarihli ve 174508 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 476-1178 sayı ile; 6763 sayılı Kanun"un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun"a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 05.11.2018 tarih ve 2193-4414 sayı ile; direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanıklar ... ve ... hakkında 6136 sayılı Kanun"a aykırılık suçundan verilen mahkûmiyet hükümleri Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme, sanıklar ..., ..., ... ve ... hakkında kasten yaralama suçundan kurulan mahkûmiyet hükümleriyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıkların eylemlerinin nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü, yoksa kasten yaralama suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle yüklenen suçun alt sınırı itibarıyla sanık ... müdafisi hazır olmaksızın hüküm kurulmasının savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yukarıda belirtilen ön soruna ilişkin uyuşmazlığa geçilmeden önce Ceza Genel Kurulu Başkanınca, sanık ... müdafisinin 10.02.2014 havale tarihli dilekçesinde belirttiği mazereti hakkında bir karar verilmemesi suretiyle de sanığın savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığının belirlenmesi gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine, her iki ön sorunun birlikte değerlendirilmesi gerekmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanıklar ..., ..., ... ve ... hakkında nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüsten TCK’nın 82/1-a-son ve 35. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açıldığı,
Kovuşturma aşamasında sanık ...’ın, 15.01.2009 tarihli vekâletnameyle Av. ...’yi kendisine müdafi olarak tayin ettiği, sanık müdafisinin söz konusu vekâletnameyi 26.01.2009 tarihli duruşmada ibraz ettiği ve bu hususun duruşma tutanağına yazıldığı,
Trabzon 2. Ağır Ceza Mahkemesince 17.05.2010 tarihli ve 231-57 sayılı hüküm ile; sanıkların eylemlerinin kasten yaralama suçunu oluşturduğu kabul edilerek TCK’nın 86/1 ve 86/3-e maddeleri uyarınca cezalandırılmalarına karar verildiği,
Hükümlerin sanık ... müdafisi Av. ... ile diğer sanıklar müdafileri ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 03.10.2013 tarih ve 2597-5502 sayı ile sanıkların eylemlerinin nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüsü oluşturduğu gerekçesiyle bozulmasına karar verildiği,
Bozmadan sonra Yerel Mahkemece yapılan 30.12.2013 tarihli oturuma sanıklar müdafileri ile sanık ...’ın katıldığı, sanık ... ile sanıklar müdafilerinin bozmaya karşı diyecekleri sorulduktan sonra usulüne uygun davetiyle tebliğine rağmen gelmeyen sanık ...’ın zorla getirilmesine, bozmaya karşı beyanları alınmayan sanıklar ... ve ...’nun bir sonraki oturumda hazır edilmelerine ve sanıklar müdafilerine talepleri doğrultusunda süre verilmesine karar verilerek duruşmanın 10.02.2014 tarihine ertelendiği,
Sanık ... müdafisi Av. ...’nin 10.02.2014 havale tarihli dilekçeyle, aynı gün Samsun ilinde olacağı gerekçesiyle 10.02.2014 tarihinde yapılacak duruşmaya katılamayacağını belirterek mazeretinin kabulü ile duruşmanın başka bir güne bırakılması talebinde bulunduğu,
Yerel Mahkemece 10.02.2014 tarihli oturumda, sanık ... müdafisi Av. ... tarafından mazeret dilekçesi verildiği hususu duruşma tutanağına geçirildikten sonra, sırasıyla katılan vekili, Cumhuriyet savcısı, sanıklar .....,..... ve .....müdafileri ile tüm sanıkların bozmaya karşı beyanları alınarak sanık ... müdafisi Av. ...’nin yokluğunda ve mazeret dilekçesi hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmadan direnme kararına konu mahkûmiyet hükümlerinin kurulduğu,
Anlaşılmaktadır.
Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti ilgilendirmektedir. Çünkü ceza yargılamasında savunma, yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan, hükmün doğru olmasını sağlar. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma gibi hakların yanında müdafiden yararlanma hakkını da içerir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın "Temel haklar ve ödevler" bölümünde yer alan 36. maddesinde savunma hakkı; "Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir" şeklinde düzenlenmiş olup "temel hak" niteliğine uygun olarak savunma hakkı verilmemesi veya savunma hakkının sınırlandırılması durumunda verilen karar hukuka aykırı olacaktır. Buna göre, sanığın ceza muhakemesindeki en önemli haklarından birisi, yargı mercilerince her aşamada nazara alınması gereken savunma hakkıdır. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan bu hakkın herhangi bir nedenle sınırlandırılması da mümkün değildir. Nitekim 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrası uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 308. maddesinin 8. fıkrasına göre savunma hakkının sınırlandırılması mutlak bozma nedenlerindendir.
Savunma, Anayasa"nın 36. maddesiyle anayasal güvence altına alınan meşru bir yol, müdafi de savunmanın meşru bir aracıdır. Dolayısıyla söz konusu hüküm, müdafi aracılığı ile savunulmayı da anayasal güvence altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “adil yargılanma hakkını” düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının b ve c bentlerinde de; “her sanığın en azından...
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak…” hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Buradan çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama özgürlüğünün bir gereği olduğu ve avukatın yardımından yararlanma hakkının da, savunma hakkından ayrı düşünülemeyeceği gerçeğidir. Anılan sözleşme hükümlerinde sanığın en azından kendi kendini savunma hakkı bulunduğu belirtilmekle, mahkeme huzurunda doğrudan savunmasını yapabilmesi için duruşmada hazır bulunma hakkının varlığı da zımnen kabul edilmiştir
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesinde, üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada, şüpheli veya sanığın müdafisinin bulunmaması hâlinde talebi aranmaksızın kendisine müdafi atanacağı hüküm altına alınmış iken, 19.12.2006 tarihli Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun"un 21. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinde değişiklik yapılarak bu zorunluluk, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlara şamil kılınmış, bu şekilde daha önce üst sınırı en az 5 yıl hapis cezası gerektiren suçlarda sanıklar için zorunlu müdafi atanması sistemi, alt sınırı 5 yıldan daha fazla hapis cezası gerektiren suçlardan yargılanan sanıklarla sınırlandırılmıştır.
5271 sayılı CMK"nın “Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma” başlıklı 151. maddesinin birinci fıkrasında;
“(1) 150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir” düzenlemesi yer almaktadır.
5271 sayılı CMK"da savunma hakkı konusunda oldukça hassas davranılmış, bunun bir sonucu olarak da isteğe bağlı müdafiliğin yanında, bazı hâllerde zorunlu müdafilik benimsenmiştir. Aynı Kanun"un 2. maddesindeki tanıma bakıldığında, Ceza Muhakemesi Kanunu anlamında zorunlu (veya istek üzerine atanan) müdafi ile vekâletnameli müdafi arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır.
“Duruşmada hazır bulunacaklar” başlıklı 188. maddesinin birinci fıkrası;
“Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunması şarttır” şeklinde düzenlenmiş olup, Kanun"un zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafinin karar oturumu dâhil tüm oturumlarda hazır bulunması şart koşulmuş; 29.10.2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname"nin 5. maddesi ile bu fıkraya "Müdafiin mazeretsiz olarak duruşmayı terk etmesi hâlinde duruşmaya devam edilebilir" cümlesi eklenmiş, 08.03.2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 7070 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun"un 5. maddesi ile de anılan cümle "Müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi halinde duruşmaya devam edilebilir" şeklinde düzenlenerek kanunlaşmıştır.
5271 sayılı CMK"nın "Delillerin tartışılması" başlıklı 216. maddesi ise;
"(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
(3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir" şeklinde düzenlenmiş iken, 25.08.2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname"nin 148. maddesi ile üçüncü fıkraya "Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez" cümlesi eklenmiş, 08.03.2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 7078 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun"un 143. maddesiyle de anılan cümle kanunlaşmıştır.
1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308. maddesinin 5. fıkrası ile 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın hukuka kesin aykırılık hâllerini düzenleyen 289. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca, Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması durumunda da hukuka kesin aykırılık hâli bulunduğu kabul edilmiştir.
Gelinen bu noktada mahkeme kararlarının gerekçeli olması hususuna da değinilmesinde fayda bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nın "Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması" başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası; "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır" şeklinde düzenlenmiştir.
Ceza Muhakemesi Kanunu"nun "Kararların gerekçeli olması" başlığını taşıyan 34. maddesinin birinci fıkrasında; "Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dâhil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230. madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir,"
"Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar" başlıklı 230. maddesinde;
"1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanunun 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.
d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.
2) Beraat hükmünün gerekçesinde, 223. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
3) Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, 223. maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
4) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümlerin dışında başka bir karar veya hükmün verilmesi hâlinde bunun nedenleri gerekçede gösterilir."
Hükümlerine yer verilmiştir.
Bu bağlamda, Anayasa"nın 141 ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nun 34 ve 230. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının karşı oy da dâhil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunludur.
Mahkemeler, kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir. (AYM, B.N: 2013/7800, 18.6.2014, & 31; AİHM, Hadjianastassiou/Yunanistan Kararı, 16.12.1993, & 33.)
Mahkemelerin davanın taraflarınca ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. (AYM; B.N: 2013/7970, 10.06.2015, & 41). Böylece davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymaları da sağlanacaktır. (AYM; B.N: 2012/1034, 20/3/2014, & 34.).
Bu açıklamalar ışığında ön sorunlara ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Yüklenen suçun alt sınırı itibarıyla Kanun’un zorunlu müdafiliği kabul ettiği nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüsten yapılan yargılamada, CMK’nın 289. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendindeki emredici hüküm uyarınca duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanık ... müdafisinin yokluğunda direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün tesis ve tefhim edilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
Öte yandan, sanık ... müdafisinin duruşma günü il dışında olacağı gerekçesiyle duruşmanın başka bir güne ertelenmesi talebine ilişkin Yerel Mahkemece olumlu veya olumsuz bir karar verilmeden sanık müdafisinin yokluğunda mahkûmiyet hükmü kurulmasının, Anayasa’nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “adil yargılanma hakkını” düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde yer alan hükümleri göz önüne alındığında savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olduğu açıktır.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükümlerinin, tüm sanıklar yönünden saptanan bu usuli nedenlerden dolayı diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Trabzon 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 10.02.2014 tarihli ve 197-26 sayılı direnme kararına konu mahkûmiyet hükümlerinin, duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanık ... müdafisinin mazeret dilekçesi hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmeden yokluğunda hüküm tesis edilmesi suretiyle savunma hakkı kısıtlandığından tüm sanıklar yönünden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmesi amacıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 22.01.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.