4. Hukuk Dairesi 2020/311 E. , 2020/1250 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacılar ... ve diğerleri vekili Avukat ... tarafından, davalılar ... ve diğerleri aleyhine 18/10/2010 gününde verilen dilekçe ile muvazaaya dayalı tapu iptal ve tescil istenmesi üzerine Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda dahili davalı ... yönünden davanın reddine; diğer davalılar yönünden bozma öncesi hüküm kesinleşmiş olduğundan karar verilmesine yer olmadığına dair verilen 15/06/2017 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı olarak incelenmesi davacılar vekilleri tarafından, duruşmasız olarak incelenmesi de dahili davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 25/02/2020 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine duruşmalı temyiz eden davacılar ... ve ... vekilleri Avukat ... ile karşı taraftan davalı ... vekili Avukat ... geldiler. Diğer davalı ve davacılar adlarına gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hâkimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kâğıtlar incelenerek gereği düşünüldü.
Dava, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile temlik edilen taşınmaz ile ilgili muvazaa iddiasına dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda dahili davalı ... yönünden davanın reddine, diğer davalılar yönünden bozma öncesi verilen ilk karar kesinleştiğinden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili ile davalılardan ... tarafından temyiz edilmiştir.
Davacılar vekili; mirasbırakanları ...’ın 546 (yeni 27942 ada 22 ) parsel sayılı taşınmazdaki 12620/30160 payını noterde düzenlenen gayrımenkul satış vaadi sözleşmesi ile gelini olan davalılardan Fetane Dalkaıran’a satışını vaad ettiğini, bu sözleşmeye dayalı olarak anılan davalı tarafından müvekkillerine yönelik olarak tapu iptal ve
tescil davası açıldığını, ... 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1998/458 esas ve 1998/2430 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verildiğini, satış vaadi sözleşmesinin muvazaalı ve mal kaçırma amaçlı olduğunu, ayrıca belirtilen tapu iptal tescil davasında kendilerine yapılan tebligatların usulsüz olduğunu beliterek, tapu iptal ve miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Davalılar, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Mahkemece; davalılardan ... yönünden talebin kabulüne, diğer davalılar yönünden vazgeçme nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına dair verilen ilk kararın davalılardan ... tarafından temyizi üzerine 1. Hukuk Dairesi’nin 09/06/2015 gün 2015/2446 esas ve 2015/8543 karar sayılı ilamı ile “ Somut olayda; taşınmazların temlikin dayanağının düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi olduğu gözetildiğinde 1.4.1974 tarih ve 1/2 Sayılı İçtihatları Birleştirme Kararının uygulama yeri yoktur. Ancak; muvazaalı işlemlerin bağlayıcı bir hukuk sonuç doğurmayacağı, yukarıda ayrıntısıyla ifade edilen Türk Borçlar Kanununun 19. maddesinde (818 Sayılı Borçlar Kanunu 18.md.) genel bir ilke olarak düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Bundan dolayı, somut olaydaki uyuşmazlığın Türk Borçlar Kanununun 19. Maddesi (818 Sayılı Borçlar Kanunu 18.md.) kapsamında değerlendirilip çözümlenmesi gerekmektedir.." gerekçesi ile bozulmuş; bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda dahili davalı ... yönünden davanın reddine, diğer davalılar yönünden bozma öncesi verilen ilk karar kesinleştiğinden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Bilindiği üzere; İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda Türk Borçlar Kanunu’nun 19. Maddesinde (818 Sayılı Borçlar Kanunu md.18) düzenlenmiş ve anılan maddede, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.
O halde muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir. Bir başka ifadeyle, irade açıklamasında bulunan taraflar bu açıklamanın kendisine yapıldığı kişi, irade açıklamasının sonuç doğurmaması konusunda anlaşmışlar, yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görüşünü yaratmayı istemişlerse, muvazaadan söz edilir.
Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
Buna mukabil, özellikle mevsuf (nispi) muvazaada ilke olarak görünüşteki işlemin altına saklanan ve tarafların içerik ve sonuçlarıyla birlikte gerçekleştirmek istedikleri işlem (gizli sözleşme) geçerlidir. Bu geçerlilik, tarafların gerçek ve uygun iradelerinin bu yolda olmasından ve gizli sözleşmenin, muvazaalı hukuki işlemin altına gizlenmiş olmasının, kural olarak geçerliliğini etkilememesinden kaynaklanır.
Ancak, şekil şartına tabi sözleşmeler yönünden gizli sözleşmenin geçerli olabilmesi onun da kanunda yazılı şekil şartına uygun olarak düzenlenmesine bağlıdır. Yani, görünüşteki işlemin altına saklanan sözleşme şekil şartına uygun olarak yapılmamış ise tarafların iradelerine uygun olsa bile geçerli olmayacaktır. İster satış, ister bağış olsun taşınmaz üzerindeki tasarrufların resmi şekilde yapılması gerekir. Taraflar muvazaalı bir işlem ile taşınmazın devrini amaçlıyorlar ise bunu ancak gizli sözleşmeyi de resmi şekilde yapmak suretiyle gerçekleştirebilirler. Aksi halde görünüşteki işlem tarafların iradelerine uygun olmaması sebebiyle; gizlenen işlem ise, Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 706., Borçlar Kanunu"nun (BK) 213. (Türk Borçlar Kanunu"nun (TBK) 237.), Noterlik Kanunu’nun 89., ve Tapu Kanunu"nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunması sebebiyle geçersiz olacaktır.
Dosya kapsamından; davacıların murisi olan ...’ın 546 (yeni 27942 ada 22 ) parsel sayılı taşınmazdaki 12620/30160 payını noterde düzenlenen 29/04/1988 tarihli gayrımenkul satış vaadi sözleşmesi ile gelini olan davalılardan Fetane Dalkaıran’a satışını vaad ettiği, murisin 05/11/1990 tarihinde vefat ettiği, anılan davalı tarafından bu sözleşmeye dayalı olarak tapu iptal ve tescil davası açıldığı, ... 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1998/458 - 1998/2430 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verildiği, hükmün temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiği görülmüştür.
Somut olayda; muris ile anılan davalının ölmeden önce aynı evde ikamet ettiği, murisin vefat edinceye kadar bakımının davalı tarafından yapıldığı ve dava konusu taşınmazı anılan davalı ile eşinin ekip biçtiği, dava konusu taşınmazın 29/04/1988 tarihli sözleşmede bedelinin 20.000.000 ETL (20YTL) olarak gösterildiği, ancak bilirkişi tarafından taşınmazın gerçek değerinin tasarruf tarihi itibariyle 477.000.000 ETL (477 YTL) olarak belirlendiği, buna göre bedeller arasında fahiş fark bulunduğu, anılan davalının ev hanımı olup bu taşınmazı satın alacak ayrı bir gelirinin olmadığı, dava konusu taşınmazın davanın açılmasının akabinde 03/11/2010 da dahili davalı ...’a devredildiği, dekontlar incelendiğinde davalı ...’a yapılan hisse devirlerindeki satış bedelleri ile bilirkişi tarafından belirlenen bedeller arasında da açık nispetsizlik bulunduğu, tanık beyanlarına göre bu yeri halen davalılardan ... ve çocuklarının kullanmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu değerlendirmeler ışığında muris ... ve davalı gelin ... arasında yapılan ve davaya konu 29/04/1988 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile dahili davalı ... ve davalılar arasındaki hisse devrine ilişkin satış sözleşmelerinin muvazaalı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Tarafların görünüşteki işlemleri gerçek iradelerine uygun olmaması sebebiyle; gizledikleri işlemler ise şekil şartına riayet edilmemesi sebebiyle geçersizdir.
Açıklanan nedenlerle davanın davalı ... yönünden kabulüne karar verilmesi gerekirken reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bu nedenle kararın davacılar yararına bozulması gerekir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın, yukarıda gösterilen nedenle davacılar yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalılardan ...’ın temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına ve davacılar yararına taktir olunan
2.540,00 TL duruşma Avukatlık ücretinin davalılara yükletilmesine, davacılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 11/03/2020 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum. 11/03/2020