Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü Dava , taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delilerden; davacının 25241 ada 3 sayılı parselde bulunan zemin kat 1 nolu bağımsız bölümünü ablasının oğlu C..G..ye satış yoluyla temlik ettiği, C..G..nin eşi Düriye"nin Karşıyaka Esnaf ve Sanatkarlar Kredi Kefalet Kooperatifinden kredi aldığı, karşılığında çekişmeli meskenin ipotek ettirildiği, 13.4.2009 tarihinde D.G.tarafından anılan kooperatife toplam 12.509TL ödeme yapılmasıyla ipoteğin fekkedildiği ve 13.4.2009 tarihinde satış yoluyla davalı M. B."a geçtiği, davacı ile davalının evlilik akdi olmadan uzun süredir birlikte yaşadıkları, bu ilişkiden müşterek bir kız çocuklarının olduğu, davacının iddiasını ispat bakımından yargılama sırasında 11.01.2005 tarihli “sözleşmedir” başlıklı el yazısıyla yazılmış belgeyi sunduğu, anılan belgenin “25241 ada 3 parseldeki 1 nolu bağımsız bölümün dayısı C."e ait olduğu, işleri bozulduğundan bedelsiz olarak kendisine devrettiği, meskende oturan anneannesinden ve teyzesinden kira almayacağı, dayısının istediği zaman evi bedelsiz dayısına devredeceği” yönünde açıklamayı içerdiği ve davacı C.ile yeğeni C.."ın imzalarının bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, muvazaa, kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazan aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki birsözleşme ile gizlemektedirler ( nisbi muvazaa) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir.
Her nekadar, muvazaayı düzenleyen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 19.maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmiyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Medeni Kanunun 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşai) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasi) bir hüküm durumundadır.
Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb"an dava açan kişi Medeni Kanunun 6. maddesi gereğince bu iddiasını isbat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288 ve 290. maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı kanunun 293. maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi muvazaanın yazılı delille isbat edilmesi gerekir.Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde dahi olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle 5.2.l947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.
Somut olaya gelince; bilindiği gibi iptal ve tescil davalarının taşınmazın kayıt maliki aleyhine açılması zorunludur. Nitekim, eldeki davada son kayıt maliki aleyhine açılmıştır.Ancak, somut olayın özelliği itibariyle, taşınmazın son maliki bakımından iddianın incelenebilmesi için, davacı ile ilk el durumundaki dava dışı C..G.. arasındaki hukuki ilişkinin muvazaalı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması zorunludur.Ne varki, davacının çekişmeli taşınmazı devrettiği ilk el durumundaki C.. davada yer almamıştır.
Hal böyle olunca, ilk el durumundaki C..G..nin davada yer almasının sağlanması, yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca davacı ile C..G..arasındaki temliki işlemin muvazaalı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, davacının iddiasını ispat bakımından yargılama sırasında sunduğu 11.01.2005 tarihli “sözleşmedir” başlıklı el yazısıyla yazılmış belgenin aslının taraflardan istenmesi ve değerlendirilmesi davacının tutunduğu belgenin sonradan düzenlenmiş olmasının sonuca etkili olmadığının gözetilmesi, davacı tarafından C.."a yapılan temlikin muvazaalı olduğunun saptanması durumunda, son kayıt maliki davalı M.B."ın iyiniyetli olup olmadığının bir başka ifadeyle TMK"nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yaralanıp yararlanamayacağının değerlendirilmesi, varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, bu hususlar gözetilmeksizin eksik inceleme sonucu yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.
Davacı C.in yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine.14.05.2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava, tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacının ilk el C.. G.’ye yaptığı temlikin iradi ve inançlı işleme dayalı olduğu, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı gereğince inançlı işlemin kanıtı yazılı belge ibraz edilmediği gibi inançlı işlemin tarafı olan C.. G..nin dava da yer almadığı davacının öncelikle ilk temlikin inançlı işleme dayalı olduğunu ispat etmesi gerektiği gerekçesiyle, davacı iddiası kanıtlanamadığından davanın reddine karar verilmiştir.
Mahkemenin davanın reddine ilişkin kararı; ‘ ilk el durumundaki C.. G..nin davada yer almasının sağlanması, taşınmazın temliki işleminin muvazaalı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, 11.01.2005 tarihli ‘sözleşmedir’ başlıklı belge aslının temini, işlemin muvazaalı olduğunun tespiti halinde son kayıt maliki davalının iyi niyetli olup olmadığı TMK’nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacağının değerlendirilmesi gerektiği’ gerekçesiyle oy çokluğuyla bozulmuştur.
Davacı, dava dilekçesinde ve 25.09.2012 tarihli oturumdaki imzalı beyanında; 2004 yılında işlerinin bozulduğunu çekişme konusu taşınmazını borçlularından kaçırmak için ablasının oğluna daha sonra iade edilmek üzere bedelsiz devrettiğini, işleri düzeldiğinde tapuyu geri istediğinde C..’ın kredi borcu nedeniyle taşınmaz üzerine ipotek tesis edildiğini öğrendiğini ipoteği kaldırmak için davalıdan 15.000,00TL borç para aldığını, davalının isteği üzerine eşi ve çocuğunun annesi olması nedeniyle talimatı doğrultusunda C..’ın taşınmazı davalıya devrettiğini, temlik den sekiz ay sonra ayrı yaşamaya başladıklarını ve davalının taşınmazı satmak istemesi nedeniyle,davalı adına olan tapunun iptali ve adına tescilini istemiştir.
Davalı cevap dilekçesinde ve 25.09.2012 tarihli oturumdaki imzalı beyanında; çekişme konusu taşınmazın bedelini kendisinin ödediğini ancak davalı adına tapuya tescil edildiğini, 2009 yılın da davacı tarafından taşınmazın ablasının oğlu C..’a devredildiği, C..’ın kredi borcu nedeniyle taşınmaz üzerinde ipotek bulunduğunu öğrendiğini, davacı ile birlikte bu konuyu halletmek için İzmir’e gittiklerini C..’ın kredi borcunu için 40.000,00 TL civarında ödeme yapıp ipoteği kaldırttığını ayrıca devir için C..’ın istediği parayı da haricen ödediğini bedeli karşılığın da taşınmazı satın aldığını savunmaktadır.
İddia ve savunma birlik de değerlendirildiğinde, davacının C..’a yaptığı ilk temlikin taşınmaz istendiğinde geri verilmek üzere bedelsiz yapıldığı, C..’ın satış suretiyle taşınmazı davalı ya devrettiği tarafların kabulündedir. Uyuşmazlık, davalı ya yapılan temlikin iradi olup olmadığı ve davalının taşınmaz bedelini ödeyerek satın alıp almadığı noktasında toplanmaktadır.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 25241 ada, 3 parsel sayılı taşınmazın zemin 39 ( 1 nolu bağımsız bölüm) nolu konutunu davalının 13.04.2009 tarihinde satın aldığı, 18.05.2005 tarihinde Duriye G..nin Karşıyaka Esnaf ve Sanatkarlar Kredi Kooperatifinden aldığı krediye karşılık C..G..adına kayıtlı 1 nolu bağımsız bölüm üzerine 30.000,00TL bedelli ipotek tesis edildiği, davalıya temlikin yapıldığı 13.04.2009 tarihinde Duriye G..nin kredi borcuna karşılık alacaklı kooperatife 2.083,33 TL, 8.993,34 TL, 1.433,33 TL ve 250.00 Tl ödemeler yapıldığı ayni gün davalının banka hesabından provizyonla para çıkışının olduğu, ipoteğin kaldırıldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; Hakim, davanın açıldığı tarihteki yasal mevzuat, iddia ve savunma doğrultusunda tarafların ileri sürdüğü olgular ile bu olguları kanıtlayacak delillere göre, davacının belirlediği konuda, taleple bağlı kalarak uyuşmazlık hakkında karar verir. Tarafların iddia ve savunması, dayandığı deliller ile davacının iddiasını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru olduğuna göre kararın onanması gerekirken ilk el durumundaki C..G..aleyhine dava açılmak üzere kararın bozulması yönündeki çoğunluk görüşüne usul hukukunun temel ilkelerinden olan usul ekonomisi ilkesi, tasarruf ilkesi, taraflarca hazırlanma ilkelerine aykırı olduğunu düşündüğümden katılamıyorum.
Medeni Usul Hukukumuza hakim olan en önemli ilkelerden biri tasarruf ilkesidir. 6100 sayılı HMK"nun 24. maddesinde ve 1086 sayılı HUMK"nun 72. maddesine göre; "Hakim iki taraftan birinin talebi olmaksızın kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz." . Hiç kimse, kanunda açıkça belirtilmedikçe kendi lehine olan bir davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz. Mahkemeler, özel hukuka ilişkin bir uyuşmazlığı kendiliklerinden çözmeye çalışmazlar. Taraf iradesine öncelik verilmesi ve tarafın talebinin esas alınması sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait birçok usul işleminde de kendisini gösterir. Dava konusunu davacı kendisi belirler, mahkeme de ancak davacı tarafından belirlenen konuda tarafların getirdiği vakıalara göre taleple bağlı kalarak karar verebilir. Uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu hallerde, Hakim maddi veya hukuki açıdan belirsiz, çelişkili, anlaşılmayan konuların netleştirilmesi için açıklama isteyebilir ancak bu durum hiçbir şekilde tarafların ileri sürmediği vakıaları ileri sürme, hatırlatma ve yeni dava açılmasına olanak verme anlamına gelmez.
İkinci olarak, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 75. maddesi ile ayni yönde düzenleme getiren 6100 sayılı HMK’nun 25. maddesinde ‘taraflarca getirilme ilkesi ‘ kabul edilmiştir. Bu ilke gereğince kural olarak Hakim, kendiliğinden taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları ve belirli bir delili araştıramaz, dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Bu ilke uyarınca, Hakim tarafların iddia ve savunmalarında ileri sürdükleri vakıalar ve delillerle bağlı olarak uyuşmazlığı çözmek zorundadır. Davacı, dava malzemelerini tam olarak getirmemiş, dayandığı hukuki sebebe bağlı olarak maddi olguları ve kanıtlarını ileri sürmemiş ise Hakim bunları hatırlatamaz. Aynı yasanın 26. maddesi uyarınca Hakim, tarafların talepleri ile bağlı olduğu gibi yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla da yükümlüdür.(HMK 30.md.)
Taraflarca getirilme ilkesinin istisnaları, kamu düzenini ilgilendiren davalardır. Bu davalarda kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanır. Ancak, eldeki dava kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı, kamu düzenini ilgilendirin bir dava değildir
Medeni Usul Hukukuna hakim tüm bu ilkeler uyarınca, taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davada; iddia, savunma ve tarafların gösterdikleri deliller değerlendirilerek uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekirken, davacı ile C..G..arasındaki temliki işlemin muvazaalı olup olmadığının aydınlatılmasına yönelik olarak, davacı kendi lehine dava açmaya zorlanamaz.
.Hal böyle olunca; resen araştırma ilkesinin geçerli olmadığı bir davada, Yargıtay"ın davacının belirlediği dava konusu dışına çıkarak, davacıya lehine dava açma olanağı tanıyacak şekilde mahkeme kararının bozulması usul hukukunun temel ilkelerinden olan usul ekonomisi ilkesi, tasarruf ilkesi, taraflarca hazırlanma ilkelerine aykırı olduğunu düşündüğümden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum. Davanın ispat edilemediği gerekçesiyle verilen, davanın reddi kararının onanması gerektiği kanaatindeyim .