10. Hukuk Dairesi 2014/22962 E. , 2016/9265 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
Dava 17.11.2003 tarihinde meydana gelen trafik-iş kazasında vefat eden sigortalının hak sahiplerine bağlanan peşin değerli gelirlerden oluşan kurum zararının davalılardan rücuan tahsilini istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilâmında belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davacı ile davalılar avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa"nın 26. maddesindeki halefiyet ilkesi uyarınca, Kurumun rücû alacağı; hak sahiplerinin tazmin sorumlularından isteyebileceği maddi zarar (Tavan) miktarı ile sınırlı iken, Anayasa Mahkemesi’nin, 21.03.2007 gün ve 26649 sayılı Resmi Gazete"de yayınlanan 23.11.2006 gün ve Esas: 2003/10, Karar: 2006/106 sayılı kararı ile 26. maddedeki “…sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere…” bölümünün Anayasaya aykırılık nedeniyle iptaline karar verilmiş olması nedeniyle; ilk peşin değerli gelirin, tazmin sorumlularının kusuruna isabet eden miktarıyla sınırlı şekilde hüküm kurulması gerekmektedir.
Diğer taraftan, sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelirlere ilişkin dosya arasındaki peşin değerli gelirler tablosunun bulunmadığı anlaşılmakla, öncelikle bu tabloların dosya arasına temini, sonrasında, gelen tablolarda eksiltilen bir değerin bulunup bulunmadığı, başka bir deyişle hak sahiplerine kısa vadeli sigorta kolundan bağlanan gelirlerin yanında ayrıca uzun vadeli sigorta kollarından ölüm aylığı tahsisi yapılıp yapılmadığı hususu da Kurumdan sorulmak suretiyle 506 sayılı Yasa"nın 92. maddesindeki; "Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları ile iş kazalarıyla meslek hastalıkları sigortasından hak kazanılan aylık ve gelirler birleşirse, sigortalıya veya hak sahibine bu aylık ve gelirlerden yüksek olanın tümü, eksik olanın da yarısı bağlanır. Bu aylık ve gelirler eşitse, iş kazalarıyla meslek hastalıkları sigortasından bağlanan gelirin tümü, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarından bağlanan aylığın da yarısı verilir." düzenleme gereğince indirim yapılmış ise; bu indirimin davalıların tazminle sorumlu olduğu ilk peşin sermaye değerli gelir miktarına yansıtılması gereği gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
Aynı şekilde Kurum"un, bağladığı ilk peşin sermaye değerli gelirden fazlasını isteme hakkı bulunmadığı gibi; bağlanan gelirin kesildiği veya kesilmesi gereğinin, yargılama sürecinde ortaya çıktığı durumlarda; Kurum"un ödemediği veya ödemeyecek olduğu gelir kesimini rücuan isteyemeyeceği, başka bir deyişle sigortalının hak sahiplerinin gelirden çıkması halinde gelirin bağlandığı tarihten çıktığı tarihe kadar Kurumca ödenen fiili ödemelerin belirlenmesi ile bu tutar üzerinden tazminata karar verilmesi gereği, tazmine yönelik davada gözetilmesi gereken genel ilkeler arasında bulunmaktadır.
2-Sigortalının iş kazası veya meslek hastalığına uğramasına birden çok kişinin birlikte kusurlarıyla sebebiyet vermeleri halinde; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 61 ve 62’nci (818 sayılı Mülga Borçlar Kanununun 50 ve 51) maddeleri uyarınca teselsül hükümlerine göre birlikte sorumlulukları söz konusu olacaktır. Bu halde, Türk Borçlar Kanunu’nun 62’inci maddesi uyarınca kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişinin, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkı baki kalmak koşuluyla, her bir sorumlu yönünden kusurlarına düşen miktar ayrılmaksızın teselsül kurallarına göre sorumluluklarına hükmedilebilecektir.
Müteselsil borç, birden çok borçlunun alacaklıya karşı borcun tümünden sorumlu olduğu, alacaklının tamamen veya kısmen edayı her bir borçludan isteyebildiği, eda tamamen yerine getirilinceye dek borçluların sorumluluklarının süregeldiği, her borçlunun iç ilişkideki payına bakılmaksızın borcun tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu, borçlulardan birinin borcu ödemesi durumunda diğerlerinin de alacaklıya karşı borçtan kurtulduğu, borcun, her bir borçlu yönünden tali değil asli nitelik taşıdığı, alacaklı karşısında birden çok borç ve borçlunun bulunduğu borç ilişkisidir. Bu ilişkide ifa, asıl alacağı ortadan kaldırmayıp alacak hakkı, ödeme yapmak suretiyle rücu hakkını kazanan borçluya geçtiğinden, anılan borçlu, alacaklının halefi olarak diğerlerine rücu edebilmektedir. Bununla birlikte, rücua konu olan borcun müteselsil niteliği bulunmadığından, sorumluluktan kurtulmak için her borçlunun borcun tümü yerine, kendine düşen payını ödemesi yeterli olmaktadır ki burada kanundan doğan halefiyet söz konusudur. Kuşkusuz, ödeme yapan borçlu ile alacaklının öncesinde, halefiyeti ortadan kaldırıcı sözleşme yapmak yetkileri de bulunmaktadır. Öğreti ve yargı kararlarında, borçların aynı sebepten doğması durumuna “tam teselsül” denilmekte ve değinilen 50. maddenin bunu karşıladığı ifade edilmekte, borçların farklı nedenlerden (kanun, sözleşme, haksız eylem) doğması halinde ise “eksik teselsül”ün varlığından söz edilerek 51. maddenin de bunu tanımladığı kabul edilmektedir. 50. maddede, aynı zarardan dolayı birden çok kişinin birlikte müteselsilen sorumlu tutulmaları, birden çok kişinin ortak kusurlarıyla zarara birlikte sebebiyet vermiş olmaları koşuluna bağlanmıştır. 51. maddede ise, müteselsil sorumluluk, ortak kusur yerine farklı hukuksal nedenlere bağlanmıştır ve bunlar kanun, sözleşme veya haksız eylemdir. Birden çok kişi, kanun, sözleşme veya haksız eylem nedeniyle aynı zarar için, zarara uğrayana karşı sorumlu iseler, bunlar arasında, bir zarara ortaklaşa sebep olanlar hakkındaki dönmeye (rücu) ilişkin kurallar uygulanmakta, kural olarak ilk önce, haksız eylemiyle zarara yol açan sorumlu tutulmakta, en son olarak da kusuru olmaksızın ve sözleşme gereği sorumluluğu olmadığı halde kanun hükmü gereğince sorumlu tutulan kişiye başvurulmaktadır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.10.2013 gün ve ........... Esas - .......... Karar, 15.05.2015 gün ve ............. Esas - .............. Karar, 19.06.2015 gün ve ........... Esas - ...........Karar, 24.06.2015 gün ve ..............Esas - ............ Karar sayılı ilamlarında aynı görüşlere yer verilmiştir.
01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda eksik ve tam teselsül ayırımına son verilmiş, 61. maddede, birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin uygulanacağı, 62. maddede,tazminatın aynı zarardan sorumlu müteselsil borçlular arasında paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğunun göz önünde tutulacağı, tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişinin, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip ve zarar görenin haklarına halef olacağı bildirilmiştir.
Somut olayda ise davacı kurum tarafından davalılar hakkında 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 61 ve 62’nci maddeleri kapsamında teselsüle dayalı olarak açılmış olması karşısında kurumca bağlanan gelirlerin ve cenaze masrafının kusur karşılıklarından davalıların tamamının müteselsilen sorumlu tutulmaları gerekirken kusurlara göre ayrıştırılarak, yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozma sebebidir.
3- 17.11.2003 tarihinde meydana gelen trafik-iş kazasından sonra tedavi altına alınan sigortalının 11.03.2004 tarihinde trafik kazasına bağlı olarak vefat ettiği anlaşılmakla birlikte davacı kurumun davasının işveren bakımından 506 Sayılı Kanunun 27. Maddesinin 2. Bendindeki “İşverenin kasden veya ağır ihmali neticesi iş kazasını bu madde gereğince Kuruma zamanında bildirilmemesinden veya haber verme kâğıdında yazılı bilginin eksik veya yanlış olmasından doğan ve ileride doğacak olan Kurum zararlarından işveren sorumludur.” hükmüne dayalı olarak açtığı anlaşılmaktadır. Madde hükmünden de açıkça anlaşıldığı üzere, bu maddeye göre Kurumun lehine dava ve talep hakkının doğabilmesi için, kasten veya ağır ihmali sonucu iş kazasının işverence Kuruma bildirilmemesinden doğan zararların varlığı gerekir. Mahkemece bu husus araştırma konusu yapılmamıştır. İş kazasının zamanında bildirilmemesinden dolayı Kurumun bir zararının bulunup bulunmadığı, bu nedenle yapılmış tedavi gideri ve ödenmiş geçici iş göremezlik ödeneğinin bulunup bulunmadığı araştırılmalı, bu husus sabit olursa bu takdirde uğranılan zararlar hüküm altına alınmalıdır.
Mahkemece, açıklanan bu maddi ve hukuki olgular karşısında, öncelikle hak sahiplerine bağlanan gelirlere ilişkin tablolar ve gelir bağlama kararları getirtilmeli, hak sahiplerinin gelirden çıkmış olup olmadığı, çıkmış iseler çıkma tarihine kadar Kurumca yapılan fiili ödeme miktarları sorulmalı, davacı kurumun davasını 506 Sayılı Yasa’nın 26 ve 27’nci maddelere dayalı olarak açtığından, bu madde hükümleri kapsamında işveren ve üçüncü kişiler bakımından teselsüle dayalı olarak açılan davada infaza elverişli şekilde bir karar verilmelidir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, taraf avukatlarının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istem hâlinde davalılara iadesine, 06.06.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.