Esas No: 2017/2267
Karar No: 2021/178
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2267 Esas 2021/178 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Şti. vekili Av. ...
Bölge Müdürlüğü
1. Taraflar arasındaki “şerhin terkini” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; çekişmeli Kayseri ili Melikgazi ilçesinde kain 5139 ada 4 parsel sayılı taşınmazın 2/4 hissesinin müvekkili tarafından 06.05.2002 tarihinde satın alındığını, davalı kurum tarafından tek taraflı olarak taşınmazın tapu kaydına 13.11.2003 tarihinde 10359 yevmiye numaralı işlem ile "Kara Mustafa Paşa Vakfı" adına şerh konulduğunu, taşınmazın kök tapu kayıtlarında vakıf şerhinin mevcut olmadığını, 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 12/3. maddesi gereğince kadastro tutanaklarının kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık süre geçtiğinden şerh konulamayacağını, öte yandan müvekkilinin iyi niyetli 3. kişi durumunda olduğunu ve Türk Medeni Kanunu (TMK)"nın 1023. maddesi uyarınca kazanımının korunacağını ileri sürerek müvekkilinin 2/4 hisse sahibi olduğu 5139 ada 4 parsel sayılı taşınmaza tesis edilen "Kara Mustafa Paşa Vakfı" şerhinin kaldırılmasına, bu şerh dolayısıyla müvekkilinin uğradığı zararları talep etme hakkının saklı tutulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; çekişmeli taşınmazın aslı itibariyle Kara Mustafa Paşa Vakfına ait olduğunu, Kara Mustafa Paşa Vakfı"nın kadim ve sahih vakıflardan olup geçmiş dönemlerde icareteyn ve mukataa yoluyla vakfına gelir getirdiğini, Cumhuriyet Döneminde icareteyn ve mukataa olgusunun ortadan kaldırıldığını ve bu durumun taviz bedeli olarak bir gayrimenkul mükellefiyetine dönüştürüldüğünü, nitekim Halk Bankası tarafından müvekkili aleyhine açılan davada dosyaya ibraz edilen bilirkişi raporunda Kara Mustafa Paşa Vakfının tavize tabi olduğunun açıkça ortaya koyulduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.05.2013 tarihli ve 2012/772 E., 2013/346 K. sayılı kararı ile; eldeki davaya konu olan taşınmaz ile yine aynı mahkemenin kesinleşen 2012/55 E. 2012/161 K. sayılı dosyasındaki taşınmazın Kayseri ili, Melikgazi ilçesi, Ambar Mahallesinde bulunduğu, kesinleşen dosya kapsamında yer alan 01.01.2010 tarihli bilirkişi raporuna göre, Kara Mustafa Paşa Vakfının sahih ve tavize tabi vakıflardan olduğu, 5737 sayılı Kanun"un 18/son maddesi gereğince "...Vakıf şerhleri ile ilgili olarak, diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümler uygulanmaz..." hükmüne yer verildiği, 29.05.2013 tarihli duruşmada davacı tarafın taviz bedeli hesaplanarak terkinine karar verilmesini istemediklerinin görüldüğü gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 14. Hukuk Dairesince 10.11.2014 tarihli ve 2014/12921 E., 2014/12495 K. sayılı kararı ile;
"… Kural olarak; Türk Medeni Kanunu"nun 1027. maddesi gereğince ilgililerin yazılı rızaları olmadıkça tapu sicilindeki yanlışlık ancak mahkeme kararı ile düzeltilebilir. Tek taraflı işlemle tapu kaydı üzerine işlenen vakıf şerhinin Türk Medeni Kanunu"nun 1027. maddesi gereğince terkini gerekir. İdare mahkemesinin kararı ile konulmuş olsa da tapu maliki taraf olarak yer almadığından, davacı tarafı bağlayıcı değildir. Böyle bir durumda davalı Vakıflar Genel Müdürlüğünün iddiaları ise ancak tapu kayıtlarına vakıf şerhinin işlenmesi istemi ile açacağı bir davada dikkate alınabilir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06.07.2011 tarihli 2011/14-396 Esas ve 2011/463 sayılı Kararı da bu yöndedir.
Dava konusu 5139 ada 4 parsel sayılı taşınmazın dayanağı olan kadastro tutanağı getirtilerek kadastro tutanağı üzerinde vakıf kaydının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Şayet kadastro tutanağı üzerinde vakıf şerhi bulunması halinde tapu kaydı üzerine vakıflar müdürünün yazısı ile yeniden aynen vakıf şerhinin aktırılması Türk Medeni Kanunu"nun 848 ve 849 maddeleri hükmü gereği olduğundan Türk Medeni Kanunu"nun 1027. maddesinden aykırılıktan söz edilemez.
Bu yönde yapılacak araştırmadan sonra; neticesine göre 27.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 sayılı Vakıflar Kanununun 18. maddesi hükmü gereğince; miri arazilerden mukataalı hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlar dışındaki icareteyn ve mukataalı vakıf şerhi bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde veya tasarrufundaki taşınmazlar taviz bedeline tabidir. Yasa"nın 3.maddesinde yapılan tanıma göre de mukataalı vakıf; zemini vakfa üzerindeki yapı ve ağaçlar tasarruf edene ait olan ve kirası yıllık olarak alınan vakıf taşınmazlarını, icareteynli vakıf ise; değerine yakın peşin ücret ve ayrıca yıllık kira alınmak suretiyle süresiz olarak kiralanan vakıf taşınmazlarını ifade eder. Hal böyle olunca somut uyuşmazlığın çözümü için, kayda işlenen vakfın mukataalı veya icareteynli vakıflardan olup olmadığının veya miri arazilerde mukataalı hayrata tahsis edilmeyen ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlardan bulunup bulunmadığının yöntemince araştırılması gerekir.
Vakfiye kapsamındaki her taşınmazın coğrafi konumu ve hukuki durumu ayrı olacağından bu taşınmazların kadim köy, kasaba ya da şehir içindeki mülk topraklar içinde olup olmadığının keşfen incelenmesi, taşınmazın konumunun düzenlenecek paftada kadim köy ve kasaba ya da şehirlere göre haritasında işaret edilmesi, vakfın niteliği hakkında bu belirlemeden sonra görüş bildirilmesi zorunludur.
Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere vakıf türünün belirlenmesi ve belirlenen vakıf türüne göre çekişmeli taşınmazda vakfın bir hakkının kalıp kalmadığının, taviz bedeli ödenip ödenmeyeceğinin vakıf şerhinin doğrudan kaldırılması gerekip gerekmediğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmadan saptanması bu tür davalarda önem kazanmaktadır.
Hâl böyle olunca vakıflara ait tapu kaydı ilk tesisinden itibaren getirtilmeli, vakıf durumunu gösterir kayıtlar ve dayanılan diğer belgeler merciinden istenmeli, Vakıflar Genel Müdürlüğünden kayda işaret edilmiş vakfın türü hakkında bilgi alınmalı ve HMK’nın 266. maddesi uyarınca yukarıdan beri sayılan ilkeleri kapsar biçimde üniversitelerin vakıflar hukuku alanında uzman bilirkişi görüşüne başvurularak sonucuna uygun bir hüküm kurulmalıdır. Başka dosya raporu emsal alınamaz.
Mahkemece; TMK"nın 1027. maddesinin uygulama yeri olup olmadığı ve neticesine göre, bu yönler üzerinde durulmaksızın eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir…" gerekçeleriyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.10.2015 tarihli ve 2015/109 E., 2015/270 K. sayılı kararı ile; dava konusu taşınmaz ile yine aynı mahkemeye ait kesinleşen 2012/55 E., 2012/161 K. sayılı dosyasındaki her iki taşınmazın da aynı mahallede bulunduğu, davaya konu taşınmazın tapu kaydına göre arsa vasfını taşıdığı, kesinleşen dosyada alınan bilirkişi raporuna göre Kara Mustafa Paşa Vakfının sahih olup, tavize tabi vakıflardan olduğunun sabit olduğu, yeniden keşif yapılmasının usul ekonomisi bakımından uygun olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; çekişmeli taşınmazın evveliyat kaydında olmadığı hâlde sonradan konulduğu iddiasıyla terkini istenen şerhin, konuluş biçimine göre mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı, başka bir dosyada alınan bilirkişi raporu esas alınarak karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümünde, öncelikle eski vakıflara ilişkin müesseselere, mukataalı ve icareteynli vakıf mallarının mutasarrıfları adına tasfiye usulüne ve taviz bedelinin hukuksal niteliğinin ne olduğuna ilişkin açıklama yapılmasında yarar vardır.
13. Vakıf; insanlar tarafından yararlanılmak üzere bir aynı (malı) Allah"ın mülkü hükmünde olmak koşulu ile temlik (mülkiyetin devri) ve temellükten (mülkiyetin devralınmasından) hapis ve men eylemek olarak tanımlanmıştır. Bu tanıma göre vakıf mal kamu malı, vakfın kişiliği ise kamu kişiliğidir. Vakıf mal Allah"ın mülki hükmündedir. Bu nedenle vakıf mallar, her türlü nüfus ve otoritenin el atmasından uzak kalmış ve böylece vakfın sürekliliği sağlanmıştır (İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 02.04.2004 tarihli ve 2003/1 E., 2004/1 K. sayılı kararı).
14. Temelde vakıflarda vakfedilen unsur iktisadi değeri olan bir taşınmaz ya da mal topluluğu (araziler, değirmenler, dükkanlar, binalar vb..) veya ondan elde edilen gelir olduğundan Medeni Kanun"un kabulü öncesinde kurulan mazbut ve mülhak vakıflar toprak sistemi ile yakından ilgilidir. Osmanlı Devleti"nde toprak hukuku teknik anlamda 1274 (1858) tarihli Arazi Kanunnamesi ile düzenlenmiş olup, Kanun"un 1. maddesine göre araziler Mülk (Memlük) Arazi, Miri (Emriye) Arazi, Metruk Arazi, Mevat Arazi ve Vakıf Arazi olmak üzere beş bölüme ayrılmıştır.
15. Arazi Kanunnamesi"nin 4. maddesinde, vakıf arazilerinin mülkiyet hakkının devredilip devredilememesine göre iki kısım olduğu, bunlardan birincisinin vakfedilen arazinin kuru (çıplak) mülkiyetinin (rakabesinin) ve tüm tasarruf haklarının vakfa devrini gerektiren sahih vakıflar; ikincisinin ise miri arazi üzerinde meydana getirilen tahsisat kabilinden (gayri sahih, irsat kabilinden) vakıflar olduğu belirtilmiştir. Sahih vakıftan bahsedilebilmesi için Arazi Kanunnamesi"nin 121. maddesi gereğince arazinin vakfedenin özel mülkü olması gerekir. Osmanlı Hukukunda mülk araziler; eski köy ve kasaba sınırları içinde bulunan arsalarla bunların kenarlarında bulunan ev ve benzeri gibi oturmaya yarayan yerleri tamamlayan yarım dönüm tutarındaki yerler, sahih temlikle ve kamu yararı amacıyla üçüncü bir kişiye temlik edilen miri arazi, öşürlü arazi ve haraçlı arazi olarak sayılmıştır. Sayılan dört tür araziden olan bir taşınmazın vakfedilmesi hâlinde sahih bir vakıftan bahsetmek mümkündür.
16. Gerek sahih, gerekse sahih olmayan türdeki vakıf mallarının onarılması ya da yeniden yaptırılması önceleri vakfı tarafından yaptırılırken zamanla vakfın buna gücü yetmemesi nedeniyle mukataa ve icareteyn usulü doğmuştur. Mukataada; vakıf taşınmaz, kendi olanaklarıyla vakıf tarafından inşa ve onarılmasının mümkün olmaması sebebiyle bina yapmak, ağaç, bağ kütüğü veya bağ çubuğu dikmek ve bunların durması karşılığında vakfa her sene maktu bir zemin kirası ödemek suretiyle kiralanmış, bu suretle yapılan bina ve dikilen ağaçlar yapanın veya dikenin malı sayılmış, ölümü ile de bunların mirasçılarına geçeceği mukaatanın yani kira karşılığının verildiği sürece mukavelenin fesh edilmeyeceği ve arazi üzerine yapılan muhtesatın kaldırılamayacağı kabul edilmiştir. İcareteynde ise, yok olan vakıf binalarının yeniden inşası için bir tür süresiz kiraya benzeyen usul oluşturulmuş, kiracıdan kıymetine eşit “müeccele” denilen peşin bir bedel alınıp harap olan bina vakıf tarafından yeniden tamir ettirilerek her sene “muaccele” adı verilen küçük bir bedel karşılığı süresiz olarak kiracılarına bırakılmıştır. Kira parasını ödeyerek hak kazanan kimseye ise mutasarrıf denilmiş, tasarruf hakkı da ölümle mirasçılarına intikal ettirilmiştir.
17. Medeni Kanun"un kabulünden sonra "rekabe" ve "tasarruf" hakkı ayırımına son verilmiş tasarruf hakkı, kuru mülkiyet hakkı (rekabe) ile birleştirilmiştir. Diğer bir söyleyişle, tasarruf hakkı sahibi tam mülkiyetin maliki olmuştur. Bu amaçla, 1935 yılında 2762 sayılı Vakıflar Kanunu yürürlüğe girmiş ve vakfa ait taşınmaz malların icareteyne veya mukataaya bağlanması yasaklanmış ve eskiden konmuş olanların tasfiyesi için hükümler getirilmiştir. Gerçekten anılan Kanun"un 27, 29 ve 30. maddelerinde; mukataalı toprakların ve icareteynli taşınmazların mülkiyetlerinin 20 misli bir taviz karşılığında mutasarrıflarına geçirileceği, 10 yıl içinde taviz verilmek yoluyla icareteyn ve mukataa kayıtları terkin edilmemiş olanlarının mülkiyetinin ise 10 yıl sonunda kendiliğinden mutasarrıfına geçeceği, vakfın hakkının ivaza dönüşerek taşınmazın tamamının ivaz karşılığında birinci derecede ve birinci sırada ipotekli sayılacağı, ayrıca tavizler tamamen ödenmedikçe o mallar üzerindeki temliki tasarrufların tapu dairelerince tescil olunamayacağı öngörülmüştür. 2762 sayılı Kanun"da yer verilen taviz bedeli mevzuuna 2008 yılında kabul edilen 5737 sayılı Kanun"un 18. maddesinde yer verilmiştir. Söz konusu düzenlemede "Tapu kayıtlarında, icareteyn ve mukataalı vakıf şerhi bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde veya tasarrufundaki taşınmazlar, işlem tarihindeki emlak vergisi değerinin yüzde onu oranında taviz bedeli alınarak serbest tasarrufa terk edilir. Ancak miri arazilerden mukataalı hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlar tavize tâbi değildir. Taviz bedelinin hesaplanmasında; ortaklığın giderilmesi veya cebri icra yoluyla satılanlarda satış bedeli, kamulaştırmalarda ise kamulaştırma bedeli esas alınır. Bu Kanun hükümleri gereğince taviz bedelinin tamamı vakfı adına ödenmedikçe, taşınmaz üzerindeki temliki tasarruflar tapu dairelerince tescil olunmaz. Vakıf şerhleri ile ilgili olarak, diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümler uygulanmaz" hükümlerine yer verilmiştir. Burada belirtilmelidir ki; vakıf malın mülke dönüşümü ve mutasarrıfına intikali için alınan taviz bedeli icare ve mukataa karşılığı olup, bedel ödenmedikçe o mal üzerinde temliki tasarruf tapu idaresince tescil edilemeyeceğinden bunu (taviz bedelini) “gayrimenkul mükellefiyeti” (M.K. m.849) olarak anlamak gerekir. Nitekim; 2762 sayılı Kanun"un 29/1. fıkrasında "…vakfı hakkı ivaza dönerek gayrimenkulün tamamı bu taviz karşılığında birinci derece ve birinci sırada ipotek sayılır" şeklinde ifade edilen ipoteğin "kanuni ipotek hakkı" olduğu kabul edilmiştir (Betan, S., Ayni Haklar, Ankara 1976, C 2, s. 1573-1578).
18. Yine, burada üzerinde durulması gereken diğer bir husus da; vakıf şerhi taşıyan tapu kayıtları kapsamındaki tüm taşınmazlar için taviz bedeli ödenip ödenmeyeceği meselesidir. Uygulamada, çekişme konusu taşınmazların taviz bedeline tabi olup olmadığının tespitinde, kayıtlardaki vakıf şerhlerinin şeklinden çok içerdiği hakkın mahiyetinin tespiti gerekeceği kabul edilmektedir.
19. Hemen belirtmek gerekir ki, vakıf şerhini taşıyan tapu kayıtlarının kapsamında kalan tüm taşınmazların taviz bedeli ile sorumlu olduğu söylenemez. Özel mülkün kuru mülkiyeti ve tasarruf hakkının vakfedilmesi ile oluşan sahih vakıflarda, özellikle icareteynli ve mukataalı vakıflarda taviz bedelinin ödenmesi karşılığında vakıf şerhinin silinmesi gerektiği gerek uygulamada gerekse bilimsel görüşlerde tartışmasız olarak kabul edilmektedir. Padişah veya onun izni ile yetkili kişi tarafından miri arazinin aşar ve rusümatı (resim ve vergilerinin), yalnız tasarruf hakkının veya hem aşar ve rusümatı (vergi ve resimlerinin) hem de tasarruf hakkının vakfedilmesi ile meydana gelen gayri sahih (tahsisat kabilinden irsadı) vakıflarda ise 2762 sayılı Vakıflar Kanunu"nda tam bir açıklık bulunmamasına karşın, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu"nun 18. maddesinde "…miri arazilerden mukataalı hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlar tavize tâbi değildir" hükmüne yer verilmiştir. Bu durumda sadece aşar ve rusümatı vakfa tahsis edilmiş taşınmazlar için taviz bedelinin alınmayacağı, bunun dışındaki tasarruf hakkı veya hem tasarruf hakkı hem de aşar ve rusümatı tahsis ve vakfedilmiş taşınmazlar için taviz bedelinin ödenmesi gerektiği uygulamada ortak görüş olarak belirmiştir.
20. Diğer taraftan, Medeni Kanun"un kabulünden önce kurulmuş olan vakıflar genelde büyük arazilere sahip vakıflar olduklarından, toprak türü (mülk, miri) bakımından homojen olarak sadece mülk arazilerin vakfedilmesiyle ya da sadece miri arazilerin gelirlerinin tahsis edilmesiyle vakıf teşekkül ettirildiğini söylemek güçtür. Nitekim yerleşik içtihatlarda, vakfın türünün ismine göre değil, vakıflara ait her bir arazinin coğrafi konumuna ve diğer özelliklerine göre ayrı ayrı değerlendirilmesi kabul edilmektedir.
21. Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere vakıf türünün belirlenmesi ve belirlenen vakıf türüne göre çekişmeli taşınmazda vakfın bir hakkının kalıp kalmadığı, taviz bedeli ödenip ödenmeyeceği, vakıf şerhinin doğrudan kaldırılmasının gerekip gerekmediğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmadan saptanması bu tür davalarda önem kazanmaktadır. Bunun için de, Vakfiye kapsamındaki her taşınmazın coğrafi konumu ve hukuki durumu ayrı ayrı olacağından, dava konusu taşınmazın kadim köy, kasaba ya da şehir içindeki mülk topraklar içinde olup olmadığının öncelikle keşif yoluyla saptanması gerekmektedir.
22. Öte yandan, eldeki uyuşmazlığın çözümünde, terkini istenen vakıf şerhinin tapuya konuluş biçiminin tespiti önem taşımaktadır.
23.Vakıf şerhi, hukuki nitelikçe gayrımenkul mükellefiyeti (taşınmaz yükü) olup; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu(TMK)’nun 840/son maddesi gereğince; aksine bir hüküm yoksa, taşınmaz yükünün kazanılmasında ve tescilinde taşınmaz mülkiyetine ilişkin hükümler uygulanır.
24. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu(TMK)’nun “Eşya Hukuku”na ilişkin Dördüncü Kitabının, Üçüncü Kısmının, İkinci Bölümünde “Tapu Sicili”ne ilişkin hükümler yer almaktadır. Bu bölümde “Terkin ve Değiştirme” ana başlığı altında, “Düzeltme” başlıklı 1027.maddesinde “İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir. Düzeltme, eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde de olabilir. Tapu memuru, basit yazı yanlışlıklarını, tüzük kuralları uyarınca resen düzeltir” hükmüne yer verilmiştir.
25. Anılan hükme göre; tapu sicilindeki bir yanlışlığın tapu memuru tarafından düzeltilebilmesi için ilgililerin rızası, bu olmadığı takdirde de bir mahkeme kararının varlığı şarttır. Tapu memuru ancak basit yazı yanlışlarını tüzük kurallarını da gözeterek kendiliğinden düzeltebilir.
26. Kural olarak, bir vakıf şerhi evveliyat kayıtlarında olduğu hâlde sonraki kayıtlarda yer almamışsa bu şerhin kayda işlenmesi yasal yollarla sağlanabilir. Eğer bir tapu kaydında evvelinden beri vakıf şerhi bulunmuyorsa ve buna rağmen sonradan vakıf şerhi işlenmişse ilgilisi bu şerhin terkinini isteyebilir.
27. Başka bir ifadeyle, tek taraflı işlemle tapu kaydı üzerine işlenen vakıf şerhinin TMK"nın 1027. maddesi gereğince terkini gerekir. İdare mahkemesinin kararı ile konulmuş olsa da tapu maliki taraf olarak yer almadığından, davacı tarafı bağlayıcı değildir. Ne var ki; çekişmeli taşınmazın kadastro tutanağı üzerinde vakıf şerhi bulunması hâlinde tapu kaydı üzerine Vakıflar Müdürlüğünün yazısı ile yeniden aynen vakıf şerhinin aktırılması TMK"nın 848 ve 849. maddeleri hükmü gereği olduğundan TMK"nın 1027. maddesinden aykırılıktan söz edilemez (Hukuk Genel Kurulunun 06.07.2011 tarihli ve 2011/14-396 E., 2011/463 K. sayılı kararı).
28. Yapılan açıklamalar ışığı altında somut olay değerlendirildiğinde; davacının dava konusu 5139 ada 4 parsel sayılı taşınmazda 06.05.2002 tarihinde satın alma yoluyla 2/4 hisse maliki olduğu ve taşınmaz kaydına davalı kurumun İdare Mahkemesine başvurusu neticesinde Melikgazi Tapu Müdürlüğünün 13.11.2003 tarihli ve 10359 yevmiye numaralı işlemiyle "Kara Mustafa Paşa Vakfı" şerhinin yazıldığı, davacının da eldeki dava ile idarece tesis edilen bu vakıf şerhinin kaldırılmasını talep ettiği görülmektedir. Mahkemece, tevhit suretiyle meydana getirilen 140.6345,65m2 yüzölçümündeki 4990 parsel sayılı taşınmazın ifrazen taksiminden çekişmeli taşınmazın oluştuğu belirlenmiş ise de, 4990 parsel sayılı taşınmazı oluşturan (kütük kaydında geldisi olarak “Hacılarlar Karpuzsekisi ve Yılanlı’daki kütük sayfa numaraları belirtilen) taşınmazların tapu kayıtları ile bunların öncesi ilk tesislerinden itibaren geldi ve gitti kayıtları denetlenebilir ve beyan ile şerhleri gösterir şekilde getirtilmediği gibi ilk tesis kayıtların kadastro tutanakları ve dayanak belgeleri de dosya kapsamına alınmamış, çekişmeye konu vakıf şerhinin evveliyat kayıt, tutanak ve belgelerinde bulunup bulunmadığı saptanmamıştır. Yine Kara Mustafa Paşa Vakfı’nın Vakfiyesi temin edilerek yerinde keşif yapılmak suretiyle dava konusu taşınmazın coğrafi konumu ve hukuki durumu belirlenmemiş, vakfın niteliği hakkında vakıflar hukuku alanında uzman bilirkişi görüşüne başvurulmamıştır.
29. O hâlde, öncelikle yukarıda açıklandığı gibi dava konusu 5139 ada 4 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydı ilk tesis tarihinden itibaren dayanaklarıyla birlikte getirtilerek, evveliyat kayıtlarında ve kadastro tutanaklarında vakıf şerhinin bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Bu yönde yapılacak inceleme sonrası vakıf şerhinin evveliyat kayıtları ve dayanaklarında bulunduğunun anlaşılması durumunda, kayda işlenen vakfın mukataalı veya icareteynli vakıflardan olup olmadığı veya miri arazilerde mukataalı hayrata tahsis edilmeyen ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlardan bulunup bulunmadığı yöntemince saptanmalıdır. Vakfiye kapsamındaki her taşınmazın coğrafi konumu ve hukuki durumu ayrı olacağından bu taşınmazların kadim köy, kasaba ya da şehir içindeki mülk topraklar içinde olup olmadığının keşfen incelenmesi, taşınmazın konumunun düzenlenecek paftada kadim köy ve kasaba ya da şehirlere göre haritasında işaret edilmesi, vakfın niteliği hakkında bu belirlemeden sonra görüş bildirilmesi zorunludur.
30. Her ne kadar mahkemece, davaya konu taşınmaz ile aynı mahkemenin kesinleşen 2012/55 E., 2012/161 K. sayılı kararına konu taşınmazın aynı yerde bulunduğu, kesinleşen dosyada alınan 01.01.2010 tarihli bilirkişi raporuna göre, Kara Mustafa Paşa Vakfının sahih ve tavize tabi vakıflardan olduğunun sabit olduğu belirtilerek davanın reddine karar verilmiş ise de, vakfiye kapsamındaki her taşınmazın coğrafi konumu ve hukuki durumları birbirine emsal olamayacağından, vakfın dava konusu parselle bağlantısı sağlanmadan bir başka dava nedeniyle verilmiş olan bilirkişi raporunun eldeki dava için de geçerli olacağı kabul edilemez. Kaldı ki; uygulama aynı vakfiye kapsamındaki bir kısım yerlerin sahih, bir kısmının ise gayri sahih kabilinden vakıf olabileceğini ortaya koymuştur. Bu durumda, mahkemenin başka dava sebebiyle düzenlenen bilirkişi raporuna göre dava konusu taşınmazın da sahih vakıf yerlerinden olduğunu kabul eden görüşünde isabet bulunmamaktadır. Çünkü, az yukarıda söylendiği üzere her taşınmazın coğrafi konumu ve hukuki durumu ayrı olacağından keşif yapıp taşınmazla vakfiyenin ilişkisi bu suretle kurulmadığı sürece kesin bir kanaat belirtmek ve bir başka dava sebebiyle verilen rapora bakılarak yargıya varmak mümkün değildir.
31. Diğer taraftan; davacının delillerinde bilirkişi incelemesine de dayandığı gözetildiğinde; kendisinin maliki olduğu çekişmeli taşınmaz bakımından vakıf malı olup olmadığı ile vakfın türünün ayrıca ve açıkça belirlenmesi adil yargılanma ve hukuki dinlenilme haklarının da gereğidir.
32. Hâl böyle olunca; çekişmeli taşınmaza ait tapu kaydı ilk tesisinden itibaren tüm tedavülleriyle ve dayanak belgeleriyle denetime elverişli biçimde getirtilmeli, kadastro sırasında tespite esas alınan tapu kayıtları varsa o kayıtlar da ilk tesisinden itibaren bütün intikalleri ile birlikte şahsiyet ve vakfiyet durumlarını gösterir kayıt ve öteki belgeleri ilgili mercilerden temin edilmeli, Vakıflar Genel Müdürlüğünden vakfiye örneği istenmeli ve kayda işaret edilmiş vakfın türü hakkında bilgi alınmalı, mahallinde dava konusu taşınmazın konumunu kadim köy ve kasaba ya da şehirlere göre haritasında işaretleyecek harita mühendisi bilirkişi de bulundurularak keşif yapılmalı, çekişmeli taşınmazın vakıf malı olup olmadığı, kadim köy ya da kasaba içinde mülk toprak nevinden olup olmadığı, buna göre vakfın niteliği yukarıda değinilen ilkeleri kapsar biçimde HMK’nın 266. maddesi uyarınca üniversitelerin vakıflar hukuku alanında uzman bilirkişi görüşüne de başvurulmak suretiyle kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmeli, davalı idarenin davacıyı bağlayan mahkeme kararı olmaksızın ve tek taraflı irade ile vakıf şerhi koydurma yetkisi bulunmadığı da göz önüne alınarak, tüm bu hususlar birlikte değerlendirilmek suretiyle varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmelidir.
33. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; çekişmeli taşınmazın ilk tesisinden itibaren tüm dayanak kayıt ve belgeleri ile Kara Mustafa Paşa Vakfı"nın durumunu gösterir kayıtlar ve vakfa ait tüm belgeler getirtilerek keşfen taşınmazın incelenmesi, haritada işaretlenmesi ve taşınmazın vakfiye kapsamında kalıp kalmadığının tespit edilmesinin gerektiği, mahkemece eksik inceleme ile hüküm kurulmasının doğru olmadığı yönündeki çoğunluk görüşüne katılmakla birlikte, vakıf türünün bu davada yeniden bilirkişi incelemesi yapılarak tespit edilmesinin gerektiği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmanın mümkün olmadığı, dava konusu (Anbar Mahallesi 5139 ada 4 parsel) taşınmazın bulunduğu Kayseri ili, Anbar Mahallesi mevkiinde bulunan taşınmazlarla ilgili Kayseri Asliye Hukuk Mahkemelerinde pek çok dava açıldığı ve bu dava dosyalarında vakfın türünün tespiti yönünde aynı bilirkişi kurulundan raporlar alındığı, davalı delili olarak dosyada bulunan ve Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/55 E., 2012/161 K sayılı Yargıtay denetiminden geçerek 14.02.2013 tarihinde kesinleşen dava dosyasında; bilirkişi kurulunun Kara Mustafa Paşa Vakfiyesine dayalı yapılan incelemeler neticesinde Kara Mustafa Paşa Vakfının sahih vakıf olduğunun belirtildiği, Kara Mustafa Paşa Vakfı Vakfiyesinin ikinci kısmında, Kayseri’de (İncesu) vakfedilen yerlerin, Padişah tarafından mülk olarak vakfedene (Kara Mustafa Paşa) verilip, temlik olunan ve mülküne dahil olan yerlerden olduğunun ifade edildiği, vakfiyeye göre vakfın tavize tabi, sahih bir vakıf olduğunun kesinleşen mahkeme kararlarıyla belirlendiği, bu aşamada, yargılamaya hakim ilkelerden usul ekonomisi ilkesinin dikkate alınması gerektiği, Kara Mustafa Paşa Vakfının türünün tespiti yönünden yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasını istemenin gereksiz gider yapılması ve davanın makul sürede bitirilmesini engelleyen usul ekonomisi ilkesine aykırılık oluşturacağı görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
34. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
35. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen geçici 3. maddeye göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun"un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02.03.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Uyuşmazlık, taşınmazın evveliyat kayıtlarında olmadığı hâlde davalı kurum tarafından tek taraflı idari işlemle konulduğu iddiasıyla terkini istenen vakıf şerhinin, konuluş biçimine göre mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye yeterli olup olmadığına ilişkindir.
Uyuşmazlığın çözümünde, öncelikle taşınmaz tapu kaydından terkini istenen vakıf şerhinin, evveliyat tapu kayıtlarında bulunup bulunmadığı ve vakıf kayıtları ile vakfiyede vakıf malı olarak yer alıp almadığının belirlenmesi, vakıf malı olduğu tespit edildiğinde de, vakfın türüne göre taviz karşılığı şerhin silinmesinin gerekip gerekmediğinin tespitine yönelik araştırma ve incelime yapılmalıdır.
Vakıf şerhi, taşınmaz yükü (gayrimenkul mükellefiyeti) olup; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 840/3 maddesi gereğince; "Aksine bir hüküm yoksa taşınmaz yükünün kazanılmasında ve tescilinde taşınmaz mülkiyetine ilişkin hükümler uygulanır." yükün sona ermesini düzenleyen 843/1 maddesine göre de, “Taşınmaz yükü tescilin terkini veya yüklü taşınmazın tamamen yok olmasıyla sona erer.”
Aynı kanunun, 1008. maddesinde taşınmaz mülkiyetinin tescili, 1009. maddesinde kişisel hakların tescili, “terkin ve değiştirme” ana başlığı altında, 1026/1 maddesinde; “bir ayni hakkın sona ermesiyle tescil her türlü hukuki değerini kaybettiği taktirde, yüklü taşınmaz maliki, terkini isteyebilir.” düzeltme başlıklı 1027/1 maddesinde ise; “İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Öte yandan; 13.06.1935 tarihinde yürürlüğe giren 2762 sayılı Vakıflar Kanunun 27. maddesi ve 27.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 sayılı Vakıflar Kanunun 18. maddesinde, mukataalı ve icareteynli vakıf şerhi bulunan vakıf taşınmazlarının taviz bedeli karşılığında mutasarrufuna geçeceği, serbest tasarrufa terk edileceği belirtilmiştir..
5737 sayılı Vakıflar Kanunun 18/1 maddesi “Tapu kayıtlarında, icareteyn ve mukataalı vakıf şerhi bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde veya tasarrufundaki taşınmazlar, işlem tarihindeki emlak vergisi değerinin yüzde onu oranında taviz bedeli alınarak serbest tasarrufa terk edilir. Ancak miri arazilerden mukataalı hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlar tavize tabi değildir” şeklindedir.
Aynı Kanunun 3. maddesinde; Mukataalı vakıf; zemini vakfa, üzerindeki yapı ve ağaçlar tasarruf edene ait olan ve kirası yıllık olarak alınan vakıf taşınmazlarını, icareteynli vakıf ise; değerine yakın peşin ücret ve ayrıca yıllık kira alınmak suretiyle süresiz olarak kiralanan vakıf taşınmazı olarak tanımlanmıştır.
Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına göre, vakıf şerhine dayanılarak taviz bedeli istenilmesi; vakfın sahih vakıf olması koşuluna bağlıdır. Gayri sahih vakıflar yönünden taviz bedeli istenmesinin hukuki bir dayanağı bulunmamaktadır.
Kural olarak, bir vakıf şerhi evveliyat kayıtlarında olduğu hâlde sonraki kayıtlarda yer almamışsa bu şerhin kayda işlenmesi yasal yollarla sağlanabilir. Eğer, bir tapu kaydında evvelinden beri vakıf şerhi bulunmuyorsa ve buna rağmen vakıf şerhi işlenmişse ilgilisi bu şerhin terkinini isteyebilir (YHGK 06.07.2011 tarih, 2011/14-396 E, 2011/463 K).
Davacı, evveliyat tapu kayıtlarında yer almayan vakıf şerhinin vakıflar idaresince tek yanlı bir idari işlemle konulduğu iddiasıyla vakıf şerhinin terkinini istemektedir.
Bu durumda öncelikle; taşınmazın ilk tesisinden itibaren tüm dayanak kayıt ve belgeleri ile “Karamustafa Paşa Vakfı”nın durumunu gösterir kayıtlar ve vakfa ait tüm belgeler getirtilerek keşfen taşınmazın incelenmesi, haritasında işaretlenmesi ve taşınmazın vakfiye kapsamında kalıp kalmadığının tespiti gerekirken, mahkemece eksik araştırma ve inceleme ile hüküm kurulmasının doğru olmadığı, direnme kararının bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan, bu konuda çoğunluk ile görüş ayrılığımız bulunmamaktadır.
Vakfın türünün, bu davada da yeniden bilirkişi incelemesi yapılarak tespiti gerektiği yönünde ki çoğunluk görüşüne belirttiğimiz gerekçelerle katılamıyoruz.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden; dava konusu (Anbar mahallesi 5139 ada 4 parsel) taşınmazın bulunduğu Kayseri ili, Melikgazi İlçesi, Anbar mahallesi mevkinde bulunan taşınmazlarla ilgili Kayseri Asliye Hukuk mahkemelerinde pek çok dava açıldığı ve bu dava dosyalarında vakfın türünün tespiti yönünde aynı bilirkişi kurulundan raporlar alındığı anlaşılmaktadır.
Davalı delili olarak dosyada bulunan, Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/55 E, 2012/161 K sayılı Yargıtay denetiminden geçerek 14.02.2013 tarihinde kesinleşen dava dosyasında; Kayseri ili, Melikgazi İlçesi, Anbar mahallesi 3405 parsel sayılı taşınmaz tapu kaydındaki “Karamustafa Paşa Vakıf” şerhinin terkininin istendiği, davalı vakıf tarafından dosyaya vakfa ait hüccet ve kararların ibraz edildiği, bilirkişiler Prof. Dr. Ali Akyıldız ve Doç. Dr. Kürşat Nuri Turanboy tarafından düzenlenen 08.01.2010 tarihli raporda, dosyadaki vakıf kayıtları ve Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/152 Esas sayılı dosyada, bilirkişi kurul üyesi Prof. Dr. Ali Akyıldız tarafından “Kara Mustafa Paşa vakfı” vakfiyesine dayalı incelemeler esas alınarak vakfın türünün tespit edildiği ve bu tespit esas alınarak karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bilirkişi kurulu; incelenen dosyada vakfiyenin bulunmadığı, ancak “...Kara Mustafa Paşa vakfının Kayseri’deki emlakine ilişkin çeşitli ilamlar dosyaya ibraz edilmiş bulunmaktadır. Vakfa ilişkin çok sayıda hüccet ve mahkeme kararı incelendiğinde; özellikle vakfa yeni akar satın alınmasına ilişkin ilamların mevcudiyeti, bu vakfın sahih vakıf olduğunu göstermektedir. Ayrıca, yine dosyada mevcut 25 Rebiu’s Sani 1081 tarihli refiyed (men-i müdahele) ilamında (... Anbarviranı isimli köyde bulunan salık ve kamışlığın padişah iradesiyle vezir hazretlerine (Kara Mustafa Paşa’ya) temlik edildiğini (mülk olarak verildiğini) onun da burada söz konusu binayı yapıp camii şerifin ihtiyaçlarına vakıf eylediği...” denildiğine göre, bu vakfın Kara Mustafa Paşa tarafından kendi öz mülkünden yapıldığı açıkça ortaya konulmaktadır. Çünkü, Osmanlı’da mülk oluşumunun en önemli kaynaklarından biri, bir arazinin temlikname ile Padişah tarafından birine mülk olarak verilmesidir. Bu tür arazi miri arazi vasfından çıkıp mülk arazi hâline gelir. İşte bu şekilde mülke dönüşen mallar ile vakıf mümkündür ki, bu vakıflar sahih vakıflardır. Olayımızda da böylece mülk hâline gelmiş mallardan kurulan bir vakıf söz konusu olduğundan, elde vakfiyesi olmasa da söz konusu vakfın sahih olduğunun kabulü gerekir. Öyle ise dava konusu vakıf tavize tabi bir vakıftır.” sonucuna ulaşmışlardır.
Aynı raporda; Bilirkişi Prof. Dr. Ali Akyıldız’ın doğrudan (Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/152 Esas sayılı dosyasında) vakfiye üzerinde yaptığı incelemeye göre; “23 Safer 1089 H(1674 M) tarihli vakfiyenin (21 sayfa), davaya konu şerh de adı geçen Kara Mustafa Paşa vakfına ait olduğu, ayrıca 1093 H. (1682 M.) tarihli zeyl ( ilave=ek) vakfiye bulunduğu, Safer 1089 H(1674 M) tarihli vakfiyede, vakfın beş ayrı yerde mülklerin vakfedildiği (Vakfiye örneği sayfa 4). Kayseri’de (İncesu) vakfedilen yerler, ikinci kısımda (kısmi sani) anlatıldığı. Burada, Padişah tarafından vakfedene temlik olunup mülküne dahil olan yerlerin vakfedildiği izah edilmektedir. (... taraf-ı Şehriyari’den (Padişah tarafından) Kara Mustafa Paşa’ya (vakıf-ı müşarün iley hazretlerine) mülk olarak verilip mal varlığına dahil olunan ve vakfedilmeye uygun yerlerden (temlik olunmağla havza-i mülklerine mukarrer ve vakıf olunmağa layık yerlerden olup)... Benzer şekilde, ilk kısımda geçen Merzifon’da vakfedilen yerlerin de Kara Mustafa Paşanın sahih mülkü olduğu belirtilmekte, vakfedilen yerlerin cümle hukuku ile vakfedildiği belirtilmektedir.
Dahası, vakfeden vefat edene kadar vakfı kendisi yönettikten sonra, vefatından sonra da Kara Mustafa Paşa’nın (vakfedenin) evlatlarının büyük olanı, batın şartı gözetilerek mütevelli olacak, diğer evlatları da batın şartı gözetilerek vakıfta nazırlık görevi üstlenip, her biri, erkek evlatlar ellişer, kız evlatlar kırkar akçe vazifeye hak kazanacaklardır. (Yani, bu vakıf aynı zamanda bir zürri vakıftır.)
Görüldüğü üzeri, bu vakıf aynı zaman da zürri vakıftır. Bu da vakfın sahih bir vakıf olduğuna delalet eder. Çünkü vakfedenin kendi mülkünden yapılmayan bir vakıfta, bu şekilde evlada pay verilmesinin şart koşulması hukuken yapılamaz. Çünkü, gayrisahih vakıfta vakfedilen mal devlete aittir ve vakfın amaçları da kamu gelirlerinden karşılanması mümkün olan kamu hizmetleridir. Bu da, zürri amaçları olan bu vakfın bir sahih vakıf olduğunun ayrı bir kanıtı olarak kabul edilmelidir.” tespitleri yapılarak Kara Mustafa Paşa Vakfının sahih vakıf olduğu kanaatine ulaşılmıştır denildikten sonra, incelemeler sonucunda, Vakfın sahih bir vakıf olduğu belirtilmiştir.
Vakfiye, bir vakfın kurucusu tarafından düzenlenen vakfın işleyişiyle ilgili resmi belgedir. Vakfedilen malın, hangi hayır işinde kullanılacağını ve ne şekilde yönetileceğini gösteren bir senettir.
Kara Mustafa Paşa Vakfı, Vakfiyesinin ikinci kısmında, Kayseri’de (İncesu) vakfedilen yerlerin, Padişah tarafından mülk olarak vakfedene (Kara Mustafa Paşa) verilip, temlik olunan ve mülküne dahil olan yerlerden olduğu belirtilmiş, vakfiyeye göre vakfın tavize tabi, sahih bir vakıf olduğu kesinleşen mahkeme kararlarıyla belirlenmiştir.
Bu aşamada, yargılamaya hakim ilkelerden, usul ekonomisi ilkesine bakılması gerekir.
Usul ekonomisi ilkesi, Anayasa’nın 141/4 maddesinde "Davaların en az giderle ve mümkün olan sürede sonuçlandırılması, yargının görevidir" şeklinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun (HMK) 30 maddesinde de, “Hakim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” şeklinde düzenlenmiştir.
Türk hukuk öğretisinde dava ekonomisi olarak da anılan usul ekonomisi ilkesi, genel olarak boş yere dava açılmasını, yargılama sırasında gereksiz işlemlerin yapılmasını ve zor yöntemlerin seçilmesini önlemeye hizmet eder. Bunun yanı sıra, anılan ilke, yargılamada emekten, zamandan ve masraftan mümkün olduğu ölçüde tasarruf edilmesine yönelik bir işlevi de yerine getirir. Başka bir anlatımla, usul ekonomisi, ihlal edilen hukuk düzeninin en az giderle, en kısa sürede ve en az zorlukla gerçekleştirilmesini ve boş yere davalar açılmasının önüne geçilmesini sağlamaya yönelik bir yargılama hukuku ilkesidir (Hanağası E; Davada menfaat, s. 32).
Belirtilen yasal düzenlemeler, ilkeler ve dosyadaki deliller birlikte değerlendirildiğinde, Kara Mustafa Paşa Vakfının türünün tespiti yönünden yeniden bilirkişi incelemesi yapılmasını istemek, gereksiz gider yapılması ve davanın makul sürede bitirilmesini engelleyen usul ekonomisi ilkesine aykırılık oluşturacağı görüşünde olduğumuzdan, çoğunluğun bu yöndeki görüşüne katılamıyoruz.
...
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.