Esas No: 2020/625
Karar No: 2021/158
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2020/625 Esas 2021/158 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “muris muvazaası nedeniyle alacak” davasından dolayı, bozma kararı üzerine direnme yoluyla Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 27.11.2014 tarihli ve 2014/202 E., 2014/577 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 26.02.2020 tarihli ve 2017/1-1244 E., 2020/228 K. sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla, Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Hukuk Genel Kurulu bozma kararında yer alan açıklamalara göre, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteminin REDDİNE,
Aynı Kanunun 442/3. ve 4421 sayılı Kanunun 4/b-1 maddeleri gereğince takdiren 490,00TL para cezasının karar düzeltme isteyenden alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine,
Harçlar Kanunu uyarınca eksik kalan 10,30TL harcın karar düzeltme talep edenden alınmasına, 25.02.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı bedel istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin 27.8.2008 tarihinde vefat eden muris..."nün altı çocuğundan biri olduğunu, murisin hayatta iken çok sayıda taşınır ve taşınmaz mal edindiğini, en son oturduğu Ankara İli, Çankaya İlçesi, 13 parseldeki 9 numaralı evinin bulunduğunu, eski 2798 parsel üzerindeki 500 m2 alanın imar uygulaması ile üzerindeki iki adet binanın yıkılarak 25306 ada 11 parsele dönüştüğünü ve yapılan kat karşılığı inşaat sözleşmesiyle diğer davalılara müvekkilinden gizli olarak satış yapıldığını, davalıların bir kısmının aynı binadan bir kısmının ise hisselerini satarak Etimesgut"tan daire satın aldıklarını, taşınmazın 128/9150 payının davalı ..."ye, 128/9150 payının ..."ye 86/9150 payının ise ..."ye muvazaalı olarak satıldığını, bu işlemler sonucunda davalılardan ..., ... ve ..."nün oturdukları daireleri satın aldıklarını; diğer payların da davalılardan ... ve ..."in murisi olan müteveffa ... "ye muvazaalı olarak satıldığını, yapılan satış işlemleri karşılığında hiçbir bedel ödenmediğini ve bu satışların müvekkilinden gizlendiğini, murisin vefatından birkaç ay önce bankadaki 101.000,00TL birikimini davalılardan ..."nün eşi dava dışı ..."ye aktardığının anlaşılması üzerine bu meblağın tüm mirasçılar arasında pay edildiğini, bu konuda 14.10.2008 tarihli taksim sözleşmesinin imzalandığını, ancak davalıların bu sözleşmeye müvekkilinin tek gözünün görmeyişinden de faydalanarak "...feragat ettiğimizi, babamızın kardeşler arasında adil davrandığını kabul beyan ve taahhüt ederiz" şeklinde hüküm yazdıklarını, bu durumu akşam eve dönünce başkalarının yardımı ile öğrenen müvekkilinin Noterden gönderdiği ihtarname ile bahsi geçen hükmü kabul etmediğini bildirdiğini, ayrıca kök murisin davalılara hülle işlemi ile devrettiği Bodrum"daki bir villa ile Çankaya"da bulunan bir dükkan ile bunlar dışında davalılardan ... ve ...’ye geçen Ankara ili Çankaya ilçesi 26951 ada 2 parsel 6 nolu daire ile kök muris adına kayıtlı olan tüm taşınmazlar ve tespit edilemeyen sair taşınmazlara ilişkin dava hakları saklı kalmak kaydıyla; bu aşamada tespit edilen ve davalıların oturdukları 25306 ada 11 parsel sayılı taşınmazdaki 10,12 ve 17 numaralı dairelerin üçüncü kişilere devrinin önlenmesi için ihtiyati tedbir kararı verilerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere kök muristen müvekkiline intikal eden tüm taşınır ve taşınmazlar ile ilgili olarak müvekkilinin hissesiyle ilgili işlemlerin tespit ve iptali ile bu hakların müvekkili adına tesciline, olmadığı takdirde anılan hakların rayiç değerinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili dava dilekçesindeki talebini açıkladığı 05.01.2010 tarihli dilekçesinde ise; eski 2798 parsel üzerinde toplamda beş konuttan oluşan iki adet gecekondu niteliğinde yapıda davalı beş kardeş oturmakta iken müvekkilinin hakkı gözetilmeksizin toplamda beş evin muris tarafından devredildiğini,1998 yılında ise kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapılarak davalılara üç daire verildiğini, davalıların aralarında anlaşarak bir kısmının para bir kısmının da daire aldığını, dairelerin yeni 25306 ada 11 parseldeki 12,15 ve 17 numaralı bağımsız bölümler olduğunu belirterek, muris muvazaası nedeniyle bu dairelerden davacının payına düşen bedelin hesaplanarak ödenmesini talep etmiştir.
Davalılar ... ve ... vekili; davaya konu daireler başka kişiler adına kayıtlı olduğundan tüm davalılara husumet yöneltilmesinin doğru olmadığını ve davacı tarafın taksim sözleşmesinin geçersizliğini iddia etmiş olması nedeniyle öncelikle bu konuda bir dava açması gerektiğini, dava konusu dairelerin de muristen daire şeklinde alınmadığını, yıllar önceki arsanın kat karşılığı olarak yükleniciye verildiğini ve bu aşamada murisin çocukları arasında adil ve dengeli bir dağıtım yaptığını, dağıtım sırasında davacının Hoşdere Caddesinde bir daire alacağını ve kardeşleriyle birlikte oturmak istemediğini söylemesi üzerine murisin bu dairenin borcunu ödediğini, mirasçıları arasında ayrım yapmasının kesinlikle söz konusu olmadığını, murisin paylaştırma kastıyla yaptığı devirlerin muvazaalı olarak kabul edilemeyeceğini, davacının iyi niyetli olmadığını, ayrıca tüm mirasçılar arasında geçerli bir taksim sözleşmesi ve ibraname bulunduğunu,14.10.2008 tarihli sözleşmede davacının "...babamızın kardeşler arasında adil davrandığını kabul beyan ve taahhüt ederiz" demek ve altını imzalamak suretiyle bu hususu kabul etmiş iken dava açmasının anlaşılır bir durum olmadığı gibi anılan sözleşmeden dönmeyi gerektirir bir durumun da bulunmadığını, davacının maddi durumunun çok daha iyi olduğunu, köydeki ve diğer taşınmazlarını ne şekilde edindiğini açıklaması gerektiğini, bu husus açıklandığında murisin çocukları arasında ayrım yapmadığının anlaşılacağını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Diğer davalılar ..., ... ve ...; 12.02.2009 tarihli duruşmada imzalı olarak davayı kabul ettiklerini ve davacının davasında haklı olduğunu beyan etmişlerdir.
Yerel mahkemece; davanın muris muvazaasına dayalı bedel istemine ilişkin olduğu, dava konusu bağımsız bölümlerin bulunduğu 11 parsel sayılı taşınmazda murisin payından 85/9150’er payı 13.12.1979 tarihinde davalı ...’ye ve davalılar ... ve ..."in babası olan ..."ye satış suretiyle temlik ettiği, kalan 342/9150 payından 128/9150’er payını davalılar ... ve ...’ye, 86/9150 payını da davalı ..."ye 08.11.1985 tarihinde satış yoluyla devrettiği, davalıların 08.12.1994 tarihinde dava dışı yüklenici ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi yaparak paylarının karşılığı iki adet bağımsız bölüm maliki oldukları, davalıların savunmasında yer alan taksim sözleşmesinin, muvazaalı bir satışa yönelik dava hakkını ortadan kaldırmayacağı, bu nedenle muvazaa olgusunun değerlendirildiği, olayların olağan akışı ile taraflar ve muris arasındaki beşeri ilişki dikkate alındığında ise murisin sözleşme yapmakta haklı bir nedeninin bulunmadığı, tarafların da taşınmazları aynı anda satın alacak güçlerinin olmadığı ve dolayısıyla murisin çocuklarına yapmış olduğu davaya konu temliklerin muvazaalı olduğu gerekçesiyle davalı ... hakkındaki davanın reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın ise kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili ile bir kısım davalılar vekili tarafından temyiz edilmiş ve Özel Dairece "...Somut olaya gelince; miras bırakanın ölümünden sonra tüm mirasçılarının imzasını taşıyan 14.10.2008 tarihli sözleşmenin 4. maddesinin altındaki ""babamızın kardeşler arasında adil davrandığını kabul, beyan ve taahhüt ederiz"" şeklindeki beyana karşı usulüne uygun bir biçimde sahtelik iddiası ileri sürülmemiştir. Bu durumda belirtilen beyanın geçerli olduğunu kabul etmek zorunlu olup, miras bırakanın davacıya da kazandırımlarda bulunduğunun kabulü gerekmektedir. Keza, davalı tanık ifadelerinden davacının aldığı dairenin parasının muris tarafından ödendiği, miras bırakanla çocukları arasında özellikle de davacı ile miras bırakan arasında bir husumetin olmadığı, mal kaçırmak için bir nedenin varlığının ortaya konulamadığı, miras bırakanın gerçek irade ve amacının mal kaçırmak olmadığı, denkleştirme amacıyla hareket ettiği sonucuna varılmaktadır. Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi doğru değildir…" gerekçesi ve oy çokluğu ile bozulmuştur.
Mahkemece, önceki ve karşı oy yazısındaki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalılardan ..., ... ve ... vekili tarafından temyiz edilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca yapılan inceleme sonucunda, direnme kararı Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı bozulmuş, bozma kararına karşı davacı vekilince karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
Uyuşmazlık; 25306 ada 11 parsel sayılı ana taşınmazın geldisi olan 2798 parsel sayılı taşınmazda tarafların ortak murisi...’nün 08.11.1985 tarihinde 256/9150 payını yarı yarıya olmak üzere oğulları ... ve ..."ye, 86/9150 payını da diğer oğlu ..."ye satış suretiyle yapmış olduğu temliklerin gerçekte diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, "Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir.
Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görünüşünü/intibaını yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
Eldeki davanın konusunu oluşturan ve "muris muvazaası" olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.
Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanununun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaasının esas kaynağını 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile "bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına" karar verilmiştir.
Anılan kararın salt adalet duygusu ve kamu vicdanını rahatsız edebilecek sonuçlar doğurduğu gerekçesiyle değiştirilmesi için yapılan başvuru üzerine Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 16.3.1990 tarih ve 1989/1 E., 1990/2 K. sayılı kararında ise, "...Bu karar toplumun özel koşul ve gereksinimleri dikkate alınarak çıkarılmıştır. Şöyle ki, özellikle küçük kırsal bölgelerde kız çocuklarını mirastan mahrum etmek amacıyla muris, erkek çocuğu ile anlaşarak gerçekte bağışlama istediği malvarlığını, kötüniyetle satış göstermek suretiyle devir işlemini gerçekleştirmektedir. Bunun yanında eşin ölümü veya boşanma sebebiyle yeniden evlenen erkek, önceki eşinden olma çocuklarını sonraki eşin etkisiyle mirastan mahrum etmek amacıyla sonraki çocuklara gerçekte bağışlamak istediği malvarlığını satış göstermek suretiyle onlara intikal ettirmektedir. İşte, 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı esas itibariyle muvazaalı tasarruflar karşısında gerek kız çocuklarını erkek çocuklarla eşit miras hakkına kavuşturmak ve gerekse murisin çocukları arasında eşitliği sağlamak amacıyla çıkarılmış olup, bu düzenlemenin toplumun ihtiyaçlarına cevap verdiği ve hukuk önünde eşitliği sağladığı tartışma götürmeyecek kadar açıktır. Bu çözüm tarzının değiştirilmesini haklı kılacak hiç bir neden görülmemiştir" şeklindeki açıklamalarla 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının Türk Hukukunda benimsenmesinin sebeplerine de değinilerek, değiştirilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda "tam muvazaa" özelliği de taşımaktadır.
Muris muvazaası da öteki nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaalar gibi dört unsurdan oluşur.
a-)Görünüşteki Sözleşme: Miras bırakanın, mirasçıdan mal kaçırmak, onların kendilerinden mal kaçırıldığı yönünde yapacakları itirazları, açacakları davaları önlemek, başka bir anlatımla onları aldatmak için karşı taraf ile anlaşarak, gerçek iradesine uygun düşmeyecek ve hiçbir hüküm ve sonuç doğurmayacak biçimde düzenlediği sözleşmeye görünüşteki sözleşme denir.
b-)Üçüncü Şahısları (Mirasçıları) Aldatmak Amacı: Muris muvazaasına bu açıdan bakıldığında, öteki nispi muvazaalardan farkı mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık anlatımıyla, muris muvazaasında aldatmak isteyen (muvazaalı işlem yapan) miras bırakan, aldatılmak istenen ise mirasçıdır. Oysa muris muvazaası dışında kalan mutlak ve nispi muvazaalarda aldatılmak istenen üçüncü kişinin mirasçı olması şart değildir.
Muvazaalı sözleşme yapıldığı sırada mal kaçırılmak, aldatılmak istenen bir mirasçının veya mirasçıların bulunması, aldatmak amacının (kastının) gerçekleşmesi için yeterlidir. Bu durumda miras bırakanın ölüm tarihine göre mirasçı olan ve terekeden miras hakkı alması gereken mirasçının, kendisinin henüz mirasçılık sıfatını kazanmadığı tarihte yapılan muvazaalı işleme karşı durarak, muvazaanın tespiti için murisin ölümünden sonra dava açmakta hukuki yararının ve hakkının bulunduğu açıktır. Muvazaalı sözleşmenin yapıldığı tarihte mirasçı olmamasının muvazaa davası açma hakkına hiçbir etkisi yoktur. Esasen bir mirasçı muvazaa nedeniyle açtığı bir iptal ve tescil davası sonunda muris muvazaasının varlığını ispat edip o taşınmazın terekeye dönmesini sağladığı takdirde, muvazaalı sözleşme tarihinde mirasçı olmayıp da, miras bırakanın ölüm tarihinde mirasçılık sıfatını kazanan mirasçı o taşınmazdan pay aldığına göre, kendisine, muvazaalı sözleşme tarihinde mirasçı olmaması nedeniyle dava açma hakkı tanınmaması açık bir çelişki yaratacağı gibi, hukuk mantığına da uygun düşmez.
Miras bırakan sağlığında mallarını mirasçıları arasında, makul ölçüler içerisinde, dengeli bir biçimde paylaştırmışsa, artık mirasçıdan mal kaçırmak, onları aldatmak kastı ve iradesi bulunmadığından, muris muvazaasından söz etmek mümkün olmaz.
Bu gibi temliklerde miras bırakanın amacı mirasçıdan mal kaçırmak değil, mallarını sağlığında mirasçılar arasında pay etmektir. Uygulamada “denkleştirme” olarak da tanımlanan bu paylaştırmanın kabulü için, miras bırakanın tüm mirasçılar arasında paylaştırma yapması, paylaştırmada tam bir eşitlik olmasa dahi makul ve hoşgörü ile karşılanabilecek bir denge kurması gerekir.
Miras bırakan sadece mirasçılardan birine veya birkaçına pay vermişse veya paylaştırmada makul ve hoşgörü sınırlarını aşan bir dengesizlik bulunuyorsa, paylaştırma değil mirasçıdan mal kaçırma amacı üstün tutulmuş sayılacağından, aldatmak unsuru teşekkül edecektir. Bu takdirde de pay almayan veya az pay verilen mirasçı veya mirasçıların dava açmak hakları doğacaktır.
Denkleştirmenin var olup olmadığının, başka bir ifadeyle miras bırakanının mirasçıları arasında paylaştırma kastının bulunup bulunmadığının anlaşılabilmesi için, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır taşınmaz mallar ve hakların araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi, taraf tanıklarının dinlenmesi, tarafların tüm delillerinin toplanması, her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınarak her bir mirasçıya verilen mal ve değerlerin birbirleri ile kıyaslanması gerekir.
c-)Tarafların Beyanları ile İradeleri Arasında İsteyerek Meydana Getirdikleri Uyumsuzluğu Açıklayan Muvazaa Anlaşması: Muris muvazaasındaki muvazaa anlaşması, miras bırakan ile karşı taraf arasında görünüşte yapılan sözleşmenin niteliğini değiştiren sözleşmedir.
Muvazaa sözleşmesi hiçbir şekil koşuluna bağlı değildir. Yazılı yapıldığı gibi çok kez de sözlü yapılabilmektedir. Uygulamada muvazaa anlaşmasının çok zaman gizli sözleşme ile bir arada, hatta onunla iç içe yapıldığı görülmektedir. Ancak gizli sözleşme ile birlikte yapılması muvazaa sözleşmesinin ayrı bir sözleşme olması niteliğini ortadan kaldırmaz.
Gerek "taraf" gerekse "muris muvazaasında" muvazaa anlaşmasının varlığı muvazaanın oluşması için şarttır. Muvazaa anlaşmasını miras bırakan bizzat veya vekili aracılığı ile yapabilir. Miras bırakanın görünüşteki sözleşmeyi bizzat yapması, muvazaa anlaşmasını vekili aracılığı ile yapmasına engel teşkil etmez.
Muvazaa anlaşmasının görünüşteki sözleşmeden önce veya en geç onunla aynı zamanda yapılması gerekir. Daha sonra yapılan sözleşme bu muvazaa sözleşmesini değil, önceki geçerli sözleşmeyi değiştiren ikinci bir sözleşme niteliğini taşır.
d-)Gizli Sözleşme: Muris muvazaasının son unsuru, tüm nispi muvazaalarda olduğu gibi gizli sözleşmedir. Miras bırakan malını bağış yoluyla devretmek istemekte, bu iradesine uygun bir sözleşme yapmaktadır. Ne var ki, bu sözleşmeyi gerçek iradesine uygun olmayan başka nitelikteki bir sözleşmenin arkasına gizlemektedir. Gerçek iradesine uygun olmayan, bilinen ve açıklanan sözleşmeye "görünüşteki sözleşme", gerçek iradesine uygun olan, ancak saklanan, gizli kalan sözleşmeye de "gizli sözleşme" denmektedir.
Muris muvazaasında gizli sözleşme daima bağış sözleşmesi şeklinde yapılmaktadır. O hâlde muris muvazaasında öteki mirasçılardan gizlenen, malın temliki değil, temlik sözleşmesinin niteliğidir. Gizli sözleşme bulunmadığı takdirde muris muvazaasından söz etme olanağı yoktur.
Bu noktada; görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli sözleşme de şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar resmi sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersizliğinin tespitini ve tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Saklı pay sahibi olsun veya olmasın, her mirasçı mirastan mal kaçırmak amacıyla miras bırakan tarafından yapılan muvazaalı sözleşmenin geçersizliğinin tespitini, bu sözleşmeye dayanılarak bir tapu kaydı oluşmuşsa tapu kaydının iptali ile pay oranında adına tescilini veya eski hâle getirilmesini (terekeye döndürülmesini) isteyebilir. Mirasçı, muvazaalı sözleşmenin dışında kaldığından ve ona karşı koyduğundan üçüncü kişi durumundadır. Her ne kadar mirasçı muvazaalı sözleşme yapan kişinin ardılı (külli halefi) ise de miras bırakan muvazaalı sözleşme yaparak kanunen kendisine intikal etmesi gereken miras hakkına mani olup onun tamamını veya bir bölümünü başkasına intikal ettirdiğinden, bu sözleşmeye karşı koymakta, onun geçersizliğini istemektedir.
Görülüyor ki, miras bırakanın iradesi ile mirasçının yararı çatışmaktadır. Bir bakıma mirasçı kanuni hakkını miras bırakana karşı korumaya çalışmaktadır. Miras bırakanın iradesine karşı dava açmaktadır. Bu itibarla muris muvazaası davasında mirasçının üçüncü kişi sıfatıyla hareket ettiği kuşkusuzdur.
Elbette miras bırakan saklı pay dışındaki mallarını kanunların öngördüğü biçimde serbestçe tasarruf etme ve başkasına dilediği gibi temlik etme hakkına sahiptir. Ancak mallarını kanuna uymayan şekilde temlik ettiği takdirde, öldükten sonra zarar gören mirasçının bu tasarrufa karşı koyma, geçersizliğinin tespitini isteme hakkının bulunduğunun da kabulü gerekir.
Öteki deyişle, miras bırakanın nasıl ki saklı pay dışındaki mallarını kanuna uygun biçimde devretme hakkı varsa, mirasçının da miras bırakanın kanuna aykırı biçimde düzenlediği ve kendisini miras hakkından yoksun bırakan hukuki tasarruflarına karşı koyma, yapılan temlik ve tescilin iptalini isteme hakkı vardır.
Asıl olan miras bırakanın terekesinin kanunlarda öngörülen şekilde mirasçılarına intikal etmesidir. Miras bırakanın saklı pay dışındaki mallarda dilediği gibi tasarruf etme hakkı varsa da, bu temliki yaparken kanunlarda öngörülen şekil koşuluna uymak zorundadır. Şekil koşuluna uyulmadığı takdirde, kanun gereği malik olacak mirasçının şekil noksanlığından dolayı bu temlikin iptalini istemekte hukuki yararı vardır.
Bununla birlikte, miras bırakan bağış sözleşmesini görünüşte satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi ivazlı bir sözleşme arkasına gizleyerek, mirasçının saklı payını da temlik etmiştir. Miras bırakanın bu kötü niyeti ve onunla işbirliği içerisindeki karşı tarafın kötü niyete dayanan hakkı kanun tarafından korunamaz.
Muris muvazaası davası açacak kişinin muvazaalı sözleşme yapan miras bırakanın mirasçısı olması yeterlidir. Saklı pay sahibi mirasçı olması gerekmez. Dava açan mirasçı üçüncü kişi durumunda olduğundan, davasını her türlü delil ile ispat edebilir.
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 16.06.2010 tarih ve 2010/1-295 E. 2010/333 K. sayılı ve 21.03.2019 tarih ve 2017/1-1207 E. 2019/325 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Öte yandan; Hukuk Genel Kurulunun 20.04.2011 tarih ve 2011/1-44 E. 2011/203 K. Sayılı kararında da “…Her ne kadar Özel Daire bozma ilamında, açıkça dile getirmemişse de, Yerel Mahkemeyi denkleştirme araştırmasına sevk ettiğinden ve ancak muvazaalı işlemlerde denkleştirme kastı varsa muvazaa davası reddedileceğinden, eldeki davada gerçekte miras bırakan tarafından gerçekleştirilen temliki işlemlerin muvazaalı yapıldığı olgusunu zımnen kabul ettiği anlaşılmaktadır…” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; her ne kadar mahkemece miras bırakanın malvarlığı araştırılmamış, mirasçılarına yaptığı tüm temlikler ve kazandırmalar kuşkuya yer bırakmayacak biçimde saptanmamış, hatta davacının, dava dilekçesinde haklarını saklı tutarak henüz dava açmadığı ancak murisin davalılara intikal ettirdiğini ada ve parsel numarasıyla belirttiği taşınmaz tapu kayıtları dahi getirtilip incelenmemiş ise de; davalılar ..., ... ve ...’nün, muris muvazaasına dayalı davayı kabul etmeleri, diğer davalıların ise murisin tüm çocukları arasında paylaştırma yaptığını savunmaları, miras bırakanın sağlığında eşi olan davalı ...’ye herhangi bir kazandırmada bulunmaması -ve bu hususta aksi beyan-savunma, bilgi-belge de söz konusu olmaması- gözetildiğinde; miras bırakanın tüm mirasçılarını kapsar biçimde paylaştırma yapmadığı, yani denkleştirme amacı olmadığı sonucuna varılmaktadır.
Benzer bir olayda Yargıtay 1.HD.nin 2010/587-2008 sayılı kararında da “… miras bırakanın, sağlığında hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapması halinde mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden, olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanamayacağı kuşkusuzdur. Ne var ki, miras bırakanın çocukları lehine bir takım kazandırmalarda bulunduğu anlaşılmakta ise de, mirasçılarından olan eşi lehine böyle bir tasarrufu bulunmadığı gibi, açıkça feragati olmadığı sürece eşinin çocuklar lehine gerçekleştirilen tasarruflara ses çıkarmamasının, hakkından feragat ettiği anlamına geleceğini söyleyebilme ve böylece tüm mirasçıları kapsayan bir paylaştırmanın varlığını kabul etme olanağı yoktur. Esasen muvazaalı işleme rıza gösterilmesi veya icazet verilmesine hukuken sonuç bağlanamayacağı açıktır…” şeklinde istikrarlı uygulama vurgulanmıştır. Yine aynı Özel Dairenin 2010/1445-3898 sayılı kararında da, “…muvazaalı sözleşme yok hükmünde, en azından geçersiz bir sözleşmedir. Bu itibarla taşınmaz miras bırakanın mal varlığından şeklen çıkmış gözükse de, gerçekten mal varlığı içerisinde kalmaktadır. O halde terekeye dâhil olan bir taşınmazda her mirasçının hakkı (payı) bulunduğu kuşkusuzdur. Bir önceki miras bırakanın (kök miras bırakanın) yaptığı muvazaalı temlik hakkında miraççılardan biri (ara miras bırakan) dava açmasa bile, ölümü ile onun miraççılarının dava açmak hakları mevcuttur. Zira yukarıda da değinilen ilkeler gereğince icazetle veya belirli bir süre geçtiği halde dava açılmaması ile muvazaalı sözleşme geçerli hale gelmez…” biçiminde muvazaaya dayalı davaların her hak sahibi tarafından her zaman açılabileceği açıklanmıştır.
O hâlde; yargılama sırasında ölen ve miras bırakanın eşi olan..., sağlığında dava açmasa dahi dava hakkından vazgeçmiş sayılamayacağından, onun hakkı halefiyet kuralı ile mirasçılarına geçecektir ve mirasçıları da, miras hakkına engel olan kök miras bırakan tarafından yapılan muvazaalı sözleşmenin geçersizliğini ve bu sözleşmeye dayanan tapunun iptalini veya tazminat isteyebilecektir. Yani, davacının annesinden intikal eden paya ilişkin olarak da dava konusu temlikler nedeniyle ayrıca dava açabileceği dikkate alındığında, miras bırakanın yapmış olduğu temliklerde gerçek iradesinin saptanması için tüm mirasçıları itibariyle değerlendirilme yapılması gerektiği açıktır. Murisin eşine yaptığı bir temlik veya kazandırma olmadığına göre de, miras bırakanın davalı oğullarına yaptığı dava konusu pay temliklerinde iradesinin paylaştırma-denkleştirme olmadığı kuşkusuzdur. Kaldı ki; miras bırakanın davacı oğluna da yapmış olduğu bir temliki işlem bulunmadığı gibi, kazandırmada bulunduğuna dair de yazılı bir belge yoktur. Bazı tanıkların, davacının kendine ev satın aldığında bazı taksitlerini murisin ödediğine ilişkin beyanları belge ile doğrulanmadığı gibi, aksi hâlde bile bu yardımların davalılara yapılan temliklerle karşılaştırıldığında murisin paylaşım yaptığı sonucunu doğuracak nitelikle olmadığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Dosyada yer alan 14.10.2008 tarihli “Mirasçılar Arası Taksim Sözleşmesi ve Karşılıklı İbraname” başlıklı belgenin, miras bırakan adına kayıtlı taşınmazların mirasçılarına miras payları oranında intikal edeceği, murisin sağlığında ikamet ettiği taşınmazın mirasçılarına kayden intikal ettirileceği, ancak eşi...’nin burada ölene kadar bedelsiz oturacağı ve mirasçıların ortaklığın giderilmesi davası açmayacakları, terekeye borçlu bazı davalıların borçlarını ödemeleri ve murisin sağlığında gelinine aktardığı paradan murisin ölümü nedeniyle yapılan giderler düşüldükten sonra kalan 88.000,00TL"sının miras payları oranında taksim edildiği ve gelin ...’in ibra edildiğine ilişkin düzenlenmiş olup, bundan sonra satır arası verilip satır başından "feragat ettiğimizi, babamızın kardeşler arasında adil davrandığını kabul beyan ve taahhüt ederiz" şeklinde yazılan cümlede, miras bırakanın sağlığında çocuklarına hangi anlamda (maddi-manevi) adil davrandığı belirtilmediği gibi, dava konusu veya dava dışı temliki işlemler veya kazandırmalar da yazılmamıştır. Davacı ile davalılardan Neşe tarafından iki gün sonra 16.10.2008 tarihli noterden keşide edilen ihtarname ile de anılan cümleye karşı bu hususlara değinerek murisin sağlığında saklı paylarını gözetmeksizin yaptığı menkul ve gayrımenkullerle ilgili haklarını saklı tuttukları bildirilmiştir. Aslında bu belge miras bırakanın satışa ihtiyacının olmadığını, bankadaki parasını davalı ...’in eşine aktarmış olmasının aralarındaki yakınlığı yani kayrılmayı göstermektedir.
Paylaştırma savunması, murisin dava konusu pay temliklerini bedelsiz olarak yaptığı, yani işlemler satış olarak gösterilmiş ise de gerçekte bağış olduklarının ikrarıdır, sadece bu işlemlerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı olmayıp mirasçıları arasında denkleştirmek için yapıldığından 01.04.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağını içerir. Davalılar da paylaştırma savunmasında bulunmuşlar ve yukarıda açıklandığı üzere de denkleştirmeyi kanıtlayamamışlardır. Temlik dışı mirasçılar olup, murisin çekişmeli pay temliklerinin paylaştırma amaçlı olmadığı sabittir. Davalıların böyle bir savunma yapmamış olmaları durumunda dahi temlik tarihi itibariyle alım güçlerinin bulunmadığı açıktır. Miras bırakanın aynı tarihte davalılara pay temliki yapmasında haklı ve makul bir nedeninin bulunmadığı, temlik tarihinde gelir sahibi olup, mali durumunun iyi olduğu, satıma ihtiyacının olmadığı, davalılarla yakın ilişkilerinin bulunduğu tartışmasızdır. Bir kısım davalılar da açıkça davacının davasında haklı olduğunu belirterek davayı kabul etmişlerdir. Öyle ise, diğer davalıların satış bedeli ödemeksizin edindikleri çekişmeli paylara ilişkin satış işlemlerinin terekeden mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu, yani muris muvazaası ile illetli olup, geçerli olmadığına ilişkin yerel mahkeme direnme kararı yerindedir.
Hâl böyle olunca; davacının karar düzeltme isteğinin kabulü ile Hukuk Genel Kurulunun bozma kararının kaldırılmasına ve Yerel Mahkemenin direnme kararı yerinde olduğundan dosyanın miktara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun karar düzeltme isteğinin reddi kararına katılamıyoruz.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.