Esas No: 2019/694
Karar No: 2021/157
Karar Tarihi: 23.02.2021
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2019/694 Esas 2021/157 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İvrindi Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 16. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda dava konusu 118 ada 216 parsel sayılı taşınmaz yönünden onanmış, 105 ada 22 parsel sayılı taşınmaz yönünden bozulmuş olup, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; Balıkesir ili, İvrindi ilçesi, Evciler Köyünde kain çekişmeli 118 ada 216 ve 105 ada 22 parsel sayılı taşınmazların davalı adına yapılan kadastro tespitlerinin hatalı olduğunu, 118 ada 216 parsel sayılı taşınmazın müvekkiline ait 118 ada 181 parsel sayılı, 105 ada 22 parsel sayılı taşınmazın da müvekkiline ait 105 ada 20 parsel sayılı taşınmaz ile bir bütün olduğunu, çekişmeli taşınmazların müvekkiline murislerinden intikal ettiğini ve 100 yılı aşkın süredir önce murisleri sonrasında müvekkilinin zilyetliğinde bulunduğunu ileri sürerek 118 ada 216 ve 105 ada 22 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde; kadastro çalışmaları sırasında yapılan tespitlerde vergi kaydındaki miktarların esas alındığını, yapılan tespitin yasaya uygun olduğunu, kaldı ki davacının zilyetliğinin 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nda belirtilen şartları taşımadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. İvrindi Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.05.2014 tarihli ve 2013/175 E., 2014/75 K. sayılı kararı ile; herhangi bir sınır ihtiva etmeyen ve mükellefinin tek yanlı mücerred beyanı ile bildirdiği emlak beyannamesinin, 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 21. maddesi anlamında miktar fazlasına dayanak gösterilebilecek bir belge olmadığı, miktar fazlasının ifrazına dayanak gösterilmesinin anılan maddeye aykırı olduğu, ayrıca emlak beyannamesinin miktar fazlasına dayanak olarak kabul edilmesi halinde ayrıca hiç emlak beyannamesi vermeyen bireyler yararına eşitsizlik oluşacağı, çekişmeli taşınmazlarda davacının 20 yılı aşkın süredir nizasız, fasılasız, ekonomik amaca uygun ve malik sıfatıyla zilyetliğinin bulunduğu, zilyetlikle mülk edinme şartlarının davacı lehine gerçekleştiği, 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 12/3. maddesinde belirtilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmediği, davacı yönünden Kadastro Kanunu"nun 14. maddesinde belirtilen kuru toprakta 100 dönüm sınırının aşılmadığı gerekçeleriyle davanın kabulüne, 118 ada 216 parsel ve 105 ada 22 parsel nolu taşınmazların tarla vasfı ile davalı Hazine adına olan tapu kayıtlarının iptali ile davacı adına tapu siciline kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 08.10.2015 tarihli ve 2014/18525 E., 2015/11536 K. sayılı kararı ile;
"…1- Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, çekişmeli 118 ada 216 parsel sayılı taşınmaza yönelik bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan hükmün onanmasına;
2- Mahkemece; çekişmeli 105 ada 22 parsel sayılı taşınmaz üzerinde davacı yararına edinme koşullarının oluştuğu kabul edilerek karar verilmiş ise de, mahkemenin kabul ve değerlendirmesinde isabet bulunmamaktadır. Çekişmeli 105 ada 22 parsel sayılı taşınmaz aynı ada 20 parsel sayılı taşınmaza uygulanan emlak kaydının miktar fazlası olması nedeniyle Hazine adına tespit edilmiştir. Aynı ada 20 parsel sayılı taşınmaza uygulanan emlak kaydı 1981 yılında oluşturulmuş, çekişmeli taşınmazın kadastro tespiti ise 10.8.1998 günü yapılmıştır. Emlak kaydının oluşum tarihi ile kadastro tespit günü arasında 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 14. maddesinde öngörülen 20 yıllık zilyetlikle edinme süresi geçmemiştir. Emlak kayıtları, 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 14/son maddesi (A) bendi uyarınca zilyetlik belgesi kabul edilerek ilgilisi lehine sonuç doğurabileceği gibi, koşulların oluşmaması halinde aleyhine de sonuç doğurabilir. Hal böyle olunca; emlak kaydının oluşum tarihi ile kadastro tespit günü arasında 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 14. maddesinde öngörülen zilyetlikle edinmeye yeter zilyetlik süresi geçmediğinden davanın reddine karar vermek gerekirken, yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır…" gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. İvrindi Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.02.2016 tarihli ve 2016/2 E., 2016/23 K. sayılı kararı ile; değer verilmemesi için herhangi bir neden bulunmayan mahalli bilirkişi ve davacı tanıklarının beyanları ile, 105 ada 22 parsel sayılı taşınmazın 105 ada 20 parselle bir bütün olarak Mehmet Kayış"a ait olduğu, Mehmet Kayış"tan kalan taşınmazların mirasçılar arasında paylaşıldığı ve dava konusu taşınmaz olan 105 ada 22 parselin 105 ada 20 parselle bir bütün olarak ..."a kaldığı, diğer kardeşlerine de başka taşınmazlar kaldığı, ..."ın da yaklaşık 40 - 50 senedir dava konusu taşınmazları ya yulaf ekerek ya da içerisinde hayvanlarını otlatarak kullandığı, davacının zilyetlik yoluyla 20 yılı aşkın bir süredir nizasız, fasılasız, ekonomik amaca uygun ve malik sıfatıyla zilyetliğinin bulunduğu, herhangi bir sınırı ihtiva etmeyen ve mükellefinin tek yanlı mücerred beyanı ile bildirilen emlak beyannamesinin 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 14/son maddesi (A) bendi uyarınca zilyetlik belgesi olarak gösterilebilecek bir belge olmadığı, adı üzerinde olduğu gibi beyanname olduğu, belge dahi olmadığı, sadece tanık beyanları ile 20 yılı aşkın bir süredir nizasız, fasılasız, ekonomik amaca uygun ve malik sıfatıyla zilyetliğin kanıtlanması ile davanın kabulüne karar verilen ve Yargıtayca onanarak kesinleşen tapu iptal ve tescil davaları karşısında bu durumun hakkaniyete aykırı sonuçlar doğuracağı, tanık beyanları ile emlak beyanından önce de davacının dava konusu 105 ada 22 parsel üzerinde zilyetliğinin bulunduğunun ispatlandığı gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kadastro çalışmaları sırasında çekişmeli taşınmaza uygulanan 1981 tarihli emlak beyanının 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 14/son maddesinin (A) bendi uyarınca zilyetlik belgesi olarak kabul edilip edilmeyeceği, buradan varılacak sonuca göre çekişmeli taşınmazda davacının anılan Kanun"da öngörülen zilyetlikle mülkiyet edinmeye yeter zilyetlik süresinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti” başlıklı 14. maddesinde;
“Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.
(Değişik ikinci fıkra: 3/7/2005 - 5403/26 md.) Sulu veya kuru arazi ayrımı, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümlerine göre yapılır.
(Değişik : 3/7/2005 - 5403/26 md.) 4342 sayılı Mera Kanununun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrası gereği 3402 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılacak işlemlerde Kadastro Komisyonlarına konu uzmanı Ziraat Mühendisi dâhil edilir.
Taşınmaz malın, yukarıdaki fıkranın kapsamı dışında kalan kısmının zilyedi adına tespit edilebilmesi için, birinci fıkra gereğince delillendirilen zilyetliğin ayrıca aşağıdaki belgelerden birine dayandırılması lazımdır.
A) 31/12/1981 tarihine veya daha önceki tarihlere ait vergi kayıtları,
B) Tasdikli irade suretleri ile fermanlar,
C) Muteber mütevelli, sipahi, mültezim temessük veya senetleri,
D) Kayıtları bulunmayan tapu veya mülga hazinei hassa senetleri veya muvakkat tasarruf ilmuhaberleri,
E) Tasdiksiz tapu yoklama kayıtları,
F) Mülkname, muhasebatı atika kalemi kayıtları,
G) Mubayaa, istihkam ve ihbar hüccetleri,
H) Evkaf idarelerinden tapuya devredilmemiş tasarruf kayıtları" düzenlemesine yer verilmiş olup, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun "Olağanüstü zamanaşımı" başlıklı 713/1. maddesinde de "Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir" hükmü bulunmaktadır.
13. Açıklanan kanun hükümlerine göre, olağanüstü zamanaşımı yolu ile taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasına ilişkin temel koşulların TMK" nın 713. ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 14. maddelerinde hüküm altına alındığı görülmektedir. Buna göre; tapuda kayıtlı olmayan bir taşınmazı aralıksız ve nizasız 20 yıllık süreyle malik sıfatı ile elinde bulunduran ve zilyedi olan kişi, taşınmazın kendi mülkü olmak üzere adına tescilini talep edebilir.
14. Uygulama ve teorideki açıklamalardan esinlenerek TMK"nın 713. ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 14. maddelerinde hüküm altına koşulları; taşınmaza ilişkin koşullar ve zilyetliğe ilişkin koşullar olarak ikiye ayırmak mümkündür. Tapuda kayıtlı olmayan taşınmazların zamanaşımına dayanılarak kazanılabilmesi için taşınmazın özel mülkiyet kurmaya elverişli olması, zamanaşımı ile kazanılmasını yasaklayan bir kanun hükmünün bulunmaması ve taşınmazın kanunlar uyarınca Devlete kalan taşınmazlardan olmaması gerekir. Taşınmaz üzerinde sürdürülmesi gerekli olan zilyetliğin ise, malik sıfatı ile, aralıksız ve nizasız, 20 yıllık süreyle olması gereklidir.
15. Olağanüstü zamanaşımı yoluyla taşınmaz mal mülkiyetini kazanma koşullarının yanı sıra, bu nedene dayalı olarak açılacak davalarda kazanmayı sağlayan zilyetliğin kanıtlanması hususuna da değinmekte yarar bulunmaktadır. Bu davalarda kazanmayı sağlayan zilyetliğin davacı tarafından kanıtlanması gerekir. Maddi olaylardan olan zilyetlik her türlü delil ile kanıtlanabilir. Her somut olayın özelliğine göre yerel bilirkişi, tanık beyanları, teknik bilirkişi raporları gibi deliller zilyetliğin kanıtlanmasında kullanılabilir. Nitekim 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14/1. maddesinde, tapuda kayıtlı olmayan ve ayrıca çalışma alanı içinde bulunan yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüm kadar olan yerlerde çekişmesiz, aralıksız ve malik sıfatıyla geçen 20 yıllık zilyetliğin belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla kanıtlanabilineceği hüküm altına alınmıştır. Maddede bilirkişi ve tanık beyanları yanında belgelere de yer verilmiştir.
16. Anılan Kanun"un 14/son fıkrasında, taşınmaz malın 100 dönümden fazla olan bölümünün zilyedi adına tespit edilmesi için, birinci fıkra gereğince değerlendirilen zilyetliğin ayrıca 14/son (A) bendinde sözü edilen 31.12.1981 tarihine veya daha önceki tarihlere ait vergi kayıtları ile diğer bentlerde (A-H) sayılan belgelerden birine dayandırılması öngörülmüştür.
17. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesindeki yazılı belgeler, mülkiyet belgesi olmayıp, ispat hukuku bakımından delil niteliği bulunan tasarruf belgeleridir. Kazanmayı sağlayan zilyetlik bakımından tek başına bir değer taşımazlar. Kazanma bakımından dayanılan vergi kaydının nazara alınması için vergi kaydı mükellefi ile zilyet arasında bağlantının kurulması gerekir. Zilyetlikle birleşmeyen vergi kaydına değer verilemez (Sapanoğlu, S: Zilyetlikten Kaynaklanan Tescil Davaları, Ankara 2013, s. 373-374, Özmen, İ. /Çorbalı, H.: 3402 Sayılı Kadastro Kanunu Şerhi, Ankara 1995, s. 434, 435).
18. Hemen burada, somut olayda ispat için öngörülen 31.12.1981 tarihinden önceki emlak beyannamesine ilişkin açıklama yapılmasında fayda bulunmaktadır. Osmanlı Devleti döneminde, emlak vergisi adı altında, bina ve arazi vergileri tahsil edilmiş olmakla birlikte modern anlamıyla “Emlak Vergisi”, Tanzimat’ta başlayan mali ıslahat hareketinin bir parçası olarak vergi sistemine girmiştir. 1931 yılında, araziler de binalar gibi ayrı ve bağımsız bir vergi olarak düzenlenerek 1833 sayılı Arazi Vergisi Kanunu yürürlüğe konulmuş, böylece yeni bir bina ve arazi vergisi sistemine geçilmiştir. 1936 yılında çıkarılan 2871 sayılı Kanun ile hem bina hem de arazi vergilerinin İl Özel İdareleri tarafından tahsil edilmesi esası benimsenmiş ve tahsil edilen vergilerden, belediyelere, kendi sınırları içindeki bina vergilerinden pay verilmesi hükmü getirilmiştir. 1936 yılında bina ve arazi vergileri merkezi devlet gelirleri arasından çıkarılmış ve mahalli idarelere devredilmiş, 1960’lı yıllarda emlak vergisinin yerel ölçekte önemli bir gelir kaynağı olduğu yaklaşımından hareketle iyileştirme çalışmaları yapılmış; verimin artırılması, verginin yerelleştirilmesi, genel tahrir yapılması, verginin tarh, tahakkuk ve tahsil yetkisinin Maliye eliyle tek elden yapılması hususlarında düzenlemeye gidilmiştir. Bunun sonucunda bina ve arazi vergisi kanunları kaldırılarak bunların yerine 29.07.1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu çıkarılmış daha sonraki yıllarda bu kanun üzerinde müteaddit değişiklikler yapılmıştır.
19. Osmanlı Devleti döneminden bu yana uygulanmakta olan emlak vergisinde Cumhuriyet döneminde 1972 yılına kadar "tahrir sistemi" uygulanmış, bu tarihten itibaren ise "beyan sistemi" ne geçilmiştir. Beyan sisteminde mülk sahibi olan herkes vergiye tabi gayrimenkulü için beyanname vererek gayrimenkulünün değerini kendi iradesi ile beyan edip, vergisini bu beyan üzerinden ödemektedir (Açıklamalı ve İçtihatlı Belediyelerde Emlak Vergisi Uygulamaları, Türkiye Belediyeler Birliği, Eylül 2019, s. 16-17).
20. 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu"nun 13. maddesinde, arazi vergisini arazinin maliki, varsa intifa hakkı sahibi, ikisi de yoksa malik gibi tasarruf edenlerin ödeyeceği hükmünü getirilmiş, zilyet bulunuyor ise vergi mükellefi olduğu kabul edilmiştir. Aynı Kanun"un 1610 sayılı Kanun"la değişik 24. maddesinin (b) bendinde araziye ait beyannamede, arazinin yeri (mevki) cinsi, büyüklüğü (dönüm, m2), getirilebileceği yıllık gayrisafi hasılat tutarı ve rayiç bedeli (vergi değeri) nin gösterileceği ifade edilmiştir. Madde metninden de anlaşılacağı gibi emlak beyanlarında taşınmazın sınırlarının yazılması konusunda herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Tapu kayıtları ve özellikle eski yazım tarihli (1936 ilâ...) vergi kayıtlarında yüzölçümü mevkii ve sınırları yazılı bulunmakta ise de, emlak beyanında taşınmazın sınırları mevcut olmayıp sadece, mevkii ve yüzölçümünün yazımı ile yetinilmektedir. Bu durum, emlak beyannamesinin dava konusu yer dışında başka taşınmazlarda uygulanabilir olasılığını ortaya koymaktadır.
21. Diğer taraftan; 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun "Kayıt ve belgelerin kapsamını tayin" başlıklı 20. maddesinde, tapu kayıtları ile diğer belgelerin kapsadığı yerin tayininde; kayıt ve belgeler; harita, plan ve krokiye dayanmakta ve bunların yerlerine uygulanması mümkün bulunmakta ise, harita, plan ve krokideki sınırlara, harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise kayıt ve belgelerde gösterilen sınırların esas alınarak tespit yapılacağı, ( c) fıkrasında da harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar, değişebilir ve genişletilmeye elverişli nitelikte ise, bunlarda gösterilen miktara, ancak değişebilir ve genişletmeye elverişli sınırlardaki taşınmaz malların kayıtları, fiziki yapıları ve konumları itibariyle belli bir yeri kapsıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırların esas alınarak tespit yapılacağı öngörülmüştür. Hükmün içeriğinden, bir kaydın uygulanabilir olması için en az üç sınırının bilinmesi, diğer bir anlatımla sınırların geometrik bir şeklide oluşturulması ve bu sınırların arazide saptanması ile mümkün olmaktadır. Emlak beyannamelerinde ise, taşınmazın yüzölçümünün resmi makamlardan alınacak sağlıklı belgelere dayandırılması aranmamış, dahası 1319 sayılı Emlak Vergi Kanunu"nda bu yönde bir yükümlülük de önerilmemiştir. Bu durumda, aynı mevkii de üç ayrı taşınmazı bulunan bir kişinin, tek taşınmazı için yerel idareye verdiği emlak bildiriminin, o kişinin hangi taşınmazına ait olduğunu saptamaktaki güçlükler gözardı edilemeyeceği gibi, dört tarafı kişi taşınmazı ile çevrili sabit hudutlu bir taşınmazda vergi beyannamesinin hangi bölümünü kapsadığının, taşınmazın verim durumu da gözönüne alınarak belirlenmesi de imkan dahilinde bulunmamaktadır. O hâlde, taşınmaza doğrudan uygulaması yönünden, kuşku ve tereddütler gösteren emlak beyanını mülkiyet hakkını sınırlayıcı sonuçlar doğuracak şekilde zilyetlik açısından kesin delil olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Doktrinde ve yargı kararlarında da bu tür kayıtların en zayıf bir ispat vasıtası olduğu kabul edilmektedir.
22. 1319 sayılı Emlak Vergi Kanunu"nda, beyanname vermeyi öngören zorlayıcı, cezayı müstelzim bir hüküm de getirilmemiştir. Kişi; emlak bildiriminde bulunmamış olsa dahi, mülk edinme koşullarının varlığını yerel bilirkişi ve tanık beyanları ile kanıtladığında taşınmaz adına tescil edilmesi gerekir. Özel Dairenin bozma kararında açıklandığı şekilde emlak beyannamelerinin lehe veya aleyhe sonuç doğuracak şekilde mutlak bağlayıcı bir delil kabul edilmesi halinde, taşınmazı gerçek yüzölçümünden çok fazla gösteren ve ileride buna dayanıp fazlasıyla hak iddiasında bulunmayı amaçlayan kötüniyetli maliklere olanak tanınmış olacağı gibi vergi kanunlarındaki cezaları göze alarak hiç bildirimde bulunmamış olan taşınmaz malikleri zilyetlik koşullarının oluştuğu alan için taşınmazını iktisap ederken, buna karşı kanuna saygılı olarak bildirimde bulunan kişinin, taşınmazın gerçek alanı yerine vergi beyannamesindeki taşınmazın yüzölçüm miktarını isteyebilecektir. Burada da kanuna saygılı kişinin cezalandırılması, kanunu hiçe sayanın da ödüllendirilmesi sonucunu veren ve eşitlik ilkesine ters düsen bir durumun ortaya çıktığı açıkça görülmektedir.
23. Nitekim Anayasa Mahkemesi de, 12.10.1976 tarihli ve 1976/38 E., 1976/46 K. sayılı kararı ile; kamulaştırma bedelinin taşınmazın vergi değeri esas alınarak belirleneceğini öngören Kamulaştırma Kanunu"nun 38. maddesinin 20.09.1971 tarihli ve 1488 sayılı Kanun ile değişik 2 ve 3. fıkralarının, vergi değerinin taşınmazın gerçek değerini yansıtmaması nedeniyle, mülkiyet hakkının özünü zedelediği, eşitlik ilkesine aykırılık oluşturduğu ve böylece Cumhuriyet’in temel ilkelerinden biri olan demokratik hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil ettiği, bu haliyle Anayasa’nın 2. maddesine aykırı oldukları gerekçesiyle iptal etmiştir.
24. Açıklanan bu hususlar Hukuk Genel Kurulunun 30.04.1997 tarihli ve 1997/7-5 E., 1997/438 K. sayılı ve 10.07.2002 tarihli ve 2002/7-578 E., 2002/605 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
25. Somut olayın incelenmesine gelince; çekişmeli 105 ada 22 parsel sayılı taşınmaza ilişkin 10.08.1998 tarihinde yapılan kadastro çalışmalarında, 10.000 m2 yüzölçümünde, Ali Osman oğlu Ali Kayış"ın ceddinden intikalen ve taksimen 20 seneyi aşkın bir zamandan beri nizasız ve fasılasız, malik sıfatıyla zilyet ve tasarrufunda iken 1969 yılında ölümü ile mirasçılarına kaldığı, mirasçılarının 1980 yılında yaptıkları taksim neticesinde bu parselin ..."ın (davacı) zilyet ve tasarrufunda bulunduğu, çekişmeli parsele uygulanan mükellefi ... adına kayıtlı bulunan 1981 yılı emlak vergisi beyanının mevkii ve muhteviyatı itibari ile bu parsele ait ve uygun olduğu, parselin zemin miktarının 1981 yılı emlak vergisi kayıt miktarından fazla geldiği, 02.07.1996 tarihli ve 1996/4 sayılı genelge uyarınca kayıt ve belgelerde yazılı bulunan miktara itibar edilmesi gerektiği belirtilerek miktar fazlalığı olarak kuzey cihetten ifrazen tarla vasfında Hazine adına tespit yapıldığı ve taşınmazın Hazine adına tescil edildiği, tespite esas alınan mükellefin davacı olduğu 09.02.1981 tarihli vergi beyannamesinin Evciler Köyünde kıraç ve tarla vasfında 3 adet araziye [Belen mevkii (10 dönüm), Yanaz mevkii (3 dönüm), Apbataşı mevkii (10 dönüm)] ilişkin olduğu, davacı tarafından çekişmeli taşınmaz ile kadastro çalışmaları sonucunda adına tescili yapılan 105 ada 20 parsel sayılı taşınmazın bir bütün olarak 20 yılı aşkın süredir kullanıldığı, çekişmeli taşınmaz yönünden zilyetlikle kazanma koşullarının oluştuğu iddiasıyla eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır.
26. Yukarıda ayrıntılı olarak ifade edildiği üzere (§18-21), taşınmaza doğrudan uygulaması yönünden, kuşku ve tereddütler gösteren emlak beyanında bildirilen yüzölçümünün bağlayıcı nitelikte olmayacağı, ancak çapı, krokisi olan tapulu taşınmazlarda uygulanabileceği, zilyetliğin ispatı açısından kesin delil olmadığı gibi mülkiyet belgesi niteliğine haiz olmadığı kuşkusuzdur. Hâl böyle olunca; davacı tarafından, adına tespiti yapılan dava dışı 105 ada 20 parsel sayılı taşınmaz ile bir bütün olarak kullanıldığı hususunda uyuşmazlık bulunmayan ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 14. maddesinde belirtilen miktar sınırlamasını aşmayan çekişmeli 105 ada 22 parsel sayılı taşınmaz yönünden, herhangi bir belgeye dayanmaksızın, kanunda öngörülen diğer koşulların da kanıtlanmış olması hâlinde taşınmazın iktisap edilebileceğinde duraksama olmamalıdır.
27. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; 766 sayılı Tapulama Kanunu"nun 33. maddesi ile 1950 ve öncesi, 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 14/A maddesi ile de 31.12.1981 ve öncesi vergi kayıtlarının zilyetlik belgeleri olarak kabul edildiği, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 47/D maddesi hükmü uyarınca düzenlenen "Taşınmaz Malların Sınırlandırma, Tespit ve Kontrol İşleri Hakkındaki Yönetmelik" de de açıkça 1981 yılı ve öncesi emlak beyannamelerinden zilyetlik belgesi olarak bahsedildiği, yasa hükümlerince mülkiyet belgesi olduğu kabul edilen bağ, bahçe, zeytinlikler için oluşturulan tapu kayıtlarında (Eşcâr tapuları) mevki ve ismi gösterildiği halde miktarını ve sınırlarını göstermeyen tapu kayıtlarının da mevcut olduğu, sınırları ve miktarı gösterilmeyen tapu kayıtlarının mahkemelerce uygulanarak kayıtlara kapsam belirlendiği, başka bir anlatımla davaya bakan mahkemenin taraflardan birinin dayandığı gerek mülkiyet belgesi niteliğindeki tapu kayıtlarını gerekse 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 14. maddesi hükmünde sayılan zilyetlik belgesi niteliğindeki belgeleri öncelikle uygulanabiliyor ise bu kayıtlara göre kapsam belirlemesi, uygulanan belgenin sınırlarının genişletilmeye elverişli olması hâlinde kayıt miktar fazlasından oluşan bölüm üzerindeki zilyetliğin ilgilinin beyan tarihinden sonra başladığının kabulü gerektiği, bu nedenle bu hususa değinen Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
28. Hâl böyle olunca, mahkemenin kadastro tespitine esas alınan emlak beyanının zilyetlik belgesi olarak kabul edilemeyeceği yönündeki direnme kararı yerindedir.
29. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre çekişmeli taşınmazın zilyetlikle kazanma koşullarının davacı yararına gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin diğer hususlar inceleme konusu yapılmadığından, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV- SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun bulunduğundan, davalı Hazine vekilinin işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 16. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince kararın taraflara tebliğine ilişkin işlemlerin yerine getirilmesine, karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan Özel Daireye gönderilmesine,
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 23.02.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.