Cevat ile Mustafa aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair (Perşembe Asliye Hukuk Mahkemesi)’nden verilen 19.04.2011 gün ve 232/121 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi, gereği düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin dava konusu 109 ada 40 parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 payını davalıya kadastro çalışmalarından önce tapuda temlik ettiği halde kadastro sırasında nizalı taşınmazın tamamının üzerindeki ev, samanlık ve serende gibi yapılarla birlikte davalı adına tespit ve tescil edildiğini açıklayarak, uyuşmazlık konusu taşınmazın tapu kaydının 1/2 payının iptali ile vekil edeni adına tapuya tesciline, parsel üzerinde bulunan yapıların aidiyetinin tespit edilerek, davacı adına tapunun beyanlar hanesine şerh verilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davacının uyuşmazlık konusu taşınmazın tamamını kendisine temlik ettiğini, dava konusu taşınmazda bulunan yapıların ise kendisinin katkısı ile yapıldığını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kısmen kabul ve kısmen reddine, davacının tapu iptali ve tescile yönelik isteğin ispat edildiği gerekçesiyle kabulüne, 109 ada 40 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının 1/2 payının iptali ile davacı adına tapuya tesciline; tespite yönelik talebin ise, TMK’da tapunun beyanlar hanesine şerh edilebilecek haklar içerisinde muhtesatın sayılmadığı ve 3402 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre genel mahkemede açılan tapu iptali ve tescil davasında muhtesatın tapunun beyanlar hanesinde gösterilemeyeceği gerekçesiyle, reddine karar verilmiştir. Hükmün muhtesatın tespiti isteğinin reddine ilişkin bölümü, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Bu kapsamda, TMK’nın 684/1. maddesi uyarınca kural olarak, bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur. 22.12.1995 tarih ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulandığı üzere; Eşya Hukukunda, muhdesattan, bir arazi üzerinde arz malikinden başkasına veya bir paydaşa ait yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe şeklinde dikilen ağaçları anlamak gerekir. Muhdesat, sahibine arazi mülkiyetinden ayrı, bağımsız bir mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak sağlamaz. Muhdesat sahibinin hakkı, sadece şahsi bir haktır (TMK 722, 724, 729). Ne var ki; TMK’nın 1012. maddesi hükmüne göre; malikin rızasıyla, kamu hukukundan kaynaklanan kısıtlamalar, Tapu Sicil Tüzüğü’nün belirlediği ayrık durumlar ve özel kanun hükümlerinde saklı hallerde tapu kütüğünün beyanlar hanesine muhdesatla ilgili şerh verilebilir. Başka bir anlatımla, tapu kütüğünün beyanlar hanesine “beyanda” bulunulabilmesi için Medeni Kanun veya ilgili özel yasalarda bir düzenlemenin bulunması gerekir.
Arzdan ayrı olarak muhdesatla ilgili tapu kütüğünün beyanlar hanesine açıklama yapmaya imkan veren düzenlemeye örnek olarak Türk Medeni Kanunu’nun 748. maddesindeki sürekli geçit hakları, 755. maddesindeki toprağın iyileştirilmesi işlemi yapılmak üzere taşınmaz maliklerinin alacakları kararlar, 710. maddesindeki yetkili makamlarca belirlenmiş taşınmazın heyelan bölgesinde kaldığına dair beyanlar sayılabilir. Diğer yandan, buna imkan veren özel kanunlar olarak da; 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu, 3621 sayılı Kıyı Kanunu, 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunu, 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemleri Düzenleyen Kanun, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu, 2924 sayılı Orman Köylüsünün Desteklenmesine Dair Kanun ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu sayılabilir.
Tapu Sicil Tüzüğü’nün 60. maddesi hükmüne göre, kütüğün beyanlar sütununa ancak mevzuatın yazılmasını öngördüğü hususlar yazılabilir. Az yukarıda, buna imkan veren Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddeleriyle özel kanunlar belirtilmiştir. Gerek metni yukarıda yazılan Türk Medeni Kanunu’nun 1012. ve gerekse Tapu Sicil Tüzüğü’nün 60. maddelerinden görülmektedir ki, mevzuatın yazılmasına izin vermediği bir belirtmenin kütüğün beyanlar sütununda gösterilebilme imkanı yoktur.
Tapu kütüğünün beyanlar hanesine “beyan” imkanı veren 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 19/II. maddesi “sahibi lehine muhdesatın tespitine ve bunun kütüğün beyanlar hanesine yazılmasına” imkan sağlamaktadır. Anılan hüküm uyarınca “Taşınmaz mal üzerinde malikinden başka bir kimseye veya paydaşlardan birine ait muhdesat mevcut ise bunun sahibi, cinsi, ihdas tarihi ve iktisap sebebi belirtilerek tutanağın ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilir”. Bu şekilde bir belirtmenin yenilik doğurucu bir sonucu olmadığı, esasen var olan şahsi hakka aleniyet kazandıracağı ve muhdesat sahibi lehine kanıt oluşturacağı kuşkusuzdur. 3402 sayılı Kadastro Kanunu kural olarak kadastro bölge ve çalışma alanlarında üzerinde çalışma yapılan taşınmazlara uygulanır. Ancak, Yasa’nın 33. maddesinde Kadastro Kanunu’nun bazı hükümlerinin kadastro çalışma bölgeleri dışındaki genel hükümlere göre açılan davalara da uygulanacağı kabul edilmiştir. Maddede sayılan genel hükümleri arasında 19. madde bulunmamaktadır. Ancak, kadastro çalışması yapılan taşınmazlarda, tutanakların askıya çıkarıldığı tarihten itibaren 30 gün içinde kadastro mahkemesinde açılan davalarda veya bu süre içinde dava açılmamış tutanak kesinleşmişse, Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre içinde kadastrodan öncesi nedenlere dayanılarak genel mahkemelerde açılacak davada muhdesatın arzdan ayrı olarak beyanlar hanesine yazılması istenebilir. Bir başka anlatımla, kadastrodan sonraki hukuki sebeplere dayanılarak, genel mahkemelerde açılan davada, Kadastro Kanunu’nun 19/II. maddesine dayanılarak muhdesat tespiti ve bunun kütüğün beyanlar hanesinde gösterilmesi dava edilemez.
Somut olaya gelince; davacı vekili, 10 yıllık hak düşürücü süre içinde, tespit öncesi nedene dayanarak açtığı temyize konu dava ile 109 ada 40 parsel üzerindeki yapıların vekil edeni tarafından yaptırıldığının tespitine ve bunun tapu kütüğünün beyanlar hanesine yazılmasını istemiş, mahkemece yazılı gerekçeyle isteğin reddine karar verilmiştir. Mahkemenin bu görüşüne katılmak mümkün değildir. İddia ve savunma doğrultusunda toplanan taraf delillerine göre, yukarıdaki bilgiler ışığında, davacının talebi hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yanlışa düşülerek yazılı gerekçeyle muhdesatın tespiti davasının reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
Ayrıca, HGK’nın 07.05.1986 tarih ve 1985/1-281 Esas, 490 Karar sayılı kararında; “Evin kendisine ait olduğu konusunda tapu kütüğüne şerh verilmesi mümkün değil ise de; beyanlar hanesine yazılmasına karar verilmesi gerekir”, denilmektedir. Anılan bu kararın olaya ışık tutacağı açıktır.
Davacı vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulüyle, usul ve kanuna aykırı bulunan yerel mahkeme hükmünün muhdesatın tespitine ilişkin bölümünün 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nın 428. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), taraftarca HUMK’nın 388/4. (HMK m. 297/ç) ve HUMK’nın 440/1. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve istek halinde peşin harcın temyiz eden davacıya iadesine 26.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.