20. Hukuk Dairesi 2013/11181 E. , 2014/2290 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili, dava dilekçesinde sınırlarını bildirdiği ....ş Mevkii, Kartlar Mahallesinde yaklaşık 40-45 dönümlük taşınmazın tapuda kayıtlı olmadığını, kazandırıcı zamanaşımı zilyedliği yoluyla taşınmaz edinme koşullarının müvekkili yararına oluştuğunu iddia ederek, taşınmazın Medenî Kanunun 713. maddesi hükmüne göre davacı adına tapuya tescilini istemiştir.
Davalı Hazine vekili, 05.03.2007 tarihli cevap dilekçesi ile davanın reddini ve Medenî Kanunun 713/6. maddesi uyarınca Hazine adına tescilini istemiştir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne ve 04.05.2009 tarihli kadastro bilirkişi raporuna ekli krokide (A) harfi ile gösterilen 10072,13 m², (B) harfi ile gösterilen 14187,20 m², (C) harfi ile gösterilen 1383,92 m² ve (D) harfi ile gösterilen 3903,30 m² ve toplamda 29546,55 m² yüzölçümünde olan taşınmazların davacı adına, aynı krokide (E) harfi ile gösterilen 4046,72 m² taşınmazın ise, bu bölümün kayalık niteliğinde olduğu gerekçesiyle Hazine adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiş; hükmün Hazine tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 2012/3130 E. - 10477 sayılı kararıyla bozulmuştur.
Hükmüne uyulan bozma kararında özetle; “Tescile konu taşınmaz, 1963 yılında yapılan arazi kadastro çalışmasında tesbit dışı bırakılmıştır. Bu tür davaların başarıya ulaşabilmesi için imar ve ihya işleminin tamamlanmasından sonra en az 20 yıl süre ile koşullarına uygun olarak zilyet olunması gerekmektedir. Mahkemece, bilirkişi raporuna ekli krokide (A, B, C ve D) harfleriyle ile gösterilen bölümleri yönünden davacı gerçek kişi yararına imar ve ihya ile kazandırıcı zamanaşımı zilyedliği yoluyla taşınmaz edinme koşullarının oluştuğu gerekçesiyle yazılı şekilde kabul kararı verilmiş ise de, mahkemenin bu kabulü dosya içeriğine ve kanun hükümlerine uygun düşmemektedir. Şöyle ki; hükme esas alınan uzman orman bilirkişisi raporunda, çekişmeli taşınmazın doğal eğiminin % 18-23 olduğu, 1744 ve 3302 sayılı kanunlara göre yapılan orman kadastrosu sınırları dışında kaldığı, 1963 tarihli memleket haritasında taşınmazın çevresiyle birlikte bitki örtüsü ile kaplı olduğu bildirilmiştir (rapora ekli pafta ile aplikeli memleket haritasında çekişmeli taşınmazın çalılık rumuzuyla yeşil alanda kaldığı görülmektedir).
6831 sayılı Kanunun 1/J maddesinin karşı kavramından maki ve fundalıklarla örtülü orman ve toprak muhafaza karakteri taşıyan yerlerin orman sayılan yerlerden olduğu hukuken ve bilimsel olarak orman sayılacağına dair, H.G.K.nun 15/11/2000 gün ve 2000/20-1663/1694 ve 14/03/2001 gün 2001/20-214-239 ve 02/05/2007 gün 2007/20-237-237 sayılı kararında ve 20. Hukuk Dairesinin konu ile ilgili tüm kararlarında ve 15/07/2004 tarihli Resmî Gazetede
-2-
2013/11181-2014/2290
yayımlanan Orman Kadastro Yönetmeliğinin 23/P ve 26/j maddeleri gereğince, eğimi % 12"nin üzerinde olan maki ve fundalıklarla örtülü yerlerin orman niteliğinde ve 6831 sayılı Kanunun 1/J bendi kapsamı dışındadır. Bu itibarla, çekişmeli taşınmaz kesinleşmiş orman kadastro sınırları dışında olmasına rağmen evveliyatı itibariyle orman sayılan yerlerdendir.
Diğer taraftan, 24.04.2009 tarihinde yapılan keşifte görev alan Ziraat Bilirkişisi Rabia Tekin 08.06.2009 tarihli raporunda, taşınmazın krokide (A) harfi ile gösterilen ve yulaf ekili 10072,13 m² bölümü ile krokide (D) harfi ile gösterilen 138392 m² bölümünde tarımsal faaliyet yapılan, ancak; geçmişi çok eskilere (20-25 yıl gibi) dayanmayan ve daha az zamandır faaliyetin yapıldığı bir alan hüviyetinde olduğunu, krokide (B) harfi ile gösterilen ve sürülü olan 14187,20 m² bölümü ile (D) harfi ile gösterilen 3903,30 m² bölümünün de tarımsal faaliyet geçmişi çok yeni bir alan hüviyetinde olduğunu ve bu alana yönelik olarak orman mühendisinin organik madde tesbit edilemediğini, ancak; uzun yıllardan beri ekildiğini belirtiğini, ancak; bu bulgular, yani işlenmiş (sürülmüş) toprak içinde kök, dal, yaprak kozalak, humus vs bitki artıkları ve organik madde tesbit edilmemesi bu alan üzerindeki tarımsal faaliyetin çok az bir zamandır yapıldığını gösterdiğini, ayrıca; % 18-23 arasında değişin eğimden dolayı DSİ kanalına komşu olmasına rağmen, sulanamaz durumda olduğunu ve 5. sınıf özel bir alan olduğunu, teraslama ile 3. sınıf bir tarım alanı haline getirebileceğini, ayrıca; krokide (D) ile gösterilen bölüm üzerinde 190 adet üç yaşlarında nar fidanı, (A) harfli bölümü üzerinde yulaf ekili olduğu, (B) harfli bölümünün sadece sürülü olduğunu, (C) harfli bölümünün ise arpa ekili olduğunu ifade etmiştir.
Keşifte dinlenen yerel bilirkişi ve davacı tanıklara da taşınmazın önceleri birkaç parça halinde olduğunu, davacı tarafça taşınmazın parça parça kullanıldığını, bu parçaların arasında çalılık bölümler bulunduğunu, davacının buraları temizleyerek bütün haline getirdiğinden söz etmişlerdir.
3402 sayılı Kanunun 17. maddesinde ifadesini bulan imar ve ihya eylemi, Yargıtayın kararlılık kazanmış içtihatlarına göre, taşlık, çalılık ve bunlar gibi arazilerin tarıma engel oluşturan taş ve çalı gibi unsurlardan temizlenerek tarıma elverişli hale getirilmesi işlemi olup, harcanan emek ve masrafın da zor ve zahmetli olması gerekir. Somut olayda, ziraat bilirkişisi raporuna göre, kabule konu taşınmazların tarımsal geçmişi çok yeni olduğu gibi, imar ve ihya işleminin de tamamlanmadığı saptanmıştır. Ayrıca, taşınmaza dikilen meyve fidanlarının üç yaşlarında olması imar ve ihya faaliyetlerinin yeni başladığına dair ziraatçı bilirkişi raporunu doğrulamaktadır.
Yukarıda belirtilen olgulardan da anlaşılacağı üzere, taşınmaz niteliği itibariyle zilyedlikle kazanılmaya elverişli olmadığı gibi, toplanan deliller ve dosya içeriğinden dava konusu taşınmazın dava tarihinden geriye doğru davacı tarafından koşullarına uygun olarak ihya edilerek kültür arazisi haline getirilmediği ve bu olgunun tamamlanmadığı anlaşılmaktadır. O halde; çekişmeli taşınmazın krokide (A, B, C ve D) harfleri ile gösterilen bölümleri hem yüksek eğimli funda ve makilerle kaplı orman ve toprak muhafaza karakteri taşıması nedeniyle öncesi itibariyle orman sayılan yerlerden olması, hem de, dava tarihinden geriye doğru davacı tarafından koşullarına uygun olarak ihya edilerek kültür arazisi haline getirildiği ve bu olgunun tamamlandığı tarihten itibaren tasarruf edildiği kanıtlanmamış bulunduğuna göre, davacı gerçek kişinin krokide (A, B, C ve D) harfleri ile gösterilen taşınmaz bölümlerine yönelik açtığı davanın da reddine karar verilmesi” gereğine değinilmiştir.
Mahkemece, bozma kararına uyulduktan sonra davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, Medenî Kanunun 713. maddesi hükmüne göre taşınmazın tescili istemine ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde dava tarihinden önce 1744 sayılı Kanuna göre 17.03.1982 tarihinde ilânı yapılıp kesinleşen orman kadastrosu ve 2. madde uygulaması ile 3302 sayılı Kanuna göre 23.05.1991 tarihinde ilânı yapılıp kesinleşen orman kadastrosu ve 2/B
-3-
2013/11181-2014/2290
madde uygulaması bulunmaktadır. Genel arazi kadastrosu işlemi 08.05.1966 tarihinde yapılmış ve sonuçları ilân edilerek kesinleşmiştir. Kesinleşme tarihi ile davanın açıldığı tarih arasında 20 yıllık süre geçmiştir.
Dosya kapsamına ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince işlem yapılarak hüküm kurulmuş olduğuna göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine 24/02/2014 gününde oy birliği ile karar verildi.