Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2016/1159
Karar No: 2020/280

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2016/1159 Esas 2020/280 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2016/1159 E.  ,  2020/280 K.

    "İçtihat Metni"


    Kararı Veren
    Yargıtay Dairesi : 16. Ceza Dairesi
    Mahkemesi :Ağır Ceza (TMK"nın 10. maddesi ile görevli)
    Sayısı : 45-192

    Silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçundan sanık ..."ın 3713 sayılı Kanun’un 7/2, TCK"nın 62/1 ve 53. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin Van (Kapatılan) 5. Ağır Ceza Mahkemesince (TMK"nın 10. maddesi ile görevli) verilen 19.07.2013 tarihli ve 45-192 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesince 24.11.2015 tarih ve 3450-4442 sayı ile;
    “...
    İfade özgürlüğünün kullanımına meşru bir müdahale için;
    1- Müdahalenin kanunlarda öngörülmüş olması,
    2- Ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu emniyeti, kamu düzeninin sağlanması ve suçun işlenmesinin önlenmesi, sağlığın korunması, ahlâkın, başkalarının şöhret ya da haklarının korunması, gizli tutulması kaydıyla alınmış bilgilerin açıklanmalarının engellenmesi ve yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanmasına ilişkin değerlerden bir veya bir kaçını korumaya yönelik olmalıdır.
    3- Müdahale demokratik bir toplumda gerekli bulunmalıdır.
    İfade özgürlüğü terörle mücadele kapsamında en çok müdahale ve sınırlamaya maruz kalan temel haklardandır. Nitekim 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanun"un 7/2. maddesindeki propaganda yasağı bu duruma örnek teşkil etmekle birlikte kanun koyucu madde de zaman zaman yaptığı değişikliklerle özgürlüğü genişletmiştir. Bu amaçla 11.04.2013 tarih ve 6459 sayılı Kanun"un 8. maddesi ile yapılan değişiklik sonucu; terör örgütünün propagandası suçunun oluşabilmesi için; örgütün "cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek şekilde" yapılması zorunlu kılınarak, sınırlamanın AİHS"ye uygun hâle getirilmesi amaçlanmıştır. Ancak, aynı Kanun"un 7. maddesinin 2. fıkranın (b) bendinde ise; toplantı ve gösteri yürüyüşünde gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;
    1- Örgüte ait resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması,
    2- Slogan atılması,
    3- Ses cihazları ile yayın yapılması,
    4- Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi,
    Şeklindeki fiil ve davranışlar propaganda suçundan cezalandırılacaktır. Bu düzenleme ile kanun koyucu herhangi bir unsurun varlığına bağlı olmaksızın bu suçun oluşacağını kabul edilmek suretiyle ifade özgürlüğü parametrelerini dışlayan tipe uygun eylem tanımlaması yapılmıştır.
    T.C. Anayasasının 90/son. maddesine göre "usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konularda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır."
    Temel hak ve hürriyetlere ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ekli protokoller Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanmıştır. Anayasal düzenleme karşısında, ifade özgürlüğüne ilişkin Avrupa Sözleşmesi"nin 10. maddesi bir iç düzenleme şekline dönüşmüştür.
    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de; kişinin hakkı ile toplumun çıkarı ve özellikle kişinin temel ifade özgürlüğü hakkı ve demokratik toplumun terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı kendini korumaya ilişkin meşru hakkı arasında bir denge kurulması ihtiyacını beraberinde getirmektedir (Zana v. Türkiye). Devletlerin terör ile mücadelesinin zorluklarına vurgu yaparak, müdahalenin acil bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığı, hedeflenen meşru amaca uygun olup olmadığını, devlet yetkililerince ileri sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli bulunup bulunmadığı ortaya konulmalıdır (Yılmaz ve Kılıç/Türkiye davası).
    Terör ile mücadele kendine özgü bir takım zorlukları barındırdığından devletler bu mücadelede daha geniş bir takdir marjına sahip olduğu kabul edilmekle birlikte terör ile mücadelede bir hukuk rejimidir. Uluslarası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerin ihmal edilebileceği bir alan değildir.
    Toplantı veya gösteri yürüyüşünde olsun veya olmasın; yazı veya sözler (atılan slogan, taşınan pankart veya giyilen üniforma) ile verilen mesajın şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtacak nefret söylemi olup olmadığı değerlendirilmeli, doğrudan veya dolaylı şiddete çağrı var ise sanığın kimliği, konumu, konuşulan yer ve zamanı gibi açık ve yakın tehlike testi bakımından analize tabi tutulmalıdır.
    İfade özgürlüğü sadece memnuniyetle karşılanan zararsız veya önemsiz sayılan insanların kayıtsız kalabileceği bilgi ve fikirler için değil, aynı zamanda demokratik toplumu şekillendiren çoğulculuğun, hoşgörünün ve geniş fikirliliğin doğasında bulunan bir gereklilik olarak saldırgan, şok eden, rahatsızlık veren veya ayrılık yaratabilen fikirler içinde uygulanabilmelidir.
    Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde
    Bölücü terör örgütü sözde lideri..."ın yakalanmasını protesto amaçlı olarak yapılan BDP Bulanık ilçe teşkilatı tarafından organize edilen ve ilçe yönetim kurulu üyesi olan sanığın basın açıklamasını okuduğu sırada terör örgütü lehine slogan atıldığı ancak gösterinin cebir ve şiddete başvurmaksızın kendiliğinden sona erdiği olayda, basın açıklaması sırasında sanık tarafından sarf edilen sözlerin örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek nitelikte olmadığı, bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği hâlde yasal olmayan gerekçeyle sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 18.02.2016 tarih ve 319449 sayı ile;
    “..
    Propaganda, bir düşünceyi başkalarına tanıtma, benimsetme, yayma amacı ile yapılan her türlü faaliyettir.
    Örgüt propagandası ise; bir örgütün düşüncesini, görüşlerinin amaç ve faaliyetlerinin meşruluğunu, kabul edilebilir olduğunu, bu görüşte olmanın adeta olağan olduğu konusunda toplumda bir algı ve değer sistemi yaratmayı sağlamak üzere örgüt düşüncesini yaymak amacı ile ses, yazı, resim vb şekilde yapılan her türlü faaliyettir. Suçun unsurları övmek, yüceltmek, haklı, meşru göstermektir.
    3713 sayılı Kanun"un 7/2. maddesinde terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi şeklinde belirtilmektedir. Bu örgütün vatandaş üzerinde kurulmuş bir baskı ile ticari faaliyette dahi bulunmasını engelleyecek ortamda, örgütten gelen talimatlar ile paralel açıklamalar ve örgütün ve elebaşısının öven, "PKK halktır halk burada, gençlik Aponun fedaisidir, Kürdistan faşizme mezar olacak, dişe diş kana kan seninleyiz Öcalan" sloganların atıldığı, kitlenin hep beraber PKK marşı okuduğu, Muş ili, Bulanık ilçe merkezinde gerçekleşen eylemde; ifade edilen ve yapılan basın açıklamasının eylemin bir bütün olarak organizesi de dahil yapılması sırasında kullanılan söz ve basın açıklamasının içeriği, üslübu, söylendiği ortam, söyleyenin konumu eylemin yapıldığı yer, hedef kitle, yapılanların hedef kitle üzerindeki etkisi dikkate alındığında silahlı terör örgütünün propagandası suçunun unsurlarını oluşturmaktadır.
    Nitekim Ceza Genel Kurulunun 03.03.2009 tarihli ve 184-43 sayılı kararında; PKK terör örgütünün, elebaşının yakalanması üzerine yurtdışında faaliyet gösteren yandaşları ve üyeleri ile yeni politikalar üretme yoluna gittiği, bu amaçla yasadışı örgüt elebaşısı...’a cezaevinde kötü muamele yapıldığı iddiası bahane edilerek; iç ve dış kamuoyunda...’ın Kürt sorunuyla ilgili olarak siyasi çözümün en önemli parçası olduğu yönünde bir hava oluşturmak suretiyle serbest bırakılmasını ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından siyasi anlamda muhatap alınmasını sağlamak gayesiyle yasadışı Avrupa Kürt Dernekleri Federasyonu (KON-KURD) tarafından "Abdullah Öcalan’ı bir siyasal irade olarak kabul ediyorum" sloganıyla 14 Temmuz 2005-21 Mart 2006 tarihleri arasında bir kampanyanın başlatıldığı, terör örgütü yanlısı tüm oluşumlarla, bu terör örgütünün sesi durumundaki bir kısım internet siteleri ve basın yayın organlarının da etkin şekilde destek verdikleri kampanya bağlamında, internet sitelerinden kampanyanın referanduma dönüştürülmesi yönünde talimatlar verildiği, çeşitli illerde imza kampanyaları düzenlendiği ve tutuklular tarafından eylemler yapılarak, ilgili yerlere mektuplar gönderildiği anlaşılmaktadır.
    Sanıkların dosyadaki diğer delillerle sabit olup, kendilerince de ikrar edilen eylemleri ise; söz konusu kampanya kapsamında, ev ev dolaşmak suretiyle "Ben bir Kürdistanlı olarak Kürdistan’da sayın...’ı bir siyasal irade olarak görüyor ve kabul ediyorum" ifadelerini içeren dilekçeleri imzalatmaktan ibarettir.
    Şu hâlde; amacı Türkiye Cumhuriyetinin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını silahlı mücadele vererek devlet idaresinden ayırıp bu bölgede Marksist-Leninist ilkelere dayalı bir Kürt devleti kurmak olan PKK terör örgütü elebaşının yakalanması üzerine, örgüt tarafından Kürdistan Demokratik Konfedaralizm önderi olarak kabul edilen..."ı sahiplenme kampanyası çerçevesinde sanıkların örgütün ve amacının toplum içinde benimsenmesini sağlamaya yönelik olarak; Türkçe ve Kürtçe, "Ben bir Kürdistanlı olarak, Kürdistan’da sayın...’ı bir siyasal irade olarak görüyor ve kabul ediyorum" cümlelerini içeren dilekçeleri imzalatmaktan ibaret eylemleri, nitelik ve yoğunlukları da dikkate alındığında maddi yardım niteliğinde görülmediğinden 3713 sayılı Kanun"un 7/2. maddesinde düzenlenen suçu oluşturur.
    Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan nedenlerle sanığın silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan cezalandırılmasına ilişkin hükmün onanmasına karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile bozulmasına karar verilmesinini usul ve yasaya aykırı olduğu" düşünceleriyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
    CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince 26.05.2016 tarih ve 1806-3440 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya kapsamından,
    14.02.2012 tarihinde PKK silahlı terör örgütüne müzahir yayın yapan internet sitelerinden “15 Şubat toplumsal eyleme dönüşmeli” şeklindeki haberler üzerine Muş ili, Bulanık ilçesinde "PKK/KCK terör örgütü elebaşının 15 Şubat 1999 tarihinde Kenya"da yakalanarak Ülkemize getirilmesinin yıl dönümünü" protesto etmek amacı ile yürüyüş ve basın açıklamasının düzenlendiği,
    15.02.2012 tarihli olay tutanağına göre; saat 09.00’dan itibaren Bulanık ilçe merkezinde gerekli güvenlik tedbirlerinin alındığı, Zafer Mahallesi, Belediye İş Merkezi, Kat: 2’de bulunan BDP (Barış ve Demokrasi Partisi) İlçe Teşkilatı Binasına grupların girdiği, saat 10.30 sıralarında Muş BDP Milletvekili .....’in yanındakilerle birlikte parti binasına geldiği, saat 11.00 sıralarında Muş BDP Milletvekili .... Bulanık Belediye Başkanı..., Malazgirt Belediye Başkanı..., Bulanık Belde Belediye Başkanları, Bulanık BDP Parti yönetimi ve üyelerinin de bulunduğu yaklaşık 180 kişilik bir topluluğun Bulanık ilçe parti binasından çıkarak pankart ve sloganlar eşliğinde zafer işaretleri yaparak Yeni Mahalle, Aslanpaşa Caddesinde bulunan 700. Yıl Cami önüne geldiği, burada (BDP) Bulanık İlçe yönetim üyesi olan sanık ...’ın topluluğa hitaben basın açıklaması metnini okuduğu, ardından BDP Muş Milletvekili Demir Çelik’in kısa bir konuşma yaptığı, konuşmadan sonra topluluğun tekrar aynı güzergâhları kullanarak sözde PKK/KCK terör örgütüne ait marş ve sloganlar eşliğinde, zafer işaretleri yaparak Belediye İş Merkezi’nde bulunan parti binasının önüne geldikleri, saat 12.00 sıralarında topluluğun olaysız şekilde dağıldığı, basın açıklaması ve yürüyüş esnasında katılımcılar tarafından; “Be serok jiyan nabe, PKK halktır halk burada, Kürdistan faşizme mezar olacak, T.C. şaşırma bizi dağa taşırma, T.C.’nin piçleri yıldıramaz bizleri, Bulanık ovası Apocular yuvası, vur gerilla vur Kürdistanı kur, baskılar bizi yıldıramaz, gençlik Aponun fedaisidir, geliyor geliyor apocular geliyor, AKP’yi basarız Erdoğan’ı asarız, disa disa serhildan serok’ime öcalan, em kine apo cine” şeklinde sloganların atıldığı ve yine katılımcılar tarafından; sarı zemin üzerine yeşil-kırmızı yazı ile yazılı “Ya onurlu bir çözüm ya da görkemli bir direniş”, siyah bez üzerine beyaz renk yazı ile; “15 Şubat Uluslararası Soykırım Gününü şiddetle kınıyoruz”, beyaz, kırmızı, sarı, yeşil ve mor zemin üzerine kırmızı-siyah renk yazı ile “Ji bo jiyanek bi rumet an azadi an azadi” şeklinde pankartların taşındığı, esnafların kepenk açmadıkları, iş yerlerinin kapalı olduğunun tespit edildiği,
    15.03.2012 tarihli kamera kayıt çözüm tutanağının kamera kayıt bölümünün Sİ 1100122 kısmında, sanık ...’ın, “Bilgi sahibi olmadığımız ancak tarihi araştırmalar sonucunda farklı halkların yaşadığı bir gerçektir. Bu halklar kendi dönemin egemenleri tarafından soykırıma uğratılmış ve yok edilmişlerdir. 15 Şubat 1923 Lozan Antlaşması bir savaş sürecinin bitirilmesiyle dönemin egemen devletlerarası bir anlaşmayla sonuçlanan tüm hazırlıkların coğrafyamızda oluşacak bir yapılanma Kürtler, Türkler ve diğer halkların varlığı dikkate alınarak planlanmıştır. Lozan’a giden Türk temsilcileri devre dışı bırakılarak bölgemizde sağlanacak bir barışın önüne geçmişlerdir. 15 Şubat 1925 Şeyh Sait isyanı ile bu Cumhuriyet Kürtlerin ve Türklerin Cumhuriyetidir sözü yerine getirilmediği için önce isyanlar sonrası katliamlar başlamıştır. Birkaç örnek vermek gerekirse Dersim, Ağrı, Zilan, Koçgir ve daha niceleri 15 Şubat 1999 tarihinde Kürt halk önderi sayın Öcalan’ın uluslararası bir komployla esir alınması ve bugüne kadar Kürtlere uygulanan katliamların devamında çıkar sağlayan emperyalistlerin planlamasıdır. Onun içindir ki bunu herkes uluslararası bir komplo olarak görür. Bugünkü Orta Doğuda var olan çıkar savaşları apaçık ortadadır. Orta Doğudaki tehlikeli gidişatları bilen Öcalan Orta Doğu için antiemperyalist demokratik Orta Doğu Halklar Federasyonu oluşturmasının bir zorunluluk olduğunu defalarca belirtmesi gerek bölgemizde gerekse Orta Doğuda… …Bu çözümlülüğü bölge halklarına fayda sağlayamadığı gibi dünyada da fayda sağlayamayacaktır. Kürt sorununun çözümünün tek muhatabı PKK ve O’nun önderliğidir. 15 Şubat 1999 uluslararası komploda yer alan tüm devletleri kınıyor karşı durumumuzu tüm halkımıza beyan ediyoruz” şeklindeki bildiri metnini okuduğu,
    Anlaşılmaktadır.
    Sanık aşamalarda; BDP Bulanık İlçe Yönetim Kurulu üyesi olduğunu, 15.02.2012 tarihinde parti teşkilatı tarafından gösteri yürüyüşü düzenlendiğini, yönetim kurulu üyesi olması nedeniyle gösteriye katıldığını, o tarihte tüm ülke çapında teşkilatlar tarafından bu gösteriler yapıldığından yürüyüş esnasında okunan basın açıklamasının da genel merkezden gönderildiğini, olay tarihinde basın açıklamasını normal koşullarda ilçe başkanının okuması gerektiğini ancak o gün hasta olduğundan toplantıya katılamadığını ve basın açıklamasını kendisi okumak zorunda kaldığını, öncesinde basın açıklamasının içeriği konusunda bilgi sahibi olmadığını, ilk kez orada okuduğunu, metin içeriğinde geçen ifadelerin suç teşkil ettiğini bilmediğini, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini savunmuştur.
    Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için, propaganda kavramından, silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu düzenleyen 3713 sayılı Kanun’un 7/2. maddesinde suç tarihine kadar yapılan değişikliklerden ve ifade özgürlüğüne ilişkin düzenlemelerden bahsetmek gerekecektir.
    Türk Dil Kurumu sözlüğünde “propaganda” kavramı, “Bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı vb. yollarla gerçekleştirilen çalışma, yaymaca” olarak tanımlanmıştır. Propaganda, bir düşünce açıklamasıdır ancak her düşünce açıklamasını propaganda olarak kabul etmek mümkün değildir. Bir düşünce açıklamasının propaganda olarak kabul edilebilesi için, pasif düşünce açıklaması şeklinde değil, sistematik, yoğun, taraftar kazanmak ve başkaca kişilerin düşüncelerini etkilemek amacıyla düşünce aşılama şeklinde olması gerekir (İbrahim Şahbaz, Karşılaştırmalı Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü, Yetkin Yayınları, Ankara 2007, s.22).
    Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 10.12.1990 tarihli ve 263-336 sayılı kararında propaganda, toplumun bütününü veya belirli bir kesiminin inanç, tutum ve davranışlarını yönlendirmek maksadıyla bilinçli olarak seçilen bilgi, olgu ve savları sistematik bir gayret ve muhtelif araçlarla yayma etkinlikleri, geniş bir kitleyi, muayyen hedefler doğrultusunda ikna etme çabası olarak tanımlanırken Anayasa Mahkemesi ise propagandayı, belli bir maksada ulaşmak ve taraftar kazanmak adına düşüncelerin birden çok kişinin bilgisine ulaştırılmasını sağlayan bir etkileme eylemi ve şekli, bir fikri yayma, tanıtma, benimsetme maksadına matuf eylemler şeklinde tanımlamıştır. Örgüt propagandası ise Ceza Genel Kurul Kararında terör örgütünün düşüncesini yaymak amacıyla slogan atarak; bildiri, gazete, dergi dağıtarak ya da satarak; resim, yazı, bayrak, pankart asarak, taşıyarak, basın açıklaması yaparak bu düşünceyi övmek, yüceltmek, haklı ve meşru göstermeye çalışmak şeklindeki eylemler olarak ortaya konmuştur (Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 07.20.2017 tarihli ve 383-60 sayılı kararı).
    3713 sayılı Kanun’un “Terör örgütleri” başlıklı 7. maddesinin silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçuna düzenleyen 2. fıkrası;
    “Yukarıdaki fıkra uyarınca oluşturulan örgüt mensuplarına yardım edenlere veya şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beş yüz milyon liradan bir milyar liraya kadar ağır para cezası verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
    Maddenin gerekçesi ise; “Maddede, bu Kanunun 3 ve 4 üncü maddesi ile Türk Ceza Kanununun 168, 169, 171, 313, 314 ve 315 inci maddeleri hükümleri saklı kalmak üzere baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerini benimseyerek Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini ve Devletin siyasî, hukukî, sosyal, laik ve ekonomik düzenini değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla örgüt kurma, bu şekilde kurulmuş örgütlerin faaliyetlerini düzenleme veya bu örgütleri yönetme ve bu örgütlerin propagandalarının yapılması ve her ne suretle olursa olsun yardım edilmesi fiilleri cezalandırılmaktadır.
    Maddede, yardımların belirtilen mahallerde yapılması ağırlatıcı sebep sayılmaktadır. Ayrıca dernek, vakıf, sendika ve benzeri kurumların teröre destek olduklarının tespiti halinde bu yerlerin faaliyetlerinin durdurulacağı, mahkemece kapatılacakları ve mal varlıklarının müsaderesine karar verileceği belirtilmektedir.
    Örgütle ilgili propagandanın Basın Kanununun 3 üncü maddesinde belirtilen mevkutelerle işlenmesi halinde verilecek ceza, maddenin son fıkrasında gösterilmektedir.” olarak ifade edilmiştir.
    3713 sayılı Kanun’un suç tarihinde yürürlükte bulunan “Terör örgütleri” başlıklı 7. maddesi 29.06.2006 tarihli 5532 sayılı Kanun’un 6. maddesinde yapılan değişiklikle;
    “Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan (...)(1) yayın sorumluları hakkında da bin günden onbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, yayın sorumluları hakkında, bu cezanın üst sınırı beş bin gündür. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:
    a) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması.
    b) Terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde, örgüte ait amblem ve işaretlerin taşınması, slogan atılması veya ses cihazları ile yayın yapılması ya da terör örgütüne ait amblem ve işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi.” olarak değiştirilmiş olup, yapılan değişikliğin gerekçesi; “Maddenin ikinci fıkrasında terör örgütünün veya bu örgütün suç işlemek yönündeki amacının propagandasının yapılması suç olarak tanımlanmıştır. Söz konusu fıkranın ilk iki cümlesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinin sekizinci fıkrası hükümlerinden ibarettir. Dikkat edilmelidir ki, bu tanıma göre suç oluşturan fiillerden birisi, terör örgütünün amacının propagandasının yapılmasıdır. Buradaki amacı, suç işlemek yönündeki amaç olarak anlamak gerekir. Maddenin ikinci fıkrasının (a) ilâ (c) bentlerinde bu kapsamda cezalandırılacak fiil ve davranışlar gösterilmiştir. Yapılan değişiklikle, terör örgütünün veya amacının propagandası suçuyla bağlantılı olarak da basın ve yayın organlarının sahiplerine dikkat ve özen yükümlülüğü yüklenmiştir. Bu yükümlülüğün ceza hukuku sorumluluğuna etkisi ile ilgili olarak, Kanunun 6 ncı maddesinin değiştirilen dördüncü fıkrası hükmünün gerekçesi göz önünde bulundurulmalıdır.
    Maddenin üçüncü fıkrasında terör örgütünün veya amacının propagandasının belli yerlerde yapılması, bu suçun daha ağır cezayı gerektiren bir nitelikli unsuru olarak tanımlanmıştır.” olarak ifade edilmiştir.
    Suç tarihinden sonra 3713 sayılı “Terör örgütleri” başlıklı 7. maddesinin 2. fıkrası 11.04.2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun’un 8. maddesi ile;
    “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:
    a) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması.
    b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;
    1. Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması,
    2. Slogan atılması,
    3. Ses cihazları ile yayın yapılması,
    4. Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
    Maddede yapılan değişikliğin gerekçesi ise; “AİHM, şiddeti teşvik edici nitelikte olmayan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek, içeriğinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan ya da kişileri silahlı isyana teşvik edici nitelikte olmayan açıklamalar nedeniyle bireylerin Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulmaktadır.
    Yapılan düzenlemeyle, maddenin ikinci fıkrasında yer alan suçun unsurları yeniden belirlenmekte, maddeye "cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde" ibaresi eklenerek suçun kapsamı AİHM standartlarına uyumlu hâle getirilmektedir.
    Görüldüğü üzere 11.04.2013 tarihli ve 6459 sayılı kanunun 8 maddesi ile yapılan değişiklikten sonra;
    3713 sayılı Kanun"un 7. maddesinin 2. Fıkrasının ilk cümlesinde yazılı propaganda suçunun oluşması için propaganda fiilinin terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde veya terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini övecek şekilde veya terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde yapılması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla işlenen fiil terör örgütü ile ilgili olmakla birlikte bu örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerine ilişkin değilse, işlenen fiil terör örgütü ile ilgili olmakla birlikte bu örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerine ilişkin bu yöntemleri bir başkasına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla işlenmiyorsa, işlenen fiilin konusu terör örgütü ile ilgili ve bu örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerine ilişkin olmakla birlikte bu yöntemleri meşru gösterecek övecek yada bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde değilse 3713 sayılı Kanun"un 7. maddesinin 2. Fıkrasının ilk cümlesinde yazılı suçun işlenmesi söz konusu olamaz.
    3713 sayılı Kanun"un 7. maddesinin 2. fıkrasında yer alan düzenlemenin son cümlesine göre; "Aşağıdaki fiil ve davranışlarda bu fıkra hükmüne göre cezalandırılır:
    a)....
    b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;
    1- Örgüte ait amblem resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması,
    2- Slogan atılması,
    3- Ses cihazları ile yayın yapılması,
    4- Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi," şeklindedir.
    Anılan maddede 3713 sayılı Kanun"un 7. maddesinde 6638 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle yapılan düzenlemede de 3713 sayılı Kanun"un 7. maddesi 2. fıkrası ile (b) bendinde yer alan düzenleme aynen korunmuştur.
    3713 sayılı Kanun’un “Terör tanımı” başlıklı 1. maddesi “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” şeklindedir.
    Yapılan tanımdan da anlaşılacağı üzere silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunda korunan hukuki yarar terörün Devletin, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını, Devletin otoritesini zaafa uğratmak, yıkmak veya ele geçirmek suretiyle Devletin iç ve dış güvenliğini hedef aldığı; yanı sıra genel sağlığı ve kamu düzenini bozmayı; ayrıca bireyin yaşama hakkı, vücut bütünlüğü gibi temel hak ve hürriyetleri de hedef aldığı için bu hedeflerinin hepsi ayrı ayrı ve bir bütün olarak terör örgütünün propagandası suçu ile korunan hukuki değerler kapsamındadır.
    Diğer taraftan uyuşmazlığın çözümü için ceza hukukunda tipiklik kavramının açıklanması da gerekmektedir.
    Suç teşkil eden haksızlığın temelini kanuni tipin gerçekleştirilmesi oluşturur. Fiilin haksızlık içeriği tipteki unsurlar içinde ifade edilmiştir. Olay, hareket ve netice bakımından ifade ettiği değersizlik soyut olarak tipte gösterilmiştir. İşte bu davranışın kanuni tipteki haksızlığın tanımıyla örtüşmesi halinde, tipiklik gerçekleşmiş olur. Tipiklik kavramıyla suçta kanunilik ilkesi arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. Anayasa (m. 38/1) ve ceza kanununda (m. 2/1) yer alan "" kanunsuz suç olmaz"" ilkesi cezalandırılabilirliğin bağlantı noktasının kanunda bir suç tipi olduğunu ortaya koymaktadır. Kanunilik ilkesi gereğince kanun koyucu hangi fiillerin suç teşkil ettiğini açık bir şekilde kanunda göstermelidir. Kanunda suç olarak tanımlanmayan bir fiilden dolayı kimsenin cezalandırılması mümkün değildir. Böylece ceza hukuku bakımından önem taşıyan hareketleri, önem taşımayanlardan ayırmak, tipikliğin önde gelen görevini oluşturmaktadır. Bunun önemli sonucu olarak, ceza hukukunu ilgilendiren hareketlerin belli normlar tarafından tarif edilmesi hukuk düzeninin değerlendirme faaliyetinin bir parçasıdır. Bir başka deyişle, bir suç tanımının yarattığı soyut hareket tipi hukuk düzeninin bunlar hakkında yaptığı olumsuz değerlendirmenin konusunu oluşturur. Kısaca hareket, tipiklik yargısının konusudur. (Koca Mahmut - Üzülmez İlhan Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, seçkin Yayınevi, Ankara, 2018, s.107.).
    Keza hukuka aykırılık ve normatif anlamda kusurluluk yargılarının konusu da yine harekettir. Suçun bir unsuru olarak kastedilen tipiklik ise dar anlamda tipikliktir (haksızlık tipi). Her suça kendi özelliğini veren ve onun haksızlık içeriğini karekterize eden tanımdaki unsurlar dar anlamda tipikliği oluşturur. Haksızlık tipinin (dar anlamda tipikliğin) fonksiyonu, yasaklanmış davranışın tipik haksızlık içeriğini belirleyen, özel suç tiplerine şekil ve biçim veren unsurları göstermektir. Kanundaki her suç tanımı, cezayı gerektiren haksızlığın özel bir biçimi yani ""haksızlık tipini"" oluşturur. Suçun kanuni tarifi (kanuni tip) bir fiilin tipik haksızlık içeriğini somutlaştıran unsurları bir araya getirme fonksiyonuna sahiptir. Böylece suç tipleri kanun koyucunun cezaya layık olarak gördüğü davranış şekillerini belirler. Tipiklik burada vatandaşların tipleştirilen emir ve yasaklara göre kendilerini yönlendirmeleri fonksiyonunu yerine getirir. Buna ""tipliğin uyarı fonksiyonu"" denir (Appellfunktion des tatbestandes ten alıntı Koca Mahmut - Üzülmez İlhan Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2018, s108.).
    Tipiklik insan hareketlerinin soyut kavramlarla tanımlanmasıdır. Şayet somut hareket, daha önce yapılan bu soyut tanıma uygunsa, bu hareketin tipe uygunluğundan bahsedilir. Hareketin suç tipindeki fiile uygun olması gerekir. Bu itibarla tipiklik ceza kanunun özel kısmında tanımlanan tüm suçların taşıdıkları özellikleri bu suçlardan soyutlayarak gösteren, yani her suça uyabilen soyut, çerçeve bir model olmaktadır. Tipiklik, sadece bir suç tipinin değil, tüm suçların özelliklerini taşıyan soyut bir kavramdır. Failin tipe uygun davranması ile tipik haksızlıkta gerçekleşmiş olur. Çünkü kanunda tanılanan her bir suç, bu somut tanımıyla, tipik haksızlığı oluşturan davranış tarzlarını ortaya koymuş olmaktadır.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    14.02.2012 tarihinde PKK silahlı terör örgütüne müzahir yayın yapan internet sitelerinden “15 Şubat toplumsal eyleme dönüşmeli” şeklindeki haberler üzerine Muş ili Bulanık ilçesinde "PKK/KCK terör örgütü elebaşının 15 Şubat 1999 tarihinde Kenya"da yakalanarak Ülkemize getirilmesinin yıl dönümünü" protesto etmek amacı ile yürüyüş ve basın açıklamasının düzenlendiği, yaklaşık 180 kişiden oluşan topluluğun Bulanık ilçe parti binasından çıkarak pankart ve sloganlar eşliğinde zafer işaretleri yaparak Yeni Mahalle Aslanpaşa Caddesinde bulunan 700. Yıl Cami önüne geldiği, iddianame kapsamına göre burada BDP Bulanık İlçe yönetim üyesi olan sanık ...’ın topluluğa hitaben “15 Şubat 1999 tarihinde Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan"ın uluslararası bir komployla esir alınması ve bugüne kadar Kürtlere uygulanan katliamların devamında çıkar sağlayan emperyalistlerin planlamasıdır. Onun içindir ki bunu herkes uluslar arası bir komplo olarak görür. Bugünkü orta doğuda var olan çıkar savaşları apaçık ortadadır. Orta doğudaki tehlikeli gidişatları bilen Öcalan orta doğu için antiemperyalist demokratik orta doğu halklar federasyonu oluşturması bir zorunluluk olduğu defalarca belirtmesi gerek bölgemizde gerekse orta doğuda... Bu çözümlülüğü bölge halklarına fayda sağlayamadığı gibi dünyada da fayda sağlayamayacaktır. Kürt sorununun çözümünün tek muhatabı PKK ve onun önderliğidir. 15 Şubat 1999 uluslararası komplosunda yer alan egemen devletleri kınıyor...” şeklindeki bildiriyi okuduğu, yürüyüş ve basın açıklamasına katılanlar tarafından PKK silahlı terör örgütü lehine sloganlar atıldığı, sözde marşlar söylendiği ve grubun olaysız şekilde dağıldığı,
    İddianamede sanığa atılı eylemin topluluğa okuduğu bildiride söylediği sözlerden kısmi alıntıları okumaktan ibaret olduğu, 3713 sayılı Kanunun 7/2 - b kapsamında örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması, slogan atılması, ses cihazları ile yayın yapılması, terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi şeklinde olmadığı gibi iddianamenin içeriği itibarıyla da TCK" nun 216 maddesinde yazılı halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçuna dönüşmesinin de mümkün bulunmadığı olayda; suç tarihinde sanığın eyleminin 5532 sayılı kanunun 6. Maddesi ile değişik 3713 sayılı Kanunun 7/2 ilk cümlesi kapsamında bulunduğu ancak silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu düzenleyen 3713 sayılı Kanun’un 7/2 ilk cümlesinde suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun"un 8. maddesi ile yapılan değişik ile anılan Kanunun 7. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesindeki suçun oluşabilmesi için propagandanın terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde gerçekleştirilmesi gerektiği, somut olayda terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik unsurunu bulundurmadığı gözetilerek sanığın eyleminin silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturmadığı kabul edilmelidir.
    Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının haklı nedene dayanmadan itirazının reddine karar verilmelidir.
    Çoğunluk görüşüne katılmayan dokuz Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanığa atılı suçun unsurları itibarıyla oluştuğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının REDDİNE,
    2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 17.03.2020 tarihinde yapılan birinci müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından, 11.06.2020 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi