![Abaküs Yazılım](/3.png)
Esas No: 2017/435
Karar No: 2020/182
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/435 Esas 2020/182 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 23-69
Taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan sanık ..."ın TCK"nın 85/1 ve 62. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Aydıncık (Mersin) Asliye Ceza Mahkemesince verilen 20.05.2013 tarihli ve 7-53 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 26.02.2015 tarih ve 5060-3608 sayı ile;
"...Taksirli suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde TCK"nın 61/1 ve 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerden olan failin kusuru, meydana gelen zararın ağırlığı, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği yer ve zaman nazara alınmak suretiyle TCK"nın 3/1. maddesi uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerekirken, mahkemenin kabulü ve oluşa göre sanık asli kusurlu olsa da hak ve nasafete uygun bir ceza tayini yerine, teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek asgari hadden çok fazla uzaklaşılması suretiyle ceza tayin edilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Aydıncık (Mersin) Asliye Ceza Mahkemesi ise 10.06.2015 tarih ve 23-69 sayı ile;
"...Sanığın asli kusurlu olduğu, işçilerini çalıştırdığı hâlde Aydıncık Tedaş İşletme Şefliğine bilgi vermediği, gerekli izinleri almadığı, bu bölgedeki elektrik nakil hattında enerji kestirilmeden işçilerine trafo binası çatısında çalışma yaptırdığı, sanığın işçileri kendi insiyatifine terk ederek tehlikeli olan yüksek gerilim tesisi üzerinde gerekli tedbirlerden yoksun bir şekilde çalışmalarına göz yumduğu, trafo çatısında çalıştırdığı işçilerin enerji kısımlarına yaklaşmasını önlemek amacıyla gerekli tedbirleri almadığı böylelikle gereken dikkat ve özeni gösterme yükümlülüğüne aykırı hareket ettiği gibi çok sayıda kusurlu eylemlerinin bir arada bulunduğu, meydana gelen ölüm sonucu ile oluşan tehlike de dikkate alındığında, asgari haddi iki yıl üst haddi altı yıl hapis cezasının öngörüldüğü taksirle öldürme suçunda, sanık için belirlenen temel cezanın beş yıl hapis cezası olması, gerek TCK"nın 61. maddesindeki ölçütlere, gerek aynı Kanun"un 22/6. maddesinde yer alan kriterlere, gerekse ölçülülük ve hakkaniyet ilkelerine uygun olduğu," şeklindeki gerekçeyle önceki hükmünde direnilmesine karar vermiştir.
Direnme kararına konu olan bu hükmün de Cumhuriyet savcısı ve sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 10.12.2015 tarihli ve 356398 sayılı “Bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 683-929 sayı ile; 6763 sayılı Kanun"un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun"a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 22.03.2017 tarih ve 142-2263 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan sanık Yaşar Çelen hakkında verilen mahkûmiyet hükmü Özel Dairece düzeltilerek onanmak suretiyle kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme, sanık ... hakkında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; TCK’nın 85/1. maddesi gereğince 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezasını gerektiren taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan sanık hakkında temel cezanın 5 yıl olarak tayin edilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği"nin 27. maddesi uyarınca öncelikle;
1- Bozma sonrası yapılan 10.06.2015 tarihli oturumda, ara karar ile bozma ilamına uyulmasına karar verildiğinin belirtilmesine rağmen hüküm kısmında "Bozma ilamına karşı direnildiği" belirtilerek önceki hüküm gibi karar verilmesi suretiyle çelişki meydana getirilip getirilmediği,
2- Sanık müdafisinin 10.06.2015 tarihli, katılan vekilinin 09.06.2015 tarihli dilekçeleri ile; başka bir mahkemede duruşmalarının olması nedeniyle oturuma katılamayacaklarına dair bildirdikleri mesleki mazeretlerine ilişkin olarak Yerel Mahkemece bir karar verilmesi gerekip gerekmediğinin ve bu bağlamda savunma haklarının kısıtlanıp kısıtlanmadığının,
Değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel Mahkemece, bozmadan sonra yapılan 10.06.2015 tarihli oturumda ara karar ile bozma ilamına uyulmasına karar verildiğinin belirtilmesine rağmen hükümde ve hükmün gerekçesinde "Bozma ilamına karşı mahkememizin 2012/7 esas 2013/53 karar sayılı kararında direnildiği" belirtilerek önceki hüküm gibi karar verildiği,
Sanık ... Kılıçarslan müdafisi Avukat ..."ın 10.06.2015 tarihli dilekçeyle, aynı gün yapılacak duruşmaya Mersin Adliyesinde işleri olması nedeniyle katılamayacağını belirterek mazeretinin kabulü ile belirlenecek yeni duruşma gününün kendisine bildirilmesi talebinde bulunduğu; yine katılan vekili Avukat ..."in 09.06.2015 tarihli dilekçeyle 10.06.2015 tarihinde yapılacak duruşmaya aynı gün Mersin 21. Asliye Ceza Mahkemesinin 2014/121 esas sayılı dosyasının duruşmasında bulunacağını belirterek mazeretinin kabulü ile duruşmanın başka bir güne bırakılması talebinde bulunduğu,
Yerel Mahkemece, sanık müdafisi ve katılan vekili tarafından bildirilen mesleki mazeretlere ilişkin olarak olumlu veya olumsuz bir karar verilmediği, yokluklarında mahkûmiyet hükmünün kurulduğu,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için Yargıtayca verilen bozma kararları üzerine yerel mahkemelerce yapılacak işlemlerin gözden geçirilmesi gerekmektedir.
1412 sayılı CMUK"nın 5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken "Davaya yeniden bakacak mahkemenin hak ve mecburiyetleri" başlıklı 326. maddesinde;
“Yargıtaydan verilen bozma kararı üzerine davaya yeniden bakacak mahkeme, ilgililere bozmaya karşı diyeceklerini sorar.
Sanık veya müdahil ve vekillerine davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları tespit edilmemiş olsa dahi duruşmaya devam edilerek dava gıyapta bitirilebilir. Ancak sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise herhâlde dinlenilmesi gerekir.
Yargıtaydan verilen bozma kararına mahkemelerin ısrar hakkı vardır. Israr üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir.
Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291 inci maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz.” hükmü yer almaktadır.
Buna göre, Yargıtayca verilen bozma kararı üzerine dosyanın gönderildiği ilk derece mahkemelerince yeni bir tensip kararıyla duruşma günü tayin edilecek ve ilgililer duruşmaya çağrılıp bozmaya karşı diyecekleri sorulduktan sonra bozma ilamına uyulup uyulmaması yönünde bir karar verilecektir. Yerel mahkemenin, göreve ilişkin olanlar dışındaki bozma ilamına uyma ya da direnme kararlarından birisini verebilmesi mümkün olup, öğretide buna “Bozmadan sonraki serbestlik kuralı” adı verilmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında mahkemenin bozma kararına ısrar hakkı olduğu vurgulandıktan sonra, ısrar üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymanın zorunlu olduğuna işaret edilmiştir. Aynı maddenin son fıkrasında ise, sınırlı biçimde uygulanabilecek olan "Cezayı aleyhe değiştirememe" veya "Aleyhte düzeltme yasağı" kabul edilerek, yalnız sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, bozma üzerine yeniden kurulan hükümde belirlenen ceza ve sonucun önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olamayacağı hüküm altına alınmıştır.
"Bozmadan sonra serbestlik kuralı" uyarınca bozma kararına uyma ya da direnme kararlarından birini verme konusunda serbest olan ilk derece mahkemelerinin Özel Dairelerinin bozma kararlarına uymayı tercih etmeleri durumunda, bu kez “Uymadan sonraki serbestlik kuralı” devreye girecektir. Serbestlik kuralı, ceza muhakemesinde maddi gerçeğin araştırılması ve en isabetli kararın verilmesi amacının zorunlu bir sonucu olup, mahkemenin bozma kararına uyulmasına karar verdikten sonra da, sanığın hukuki durumunu yeniden serbestçe değerlendirme hak ve yetkisi bulunmaktadır. Temyiz edilen önceki hüküm bozma kararı verilmesiyle ortadan kalkmış olduğundan, Yerel Mahkemece önceki karardan farklı olarak, suçun sübutu ve niteliği de dahil olmak üzere sanığın hukuki durumuyla ilgili tüm hususlarda, CMK"nın 217. maddesi uyarınca ulaşılan vicdani kanaat doğrultusunda serbestçe karar verilebilecektir. Nitekim, Yargıtay Özel Daireleri tarafından da ilk temyiz incelemesinde yerinde görülerek bozma konusu yapılmayan hususlar, lüzumu hâlinde hükmün yeniden temyizen incelenmesi sırasında bozma konusu yapılabilmekte, hatta ilk bozma kararından tamamen farklı olacak şekilde bozma kararı verilebilmektedir.
Diğer yandan, Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış pek çok kararında; uyma kararının dönülebilecek nitelikte bir ara kararı niteliğinde olmayıp davanın esasına etkili olan kararlardan olduğu, bozmaya uymakla, yerel mahkemenin bozma kararında gösterilen esaslara göre işlem yapıp karar verme ödevi doğduğu, sonradan bu kararın bir kısmından veya tamamından açıkça ya da örtülü olarak geri dönülerek ilk hükmün aynen veya yeniden kurulmasının, uyma kararının hüküm ve sonuçlarını ortadan kaldırmayacağı, bu nedenle bozmaya uyan Yerel Mahkemenin dönülemez nitelikteki bu karardan sonradan dönerek, önceki hükmünde direnmesinin isabetsiz olduğu açıklanmıştır.
Buna göre, bozmaya uyma kararı verilmesi durumunda, sanığın hukuki durumu yeniden serbestçe değerlendirilerek yeni bir karar verilecektir.
Bununla birlikte uymadan sonraki serbestlik ilkesinin,
1- Özel Dairelerin bozma ilamlarına Yerel Mahkemece uyma kararı verilmesi hâlinde, bozma kararında belirtilen hukuka aykırılıkla yani bozma nedeni ile sınırlı olacak şekilde bozma doğrultusunda hareket etme zorunluluğu,
2- 1412 sayılı CMUK"nın 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin son fıkrasında düzenlenen "Cezayı aleyhe değiştirememe" veya "Aleyhte düzeltme yasağı" şeklinde iki istisnası bulunmaktadır.
Diğer ön sorunun isabetli bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için savunma hakkı üzerinde durulmalıdır.
Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti ilgilendirmektedir. Çünkü ceza yargılamasında savunma, yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan, hükmün doğru olmasını sağlar. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma… gibi hakların yanında müdafiden yararlanma hakkını da içerir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın "Temel haklar ve ödevler" bölümünde yer alan 36. maddesinde savunma hakkı; "Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." şeklinde düzenlenmiş olup "Temel hak" niteliğine uygun olarak savunma hakkı verilmemesi veya savunma hakkının sınırlandırılması durumunda verilen karar hukuka aykırı olacaktır. Buna göre, sanığın ceza muhakemesindeki en önemli haklarından birisi, yargı mercilerince her aşamada nazara alınması gereken savunma hakkıdır. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan bu hakkın herhangi bir nedenle sınırlandırılması da mümkün değildir. Nitekim 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrası uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 308. maddesinin 8. fıkrasına göre savunma hakkının sınırlandırılması mutlak bozma nedenlerindendir.
Savunma, Anayasamızın 36. maddesiyle anayasal güvence altına alınan meşru bir yol, müdafi de savunmanın meşru bir aracıdır. Dolayısıyla söz konusu hüküm, müdafi aracılığı ile savunulmayı da anayasal güvence altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkını” düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının b ve c bentlerinde de;
“Her sanığın en azından...
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak…” hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Buradan çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama özgürlüğünün bir gereği olduğu ve avukatın yardımından yararlanma hakkının da, savunma hakkından ayrı düşünülemeyeceği gerçeğidir. Anılan sözleşme hükümlerinde sanığın en azından kendi kendini savunma hakkı bulunduğu belirtilmekle, mahkeme huzurunda doğrudan savunmasını yapabilmesi için duruşmada hazır bulunma hakkının varlığı da zımnen kabul edilmiştir.
Gelinen bu noktada mahkeme kararlarının gerekçeli olması hususuna da değinilmesinde fayda bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nın "Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması" başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası; "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır." şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nun "Kararların gerekçeli olması" başlığını taşıyan 34. maddesinin birinci fıkrasında; "Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dâhil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230. madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.",
"Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar" başlıklı 230. maddesinde;
"1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanunun 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.
d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.
2) Beraat hükmünün gerekçesinde, 223. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
3) Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, 223. maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen hâllerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
4) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümlerin dışında başka bir karar veya hükmün verilmesi hâlinde bunun nedenleri gerekçede gösterilir."
Hükümlerine yer verilmiştir.
Bu bağlamda, Anayasa"nın 141 ile CMK"nın 34 ve 230. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının karşı oy da dâhil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunludur.
Mahkemeler, kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir. (AYM, B.N: 2013/7800, 18.6.2014, & 31; AİHM, Hadjianastassıou/Yunanistan Kararı, 16.12.1993, & 33)
Mahkemelerin davanın taraflarınca ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. (AYM; B.N: 2013/7970, 10.06.2015, & 41) Böylece davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymaları da sağlanacaktır. (AYM; B.N: 2012/1034, 20/3/2014, & 34)
Öte yandan, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30.04.1973 tarihli ve 114-377 sayılı kararında, soruşturmayı genişletmeye götürecek istekler ve yeni tanıklara ilişkin dilekler konusunda, kabul veya ret niteliğinde açık bir karar verilmesinin zorunlu olduğu, 17.10.2017 tarihli ve 16-420 sayılı kararında ise, sanık müdafisinin sunduğu dilekçe ile dinlenmesini talep ettiği tanıkların çağrılıp çağrılmayacağı hususunda olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeden ve çağrılmasına karar verilen tanığın ise dinlenilmeden ya da usulüne uygun şekilde dinlenmelerinden vazgeçilmesi konusunda bir karar verilmeden hüküm kurulmasının yasaya aykırı olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında ön sorunlara ilişkin uyuşmazlık konuları birlikte değerlendirildiğinde;
Yerel Mahkemece, bozmadan sonra yapılan 10.06.2015 tarihli oturumda ara karar ile bozma ilamına uyulmasına karar verilmesine rağmen hükümde ve hükmün gerekçesinde "Bozma ilamına karşı mahkememizin 2012/7 esas 2013/53 karar sayılı kararında direnildiği" belirtilerek uyma kararından dönülmek suretiyle bozmayı etkisiz kılacak şekilde önceki hüküm gibi karar verilmesinin uyma kararının hüküm ve sonuçlarını ortadan kaldırmadığı, ayrıca sanık müdafisi ve katılan vekilinin mesleki mazeretleri nedeniyle duruşmaya katılamayacaklarına ilişkin talepleri konusunda Yerel Mahkemece olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerekirken bu hususlarda herhangi bir karar verilmeden, sanık müdafisi ve katılan vekili yokluğunda mahkûmiyet hükmü kurulmasının, Anayasa’nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “adil yargılanma hakkını” düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde yer alan hükümleri göz önüne alındığında savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olduğu açıktır.
Bu itibarla, Yerel Mahkemece verilen direnme kararına konu hükmün saptanan bu usulü nedenlerden dolayı diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Aydıncık (Mersin) Asliye Ceza Mahkemesinin 10.06.2015 tarihli ve 23-69 sayılı direnme kararına konu hükmünün, bozmaya uyulmasına karar verildiği hâlde, bozma ilamında belirtilen esaslar doğrultusunda karar verilmemesi ve sanık müdafisi ile katılan vekilinin belirttiği mesleki mazeretlerine ilişkin olarak olumlu veya olumsuz bir karar verilmeyerek sanık müdafisi ve katılan vekili yokluğunda hüküm kurulması isabetsizliklerinden sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 17.03.2020 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.