Esas No: 2017/497
Karar No: 2020/133
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/497 Esas 2020/133 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 15. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 486-175
Sanık ... hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, Çorum 3. Asliye Ceza Mahkemesince 24.05.2011 tarih ve 506-271 sayı ile sanığın CMK"nın 223/2-a maddesi uyarınca beraatine ilişkin hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 23. Ceza Dairesince 05.05.2015 tarih ve 1095-1216 sayı ile;
"...Katılan ...Ş. ile sanığın yetkilisi olduğu acente arasında acentelik sözleşmesinin düzenlendiği, sanığın sigorta poliçelerini katılan şirket nam ve hesabına akdettiği, ancak tahsil ettiği primleri komisyon ve ilgili vergiler düşüldükten sonra katılan şirkete iade etmesi gerekirken 252.278,14 TL parayı şirkete iade etmediği olayda;
Sanığın, 1989-2008 yılları arasında katılan ...Ş"nin Çorum Acenteliğini yaptığının ve katılan nam ve hesabına müşterilerden tahsil etmiş olduğu primleri katılan şirkete tevdi etmeden uhdesinde tutmasının nitelikli güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğunun anlaşılması karşısında, sanığın mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesi," isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Çorum 3. Asliye Ceza Mahkemesi ise 16.02.2016 tarih ve 486-175 sayı ile;
"...Sanık savunması ve katılan beyanı dikkate alındığında, sanık ile katılan arasındaki ilişkinin ticari iş mahiyetinde olduğu, tarafların ilişkilerinin baştan yani 1989 yılından beri aynı olduğu, katılanın, sanığın sözleşmenin yapıldığı tarihten itibaren müşterilerden tahsil ettiği primleri yatırmadığını belirterek 02.03.2009 tarihinde şikâyetçi olduğu, şikâyet tarihinden önce taraflar arasında ödeme konusunda protokoller düzenlendiği, prokolde belirtilen meblağın katılan firmanın kayıtları baz alınarak tespit edildiği ve henüz vadesi gelmemiş taksitle yapılan sigorta poliçesinin ödenmemiş primlerini de kapsadığı, bu nedenlerle taraflar arasındaki ilişkinin ticari mahiyet arz ettiği, bu hâliyle sanığın fiilinin sanığa yüklenen suçun kanuni unsurlarını oluşturmadığı," şeklindeki gerekçeyle önceki hükümde direnilmesine karar vermiştir.
Bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 01.04.2016 tarihli ve 119948 sayılı "Bozma" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 584-1601 sayı ile; 6763 sayılı Kanun"un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun"a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 22.12.2016 tarihli ve 398 sayılı kararı ile Yargıtay 23. Ceza Dairesinin kapatılması nedeniyle aynı karar uyarınca bu Daireye ait işlerin devredildiği Yargıtay 15. Ceza Dairesince yapılan inceleme sonucu 04.04.2017 tarih ve 3812-8582 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunun unsurları itibarıyla sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliği"nin 27. maddesi uyarınca öncelikle sanık hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının değerlendirilmesi gerekmekte olup ayrıca sanık hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulmadığı ve suçun unsurları itibarıyla sabit olduğu sonucuna ulaşılması hâlinde Yerel Mahkeme kararından sonra yürürlüğe giren 7188 sayılı Kanun"un 26. maddesi ile 5271 sayılı CMK"nın 253. maddesinde yapılan değişiklik uyarınca "uzlaştırma" işlemi yapılması gerekip gerekmediği hususu da değerlendirilmelidir.
İncelenen dosya kapsamından;
Çorum Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 24.09.2009 tarihli iddianame ile; sanık ..."in 1989-2008 yılları arasında katılan ...Ş"nin Çorum acenteliğini yaptığı ve katılan şirket adına tahsil etmiş olduğu primleri katılan şirkete tevdi etmesi gerekirken 31.12.2008 tarihi itibarıyla 252.278.14 TL"yi katılan şirkete intikal ettirmediği ve sanık ile katılan şirket arasında borcun varlığına ve ödenmediğine dair protokolün yapıldığı, bu nedenle sanığın hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı,
Sanık ile katılan şirket arasında imzalanan 27.01.1989 tarihli "Acente Mukavelenamesi"nin 9/A maddesinin birinci ve ikinci fıkralarının; "1- Sigorta primlerinin peşin olarak ödenmesi esastır. Sigorta primlerinin, sigortalılardan taksitle tahsil edilmesi hâlinde poliçenin tanzimi esnasında peşin olarak tahsil edilecek ilk taksit, prim tutarının % 40’ından aşağı olamaz; bakiye için 6 aydan fazla süre verilemez.
2- Sigorta aracılığı yapanlar tarafından tahsil edilen net primler, tahsilatı takip eden ayın sonuna kadar sigorta şirketine nakten ödenmek veya şirket adına açılmış bir banka hesabına yatırılmak zorundadır", 24. maddesinin "Acente, acentelik muamelatı için kanunen veya şirketçe verilen talimata göre tutulması ve tanzimi icap eden bil"cümle defterlerle vesikaları tutmaya ve tanzim etmeye mecbur olup, hilafına hareketten doğacak bütün mes"uliyetler şahsen kendisine aittir" ve 25. maddesinin ise "Şirket dilediği ve lüzum gördüğü herhangi bir zaman acentenin muamelat ve hesabatını tetkik ve teftiş edebilecektir" şeklinde düzenlendiği,
Katılan şirkete ait Ocak 2008-Aralık 2008 tarihleri arasına ilişkin hesap ekstresine göre; acente adının sanık ..., borç devrinin 309.603,83 TL, net istihsalin 601.027, 09 TL, ödemelerin 588.566,40 TL, toplam borcun 252.278,14 TL ve tahsilat oranının % 70 olduğu,
Sanık tarafından ibraz edilen Güneş Sigorta başlıklı ve 18.09.2008 tarihli "Tahsilat Protokol Formu"na göre; sanığın 31.07.2008 tarihi itibarıyla vadesi gelmiş olan 180.000 TL prim borcunu işleyecek yasal faizi ile birlikte 31.10.2008 ilâ 30.03.2010 tarihleri arasında, 18 taksitte ve aylık 10.976,76 TL olmak üzere ödeyeceği, aksi halde acentelik faaliyetlerinin durdurulacağı, hukuki işlemlere başlanacağı ve teminatın nakde çevrileceği, 31.07.2008 tarihinden sonraki aylara ait borçların katılan şirketin tahsilat prosedürüne uygun olarak zamanında ödeneceği, ödemelerin zamanında yapılmamasının protokolü geçersiz kılacağı,
Katılan şirketin 05.03.2010 tarihli ve 3122 sayılı yazısına göre; "... Acenteliği" ile ilgili olarak mahkemece talep edilen protokol örneği ve protokol gereği yapılan ödemelere ilişkin belgelerin gönderildiği, üç adet ödeme belgesinde sanığın protokolün imzalandığı tarihten sonra katılan şirkete 31.10.2008 tarihinde 600 TL, 765 TL ve 1.500 TL olmak üzere toplam 2.865 TL ödeme yaptığı,
Sanık tarafından ibraz edilen ve katılan şirketçe sunulan protokol örneklerinin aynı olduğu,
Anlaşılmaktadır.
Katılan şirketin muhasebe müdürü olan ve soruşturma evresinde şikâyetçi olarak beyanı alınan Gürkan İpek; sanığın katılan şirketin acentelik işlerini yaptığını, prim tahsil etme yetkisinin bulunduğunu, tahsil ettiği primleri katılan şirket hesabına aktarmadığını, sanığın beyan ettiği gibi kendisi ile aralarında yapılmış bir protokol bulunmadığını ifade etmiştir.
Sanık; katılan şirketin 1989-2008 tarihleri arasında acenteliğini yaptığını, acente olarak katılan ... şirketinin poliçesini pazarladığını, kendisi tarafından düzenlenen poliçelerin borç olarak kaydedildiğini, katılan şirket tarafından tanınan süre içerisinde poliçe bedellerini şirket hesabına gönderdiğini, bazen müşteriye taksitle poliçe sattığını ve müşteriden tahsil etmediği para için katılan şirkete borçlandığını, müşteri ödeme yaptıkça kendisinin de katılan şirkete ödeme yaptığını, bu şekilde katılan şirkete devamlı borçlu göründüğünü ve borç alacak ilişkisi içinde çalıştıklarını, 2007-2008 yıllarında aylık 500.000 TL"lik sigorta primi ürettiğini, 2008 yılındaki ekonomik krizden dolayı tahsil edemediği primler nedeni ile borcu zamanında ödeyemediğini ve borçlarını ödemekte zorlandığını, 19.09.2008 tarihinde karşılıklı protokol yaptıklarını ve borcu yeniden yapılandırdıklarını, protokolde 180.000 TL borç çıkarıldığını, ancak borcun tamamının geçmişe dönük borçlar olmayıp büyük kısmının vadesi gelmemiş olan borçlara ilişkin olduğunu, kendisinin protokole uymasına rağmen katılan tarafın uymadığını ve 25.12.2008 tarihinde ekranı kapattığını, bunun üzerine katılan şirkete ihtarname gönderdiğini ve ekranın açılmasını talep ettiğini, katılan şirketin ise acentelikten azledildildiğine dair ihtarname gönderdiğini, kendisinin acentelik faaliyetinden dolayı katılan şirketin alacağına karşılık ipotek vermiş olduğunu, isnat edilen 252.278.14 TL borç miktarını kabul etmediğini, borcun miktarını katılan şirketin belirlediğini, katılan şirketin kendisi aleyhine icra takibi başlattığını ve hukuk davası açtığını, ipotekleri de nakde çevirdiğini savunmuştur.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için güveni kötüye kullanma suçunun unsurlarının açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Güveni kötüye kullanma suçu TCK"nın 155. maddesinde;
"(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkâr eden kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur" şeklinde düzenlemiş,
Maddenin gerekçesinde de;
"...Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi (fail) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır.
Güveni kötüye kullanma suçunun konusu, taşınır veya taşınmaz maldır. Bu mal üzerinde fail lehine zilyetlik tesis edilmiş olmalıdır. Güveni kötüye kullanma suçunda fail, suç konusu malın maliki değildir. Bu nedenle, müşterek veya iştirak hâlinde mülkiyete konu olan mallarla ilgili olarak, müşterek veya iştirak hâlinde malik olanlar birbirlerine karşı güveni kötüye kullanma suçunu işleyemezler. Fail, suç konusu şey üzerinde lehine zilyetlik tesis edilmiş olan kişidir. Ancak, bu zilyetliğin mutlaka malik tarafından tesis edilmesi gerekmez.
Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir. Bu hukukî ilişki, örneğin kira sözleşmesi, ariyet sözleşmesi, karz sözleşmesi, vedia sözleşmesi, istisna sözleşmesi, vekalet sözleşmesi, kefalet sözleşmesi, hizmet sözleşmesi, rehin sözleşmesi ile tesis edilmiş olabilir. Bu akdi ilişki, karma veya sui generis bir sözleşme ile de tesis edilmiş olabilir. Örneğin, bir bankada açılan carî hesaba veya bir “özel finans kurumu”nda açılan “katılım ortaklığı hesabı”na ilişkin sözleşme ile de bu hukukî ilişki tesis edilmiş olabilir. Keza, örneğin bir anonim şirket yönetim kurulu üyeleri ile şirket tüzelkişiliği arasındaki hukukî ilişki, hizmet ve/veya vekalet sözleşmesine dayanmaktadır. Hatta, mülkiyeti muhafaza kaydıyla satın alınmış olan eşyanın meselâ bir üçüncü kişiye satılması durumunda dahi, güveni kötüye kullanma suçunun oluştuğu kabul edilmelidir.
Bu zilyetlik devri, malik olmayan kişiye, aradaki hukukî ilişkinin niteliğine göre, şey üzerinde belli bazı tasarruflarda bulunma hak ve yetkisini vermektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için, failin suç konusu mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunması veya bu devir olgusunu inkar etmesi gerekir.
...Maddenin ikinci fıkrasında güveni kötüye kullanma suçunun nitelikli hâli düzenlenmiştir. Buna göre, söz konusu suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da, hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde, failin suçun temel şekline nazaran daha ağır ceza ile cezalandırılması gerekmektedir." açıklaması yapılmıştır.
Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere kanun koyucu tarafından mülkiyetin korunması amacıyla getirilen güveni kötüye kullanma suçu, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunun inkâr edilmesiyle oluşmaktadır.
TCK"nın 155. maddesinde sözü edilen zilyetlik kavramı 4721 sayılı Medeni Kanunumuzun 973. maddesinde;
"Bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir" şeklinde açıklanmış,
Asli ve fer"i zilyetlik ise aynı Kanun"un 974. maddesinde;
"Zilyet, bir sınırlı aynî hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur. Bir şeyde malik sıfatıyla zilyet olan aslî zilyet, diğeri fer"î zilyettir" biçiminde tanımlanmıştır.
Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut olmalı ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Bu amaçla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar ve devir olgusunu inkâr kanun koyucu tarafından cezai yaptırım altına alınmıştır. Eğer mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisi yoksa usulüne uygun bir teslim olmayacağı için güveni kötüye kullanma suçu da oluşmayacaktır. Zira, hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir.
Bu suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde ise, daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâli sözkonusu olacaktır.
Meslek ve sanat, kişinin geçimini sağlamak için uğraştığı ve devamlılık gösteren işlerdir. Genellikle meslek ve sanat serbestçe yapılan ve bireylerin belli bir hizmeti almak veya yaptırmak için başvurdukları iş alanını ifade eder. Örneğin, televizyon tamirciliği, terzilik, dizgicilik, kuru temizlemecilik, matbaacılık, grafikerlik vs. Bu örneklerde de görüldüğü gibi, genellikle meslek ve sanatta, aralarında hizmet ilişkisi olmayan kişiler bu mesleği yapanlardan bir hizmet satın almaktadırlar.
Ticaret, kişilerin özel ilişkilerini ilgilendiren alanlarda yapılan ve bir mal değişimini konu alan hareketlerdir. Failin ticari amaçla hareket etmesi yeterlidir. Tacir olması aranmaz. Ancak, mal sahibi olan mağdurun ticaret amacıyla hareket etmesine gerek bulunmamaktadır.
Hizmet ise, hizmeti yapanla yaptıran arasında bir ilişkinin olmasını ifade eder. Hizmet ilişkisinin daimi olması zorunlu değildir. Ayrıca, suça konu eşya faile sürekli olarak ve tüm sorumluluğu ona ait olmak koşulu ile teslim edilmelidir.
Bu nitelikli halin uygulanabilmesi için, failin işi, mesleği, eşyanın hangi amaçla faile verildiği araştırılmalıdır.
Suçun nitelikli halleri arasında sayılan bir başka durum ise, hangi nedenden doğmuş olursa olsun "başkasının mallarını idare etmek yetkisine sahip kimselerin" güveni kötüye kullanmasıdır. Maddede de açık bir şekilde belirtildiği gibi, idare yetkisinin hangi nedenden doğmuş olduğu önemli değildir. Sözleşmeden doğmuş olabileceği gibi, yasadan veya resmi makam veya merciler tarafından verilen bir karardan da, bu yetki doğmuş olabilir (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 4. Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara 2010, 1. Baskı, s. 4531-4532).
Cezanın ağırlaştırılması sonucunu doğuran bu hâllerde, fail ile mağdur arasındaki hukuki ilişkiye dayanan güven ilişkisi daha yoğundur. Failin sıfatı, onun hukuki ilişkiye uyma konusunda daha özenli davranacağının bir göstergesi olmaktadır. Belli sıfata sahip kişilere karşı toplumda daha fazla güven duygusu vardır. Kişiler, meslek ve sanat icra edenlere, ticaret veya belli hizmeti görenlere, belli bir işi görüyor olmaları nedeniyle normal bir kişiye nazaran daha fazla güven beslerler ve bu güvene dayalı olarak zilyedi veya malik bulundukları malı fazlaca sorgulamadan belli bir maksatla muhataplarına teslim ederler. Suçu nitelikli hale getiren bu unsur, taraflar arasında güven ilişkisinin tesisini kolaylaştıran hallerin kötüye kullanılmasını esas almaktadır. Bu ağırlaştırıcı nedenin uygulanması, malın teslimi ile failin sıfatı arasında nedensellik ilişkisi bulunmasına bağlıdır. Mal, faile, sadece sıfatından değil, aynı zamanda sıfatının doğurduğu bir ilişkiden dolayı teslim edilmiş olmalıdır (Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt 1, 4. Baskı, Beta Yayım, Eylül 2017, s. 478; Veli Özer Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınları, 12. Baskı, Eylül 2017, Ankara, s. 687; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınları, 4. Baskı, Eylül 2017, Ankara, s. 639-640).
Gelinen bu aşamada uyuşmazlık konusu ile ilgisi bakımından acente kavramının tanımı, unsurları, acentenin sigorta şirketine karşı borçlarından birisi olan ödeme borcu ve acentenin sorumluluğu hususlarına da değinmek gerekmektedir.
Sanığa atılı suç tarihinden önce 14.06.2007 tarihli ve 26552 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu"nun 2. maddesinde sigorta acentesi "Ticarî mümessil, ticarî vekil, satış memuru veya müstahdem gibi tâbi bir sıfatı olmaksızın bir sözleşmeye dayanarak muayyen bir yer veya bölge içinde daimî bir surette sigorta şirketlerinin nam ve hesabına sigorta sözleşmelerine aracılık etmeyi veya bunları sigorta şirketleri adına yapmayı meslek edinen, sözleşmenin akdinden önce hazırlık çalışmalarını yürüten ve sözleşmenin uygulanması ile tazminatın ödenmesinde yardımcı olan kişi," olarak tanımlanmıştır.
Sigorta acentesinin unsurları şunlardır:
1- Bağımsızlık; kural olarak iş yerinin ve personelinin masraflarını acente kendisi karşılar. Kendi ticari defterlerini tutar. Çalışma düzenini kendisi belirler.
2- Acentelik ilişkisinin bir sözleşmeye dayanması; aracı acentelik bir hizmet sözleşmesi, temsilci acentelik ise özel bir vekalet türüdür.
3- Acentenin belirli bir yer veya bölge içinde faaliyet icra etmesi,
4- Acentelik faaliyetinin sürekli olması; Bundan acenteliğin devam niyeti ile kurulması anlaşılmalıdır.
5- Acenteliğin meslek edinilmiş olması,
6- Sigorta şirketlerini ilgilendiren sözleşmelerde aracılık etme veya sigorta şirketi adına sözleşme yapma.
Sigorta acenteleri, sigorta şirketleri için çalışan ve genellikle sigorta poliçesini sigorta şirketinin tüzel kişiliği adına ve hesabına imzalama yetkisi olan bağımsız sigorta aracılarıdır. Acentelik sözleşmesinin karakteristik edimi acente tarafından sigorta şirketini temsilen yapılacak sözleşme akdetme veya aracılık faaliyetidir (Didem Kaya Cankat, Acentelik Sözleşmesinin Sona Ermesi, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, Aralık 2019, s. 15).
14.04.2008 tarihli ve 26847 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren ve suç tarihinde yürürlükte bulunan Sigorta Acenteleri Yönetmeliği"nin 12. maddesinin üçüncü fıkrası "Sigortalı tarafından yetkili acenteye yapılan ödeme sigorta şirketine yapılmış sayılır" ve suç tarihinden sonra 22.04.2014 tarihli ve 28980 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren ve karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Sigorta Acenteleri Yönetmeliği"nin 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları "(1) Sigorta sözleşmesi akdetme ve/veya prim tahsil etme yetkisi sigorta şirketlerine aittir. Bu yetki, acentelik vekâletnamesinde belirtilmek kaydıyla, sigorta acentelerine devredilebilir.
(2) Acentelerce düzenlenen poliçeler kapsamında sigortalı tarafından acentelere yapılan ödeme sigorta şirketine yapılmış sayılır..." şeklinde düzenlenmiştir.
5684 sayılı Kanun"un 23. maddesinin 18. fıkrası hükmü uyarınca Türk Ticaret Kanunu"nun acentelere ilişkin hükümlerinin sigorta acenteleri hakkında da uygulanması gerekmekte olup 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu"nun "Ödeme borcu" başlıklı 112. maddesi "Acente, müvekkiline ait olan parayı göndermekle veya teslim etmekle yükümlü olup da bunu yapmazsa, yükümlülüğün doğduğu tarihten itibaren faiz ödemek ve gerekirse ayrıca tazminat vermek zorundadır." şeklinde düzenlenmiştir. Öncelikle geri verilmesi gereken para, acentenin sözleşme gereği müşterilerden sigorta şirketi adına ve hesabına aldığı paralar ile primleri kapsar. Esasında acentelik sıfatından ötürü acenteye verilen her türlü para ve para yerine geçen menfaatlerin sigorta şirketine ait olduğu söylenebilir (Mustafa İsmail Kaya, Acentelik Hukuku, Adalet Yayınları, Ankara 2014, s. 166-167).
Acentenin ödeme borcu, vekalet sözleşmesinden dolayı vekilin müvekkiline hesap verme borcunun acentelik ilişkisine özgü özel bir şeklidir. Vekil gibi acente de sigorta şirketine ait para ve malları temsilci ve emanetçi sıfatıyla elinde bulundurduğundan bunları zamanında sigorta şirketine vermekle yükümlüdür. Aksi halde, acentenin faizle birlikte tazminat ödemesi ve hatta şartlara göre güveni kötüye kullanma suçundan cezalandırılması da gerekir (Hayri Domaniç, Türk Ticaret Kanunu Şerhi, Cilt 1, Temel Yayınları, İstanbul 1988, s.326).
Diğer taraftan, ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektedir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık ..."in, katılan ..."nin Çorum acentesi olarak faaliyet gösterirken katılan şirket adına ve hesabına tahsil ettiği sigorta primlerinden 31.12.2008 tarihi itibarıyla 252.278,14 TL"yi katılan şirkete teslim etmemek suretiyle atılı hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediği iddia edilen olayda;
Dosyada mevcut katılan şirkete ait 2008 yılı hesap ekstresine göre, önceki yıldan borç devredildiğinin ve 2008 yılı tahsilat oranının % 70 olduğunun anlaşılması, taraflar arasında imzalanan tahsilat protokol formuna göre sanığın katılan şirkete olan borçlu olduğunun görünmesine rağmen sanığın aşamalarda atılı suçu kabul etmeyerek katılan şirket adına düzenlediği poliçe bedellerinin borç olarak kaydedildiğini, kendisine tanınan süre içerisinde bedelleri şirket hesabına gönderdiğini, katılan şirket ile borç alacak ilişkisi içinde çalıştıklarını, 2008 yılında ekonomik krizden dolayı tahsil edemediği sigorta primleri nedeni ile borçlarını ödemekte zorlandığı için protokol yaptıklarını ve borcu yapılandırdıklarını, kendisinin protokole uymasına rağmen katılan şirketin 25.12.2008 tarihinde ekranı kapattığını ifade etmesi ve taraflar arasındaki acentelik sözleşmesinde sigorta primleri için altı ay taksit yapılabileceğinin, tahsil edilen primlerin de tahsilatı takip eden ayın sonuna kadar ödenmesi gerektiğinin belirtilmiş olması hususları birlikte değerlendirildiğinde;
Adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm delillerin toplanması ve tartışılmasının zorunlu olduğu cihetle, öncelikle sanığın acentelik faaliyeti kapsamında tuttuğu defterler, muhasebe kayıtları, hesap ekstresi ve ödeme belgeleri ile katılan şirketin sanığın acenteliği ile ilgili kayıtlarının getirtilmesi, sanığın katılan şirkete ödemediği borcun, katılan şirket adına ve hesabına tahsil edip uhdesinde tuttuğu sigorta primleri nedeniyle mi yoksa savunmasında belirttiği şekilde tahsil edemediği sigorta primleri nedeniyle mi oluştuğuna ya da hesap ekstresinde tahsil edilemediği belirtilen orana mı karşılık geldiğine, ayrıca protokol tarihinden sonra ve acentelik sözleşmesinin feshedildiği tarihe kadar sanığın protokol kapsamı dışında düzenlediği poliçelerden katılan şirket adına ve hesabına müşterilerden tahsil edip de ödemeyerek uhdesinde tuttuğu sigorta primi olup olmadığına ve sanığın müşterilerden tahsil edip de uhdesinde tuttuğu sigorta primleri nedeniyle katılan şirketin ne miktarda zararının oluştuğuna yönelik bilirkişi incelemesi yaptırılması ve elde edilecek sonuca göre sanığın hukukî durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
Bu itibarla, Yerel Mahkeme direnme hükmünün, eksik araştırmayla hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Ulaşılan bu sonuç karşısında diğer uyuşmazlık konuları değerlendirilmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Çorum 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 16.02.2016 tarihli ve 486-175 sayılı direnme kararına konu beraat hükmünün, sanık hakkında eksik araştırmayla hüküm kurulması isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 25.02.2020 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.