14. Hukuk Dairesi 2014/3490 E. , 2014/7336 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : Gaziosmanpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 08/10/2013
NUMARASI : 2010/127-2013/331
Davacı tarafından, davalılar aleyhine 01.03.2010 gününde verilen dilekçe ile inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 08.10.2013 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün evrak incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili, dava konusu taşınmazı satın almak isteyen müvekkilinin damadı olan davalı A.. U.."a güvenerek taşınmazın parasını gönderdiğini ancak, davalı Ahmet"in taşınmazı kendi üzerine geçirdiğini, İstanbul"a geldiğinde tapusunu iade edeceği yönünde güven sağladığını, müvekkilinin bu taşınmaz üzerine bina yaptırdığını ancak davalı Ahmet"in taşınmazın 4/6 payını müvekkiline verdiği halde geri kalan payı ferağa yanaşmadığını belirterek tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı A.. U.. vekili, dava konusu taşınmazın davacının gönderdiği para ile alındığını, ancak üzerine yapılan yapıya davacının parası yetmediği için davacının ve oğlunun müvekkilinden borç para aldıklarını bu yüzden taşınmazda 2/6 payın müvekkiline bırakılması koşuluyla ibralaşıldığını, dava konusu taşınmazın müvekkili tarafından B..U..isimli üçüncü kişiye satıldığından müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, davanın reddini savunmuş ve zamanaşımı itirazında bulunmuştur.
Davalı A.. U.. tarafından taşınmazdaki payının önce davalı B.. U.."a, akabinde B.. U.. tarafından davalılar H.. A.. ve S.. B.."a satış suretiyle devredilmesi nedeniyle bu kişiler davaya davalı olarak dahil edilmiş ve davacı vekili muvazaalı satışlar olduğu ve amacın davayı konusuz bırakmak olduğunu ileri sürerek davaya yeni malikler hakkında tapu iptali ve tescil davası olarak devam edeceklerini bildirmiştir.
Davalılar S.. B.. ve H.. A.. vekili, müvekkillerinin tarafları tanımadıklarını ve tapuya güvenerek iyi niyetle taşınmazı tapu malikinden aldıklarını, devrin muvazaalı olmadığını, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, inanç konusunun üçüncü kişilere devir ve temlik edildiğinde inanılanın ve üçüncü kişilerin el ve işbirliği içinde olmadığı müddetçe üçüncü kişilerin iyiniyetinin korunması gerektiği, davacının dahili davalılara tapu iptali ve tescil davası olarak davaya devam ettiği ve yemin teklif edilmeyeceğinin davacı vekili tarafından beyan edilmesi karşısında ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya
bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202.maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.
Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince; davalı A.. U.. cevap dilekçesinde dava konusu taşınmazın davacının gönderdiği parayla alındığını kabul etmiş ve inançlı işleme yönelik ikrarda bulunmuştur. Ne varki davalı taşınmazı yargılama sırasında üçüncü kişi B.. U.."a, B.. U.."da yine yargılama aşamasında davalılar S.. B.. ve H.. A.."a devretmiştir. Davacı vekili tarafından yargılama aşamasında satış şeklinde gerçekleşen bu devirlerin muvazaalı olduğu ileri sürülmüştür.
İnananın inanç sözleşmesinden doğan hakkı şahsi hak niteliğinde olduğundan inanç konusunun üçüncü kişilere devredilmesi halinde inananın üçüncü kişilerden isteyebileceği bir hakkının varlığından söz edilemez. Ancak, inanılan ile üçüncü şahıs, inananın inanılana müracaat edip inanç konusunu alma hakkını ortadan kaldırmak amacıyla, el ve düşünce birliği içerisinde muvazaalı bir işlem yapmışlarsa, inanan muvazaa nedeniyle sözleşmenin geçersiz olduğundan bahisle üçüncü kişiye karşı dava açabilir. Bunun dışında, üçüncü kişinin kötü niyetinden, yani inançlı işlemi bildiğinden söz etmek suretiyle üçüncü kişiye karşı dava açıp son temlikin iptalini isteyemez. Zira inanılan o mal veya hakkın gerçek sahibidir.
Hemen belirtilmelidir ki, davalı B.. U.. ilk el konumunda olup, yukarıda açıklanan nedenle TMK"nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı tartışmasız ise de, Bilal"in çekişmeli taşınmazı temlik ettiği davalılar H.. A.. ve S.. B.. ikinci el konumunda olup, tapu sicilin tutulması prensiplerinden olan sicilin aleniliği (güvenirliği) ilkesine dayanarak iyiniyetle iktisap etmeleri halinde aynı hükmün koruyuculuğundan istifade etmeleri olanaklıdır. Başka bir anlatımla; tapu sicillerinin tutulması kamu düzeni ile ilgili olup bazı prensiplere bağlıdır. Bunlardan ilki tescil, diğeri sicilin aleniliği (güvenirliliği), bir diğeri Hazinenin kusursuz sorumluluğu ve sonuncusu ise sicilin geçerli bir hukuki nedene dayanması başka bir ifade ile illetten mücerret olmamasıdır. Gerçekten de, sicilin dayanağının geçerli bir hukuki sebebinin bulunmaması onu TMK nun 1025. maddesinde belirtilen yolsuz tescil durumuna düşürür. Birinci el konumundaki edinenin iyiniyetli olması neticeyi değiştirmez. Ne varki; sicil kaydından sicillerin aleniliği ve güvenirliliği prensiplerine dayanarak iyiniyetli iktisap eden yani ikinci el konumunda bulunan kişinin iktisabının korunacağı TMK nun 1023. maddesi gereğidir.
Bu durumda, mahkemece tarafların gösterdiği tanıklar da dinlenerek son malik olan davalıların, TMK 1023 ve devamı niteliğindeki TMK 1024 maddeleri gereğince iyiniyetli kabul edilip edilemeyecekleri değerlendirilerek davalıların kötüniyetli olduklarının ispatlanması halinde davanın kabulüne aksi halde davanın reddine karar verilmelidir.
Mahkemece eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde yatırana iadesine, 03.06.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.