Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının, 5.2.1990 tarihinde düzenlenen genel vekaletname ile davalı F.."i vekil tayin ettiği, vekilin anılan vekaleti kullanarak 24.6.1997 tarihli akitle 17 parsel sayılı taşınmazdaki davacıya ait 1/4 payı diğer davalı A..."ye tapuda temlik ettiği, davalıların karı koca, vekilin ise davacının kardeşi olduğu anlaşılmaktadır.
Davacı, yurt dışında yaşadığını, 17 parsel sayılı taşınmaza kat karşılığı inşaat yapımı ve resmi işlemlerin takibi için F..."i vekil tayin ettiğini, ancak vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak ve danışıklı olarak payını diğer davalıya devrettiğini, satış bedelininde ödenmediğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2. (Türk Borçlar Kanunu 506/2.) maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ancak, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; akitte gösterilen değer ile, taşınmazın keşfen belirlenen değeri arasında fahiş fark bulunduğu, bilirkişi raporuna göre çekişmeli payın gerçek değerinin 4.000,00.-TL olarak tesbit edildiği, her nekadar davalı Fehim"in akit tarihinden çok uzun süre sonra 16.11.2005 tarihinde davacıya 3.000 $ banka havalesi ile göndermiş ise de; bu ödemenin konusu açık olmadığı gibi TC Merkez Bankası verilerine göre akit tarihindeki 1 ABD dolarının değerinin 158.040.-TL olduğu ve o tarih itibariyle davacıya ait payın yaklaşık olarak 25.316 $ olması gerekeceği açıktır.
Hemen belirtilmelidir ki, taşınmazın temlikinde kullanılan vekaletnamenin geçerli olduğu sabittir. Ancak, temlikin doğru ve sağlıklı olduğu vekil edeni bağlayacağının kabul edilebilmesi için, vekaletnamenin geçerli olması yanında, taşınmazın gerçek ya da gerçeğe yakın bir bedelle temlik edilmesi vekil edenin zararlandırılmaması asıldır. Çok düşük, sembolik bedelle yapılan intikalde malikin zararlandırıldığı kabul edilmelidir.
Somut olayda, vekil F..."in davacı payını eşi olan davalı A..."ye temlik ettiği, davalıların çıkar işbirliği içinde olduğu, davalı A..."nin iyiniyetli sayılamayacağı davacının payının gerçek değerinin çok altında satıldığı dolayısı ile vekalet görevini kötüye kullandığı, davalıların el ve işbirliği içerisinde hareket ettikleri sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 18.09.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.