Esas No: 2013/23732
Karar No: 2014/1168
Karar Tarihi: 21.01.2014
Yargıtay 5. Hukuk Dairesi 2013/23732 Esas 2014/1168 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Sivas 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 11/07/2013
NUMARASI : 2013/120-2013/215
Taraflar arasındaki tapu kaydının mahkeme kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK"nun 1007. maddesi uyarınca tazmini davasının reddine dair verilen yukarıda tarih ve numaraları yazılı hükmün Yargıtayca incelenmesi taraf vekillerince verilen dilekçelerle istenilmiş, davalı idare vekilince temyiz dilekçesinde duruşma isteminde bulunmuş olmakla, duruşma için belirlenen 21.01.2014 günü temyiz eden davacılar vekili ile temyiz eden davalı idare vekili Av. F.. T.."ın yüzlerine karşı duruşmaya başlanarak, taraf vekillerinin sözlü açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki kâğıtlar okunup uyuşmazlık anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü.
- K A R A R -
Dava, tapu kaydının mahkeme kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın 4721 sayılı TMK"nun 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden Sivas ili H.. köyünde 1976 yılında yapılan tapulama çalışmaları sırasında 1998, 1999, 2000 ve 2001 parsel sayılı taşınmazların 05.03.1973 tarih ve sıra no 2, cilt no 365, sayfa no 7"deki tapu kaydına istinaden dava dışı S.. Y.. isimli şahıs adına tespit gördüğü, itirazların komisyonca reddedilip tapulama tutanaklarının 31.05.1990 tarihinde kesinleşerek taşınmazların S.. Y.. adına tescil edilmesinden sonra davacılar murisi K.. Ç.."in tapuda tarla vasfı ile kayıtlı bulunan parselleri 17.10.1990 tarihinde satın aldığı, K.. Ç.."in bu taşınmazları satın almasından sonra H.. H.. tarafından 10.05.1996 tarihinde Sivas 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılıp 2003/77 – 2005/376 sayılı dosya üzerinden görülen davada, K.. Ç.."in 1990 yılında satın almak suretiyle edindiği 1998, 1999, 2000 ve 2001 parsel sayılı taşınmazların elli yıldır tarla olarak kullanıldığı ancak öncesinin mera olduğu ve zilyetlikle kazanılmasının mümkün bulunmadığı kabul edilerek K.. Ç.. adına olan tapu kaydının iptali ile sözü edilen taşınmazların mera olarak sınırlandırılmasına karar verilip, kararın Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmesinden sonra davacılar tarafından 4721 sayılı TMK"nun 1007. maddesine dayanılarak tazminat istemli iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Arazi niteliğindeki taşınmazlara gelir metodu esas alınarak değer biçilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Bu nedenle taraf vekillerinin aşağıda belirtilen hususlar dışındaki temyiz itirazları yerinde değildir. Ancak;
1) Somut olaydaki uyuşmazlık davacılar murisi K.. Ç.."in tapu kayıtlarına güvenerek satın aldığı taşınmazın tapu kaydının, mahkeme kararı ile iptal edilmesi üzerine uğradığı zararın 4721 sayılı TMK"nun 1007. maddesi uyarınca H.. H.. tarafından tazmini için açtığı davada, arazi niteliğindeki taşınmazlar için belirlenen değerden, Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca indirim yapılıp yapılamayacağına ilişkindir. Şöyle ki;
Mahkemece keşif yapılıp taşınmazların dava tarihindeki gerçek değeri belirlendikten sonra 29.05 2009 tarihli ilk kararda toplam 1.600.993,61 TL tazminata hükmedilmiş, karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından 05.10.2010 gün ve 2009/10654 – 2010/9750 sayılı ilamla “Hüküm altına alınan tazminat miktarından Borçlar Kanunun 43. maddesi gereğince uygun bir indirim yapılması gerektiğinden” bahisle bozulmuş, bozma sonrası 07.06.2011 tarihli kararla tazminattan 1.000.993,00 TL indirim yapılarak 600.000,00-TL"ye hükmolunmasına ilişkin bu kararın temyizi üzerine bu kezde Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 2012/4626 – 12241 sayılı ilamı ile “Tazminat miktarının belirlenmesi sırasında 6098 sayılı TBK"nun 51. maddesi uyarınca durumun gereği ve kusurun ağırlığına göre tazminat kapsamının belirlenmesi ve somut olayda zararın doğmasına neden olan olaylarda davacıya yüklenebilecek bir kusurun bulunup bulunmadığı, kusurun bulunması halinde zararın artmasına hangi oranda etki ettiği, zararın oluşumunda davacıya yüklenebilecek kusurların neler olduğu belirlenerek karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuş, mahkemece bozma sonrası verilen ve dairemizce temyiz incelemesine konu olan 11.07.2013 tarihli karar ile de tazminat miktarından %20 oranında indirim yapılarak 1.280.794,89 TL"na hükmedilmiştir.
4721 sayılı TMK"nun 1007. maddesinde “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder” hükmü yer almakta olup, tapu sicilinin tutulması nedeniyle zarara uğrayan kişinin bütün zararlarından Devlet sorumludur. Tapu kaydının iptali nedeniyle tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar tapu kaydının iptali nedeniyle tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktar olmalıdır.(Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2003 gün ve 2003/19,152-2003/125 sayılı kararı, 29.09.2010 gün ve 2010/14-38-2010/427 sayılı kararı 15.12.2010 gün ve 2010/13-618-2010/668 sayılı kararı)
Tapu sicilinin tutulması görevini üstlenen Devlet, bu sicile tanınan güvenden ötürü hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir. Tapu sicil müdürü ya da memurunun kusuru olsun ya da olmasın, sicilin tutulmasında, kişilerin çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması, devletin
sorumluluğu için yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, devletin memuruna rücuu halinde iç ilişkide etkili olmaktadır. Bu nedenle TMK"nun 1007. maddesinde düzenlenen sorumluluk objektif (kusursuz) sorumluluk türlerinden birisi olup, Borçlar Kanununda düzenlenen haksiz fiil sorumluluğu ile ilgisi yoktur.
Bu durumda ; dava konusu somut olayda hüküm altına alınan tazminat miktarından Borçlar Kanununun haksız fiile ilişkin hükümleri uyarınca indirim yapılması gerektiğine işaret eden Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 05.10.2010 gün 2009/10654-2010/9750 sayılı ilamı ile 14.Hukuk Dairesini 30.10.2012 gün ve 2012/4626 – 12241 sayılı bozma ilamları maddi hataya dayalı olup, mahkemece taşınmazların gerçek değeri ve davacıların gerçek zararı olan 1.600.993,61 TL"ye hükmolunması gerekirken, yasal olmayan gerekçelerle tazminat miktarından indirim yapılması,
2) Kabule göre de dava konusu taşınmazların değeri dava tarihine göre belirlendiğinden hüküm altına alınan tazminat miktarına dava tarihinden itibaren faiz işletilmesi gerekirken daha önceki tarihten faiz başlatılması ,
Doğru görülmemiştir.
Taraf vekillerinin temyiz itirazları yerinde olduğundan hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz edenlerden peşin alınan temyiz harçlarının istenildiğinde iadesine ve temyize başvurma harçlarının H.. H..ye irad kaydedilmesine, taraflara karşılıklı olarak Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince 1100,00-TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya, 990,00-TL vekalet ücretinin de davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 21.01.2014 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Somut olayda; davacı tarafın tarla niteliğindeki tapulu taşınmazı tespit malikinden satın almasından sonra bu yerin öncesinin mer"a olduğundan bahisle H.. H.. tarafından aleyhlerine açılan tapu iptali ve tescil davası sonucu tapunun iptal edildiği ve hükmün kesinleştiği bunun üzerine TMK"nun 1007. maddesi kapsamında işbu davanın açıldığı, mahkemece ilk olarak 1.600.993,62-TL tazminata hükmedilmesi üzerine taraflarca bu kararın bozulması istemiyle Yargıtay"a başvurulduğu, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından 05.10.2010 gün ve 2009/10654 – 2010/9750 sayılı ilamla “Hüküm altına alınan tazminat miktarından Borçlar Kanunun 43. maddesi gereğince uygun bir indirim yapılması gerektiğinden” bahisle davalı idare lehine kararın bozulduğu yerel mahkemece bozmaya uyularak indirim yapılıp sonuçta 600.000,00-TL tazminata hükmedilmesi üzerine bu ikinci karar da yine taraflarca temyiz edilmiş, bu kez inceleme yapan Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2012/4626 – 12241 sayılı ilamı ile “Tazminat miktarının belirlenmesi sırasında 6098 sayılı TBK"nun 51. maddesi uyarınca durumun gereği ve kusurun ağırlığına göre tazminat kapsamının belirlenmesi ve somut olayda zararın doğmasına neden olan olaylarda davacıya yüklenebilecek bir kusurun bulunup bulunmadığı, kusurun bulunması halinde zararın artmasına hangi oranda etki ettiği, zararın oluşumunda davacıya yüklenebilecek kusurların neler olduğu belirlenerek karar verilmesi gerektiğinden bahisle kararı bozmuş, mahkemece bu bozma ilamına da uyularak toplam tazminat miktarından %20 davacı kusuru oranında indirim yapılıp 1.280.794,89 TL"na hükmedilmiştir. Bu kararın da taraflarca temyizi üzerine Dairemiz sayın çoğunluğunca, uyuşmazlığın çözümde kusur sorumluluğunun değil kusursuz sorumluluğun sözkonusu olduğu, bu nedenle kusur oranında indirim yapılmasının doğru olmadığı, ilgili dairelerin bozma ilamlarının maddi hataya dayalı olduğu belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Öncelikle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ve sonrasında 14. Hukuk Dairesinin yukarıda esas ve karar numaraları belirtilen ilamıları maddi hataya dayalı olarak değil, dairelerin iş bölümü ile görevli bulundukları süreçte oluşturdukları yerleşik içtihatları doğrultusunda verilmiş kararlardır. (Bkz.Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 05.10.2010 gün ve 2009/1654 Esas 2010/9750 Karar; Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 15.12.2009 gün ve 2009/6263 Esas, 2009/14213 Karar; Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2008/2598 Esas, 2008/13478 Karar; Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 30.10.2012 gün 2012/4629 Esas, 2012/12242 Karar sayılı ilamları).
Diğer taraftan Hukuk Genel Kurulunun 12.06.2013 gün ve 2012/10-1622 Esas, 2013/822 Karar sayılı ilamında da açıkça benimsendiği üzere; 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429/2 (6100 sayılı HMK"nun 363/2) maddesinde bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemler açıklanmıştır. Buna göre; mahkeme, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip, dinledikten sonra Yargıtay"ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verecektir. Mahkemece bozmaya uyulması veya direnilmesi yönünde oluşturulan karar, bozma veya direnme lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hak oluşturur.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nda ve 6100 sayılı HMK."da "usuli kazanılmış hak" kavramına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır.
Bu kural davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Usuli müktesap hak anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Nitekim 04.02.1959 gün ve 1957/13-Esas, 1959/5 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da (R.G.28.04.1959 gün ve sayı:10193) usuli kazanılmış hakka ilişkin olarak;
"Temyiz merciince bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde, bozulan kararın bozma sebeplerinin şümulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usul hükmüdür. Bir cihetin bozma kararının şümulü dışında kalması da iki şekilde olabilir. Ya o cihet, açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş fakat dairece itiraz reddedilmiştir; yahut da onu hedef tutan bir temyiz itirazı ileri sürülmemiş olmasına rağmen dosyanın Temyiz Dairesince incelendiği sırada dosyada bulunan yazılardan onun bir bozma sebebi sayılması mümkün bulunduğu halde o cihet dairece bozma sebebi sayılmamıştır. Her iki halde de o konunun bozma sebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması, taraflardan birisi lehine usulü bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme, ne de Temyiz Mahkemesi halele uğratabilir. Zira umumi müktesep hakkın tanınması da amme intizamı düşüncesiyle kabul edilmiş bir esastır." şeklinde açıklamada bulunulmuştur.
İBK"da açıkça belirtildiği üzere bu ilke kamu düzeni ile ilgili olup, Yargıtay"ca kendiliğinden dikkate alınması ve usulü müktesep hakkın korunması gerekir.
Usulen kazanılmış hakkı ortadan kaldıracak (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararı ya da Anayasa Mahkemesi"nin ilgili kanun maddelerini iptale ilişkin kararı vb gibi) istisnai bir durum da bulunmadığına göre salt Dairenin yeni oluşturduğu içtihatlara aykırılık nedeniyle kazanılmış hakkın ihlaline yol açacak şekilde bozma yapılması hukukun genel ilkeleri ile usul ve yasaya uygun değildir.
Kaldı ki; 4721 sayılı TMK"nun 1007. maddesindeki Devletin (H.. H..nin) sorumluluğu kusursuz sorumluluk olarak değerlendirilse bile tazminatın miktarının belirlenmesinde, Devletin kusursuz sorumluluğundan hareketle değil aksine karşı tarafın kusur sorumluluğundan gidilerek tazminata hükmedilmesi gerekir. Bu ilkenin aksinin benimsenmesi halinde, hiçkimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkesine aykırı davranılmış olur. Bu da haksız ve sebepsiz zenginleşmeye yol açar.
Aynı doğrultuda davalının kusursuz sorumluluğunda, davacının gerçekleşen müterafik kusurunun, zararın ve dolayısıyla tazminatın miktarını belirlemede dikkate alınması gerektiğine ilişkin Yargıtay Dairelerinin yerleşik uygulamaları bulunmaktadır. (Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 2013/11591 esas-15308 karar, 2012/22441 esas-2013/657 karar; Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 2010/1152 esas-2010/6111 karar; Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 2012/17886 esas-2012/16090 karar, 2013/7857 esas-2013/21737 karar; Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 2012/27166 esas-2013/5660 karar, 2012/27926 esas-2013/4334 karar sayılı ilamları)
Yargıtay 4 ve 14. Hukuk Dairelerinin bozma ilamlarında zararın miktarının belirlenmesi için Devletin değil, davacı tarafın olaydaki kusur durumunun, kusur sorumluluğunun araştırılması istenilmiştir. Bu bozmaya uygun olarak mahalli mahkemece verilen tazminat hükmü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin TURGUT VE DİĞERLERİ-TÜRKİYE davası ve yine KÖKTEPE-TÜRKİYE davasında vurgulanan hakkaniyet, adalet, haklar arasında adil denge ve orantılılık ilkelerine uygun olup onanması gerekirken Dairemiz çoğunluğunca bozulmasına karar verilmiş olması isabetli görülmemiştir. 21.01.2014