Yanlar arasında görülen tapu iptal ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece, davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı tarafından yasal süre içerisinde, duruşma istemli temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, duruşma istemi değerden reddedilerek, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 3979 ada 5 parsel sayılı taşınmazın tamamı davacı Alime Zeybek adına kayıtlı iken vekili İlhan Şenel tarafından 01.10.2010 tarihinde davalı Hüsnü Çelik"e satış suretiyle devredildiği anlaşılmaktadır.
Davacı, dava dilekçesinde, taşınmazın ½ payının maliki olduğunu, diğer ½ payın ise davalı olan babasına ait olup davalının kendi üzerindeki payı davacı adına tescil ettireceği telkiniyle, hile ile aldığı vekaletname ile taşınmazın diğer ½ payını kendi adına tescil ettirdiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. İddianın ileri sürülüş biçimi itibarıyla davada vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayanıldığı görülmektedir.
Bilindiği üzere; vekaletin hile ile alındığı iddiası aynı zamanda vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını da kapsayacağı gerek Yargıtay uygulamalarında ve gerekse doktrinde benimsenmiştir.Borçlar Kanununun temsil ve vekalet akdini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK"nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta
malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK"de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK"de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilinin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK"nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; mahkemece, yukarıdaki ilkeler çerçevesinde inceleme ve araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
Keza davalı, 18.12.2012 tarihli celsedeki savunmasında; annesine bakması için taşınmazın yarı payını davacıya verdiğini, kendisine de bakacağını, fakat bakmadığını ve taşınmazın yarı payını geri aldığını, davacı ile anlaşmalarının da böyle olduğunu beyan etmiş, tapu kaydından da taşınmaz davalıya ait iken davacıya devredildiği görüldüğü halde, bu savunma üzerinde durulmaksızın karar verilmiş olmasının da doğru olduğu söylenemez.
Hal böyle olunca, yukarıdaki ilkeler çerçevesinde iddia ve savunmanın araştırılması varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, savunma üzerinde durulmadan yazılı olduğu üzere noksan soruşturma ile yetinilerek karar verilmiş olması isabetsizdir.
Kabule göre de, dava dilekçesinde taşınmazın ½ payı dava konusu edildiği halde, taleple bağlı kalınmayarak, taşınmazın tümünü kapsayacak şekilde davanın kabul edilmiş olması dahi isabetsizdir.
Davalının temyiz itirazı değinilen yönler itibarıyle yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 09.9.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.