Esas No: 2018/268
Karar No: 2021/398
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2018/268 Esas 2021/398 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : (Kapatılan)16. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sayısı : 210 - 257
Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanık ..."ın TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun"un 5/1, TCK"nın 53, 58/9, 63/1 maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin ... 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 06.01.2017 tarihli ve 28-5 sayılı hükme yönelik sanık ... tarafından istinaf başvurusunda bulunulması üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesince 22.02.2017 tarih ve 210-257 sayı ile istinaf başvurusunun düzeltilerek esastan reddine karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesince 20.12.2017 tarih ve 2517-5659 sayı ile;
"...Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;
Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyizin sebebine göre dosya incelendi gereği düşünüldü;
Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;
Dairemizin 14.11.2017 tarih, 2017/1824 esas, 2017/5384 sayılı kararında da açıklandığı şekilde;
Adil Yargılanma Hakkı, Anayasanın 36/1 maddesinde: "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı merciileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.", Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6/1. maddesinde de: "Herkes davasının, ... cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." denilerek teminat altına alınmıştır. Anılan hakkın muhtevası, savunma ve müdafii yardımından faydalanma hakkı yönünden sözleşmenin 6/3-c maddesinde belirlenmiştir. Buna göre; bir suç ile itham edilen herkes, kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından faydalanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek hakkına sahiptir.
AİHS’nin 6/3-(c) bendi gereğince, bir suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında, kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafii yardımından yararlanma ve bir müdafii tayin etme imkanından yoksun ise ve adaletin selameti için gerekli görülürse re’sen atanacak bir müdafii yardımından yararlanma olmak üzere üç ayrı hakka sahiptir. Bu nedenle, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez. Savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafii yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan ‘"silahların eşitliği" ilkesinin de gereğidir (AİHM Pakelli/Federal Almanya, B.No: 8398/78, 25.04.1983).
Ancak; AİHM, AİHS’nin adil yargılanma hakkına ilişkin 6. maddesinin, bu hakkın teminatlarından kişilerin kendi iradeleriyle vazgeçmelerini engelleyecek şekilde yorumlanamayacağı düşüncesindedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 01.10.2013).
Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafii yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibariyle asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Salduz/Türkiye, B. No: 36391/02, 27.11.2008, Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, Aksin ve diğerleri/Türkiye, Anayasa Mahkemesi B. No: 2013/2319 8/4/2015).
Ne var ki; AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da, resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin imkanının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımı sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye).
Bu cümleden olarak, kanun koyucu bir suç isnadıyla karşı karşıya kalan şüpheli ya da sanığın, müdafii yardımından faydalanmak hakkından açıkça vazgeçmesi halinde dahi adaletin selameti bakımından re"sen bir müdafiin atanması gerektiğini, 5271 sayılı CMK"da tahdidi olarak düzenlemiştir. Ayrıntıları Dairemizce de benimsenen Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.12.2016 tarih 2016/17-939, 2016/465 sayılı kararında açıklandığı üzere; "1412 sayılı CMUK, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafiilik sistemini benimsemiş ve sınırlı bazı hallerde zorunlu müdafiilik sistemini getirmişken; 5271 sayılı CMK zorunlu müdafilik sistemini, önemli ölçüde genişletmiştir. 5271 sayılı CMK"na göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. md.), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. md.), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. md.), tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilmesi (101/3. md.), davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/4. md.) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafii istemediğini beyan etse bile müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır."
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde;
5271 sayılı CMK"nın 101/3. maddesi gereğince tutuklanması istenen ve seçtiği bir müdafii de bulunmayan sanığa müsnet suçun niteliği ve ön görülen ceza miktarı gözetilmeksizin müdafii görevlendirilmesinin yasal zorunluluk olması karşısında; görevlendirilen müdafii refakatinde tutuklanması nedeniyle, delillere erişme ve savunma hazırlama imkanları itibariyle (AİHM Gregaceviç/Hırvatistan) çelişmeli yargılamanın gereği olan "silahların eşitliği" ilkesinin ve Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddeleri ile teminat altına alınan adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğuracak biçimde (AİHM Salduz/Türkiye), adaletin selameti açısından gerekli olan müdafii görevlendirilmeden yargılama yapılıp sorgusu tespit edilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,
Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükmün” oy birliğiyle bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 16.02.2018 tarih ve 21009 sayı ile;
"Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanık ..."ın atılı suçtan mahkumiyetine dair ... 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 06/01/2017 gün ve 2016/28 Esas, ve 2017/5 Karar sayılı hükmü sanık ve müdafii tarafından istinaf edilmiş, hükmü inceleyen ... Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin 22/02/2017 gün ve 2017/210 Esas, 2017/257 Karar sayılı kararı ile istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiş, bu karar hakkında sanık temyiz isteminde bulunmuştur.
Hükmü inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 20/12/2017 gün ve 2017/2517 Esas, 2017/5659 Karar sayılı kararı ile "Dairemizin 14.11.2017 tarih, 2017/1824 esas, 2017/5384 sayılı kararında da açıklandığı şekilde;
Adil Yargılanma Hakkı, Anayasanın 36/1 maddesinde: "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı merciileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.", Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6/1. maddesinde de: "Herkes davasının, ... cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." denilerek teminat altına alınmıştır. Anılan hakkın muhtevası, savunma ve müdafii yardımından faydalanma hakkı yönünden sözleşmenin 6/3-c maddesinde belirlenmiştir. Buna göre; bir suç ile itham edilen herkes, kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından faydalanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek hakkına sahiptir.
AİHS’nin 6/3-(c) bendi gereğince, bir suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında, kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafii yardımından yararlanma ve bir müdafii tayin etme imkanından yoksun ise ve adaletin selameti için gerekli görülürse re’sen atanacak bir müdafii yardımından yararlanma olmak üzere üç ayrı hakka sahiptir. Bu nedenle, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez. Savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafii yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan ‘"silahların eşitliği" ilkesinin de gereğidir (AİHM Pakelli/Federal Almanya, B.No: 8398/78, 25.04.1983).
Ancak; AİHM, AİHS’nin adil yargılanma hakkına ilişkin 6. maddesinin, bu hakkın teminatlarından kişilerin kendi iradeleriyle vazgeçmelerini engelleyecek şekilde yorumlanamayacağı düşüncesindedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 01.10.2013).
Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafii yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibariyle asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Salduz/Türkiye, B. No: 36391/02, 27.11.2008, Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, Aksin ve diğerleri/Türkiye, Anayasa Mahkemesi B. No: 2013/2319 8/4/2015).
Ne var ki; AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da, resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin imkanının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımı sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye).
Bu cümleden olarak, kanun koyucu bir suç isnadıyla karşı karşıya kalan şüpheli ya da sanığın, müdafii yardımından faydalanmak hakkından açıkça vazgeçmesi halinde dahi adaletin selameti bakımından re"sen bir müdafiin atanması gerektiğini, 5271 sayılı CMK"da tahdidi olarak düzenlemiştir. Ayrıntıları Dairemizce de benimsenen Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.12.2016 tarih 2016/17-939, 2016/465 sayılı kararında açıklandığı üzere; "1412 sayılı CMUK, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafiilik sistemini benimsemiş ve sınırlı bazı hallerde zorunlu müdafiilik sistemini getirmişken; 5271 sayılı CMK zorunlu müdafilik sistemini, önemli ölçüde genişletmiştir. 5271 sayılı CMK"na göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. md.), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. md.), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. md.), tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilmesi (101/3. md.), davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/4. md.) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafii istemediğini beyan etse bile müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır."
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde;
5271 sayılı CMK"nın 101/3. maddesi gereğince tutuklanması istenen ve seçtiği bir müdafii de bulunmayan sanığa müsnet suçun niteliği ve ön görülen ceza miktarı gözetilmeksizin müdafii görevlendirilmesinin yasal zorunluluk olması karşısında; görevlendirilen müdafii refakatinde tutuklanması nedeniyle, delillere erişme ve savunma hazırlama imkanları itibariyle (AİHM Gregaceviç/Hırvatistan) çelişmeli yargılamanın gereği olan "silahların eşitliği" ilkesinin ve Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddeleri ile teminat altına alınan adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğuracak biçimde (AİHM Salduz/Türkiye), adaletin selameti açısından gerekli olan müdafii görevlendirilmeden yargılama yapılıp sorgusu tespit edilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması" gerekçesine istinaden hükmün bozulmasına oy birliği ile karar vermiştir.
İtirazın konusu, tutuklu yargılana Sanık ..."a atılı suça yasada öngörülen cezanın alt sınırı itibariyle müdafi atanma zorunluluğunun olmadığı, sırf tutuklu olması nedeniyle müdafi atanmamış olmasının savunma hakkını kısıtlar mahiyette olmadığına dairdir.
İlamın Başsavcılığımıza teslim tarihi 08/02/2018"dir.
İTİRAZ NEDENLERİ : Yüksek Daire ile Başsavcılığımız arasındaki ihtilaf, tutuklu yargılanan sanığın kovuşturma aşamasında müdafi yardımından yararlandırılmasının zorunlu olup olmadığına dairdir.
Konu ile ilgili yasal düzenlemeler ve uluslararası sözleşmelerdeki düzenlemeler;
...nun 314. maddesi;
"Madde 314 - (1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır."
3713 s. ...nun 5. maddesi;
"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.
(Ek fıkra: 22/07/2010-6008 S.K/4.md.) Bu madde hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz."
CMK.nun 150. maddesi;
"(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir."
CMK.nun 101/3 maddesi;
"Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır."
Şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6/3-c maddesi ise "Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;" şeklindedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), AİHS sisteminde bir sanığın, re’sen avukat tayin edilmesinden ücretsiz olarak faydalanma hakkının, hakkaniyete uygun cezai yargılanma kavramına ilişkin unsurlardan birini oluşturduğunu (13 Mayıs 1980 tarihli Artico-İtalya kararı), kabul etmekle birlikte, AİHS"nin 6/3 –c maddesinin bu hakkın kullanımına iki koşul getirdiğini, bu koşullardan birincisinin "avukat tutma olanaklarının" olmamasına bağlı olduğunu, ikincisinin ise "hukuki menfaatlerin" ücretsiz adli yardımın sağlanmasını şart koşup koşmadığının araştırılması gerektiğini de belirtmektedir (Talat Tunç- Türkiye). AİHM aynı kararında, AİHS’nin 6. maddesinin ne sözcük anlamında ne de muhakemesinde, bir kimsenin, re’sen tayin edilen bir avukat tarafından temsil edilmesi hakkını kendi isteğiyle açık ya da üstü kapalı bir şekilde reddetmesini engellemediğini de hatırlatmaktadır (mutatis mutandis, Hakansson ve Sturesson-İsveç, 21 Şubat 1990 tarihli karar ve Sejdovic-İtalya, no: 56581/00).
5271 sayılı CMK.da, AİHS"nin 6/3-c maddesinde hüküm altına alınan savunma hakkı yönünden yapılan düzenlemede (CMK 150), isnat edilen suç için öngörülen cezanın miktarına bakılmaksızın kişinin kendi seçtiği bir müdafiin yardımından yararlanabileceği gibi, hukuki menfaatlerin ücretsiz adli yardımın sağlanmasını şart koşup koşmadığına bakılmaksızın istemi halinde bir müdafiin atanabileceği, isnat edilen suça öngörülen cezanın alt sınırının 5 yıldan fazla hapis gerektirmesi, sanığın çocuk, sağır dilsiz veya kendini savunamayacak derecede malul olması hallerinde ise istemine bakılmaksızın bir müdafi atanması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu düzenleme ile AİHS ile teminat altına alınan haklar bir adım daha ileriye taşınmıştır.
CMK.nun 150. maddesi dışında zorunlu müdafiiliğin düzenlendiği başka maddeler de yasada yer almıştır. CMK.nun 204/1, 247/4, 74/2 ve 101/3 maddesi yasadaki diğer düzenlemelerdir.
CMK.nun 101/3 maddesi ise hakkında soruşturma aşamasında veya kovuşturma aşmasında ilk kez tutuklama isteminde bulunulanların haklarını teminat altına almak bakımından müdafi atanmasını zorunlu kılmıştır. Maddenin düzenleniş şeklinden, müdafi atanmasındaki zorunluluğun tutuklama istemi ile Hakim ya da mahkeme huzuruna çıkarılan kişinin yapılacak sorgusu sırasında müdafi yardımından yararlanmasını sağlamaya yönelik olduğu ve yapılacak sorgu işlemine münhasır olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yasa sistematiğindeki yerine bakıldığında düzenlemenin, CMK.nun 1. Kitabının Koruma Tedbirleri başlıklı 4. Kısmının Tutuklama başlıklı 2. Bölümünde yer aldığı görülmektedir.
Bunun dışında ayrıca, şüpheli veya sanığın resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. md.), davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/4. md.) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
CMK.nun 150. maddesi dışında zorunlu müdafiliği düzenleyen yasa maddelerine bakıldığında, bazı özel hallere münhasır düzenleme niteliğinde oldukları, bunlardan CMK.nun 74. maddesi gereğince yapılan gözlem sonucunda akıl hastası olduğu saptananlara, soruşturma veya kovuşturmanın tamamında görev yapmak üzere CMK.nun 150/2 maddesi gereğince müdafi atanacağı hüküm altına alınmış olmasına rağmen tutuklanan şüpheli veya sanık hakkında benzer bir düzenleme yoluna gidilmemiştir. CMK.nun 150/2 maddesine göre şüpheli veya sanığın; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması halleri ile CMK.nun 150/3 maddesi gereğince alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma veya kovuşturmanın muhatabı olan şüpheli ve sanıklar yönünden, AİHS"nin 6/3-c maddesinde yazılı koşullardan avukat tutma olanağının bulunmaması koşuluna bakılmaksızın ve istemi aranmadan re"sen atanacak zorunlu müdafiliği kabul etmiş olan yasa koyucunun, tutuklu yargılanan sanıklar yönünden benzer bir düzenlemeye gitmemiş olmasının bir eksiklik değil fakat, bilinçli bir tercih olduğu anlaşılmaktadır. AİHS"nin kişinin kendisine atanan müdafiin yardımını reddetmek hakkını kabul ettiği de gözetildiğinde, kendisine seçeceği ya da istemi halinde atanacak bir müdafiin yardımından yararlanma hakkı olduğu hatırladığı halde müdafi seçmeyen ve atanması konusunda mahkemeden bir istemde bulunmayan, savunmasının kendisinin yapacağını beyan eden sanığa sırf tutuklu yargılanması nedeniyle müdafi atanmasının zorunlu olmadığı kanaatine varılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Suruç Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/1754 sayılı soruşturması kapsamında, 17/08/2015 günü "Silahlı Terör Örgütü Üyesi Olmak" suçundan tutuklanma istemi ile Suruç Sulh Ceza hakimliğine sevk edilen sanık ..."ın Suruç Sulh Ceza Hakimliğinde yapılan 2015/54 Sorgu No.lu sorgusu sırasında kendisine CMK.nun 101/3 maddesi gereğince atanan müdafi huzurunda savunmasını yaptığı, tutuklanmasına karar verildikten hakkında düzenlenen iddianame ile kamu davası açıldığı, ... 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/28 Esasına kaydı yapılan kamu davasının sanığın savunmasının alındığı 20/04/2016 tarihli celsesinde, CMK 147. ve 191 maddeleri uyarınca haklarının hatırlatıldığı, sanığın haklarını anladığını, savunmasının kendisinin yapacağını beyan ettiği ve bu şekilde yargılamanın devam edip sanığın mahkumiyeti ile sonuçlandığı, müdafi seçimi veya atanmasına dair tüm haklarının sanığa açıklıkla izah edilmesine karşın, sanığın bu haklarını kullanmadığı, AİHS"ne göre sanığın müdafi yardımı reddetme hakkının bulunduğu, CMK.nun 150/2-3 maddesinde yazılı zorunlu müdafilik koşullarının bulunmadığı, CMK.nun 204/1 maddesinde yazılı hallerin de olmadığı, bu nedenlerle yargılamanın müdafi bulundurulmadan sürdürülüp sonuçlandırılmasının Yasaya ve AİHS"ne aykırılık teşkil etmediği sonucuna varılmakla, aksi kanaate dayalı Yüksek Daire bozma kararına itiraz etmek gerekmiştir." görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince 21.03.2018 tarih, 1228 - 831 sayı ve oy birliği ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanıklar ... ve ... hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçundan, sanık ... hakkında 6136 sayılı Kanun"a muhalefet etme suçundan verilen mahkumiyet hükümleri Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun düzeltilerek esastan reddine karar verilmek, sanık ... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkumiyet hükmü ise Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme sanık ... hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık;
5237 sayılı TCK’nın 314/2 ve 3713 sayılı Kanun’un 5. maddeleri uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak yargılanan sanığın resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırılmasının gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Suruç"ta PKK/KCK terör örgütü ve bu örgütün gençlik yapılanması olan YDG-H içerisinde faaliyet gösterdiği tespit edilen şahıslara yönelik olarak başlatılan soruşturma kapsamında sanığın 16.08.2015 tarihinde kollukta, 17.08.2015 tarihinde ise Suruç Cumhuriyet Başsavcılığında müdafisi huzurunda alınan ifadelerinde susma hakkını kullandığı, 17.08.2015 tarihinde Suruç Sulh Ceza Hâkimliğinde müdafisi eşliğinde yapılan sorgusu neticesinde tutuklandığı, TCK"nın 314/2, 53, 54, 63, 58/9, 6136 sayılı Kanun"un 13/3, 3713 sayılı Kanun"un 5. maddeleri uyarınca cezalandırılması talebiyle sanık hakkında ... Cumhuriyet Başsavcılığınca 26.01.2016 tarihinde iddianame düzenlediği, ... 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/28 esasına kaydedilen kamu davasının iddianamesinin 28.01.2016 tarihinde kabulüne karar verildiği, 20.04.2016 tarihinde yapılan duruşmaya ... 4. Nolu Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Ses ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katılan sanığa iddianame okunduktan sonra CMK"nın 191/3-c maddesi gereğince yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğunun belirtildiği, CMK"nın 147 ve 176. maddeleri uyarınca yüklenen suçun anlatıldığı, müdafi seçme hakkının bulunduğunun ve müdafisinin hukukî yardımından yararlanabileceğinin, müdafisinin sorgusunda hazır bulunabileceğinin bildirildiği, şüpheden kurtulmak için somut delillerin toplanmasını isteyebileceğinin ve aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırma ve lehine olan hususları ileri sürme olanağının bulunduğunun hatırlatılması üzerine sanığın “Yasal haklarımızı anladık, susma hakkımızı kullanmayacağız, savunmamızı yapacağız, savunma yapmak için süre talep etmiyoruz, açıklama yapmaya hazırız.” diyerek savunmasını yaptığı, 06.12.2016 tarihli duruşmada yokluğunda verilen esas hakkındaki mütalaada sanığın TCK"nın 314/2, 58/9, 53, 3713 sayılı Kanun"un 5. maddeleri ile 6136 sayılı Kanun"un 13/3, 3713 sayılı Kanun"un 5, TCK"nın 58/9, 53, 63 maddeleri gereğince cezalandırılmasının talep edildiği, 06.01.2017 tarihli celsede sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun"un 5/1, TCK’nın 53, 58/9 ve 63/1 maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay hapis ve 6136 sayılı Kanun"un 13/3, 3713 sayılı Kanun"un 5/1, TCK"nın 52/2, 53, 58/6-7 maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay hapis ve 740 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği; sanığın istinaf etmesi üzerine dosyayı inceleyen Bölge Adliye Mahkemesi tarafından, mahkemenin kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tiplerine uyduğu, cezaların kanuni bağlamda uygulandığı anlaşıldığından, hükümlerin TCK 53. maddesi ile ilgili kısmına ""Anayasa Mahkemesi"nin 08/12/2015 tarih 2014/140 esas ve 2015/85 karar sayılı iptal kararı doğrultusunda"" yazılmak suretiyle CMK"nın 280/1-a maddesi gereğince düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında 5237 sayılı TCK’nın 314/2 ve 3713 sayılı Kanun’un 5. maddeleri uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak yargılanan sanığın resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırılmasının gerekip gerekmediği:
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için adil yargılanma hakkı bağlamında savunma hakkı ve müdafi kavramlarının ayrıntılı şekilde açıklanması gerekecektir.
İnsanlık tarihi boyunca toplumlar tarafından, haklarını korumak ve hukukun üstünlüğünü benimsemek önemli bir amaç olmuş ve savunma hakkı, hukuk devleti olma yolundaki en büyük adım olarak görülmüştür (Önder SAV (1993), Savunma Hakkı ve Barolar, ... Barosu Dergisi,S.4,s. 549, http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/1993-4/1.pdf, Erişim Tarihi: 22.10.2020). Savunma, sözlükte “saldırıya karşı koyma”, “müdafaa”, “koruma” kavramlarıyla tanımlanmıştır (Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlüğü, http://www....gov.tr/, Erişim Tarihi: 22.10.2020). Şüpheli veya sanık konumundaki kişileri koruyabilmek amacıyla ortaya çıkan savunma hakkı ise, bir suç isnadı ile iddia ve yargılama makamları karşısında bulunan şüpheli veya sanığa, bu suçlamadan kurtulması için tanınan düşüncelerini açıklayabilme hakkı olarak ifade edilmiştir. (Nur Başar CENTEL (1984), Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafi, ..., Kazancı Kitap, s. 11). Ceza muhakemesi hukuku anlamında savunma, şüpheli veya sanığın yararına olarak yürütülen, hakkındaki suç isnadına karşı konulması ile fiili ve hukuki korumayı amaçlayan bir faaliyettir. (Recep KİBAR, (1997), Türk Hukukunda Sanık Hakları, Yetkin Yayınları, ..., s. 51, Salih OKTAR, (2018), Ceza Muhakemesi Hukukumuzdaki Son Gelişmeler Karşısında Müdafi, “Dr. Dr. h. c. Silvia Tellenbach’a Armağan”, Seçkin Yayıncılık, s. 1128).
Anayasanın "Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası; "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir" şeklinde olup hak arama hakkının ilk şartı olan yargı mercilerine davacı ve davalı olarak başvurabilme hakkı ve özgürlüğü hüküm altına alınmış ve bunun tabii sonucu olarak da kişinin yargı mercileri önünde iddia, savunma ve adil ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Yargılama usulü kanunu ve yargı organı, Anayasa emri olarak, adil ve hakkaniyete uygun yargılamayı sağlayacak şekilde düzenlenmiştir.
Savunma hakkının güvencesi olan Anayasa’nın 36. maddesi her ne kadar müdafi ile savunulma hakkından açıkça ve ayrıca bahsetmemiş olsa da meşru yol olan savunmaya aracı konumda müdafi yer almaktadır. Böylece bir anlamda bu madde müdafi yardımından yararlanmanın Anayasal güvencesi sayılmaktadır. Şüpheli veya sanık veya onların müdafileri gerek uluslararası sözleşmelerle gerekse Anayasa ile güvence altına alınan savunma hakkını kullanırken baskı altında olmamalıdırlar. Bu hakkını kullanan şüpheli veya sanığın veya onların savunmasını üstlenen müdafinin, bu görevini yerine getirirken herhangi bir yaptırım ile karşılaşma riski bulunmamalıdır. Ancak bunun güvencesiyle gerçek bir savunmadan bahsedilebilecektir (Serhat Sinan KOCAOĞLU, (2012), Türk Ceza Kanunu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararları Işığında Bir Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak “Savunma Dokunulmazlığı”, ... Barosu Dergisi, S. 4, s. 24, http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/2012-4/1.pdf, Erişim Tarihi: 21.10.2020).
Nitekim ülkemizin de kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin adil yargılanma hakkının asgari şartlarını gösteren 6. maddesinin 3/c bendinde; “Bir suç ile itham edilen herkes:... c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek, …haklarına sahiptir.” denilmek suretiyle, sanığın kendisini bizzat savunma hakkının yanında, müdafi tayin etme yetkisi ile belirli şartlarda müdafiden ücretsiz yararlanabilme hakkının da bulunduğu belirtilmiştir. Bu açıdan, savunma hakkı “meşru bir yol”, müdafi de savunma hakkının kullanılması bakımından “meşru bir araçtır” (Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafi, Nur Centel, Kazancı Hukuk Yayınları, ..., 1984, s. 13).
AİHM"e göre Sözleşme"nin 6. maddesinin asıl amacı, cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen suçlamalar ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir "mahkeme" tarafından adil bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6. maddenin hazırlık soruşturmasına uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında Sözleşme"nin 6. maddesi hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin (3) numaralı fıkrası yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir. Buna göre Sözleşme"nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde belirtilen hak, birinci paragrafta yer alan ceza davalarında adil yargılanma kavramının unsurlarından birini teşkil eder (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 50).
Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, kendi seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B.No: 8398/78, 25/4/1983).
AİHM, mutlak olmamakla birlikte cezai bir suçla itham edilen herkesin gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri olduğunu belirtmekte (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; Demebukov/Bulgaristan, B. No: 68020/01, 28/2/2008, § 50) fakat avukat tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın etkili olmasını garanti etmediğini de vurgulamaktadır (Salduz/Türkiye [BD], § 51).
Bu açıklamalara göre adil yargılanma hakkının yeterince "uygulanabilir ve etkili" olabilmesi için kural olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler olmadıkça polis tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkının şüpheliye sağlanması gerekir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama -gerekçesi ne olursa olsun- şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir. Avukat erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar geldiğinin kabulü gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 137).
Uyuşmazlığın çözümü için Türk Ceza Hukuku sisteminde müdafi kavramı ile ihtiyari ve zorunlu müdafilik düzenlemelerinden de bahsedilmesi gerekecektir.
5271 sayılı CMK’nın 2/1-c maddesinde “şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı” olarak tanımlanan müdafi, toplumsal savunmayı gerçekleştirmek amacıyla şüpheli veya sanık lehine hareket edip hukuki yardımda bulunan ve gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan kamusal bir muhakeme sujesidir (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Baskı, Beta Yayınevi, ... 2010, s. 401 vd.; Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, 12. Baskı, ..., 2015, s. 180 vd.; Bahri Öztürk-Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Özge Sırma-Yasemin Saygılar Kırıt-Özdem Özaydın-Esra Alan Akcan-Efser Erdem, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Baskı, Seçkin Yayınevi, ... 2015, s. 245 vd.; Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 12. Baskı, Beta, ..., 2007, s. 184; Sinan Kocaoğlu, Müdafi, 2. Baskı, Seçkin, ..., 2012, s. 57).
Şüpheli veya sanığın müdafisi aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma imkânına sahip olduğu hallerde görev yapan müdafi ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir. Görüldüğü gibi müdafinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir (Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Baskı, Beta, Kunter- Yenisey- Nuhoğlu, s. 409; Centel- Zafer, s. 187; Yurtcan, s. 192; Kocaoğlu, s. 120; Öztürk-Tezcan-M. R. Erdem-Sırma-Kırıt-Özaydın-Akcan- E. Erdem, s. 250).
1412 sayılı CMUK, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş ve sınırlı bazı hâllerde zorunlu müdafilik sistemini getirmiştir. 5271 sayılı CMK zorunlu müdafilik sistemini önemli ölçüde genişletmiştir. Şüpheli veya sanığın Kanunun müdafi bulundurulmasını zorunlu tuttuğu hâller dışında bir müdafinin hukuki yardımından faydalanması, ihtiyari müdafilik kapsamında değerlendirilmektedir. İsteğe bağlı olarak yapılan ihtiyari müdafi seçimi yargılamanın her aşamasında yapılabilecektir. Görevlendirilmiş ihtiyari müdafilik ise 5271 sayılı CMK"nın 150. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş olup, "Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir." şeklindedir. Bu hüküm müdafi bulundurmanın zorunlu olmadığı ve fakat şüpheli veya sanığın istemi üzerine yapılan görevlendirmeleri kapsamaktadır. Maddi gücü müdafi bulundurmaya yetersiz olan şüpheli veya sanığa, suçun niteliğine veya cezanın ağırlığına bakılmaksızın, müdafi görevlendirilmesi ihtiyari müdafilik kapsamındadır. Kanunun müdafi bulundurulmasını zorunlu saydığı durumlar dışında, şüpheli veya sanıktan müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse istemi hâlinde kendisine barodan bir müdafi görevlendirmesi yapılır. Bu kapsamda kendisine müdafi görevlendirmesi yapılmasını isteyen şüpheli veya sanık, istemini soruşturma evresinde ifadeyi alan merciye veya sorguyu yapan hâkime, kovuşturma evresinde ise mahkemeye bildirir. Bu makamlar da soruşturma veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosundan görevlendirme isteminde bulunur. Ancak şüpheli veya sanık henüz bu makamlar karşısında adli bir işleme tabi tutulmamışsa istemini Baro Adli Yardım Bürosuna yapacaktır. Bu durumda istemi adli yardım hükümlerine göre değerlendirilecektir (Yenisey- Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 202; Centel-Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 195).
Zorunlu müdafilik ise, soruşturma veya kovuşturma aşamasında şüpheli veya sanığın ruhsal ve fiziksel durumu ile isnat edilen suçun ciddiliği ve kişisel savunmanın özellikle desteklenmesini gerektiren özel bazı hâllerde, adil bir muhakemenin zorunlu kılması nedeniyle, şüpheli veya sanığın bir müdafi ile savunulmasının zorunlu tutulmasıdır. Zorunlu müdafiliği gerektiren durumlarda, şüpheli veya sanık kendisine müdafi görevlendirilmesini açıkça istemeyip karşı da çıksa resen müdafi görevlendirilir. Zorunlu müdafilik kapsamında seçilen veya görevlendirilen müdafiye "zorunlu müdafi" denmektedir. Zorunlu müdafiliğin uygulandığı hâllerde, müdafi seçilmeden veya görevlendirilmeden yahut seçilen ya da görevlendirilen müdafi hazır bulundurulmadan ifade alma ve sorguya çekme işlemleri gerçekleştirilemez, savunma alınamaz, duruşma yapılamaz ve hüküm kurulamaz. Diğer bir ifadeyle,, şüpheli veya sanığın aktif olarak katıldığı tüm soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde zorunlu müdafinin hazır bulunması gerekir.
Toplumsal savunmanın ceza muhakemesindeki öneminin artması ve anlaşılmaya başlanması, gelişmiş ülkelerde müdafiin yardımından yararlanmanın bir zorunluluk olarak düzenlenmesi fikrini doğurmuştur. Fakat ceza muhakemesinde herkese zorunlu müdafi görevlendirilmesi düşüncesi, hem avukatlığın serbest meslek olma özelliğine zarar vermesi hem devlete yüksek maddi külfetler yüklemesi hem de gelişmemiş ülkelerde yeterince avukat olmaması nedeniyle tam olarak uygulanamamıştır. Zorunlu müdafilik sistemi mutlak olarak uygulanmasa da gelişmiş birçok ülkede, adaletin zorunlu kıldığı bazı durumlarda zorunlu müdafiliğin uygulanması kabul edilmiştir.
Ülkemizde de uzun bir süreden beri istisnai hallerde de olsa zorunlu müdafilik kabul edilmiş ve uygulanmaktadır. Osmanlı Devleti’nin ilk ceza muhakemesi kanunu olan 1879 tarihli Usul-i Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu’nda hem müdafilik sistemi hem de ilk defa zorunlu müdafilik sistemi kabul edilmiştir. Buna göre, ağır ceza gerektiren fiiller sebebiyle yapılan ceza muhakemelerinde, müdafi bulundurulması zorunlu tutulmuştur. Bu tür davalarda sanık kendisi bir müdafi seçmemişse mahkeme tarafından sanığa bir müdafi görevlendirilmesi zorunludur. Usul-i Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu’nun yerine 1877 tarihli Alman Ceza Muhakemesi Kanunu kodifiye edilerek oluşturulan 04.04.1929 tarihli ve 1412 sayılı CMUK’nın ilk hâlinde zorunlu müdafilik kabul edilmemişti. Ancak 1973 yılında CMUK’nın 74. maddesinde yapılan değişiklikle, sanığın gözlem altına alınması kararı verilirken müdafisi yoksa resen bir müdafi tayin edileceği düzenlenmiştir. Ayrıca 1992 yılında CMUK’da yapılan bir diğer değişiklikle de zorunlu müdafilik alanı genişletilerek, yakalanan kişi veya sanığın on sekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olması ve bir müdafisinin de bulunmaması hâlinde talebi aranmaksızın resen bir müdafi görevlendirileceği kabul edilmiştir (CMUK m. 138). Fakat CMUK’daki zorunlu müdafiliği öngören bu hüküm, Kanun"a eklenen bir istisna ile Devlet güvenliğini ilgilendiren suçlarla ilgili ceza muhakemelerinde 2003 yılına kadar uygulanmadı. 2003 yılında yapılan değişiklikle, zorunlu müdafilikle ilgili hükümlerin Devlet güvenliğini ilgilendiren suçlarla ilgili ceza muhakemelerinde de uygulanması kabul edilmiştir. 1412 sayılı CMUK’yı yürürlükten kaldıran 2004 tarihli ve 5271 sayılı CMK’da zorunlu müdafilik, hukuk devleti ve insan hakları anlayışımızdaki değişim ve gelişime paralel olarak ve AİHM’nin kararlarının etkisiyle CMUK’ya göre daha detaylı ve daha geniş kapsamlı düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK"ya göre; müdafisi bulunmayan şüpheli veya sanığın; çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. madde), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. madde), resmî bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. madde), tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi (101/3. madde), davranışları nedeniyle hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. madde) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/4. madde) hâllerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa, hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
5271 sayılı CMK"nın "Müdafiin görevlendirilmesi" başlıklı 150. maddesinin ayrıca ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK"nın 150. maddesi;
"(1) Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Şüpheli veya sanık onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malûl olur ve bir müdafii de bulunmazsa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır." biçiminde iken,
19.12.2006 tarihli Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun"un 21. maddesi ile;
“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." şeklinde değiştirilmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında isteğe bağlı müdafilik hüküm altına alınmış; ikinci fıkrasında çocuklara, kendisini savunamayacak derece malûl olanlara veya sağır ve dilsizlere istemi aranmaksızın müdafi görevlendirilmesi gerektiği belirtilmiş; üçüncü fıkrada ise alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır.
Görüldüğü üzere, 5271 sayılı CMK"nın 150/3. maddesinde şüpheli veya sanık için zorunlu müdafi görevlendirilmesi, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarla sınırlandırılmış, alt sınırı beş yıl ve daha az hapis cezasını gerektiren suçlar bu kapsama alınmamıştır.
Düzenlemenin yürürlüğe girdiği ilk hâlinde, üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlarda, soruşturma ve kovuşturma evresinde şüpheli veya sanığa istemi olmaksızın müdafi görevlendirileceğini kabul etmiştir. 2005 yılında bu hâliyle yürürlüğe giren Kanun, 2006 yılında değişikliğe uğramış; üst sınır olarak kabul edilen beş yıl, uygulamada yaşanan sorunlar, birçok soruşturma ve kovuşturmada müdafi görevlendirilmesinin maliyeti ve güçlüğü sebebiyle alt sınıra çekilmiştir. Böylece alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, soruşturma ve kovuşturma evresinde müdafi bulundurma zorunluluğu kabul edilmiştir (Soyaslan, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 184, Galma Jahic - İdil Elveriş (2010), Müdafiliğe İlişkin Bir Değerlendirme: Değişen Kanunlar, Değişmeyen Sonuç, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S. 90, s. 167, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2010-90-642, Erişim Tarihi: 30.05.2018). Hakkında birden fazla suç şüphesi bulunan şüpheli veya sanığa zorunlu müdafi gerekip gerekmediğine ilişkin tespit yapılırken, her suç için öngörülen hapis cezasının alt sınırının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu değerlendirme yapılırken suçlar için kanunda öngörülen hapis cezaları toplanmayacak, suçlardan herhangi birinin beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi durumunda müdafi görevlendirmesi yapılacaktır. Buna göre, alt sınırı beş yılın altında kalan birden fazla suç şüphesiyle yargılanan sanık zorunlu müdafilikten faydalanamayacaktır. Bununla birlikte, ceza yargılamalarında soruşturma ve kovuşturma evresinde elde edilen yeni delillerle suçun hukuki niteliği birçok kez değişebilmektedir. Bu değişikliklerle birlikte şüpheli veya sanığın müdafiye ihtiyaç duyması mümkün olabileceği gibi bu ihtiyacın ortadan kalkması da mümkündür. Bu nedenlerle de şüpheli veya sanığa isnat edilen suça göre müdafi bulundurulmasını zorunlu kabul etmenin uygulamada eşitsizlik yaratacağı da savunulmaktadır. Ancak, müdafi görevlendirmesi yargılamanın her aşamasında mümkün olduğundan, suçun hukuki niteliğinin değişmesinden bahisle yeni suçun kanunda öngörülen hapis cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması durumunda bu aşamada resen mahkeme tarafından müdafi görevlendirilmesi yapılmalıdır. Bu aşamada görevlendirilen müdafiye savunmayı hazırlaması için yeterli zaman tanınmalı, gerekirse duruşma ertelenmelidir. İsnat edilen suçun niteliğinin değişmesi sebebiyle cezanın alt sınırının beş yıldan az olması durumunda ise müdafinin görevi kendiliğinden sona ermemelidir. Ancak, sanık savunmasını müdafi aracılığı ile yapmak istemediğini ve görevlendirilmiş olan bu müdafiden faydalanmayacağını belirtirse müdafinin görevi sona ermelidir. Buna karşın, savunmasını müdafi ile sürdürmek isterse müdafinin görevi devam etmeli ve fakat ihtiyari müdafilik kapsamında değerlendirilmelidir.
5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesinin, Anayasa’nın 2, 5, 11, 13 ve 36. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal davası açılmışsa da Anayasa Mahkemesinin 12.03.2009 tarihli ve 14-48 sayılı kararı ile Ceza Muhakemesi Kanunu"nun 149. maddesinde, şüpheli veya sanığın, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafinin yardımından yararlanabileceği, kanuni temsilcisi varsa, onun da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebileceği, 150. maddenin (1) numaralı fıkrasında da şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesinin isteneceği, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirileceği, dolayısıyla iptali istenilen düzenleme ile, bir yargılama faaliyeti içerisinde bulunan kişinin bizzat savunma yapması veya istediği bir avukat yardımından yararlanma haklarının elinden alınmadığı, bu nedenle iptali istenilen düzenleme ile savunma hakkının özünün zedelendiği ve kullanılamaz hâle geldiği iddiaları yerinde görülmediği gerekçeleriyle iptal isteminin oy birliğiyle reddine karar verilmiştir.
Bu aşamada, suçun nitelikli hâline ilişkin 5237 sayılı TCK"da yer alan düzenlemelere de değinilmelidir.
765 sayılı Kanun"un sisteminde, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren hususlara "ağırlaştırıcı sebepler" ve "hafifletici sebepler" denilmekte iken 5237 sayılı Kanun"da, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren nedenler nitelikli hâl olarak düzenlenmiştir. Bunun sonucu olarak da nitelikli hâller yalnızca daha ağır cezayı veya cezada artırımı gerektirmemekte, Kanun"da daha az cezayı gerektiren nitelikli hâller de yer almaktadır (Kayıhan İçel-Füsun Sokullu Akıncı-İzzet Özgenç- Adem Sözüer-Fatih Selami Mahmutoğlu-Yener Ünver, Suç Teorisi, 2. Bası, ..., 2002, s. 89; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, ..., 2010, Seçkin Yayınevi, s. 199-200; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, ..., 2012, Seçkin Yayınevi, s. 128-129).
5237 sayılı TCK’nın bazı maddelerinde suçun nitelikli hâli için bağımsız yaptırım öngörülmüş iken (örneğin 94/2-3, 106/2, 109/2, 149/1. maddeleri), bazı maddelerinde suçun temel şekli için belirlenen cezanın belli oranlarda artırılması yöntemi tercih edilmiş (örneğin 86/3, 102/3, 103/3-4, 109/3. maddeleri), bazılarında ise suçun nitelikli hâlleri için hem bağımsız bir ceza öngörülmüş (örneğin 109/2. maddesi) hem de aynı maddenin müteakip fıkralarında yer alan nitelikli hâller için cezanın belirli bir oranda artırılması esası kabul edilmiştir (örneğin 109/3. maddesi).
Kanunda suçun nitelikli hâlleri için bazı maddelerde bağımsız bir ceza öngörülmesi bazılarında ise somut olayımızda olduğu gibi cezanın belirli bir oranda artırılması esasının benimsenmesi, uygulamada birtakım zorluklara neden olsa da, bu tercih bütünüyle kanun koyucunun takdiridir. Bununla birlikte bu takdir, Kanun"da cezanın belirli bir oranda artırılmasının öngörüldüğü hâllerin nitelikli hâl olmayıp ağırlaştırıcı neden olduğu anlamına da gelmemektedir.
Öte yandan, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda müdafi bulundurulmasının zorunlu olduğu hâllerden biri Kanun"un 101/3. maddesinde yer almıştır.
5271 sayılı CMK"nın "Tutuklama kararı" başlıklı 101. maddesi;
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re"sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
...
(3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır.
..." şeklinde düzenlenmiştir.
Tutuklama, suç işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller ile bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde, şüpheli veya sanığın kaçmasını ve delilleri karartmasını önlemek amacıyla, hâkim kararıyla alınan özgürlüğü kısıtlayıcı bir koruma tedbiridir. Tutuklama isteminde bulunulması üzerine, müdafisi olmayan şüpheli veya sanığa baro tarafından bir müdafi görevlendirilir. Hukuki niteliği bakımından bir koruma tedbiri olan tutuklama, cezalandırma amacı taşımamakla birlikte delillerin toplanması, şüpheli veya sanığın kaçmasının engellenmesi amacıyla uygulanan ve kişi hürriyetini kısıtlayan tutucu veya önleyici ağır bir tedbiridir (Yenisey-Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku. s. 358; Öztürk, Ana Hatlarıyla Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 273; Nur Centel (2013), Tutuklama Uygulamasında Sorunlar, ... Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, S. 1. S.193, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/97762, Erişim Tarihi: 23.10.2020).
Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre tutuklama istendiğinde, şüpheli veya sanık kendi seçeceği ya da baro tarafından görevlendirilecek bir müdafinin yardımından yararlanacaktır. Gerek soruşturma gerekse kovuşturma evresinde tutuklama talep edildiğinde müdafisi olmayan şüpheli veya sanığa mutlaka müdafi görevlendirilmesi yapılacaktır.
Gelinen noktada, CMK’da düzenlenmiş olan zorunlu müdafi görevlendirilmesini gerektiren sınırlı hâller, savunma hakkının etkin kullanılması bakımından yetersiz gibi görünse de, aslında zorunlu müdafilik gerektiren hâller ile talep hâlinde baro tarafından ihtiyari müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğuna ilişkin düzenleme birlikte değerlendirildiğinde, CMK’daki düzenlemenin savunma hakkı ve çağdaş ceza adaleti açısından ve mehaz Alman hukukuna göre, oldukça ileri bir düzenleme olduğu ve ceza muhakemesinde müdafinin yardımından yararlanmanın istisna olmaktan çıkıp kural hâline geldiği rahatlıkla ifade edilebilir.
Bu kapsamda, 5271 sayılı CMK"nın 150/3. maddesi uyarınca sanığa zorunlu müdafi atanmasının gerekip gerekmediği tespit edilirken beş yıllık ceza süresinin belirlenmesi esnasında suçun temel şekli için Kanun"da öngörülen cezanın mı yoksa temel cezaya ilaveten suçun nitelikli ve ağırlaştırıcı hâllerinin mi dikkate alınacağının irdelenmesi gerekmektedir.
Adil yargılanma hakkı, Anayasanın 36/1. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6/1. maddesinde de; “Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir.” denilerek teminat altına alınmıştır.
Adil yargılanma hakkının muhtevası, savunma ve müdafi yardımından faydalanma hakkı yönünden iç hukukumuzun da bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin 6/3-c maddesinde belirlenmiştir. Buna göre, bir suç ile itham edilen herkes, kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından faydalanmak; avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin tecellisi için gerekli görülüyorsa resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek hakkına sahiptir. Anılan madde gereğince, bir suç isnadı altında bulunan kişi, savunma hakkını kullanırken, kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme imkânından yoksun ise ve adaletin selameti için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma olmak üzere üç ayrı hakka sahiptir. Bu nedenle, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez. Savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Pakelli/Federal Almanya Davası, B. No: 8398/78, 25.04.1983).
Gözaltı sırasında bir avukatın hazır bulunmaması ile ilgili olarak AİHM, her sanığın, gerekiyorsa resmi olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılamanın temel özelliklerinden birisi olduğunu hatırlatmaktadır (Salduz, Poitrimol-Fransa, 23 Kasım 1993 ve Demebukov- Bulgaristan, başvuru no: 68020/01, 28 Şubat 2008). Kural olarak, sanığa, polis tarafından ifadesinin alındığı veya tutuklu olarak yargılandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye Davası, Başvuru No:7377/03).
Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanma hakkından vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibariyle asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Salduz/Türkiye Davası, B. No: 36391/02, 27.11.2008; Talat Tunç/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.03.2007). Ne var ki; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin imkânının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Talat Tunç/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.03.2007).
Bu cümleden olarak, kanun koyucu bir suç isnadıyla karşı karşıya kalan şüpheli ya da sanığın, müdafi yardımından faydalanma hakkından açıkça vazgeçmesi hâlinde dahi adaletin selameti bakımından resen bir müdafi atanması gerektiğini 5271 sayılı CMK"da tahdidi olarak düzenlemiştir.
Savunma, toplumun suçtan sorumlu olması nedeniyle muhakemenin vazgeçilmez unsuru olduğu için, en azından ağır suçlarda müdafi bulunmasını gerektirir. Nitekim Ceza Muhakemesi Kanunu önce sadece küçükler bakımından (CMK m. 150/2) ve gözlem altına almada (CMK m. 74/2) kabul edilmiş olan mecburi müdafiliği yerinde bir şekilde genişletmiştir.
CMK"nın 150/3. maddesine göre; müdafisi bulunmayan şüpheli veya sanığa talebi olup olmadığına bakılmaksızın, alt sınırı 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı yapılan soruşturma veya kovuşturmada bir müdafi görevlendirilmek zorundadır. Şüpheli veya sanığın talebi olmasa, hatta kendisine hukuki yardımda bulunması için görevlendirilen avukatı geçerli bir nedene dayanmadan kabul etmese veya reddetse bile, iddia veya yargılamaya konu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması hâlinde zorunlu müdafilik uygulama alanı bulacak ve bu durumda şüpheli veya sanığın yanında avukat bulunmaksızın yapılan tasarruflar hukuka aykırı kabul edilecektir.
Ceza adalet sistemimizde "bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekillerinin aynı suç sayılacağı" ilkesi benimsenmiştir (TCK m. 43/1, 3. cümle). Bu itibarla, aynı suç sayılan bir suçun nitelikli hâlinin ve benzer şekilde fiilin ağırlaştırıcı neden altında işlenen şeklinin CMK"nın 150/3. maddesinde belirlenen ve zorunlu müdafi atanması için gerekli olan beş yıllık sürenin belirlenmesinde esas alınması gerektiği kuşkusuzdur.
Bu açıklamalar ışığında 5271 sayılı CMK"nın, zorunlu müdafilik sistemini istisna olmaktan çıkarıp adeta kural hâline getirecek şekilde uygulama alanını genişletmesi, gerçekten de pratik olarak bakıldığında, suç isnadı altındaki bir birey için önemli olan hususun; hakkında istenen hapis cezasının alt veya üst sınırının uzun olması olup bu alt ve üst sınırın uzunluğunun, ister cezanın temel şeklinden isterse suçun nitelikli hâli veya ağırlaştırıcı nedeninden kaynaklansın, belirtilen sonucun değişmeyeceği, aksi durumun kabulü yani, CMK"nın 150/3. maddesinde düzenlenen beş yıllık sınırın belirlenmesinde, ağırlaştırıcı neden veya nitelikli hâl uygulanması sebebiyle alt sınırın beş yılın üstüne çıkması durumunda zorunlu müdafi atanmasının gerekmediğini kabul etmenin sanığın savunma hakkını kısıtlayacağı ve bunun sonucunda adil yargılanma hakkından mahrum edeceği ve bunun da adalete erişim hakkını sınırlayacağı apaçık ortadadır.
Bu nedenlerle, silahlı terör örgütü üyesi olma suçlarının 3713 sayılı TMK"nın 3. maddesinde düzenlenen mutlak terör suçlarından olduğu ve söz konusu mutlak terör suçlarında her halükarda anılan Kanun"un 5/1. maddesinde belirtilen 1/2 oranındaki arttırımın herhangi bir takdir hakkı olmaksızın uygulanması zorunluluğu neticesinde cezanın alt sınırın beş yıldan fazla olduğu nazara alındığında, sanık hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan yapılan yargılama sırasında, CMK"nın 150/3. maddesi gereğince isteğine bağlı olmaksızın, hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
Bu zorunluluğa uyulmamasının temyizen inceleme konusu yapılıp yapılmayacağına gelince;
CMK"nın 188/1. maddesinde "Duruşmada, hükme katılacak hakimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt katibinin ve kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hallerde müdafiinin hazır bulanması şarttır." şeklinde duruşmada hazır bulunması gerekenler gösterilirken "zorunlu müdafiyi" mahkeme heyetinden sayılmıştır.
CMK"nın 197/1. maddesinde; “Sanık hazır bulunmasa da müdafii bütün oturumlarda hazır bulunmak yetkisine sahiptir.” denmek suretiyle yasa koyucu genel kural olarak sanık müdafisinin tüm oturumlarda hazır bulunmasını arzu etmiştir.
CMK"nın 289. maddesinin 1. fıkrasının a ve e bentlerinde, kanuna kesin aykırılık hâlleri içinde, "mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması" ile "Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken kişilerin yokluğunda duruşma yapılması" gösterilmiştir. Temyiz denetiminde bu madde kapsamındaki hukuka aykırılıklar temyiz kapsamında gösterilmiş olmasa da resen incelenecektir (CMK m. 289/1).
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olma suçu şüphesi ile Suruç Cumhuriyet Başsavcılığınca hakkında soruşturma başlatılan sanığın 16.08.2015 tarihinde kollukta, 17.08.2015 tarihinde ise Suruç Cumhuriyet Başsavcılığında müdafisi huzurunda alınan ifadelerinde susma hakkını kullandığı, 17.08.2015 tarihinde Suruç Sulh Ceza Hâkimliğinde müdafisi eşliğinde yapılan sorgusu neticesinde tutuklandığı, ... Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından silahlı terör örgütüne üye olma ve 6136 sayılı Kanun"a muhalefet etme suçlarından TCK"nın 314/2, 53, 54, 63, 58/9, 6136 sayılı Kanun"un 13/3, 3713 sayılı Kanun"un 5. maddeleri uyarınca cezalandırılması talebiyle kamu davası açılması üzerine ... 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamada 20.04.2016 tarihli duruşmaya ... 4. Nolu Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan SEGBİS ile katılan sanığa iddianame okunduktan sonra CMK"nın 191/3-c maddesi gereğince yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğunun belirtildiği, CMK"nın 147 ve 176. maddeleri uyarınca yüklenen suçun anlatıldığı, müdafi seçme hakkının bulunduğu ve müdafisinin hukukî yardımından yararlanabileceğinin ve ayrıca sorgusunda müdafisinin hazır bulunabileceğinin bildirildiği, şüpheden kurtulmak için somut delillerin toplanmasını isteyebileceğinin ve aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırma ve lehine olan hususları ileri sürme olanağının bulunduğunun hatırlatılması üzerine sanığın "Yasal haklarımızı anladık, susma hakkımızı kullanmayacağız, savunmamızı yapacağız, savunma yapmak için süre talep etmiyoruz, açıklama yapmaya hazırız." diyerek savunmasını yaptığı, 06.12.2016 tarihli duruşmada yokluğunda verilen esas hakkındaki mütalaada sanığın TCK"nın 314/2, 58/9, 53, 3713 sayılı Kanun"un 5. maddeleri ile 6136 sayılı Kanun"un 13/3, 3713 sayılı Kanun"un 5, TCK"nın 58/9, 53, 63 maddeleri gereğince cezalandırılmasının talep edildiği, 06.01.2017 tarihli celsede sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun"un 5/1, TCK’nın 53, 58/9 ve 63/1. maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay hapis ve 6136 sayılı Kanun"un 13/3, 3713 sayılı Kanun"un 5/1, TCK"nın 52/2, 53, 58/6-7 maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay hapis ve 740 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
5271 sayılı CMK’nun 2/1-c maddesinde “şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı” olarak tanımlanan müdafi, toplumsal savunmayı gerçekleştirmek amacıyla şüpheli veya sanık lehine hareket edip hukuki yardımda bulunan ve gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan kamusal bir muhakeme sujesidir. Şüpheli veya sanığın müdafisi aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma imkânına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir. Görüldüğü gibi müdafinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir. Ceza muhakemesi hukukumuzda kural olarak ihtiyari müdafilik sistemi benimsenmiş olmakla birlikte, şüpheli veya sanığın müdafisinin olmadığı ve suçun ciddiliği, cezanın ağırlığı, şüpheli veya sanığın fiziksel ve ruhsal engellerinin varlığı, savunmanın özel olarak desteklenmesini gerektiren hâller ile adaletin zorunlu kıldığı bazı istisnai ve sınırlı durumlarda zorunlu müdafilik de kabul edilmiştir. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK"nın 150. maddesinin üçüncü fıkrasında alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanığa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirileceği ifade edilmiştir.
Silahlı terör örgütüne üye olma suçunu düzenleyen 5237 sayılı TCK’nın 314/2. maddesi, “…Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” şeklinde, 3713 sayılı Kanun’un 5. maddesi ise “3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılaması yapılan sanığın, yargılama aşamasında kendisinin seçtiği bir müdafisi bulunmadığı gibi CMK"nın 156. maddesi gereğince de resen bir müdafi görevlendirilmediği ve sanığa isnat edilen suçun niteliği dikkate alındığında, Anayasa"nın 36 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin 6. maddelerinde teminat altına alınan adil yargılanma ilkesi ve savunma hakkının korunmasının sağlanması kapsamında sanığa CMK"nın 150/3. maddesi uyarınca zorunlu müdafi atanması gerektiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının haklı nedene dayanmayan itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanan sanığa 5271 sayılı CMK uyarınca müdafi atanmasının gerekmediği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 16.09.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.