Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2021/79
Karar No: 2021/397

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2021/79 Esas 2021/397 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2021/79 E.  ,  2021/397 K.

    "İçtihat Metni"



    Kararı veren
    Yargıtay Dairesi : 7. Ceza Dairesi
    Mahkemesi :Asliye Ceza
    Sayısı : 448-227

    Kaçak eşyayı ticari amaçla bulundurma suçundan sanık ..."nın 5607 sayılı Kanun"un 3/5, TCK"nın 62, 50/1 ve 52/2 maddeleri gereğince 3000 TL ve 80 TL adli para cezalarıyla cezalandırılmasına, kaçak eşyanın TCK"nın 54. maddesi uyarınca müsaderesine, nakil aracının iadesine ilişkin Kilis 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 29.04.2013 tarihli ve 150-322 sayılı hükmün, sanık ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 02.06.2016 tarih ve 28919-8244 sayı ile;
    ""1) Sanığın sürücülüğünü yaptığı araçta 15 kilogramlık 8 koli içinde 120 kilogram ... marka çay ile 5 kilogramlık 46 koli içinde 230 kilogram ... marka çay olmak üzere toplam 350 kg çay ele geçirildiği, sanığın dava konusu çayları faturayla satın aldığını beyan ederek ... Ticaret Toptan Gıda isimli firma tarafından düzenlenen 5 kilogramlık paketler halinde toplam 400 kg ... marka çaya ilişkin 12.09.2012 tarihli faturayı ibraz ettiği, ... Ticaret Firmasının defter ve belgeleri üzerinde mali müşavir bilirkişi tarafından yapılan inceleme sonucunda düzenlenen 01.10.2012 havale tarihli raporda, sanığa yapılan satışa ilişkin faturanın usulüne uygun olarak kaydının yapıldığının ve ... Ticaret firmasının da bu çayı... İth. İhr. Gıda Teks. Paz. San. firmasından 11.09.2012 tarihli fatura ile satın aldığının belirtildiği cihetle, gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi açısından, sanıktan ibraz ettiği faturada satın aldığı çayların 5"er kilogramlık paketler halinde olduğunun yazılı olmasına rağmen ele geçen çayların bir kısmının 15 kilogramlık paketler içinde bulunma nedeni sorularak, faturaları düzenleyen şirket yetkilileri mahkemece dinlenilip... İth. İhr. Gıda Teks. Paz. San. Firmasının defter ve belgeleri üzerinde de inceleme yapılarak ithale kadar inilmek suretiyle zincirleme menşei araştırmasının tamamlanması ve halen saklanmış olması halinde ilgili gümrük idarelerinden gümrük giriş beyannameleri tüm ekleriyle birlikte getirtilip, dava konusu çaylar ve dosyadaki tüm belgeler konusunda uzman bilirkişiye tevdi edilerek cins,miktar, menşe ve sair özellikleri itibariyle ayniyet tesbiti yaptırılması ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi,
    2) Mahkemelerin her türlü kararının gerekçeli olması Anayasanın 141/3 ve 5271 sayılı yasanın 34, 230 ve 289/g madde ve fıkralarının amir hükmü olduğu dikkate alınarak, kararda iddia, savunma, sanığın leh ve aleyhindeki delillerin açıkça belirtilip tartışılarak, yasal ögelerin gösterilmesi gerektiği hususuna uyulmadan yazılı şekilde gerekçeden yoksun hüküm kurulması,
    "" isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
    Bozma üzerine yapılan yargılama sonucu, Yerel Mahkemece sanığın 5607 sayılı Kanun"un 3/5, TCK"nın 62, 50/1 ve 52/2. maddeleri gereğince 3000 TL ve 80 TL adli para cezalarıyla cezalandırılmasına, kaçak eşyanın 5607 sayılı Kanun’un 13/1. maddesi yollaması ile TCK’nın 54/4. maddesi uyarınca müsaderesine ve nakil aracının iadesine karar verilmiştir.
    Hükmün sanık ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 22.12.2020 tarih ve 15349-19318 sayı ile;
    ""I) Katılan ... İdaresi vekilinin nakil aracının iade edilmesi kararıyla sınırlı temyizine göre yapılan incelemede;
    Yapılan duruşmaya, toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere göre katılan ... İdaresi vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün onanmasına,
    II) Sanığın temyizine göre yapılan incelemede;
    Hükümden sonra 15.04.2020 tarihli Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 7242 sayılı Kanunun 61. maddesi ile 5607 sayılı Yasanın 3/22. maddesine eklenen "Eşyanın değerinin hafif olması halinde verilecek cezalar yarısına kadar, pek hafif olması halinde ise üçte birine kadar indirilir." şeklindeki düzenlemenin sanık lehine hükümler içermesi, yine aynı Yasanın 62. maddesi ile değiştirilen 5607 sayılı Yasanın 5/2. maddesine eklenen fıkra uyarınca kovuşturma aşamasında etkin pişmanlık uygulamasının olanaklı hale geldiği anlaşılmakla, 5237 sayılı TCK"nın 7. maddesi ve 7242 sayılı Yasanın 63. maddesi ile 5607 sayılı Yasa"ya eklenen geçici 12. maddenin 2. fıkrası gözetilerek ilgili hükümlerin yasal koşullarının oluşup oluşmadığının saptanması ve sonucuna göre uygulama yapma görevinin de yerel mahkemeye ait bulunması zorunluluğu,
    Kabule göre de;
    17/10/2019 tarih ve 7188 sayılı Kanunun 24. maddesi ile yeniden düzenlenen 5271 sayılı CMK’nın 251/1. maddesine göre, "Asliye ceza mahkemesince, iddianamenin kabulünden sonra adli para cezasını ve/veya üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verilebilir." şeklindeki hükme, 7188 sayılı Kanunun 31. maddesinde yer alan geçici 5/1-d. maddesi ile "01/01/2020 tarihi itibarıyla kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalarda seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü uygulanmaz." şeklinde sınırlama getirilmiş ise de, Anayasa Mahkemesinin, 19/08/2020 tarih ve 31218 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 25/06/2020 tarihli, 2020/16 Esas ve 2020/33 Karar sayılı iptal kararı ile "...kovuşturma evresine geçilmiş..." ibaresine ilişkin esas incelemenin aynı bentte yer alan "...basit yargılama usulü..." yönünden Anayasa"ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verildiği, böylece "kovuşturma evresine geçilmiş basit yargılama usulü uygulanabilecek dosyalar yönünden iptal kararı" verildiği anlaşılmakla; her ne kadar Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümez ise de, CMK’da yapılan değişikliklerin derhal uygulanması ilkesi geçerli olmakla birlikte, iptal kararının sonuçları itibariyle Maddi Ceza Hukukuna ilişkin olduğu, zira CMK’nın 251/3. maddesinde “Basit yargılama usulü uygulanan dosyalarda sonuç ceza dörtte bir oranında indirilir” şeklindeki düzenleme gereği maddi ceza hukuku anlamında sanık lehine sonuç doğurmaya elverişli olduğundan TCK"nun 7. ve CMK’nun 251. maddeleri uyarınca dosyanın "Basit Yargılama Usulü" yönünden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması," gerekçesiyle oy çokluğuyla bozulmasına karar verilmiş,
    Daire Üyesi ... ise “Sanık ... hakkında, 5607 sayılı Yasa"ya aykırılık suçundan kurulan hükmün, sanık ile katılan vekili tarafından temyizi üzerine sayın çoğunluğun hükmün müsadereye ilişkin fıkrasının onanmasına dair kararı yerinde değildir. Şöyle ki;
    Yerel Mahkemenin 03.04.2018 tarih ve 2018/227 K sayılı kararıyla sanığın 5607 sayılı Yasaya aykırılık suçundan mahkumiyetine, suçta kullanılan aracın müsaderesine yer olmadığına karar verilmiştir. Temyiz incelemesi yapan Dairemiz, hükmün suçta kullanılan aracın müsaderesine yer olmadığına ilişkin fıkrasının onanmasına, mahkûmiyete ilişkin kısmının ise bozulmasına karar vermiştir.
    Esas hükümle birlikte Yargıtay’ın temyiz incelemesine tabi tutulan müsadere kararının, aynı davanın konusunu oluşturan suça doğrudan bağlı olduğu hallerde suça ilişkin mahkûmiyet hükmü bozulduğunda, bu hükme bağlı olarak verilen müsadereye ilişkin hüküm fıkrasının onanması ya da düzeltilerek onanması mümkün değildir. Çünkü; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11.07.2014 tarih ve 2014/66-365 E-K sayılı ilamı ile birçok ilamında, Dairemiz ile diğer Ceza Dairelerinin ilamlarında belirtildiği gibi müsadere kararı bir güvenlik tedbiri olmakla birlikte hükmün bir parçasını oluşturmaktadır. Müsadere kararı esas hükme konu suç ile doğrudan ilişkili ise, yani incelemeye konu dosyada olduğu gibi suçta kullanılan aracın müsaderesi işlenen suça bağlı olarak talep edilmişse, mahkemenin kurmuş olduğu hüküm bir bütün olup, bozma kararı verilmesi halinde hüküm tüm sonuçları ile ortadan kalkacak, yerel mahkemece bozma sonrası yapılacak yargılamada müsadere ile ilgili yeniden değerlendirme yapılarak bu konuda da karar verilecektir. Müsadere kararı esas hükme konu suç ile doğrudan ilişkili ise ancak asıl suç ve hükümle birlikte sonuç doğurabilir. Bu halde sadece müsaderenin infazı mümkün değildir. Hükmün bölünmek suretiyle, asıl suç ve hükümle birlikte sonuç doğuran müsadere ile ilgili fıkranın onanması, hükmün diğer kısımlarının bozulması halinde yerel mahkeme kararının ceza ve güvenlik tedbiri olarak birbirinden ayrıştırılması sonucunu doğuracaktır. Bunların yanı sıra 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 54/3. maddesinde belirtildiği gibi müsadere kararının verilip verilmeyeceği mahkemenin takdirine bırakılan hallerde ki, dosyamızdaki müsadere hususu hakimin takdirinde olup, takdir yetkisinin ve mahkemenin direnme hakkının elinden alınması sonucuna neden olacaktır. Bunun tek istisnası müsadere kararı esas hükme konu suç ile doğrudan ilişkili olmayıp müsadere konusu eşyanın üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımının suç oluşturmasıdır. Tüm bu anlatılanlar dikkate alındığında hükmün suçta kullanılan aracın müsaderesine yer olmadığına ilişkin kısmının onanmasına dair sayın çoğunluğun kararına katılmıyorum."" görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da 02.02.2021 tarih ve 56114 sayı ile; ""Nakil vasıtasının müsaderesi talebi kaçakçılık suçunun varlığına bağlı olup, bilindiği üzere yasa yolu incelemesini yapacak merciinin kaçakçılık suçunun varlığını tespit etmeden, suçta kullanılan nakil vasıtasının müsaderesi hususunu karara bağlayabilmesi mümkün değildir. Zira birinci adımda kaçakçılık suçunun varlığı kabul edildikten sonra diğer adımda 5607 sayılı Kanun"un 13. maddesinde düzenlenen müsadere şartlarının oluşup oluşmadığı tartışılabilecektir. Bu kapsamda mevcut dosyada olduğu gibi yalnızca müsadere yönünden temyiz edildiği yüksek Daire heyetince değerlendirilen dosyada dahi Daire kaçakçılık suçunun oluşmadığı kanaatine varır ise tutarlı kabul kapsamında kaçakçılık suçunun unsurları itibariyle oluşmadığından bahisle "nakil vasıtasının müsadere edilmesi gerektiğine dair" temyiz talebini reddedebilecektir. Bu halde yüksek Dairenin unsurları itibariyle oluşmadığını kabul ettiği fakat yerelde kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü olacaktır ki ulaşabildiğimiz en eski kaynak olarak doktrinde sayın Prof. Dr. E. Kunter Hoca bu durumu "kısmi kesinleştirme yasağı" olarak açıklamaktadır. Peşinden yazılan eserlerde de aynı hâl "hükmün bölünemezliği", "hükmün bütünlüğünün korunması zorunluluğu" gibi kavramlarla açıklanmaktadır. Bu nedenlerle müsadereye dair temyiz istemlerinin hükmün bütününe dair olduğunun kabulü gerekir. Bu nedenle itiraza konu dosyada katılan ... vekilinin temyiz isteminin hükmün bütününe yönelik olduğunun kabulü ile sanık aleyhine kurulu mahkumiyet hükmünün de yalnızca sanık talebi üzerine değil katılan vekilinin talebi üzerine de incelenerek, hükümden sonra yürürlüğe giren 7242 sayılı Yasa"nın 61. maddesi ile değişik 5607 sayılı Kanun maddeleri uyarınca yasa bozması yapılması gerekirken eksik incelenmesi usul ve yasalara aykırıdır."" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
    CMK"nın 308/3. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 23.02.2021 tarih ve 1289-2750 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; katılan vekilinin temyiz talebinin sanık hakkında verilen mahkûmiyet hükmünü de kapsayıp kapsamadığının belirlenmesine ilişkindir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    13.09.2012 tarihli yakalama ve muhafaza altına alma tutanağına göre; Tahtalı Köyü istikametinde Kilis şehir merkezine ilerlemekte olan sanığın kullandığı aracın şüphe üzerine durdurulması üzerine kolluk görevlilerince aracın içerisinde üstü örtülü kolilerin görüldüğü, bunun üzerine nöbetçi Cumhuriyet savcısından alınan 13.09.2012 tarihli yazılı arama kararına istinaden araçta yapılan aramada 350 kilogram gümrük kaçağı çayın ele geçtiği,
    13.09.2012 düzenlenme tarihli kaçak eşyaya mahsus tespit varakasına göre, ele geçen eşyanın CİF değerinin 2.100 TL, gümrük vergilerinin 3.456 TL, gümrüklenmiş değerinin ise 5.556 TL olduğu,
    Cizre Sulh Ceza Mahkemesince 13.09.2012 tarih ve 2012/1033 değişik iş sayı ile; ... plaka sayılı aracın trafik sicil kaydına 5607 sayılı Kanun’un 10/1. maddesi yollamasıyla CMK’nın 128/4. maddesi uyarınca “satılamaz, devredilemez’’ şerhi düşülmek suretiyle el konulmasına karar verildiği,
    Sanığın soruşturma aşamasında alınan beyanında aracın ... Turizim adlı şirkete ait olduğunu ve bu araçta şoför olarak çalıştığını beyan ettiği,
    Yürütülen soruşturma sonucunda sanık ..."nın kaçakçılık suçundan 5607 sayılı Kanun’un 3/5. maddesi ile TCK’nın 53 ve 54. maddeleri uyarınca cezalandırılması, ... plaka sayılı aracın ise 5607 sayılı Kanun’un 13/1. maddesi yollamasıyla TCK’nın 54. maddesi gereğince müsadere edilmesi istemiyle kamu davası açıldığı,
    Yapılan yargılama neticesinde Kilis 1. Asliye Ceza Mahkemesince 03.04.2018 tarih ve 448-227 sayı ile; sanığın 5607 sayılı Kanun"un 3/5, TCK"nın 62, 50/1 ve 52/2. maddeleri gereğince 3000 TL ve 80 TL adli para cezalarıyla cezalandırılmasına, kaçak eşyanın 5607 sayılı Kanun’un 13/1. maddesi yollaması ile TCK’nın 54/4. maddesi uyarınca müsaderesine, nakil aracının ise ""kaçak eşyanın, özel olarak hazırlanmış gizli tertibat içinde bulunmaması, taşıma aracı yüküne göre miktar veya hacim bakımından tamamını veya ağırlıklı bölümünü oluşturmaması, kaçak eşyanın yasak veya zararlı eşyadan olmaması, eşyanın naklinin mutlaka bu aracın kullanılmasını gerekli kılmaması" gerekçesiyle müsaderesine yer olmadığına karar verildiği, hükmün sanık ve katılan vekili tarafından temyiz edildiği,
    Anlaşılmıştır.
    765 sayılı Türk Ceza Kanunu"nda yaptırımların tümü "ceza" olarak öngörülmüş olup 11. maddede cürümlere mahsus cezalar; "ağır hapis, hapis, ağır para, kamu hizmetlerinden yasaklılık," kabahat fiillerinin karşılığı olarak da; "hafif hapis, hafif para, muayyen bir meslek ve sanatın tatili icrası" düzenlenmiştir. Bu Kanun"un yürürlükte bulunduğu dönemde, öğretide yaptırımlar; "asıl ve feri cezalar ile tamamlayıcı cezalar" olarak üçe ayrılmış, tamamlayıcı cezalar; "eylemin karşılığında ve ceza hükümlülüğüne bağlı olarak kanundaki açıklama doğrultusunda ve asıl ceza yanında hükümde gösterilmesi gereken cezalardır." biçiminde tanımlanmıştır.
    01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK"da ise yaptırımlar, "ceza" ve "güvenlik tedbirleri" adı altında yeniden düzenlenmiş; ceza olarak yalnızca hapis ve adli para cezasına yer verilmişken, güvenlik tedbirleri; "Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma, eşya ve kazanç müsaderesi, sınır dışı edilme, çocuklara, akıl hastalarına, mükerrirlere ve tüzel kişilere özgü güvenlik tedbirleri" şeklinde sayılmıştır.
    Kanun"da "yaptırım" terimine yer verilmek suretiyle, konusu suç teşkil eden eylemler için yalnızca "ceza" değil, cezalarla birlikte veya ayrıca ceza niteliği taşımayan başkaca sonuçların yani "güvenlik tedbirlerinin" de uygulanabileceği belirtilmiş bulunmaktadır. Bu düzenlemeye göre güvenlik tedbirleri; kusurlu olmadıklarından ceza verilmeyenler açısından uygulanabilen bir yaptırım olmanın yanı sıra, ceza sorumluluğu bulunan kişiler bakımından cezanın yanında, tehlikelilik hâliyle bağlantılı ve orantılı olarak uygulanabilen, ceza sistemini tamamlamaya yönelik bir nitelik arz etmektedir.
    Öğretide de güvenlik tedbirleri; "Suç işleyen kişiye, suç işlemesi dolayısıyla ve suçun tekrarlanması ihtimali karşısında, gösterdiği tehlikelilik durumu göz önünde bulundurulmak suretiyle uygulanan, kendisini ve toplumu koruyucu nitelikteki ceza hukuku yaptırımlarıdır." şeklinde tanımlanmıştır.
    Ceza hukukunda özgürlüğe yönelik yaptırımlar dışında, suçlulukla mücadelede etkin diğer bir yöntem de yaptırımlarla birlikte veya ayrıca hükmolunabilen mal varlığına yönelik müeyyidelerdir. Bu yaptırımlardan birisi de eşya ve kazanç müsaderesidir.
    Uyuşmazlığın esasını oluşturan eşya müsaderesi; 5237 sayılı TCK"nın 54. maddesinde bir güvenlik tedbiri olarak düzenlenmiş olup maddenin birinci fıkrasında;
    "İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlâk açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir." hükmü yer almaktadır.
    Bu düzenleme ile iyi niyetli üçüncü kişilere ait olmamak şartıyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine özgülenen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsadere edileceği hüküm altına alınmıştır.
    TCK"nın 54. maddesinde düzenlenen eşya müsaderesinin hukuksal niteliği itibarıyla bir ceza değil güvenlik tedbiri olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır.
    Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.12.2011 tarihli ve 219-280 ile 25.04.1983 tarihli ve 92-191 sayılı kararlarında;
    "Ceza Kanununda zoralımı meşru kılan başlıca sebep, zoralınacak maddenin bizatihi memnu olmasa bile suçta kullanılmış olması delaletiyle, suçlu tarafından başka suçlarda da aynı veçhile kullanılabilmesi ihtimali karşısında, fail elinde zararlı ve tehlikeli bir mahiyet almış olmasıdır. Kanundaki "başkasına ait olmadıkça" kaydının tazammun edeceği maksat ve mana budur." açıklamalarına yer verilmiştir.
    Niteliği itibarıyla zor alıma tabi bulunmayan bir eşyanın müsadere edilebilmesi için, kasten işlenen suçun varlığı zorunlu olmakla birlikte, bu suçtan dolayı failin cezalandırılması şart değildir. Suçun işlenmesinde kullanılan eşya, failin yaş küçüklüğü veya akıl hastalığı gibi nedenlerle cezalandırılamadığı durumlarda da müsadere edilebilecektir. Yine sanığın ölümü hâlinde kamu davasının düşürülmesine karar verilecek olup suçta kullanıldığı anlaşılan ya da niteliği itibarıyla müsadereye tabi eşya ve maddi menfaatler hakkında davaya devam olunarak bunların müsaderesine hükmolunacaktır.
    Bunun yanında, zor alım kararı verilmesi gereken hâllerde bir kamu davası açılmamış veya açılmakla birlikte müsadere isteminde bulunulmamış ya da istemde bulunulmasına karşın bu konuda bir karar verilmemiş ise ayrı bir müsadere yargılamasına ihtiyaç duyulacağı açıktır. Bu nedenle kanun koyucu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nda güvenlik tedbirlerinden yalnızca eşya müsaderesine ilişkin bir yargılama usulü düzenlemiş ve 256. maddesinde; "Müsadere kararı verilmesi gereken hâllerde, kamu davası açılmamış veya kamu davası açılmış olup da esasla beraber bir karar verilmemiş ise; karar verilmesi için, Cumhuriyet savcısı veya katılan, davayı görmeye yetkili mahkemeye başvurabilir." hükmüne yer vermiştir. Buna göre; eşyanın müsaderesine veya iadesine esas davadan sonra da karar verilebilecektir.
    Diğer taraftan, bir kararın temyiz edilebilmesi için, o kararın “hüküm” niteliğini taşıması gerekmektedir. Hangi kararların hüküm sayılacağı 5271 sayılı Kanun"un 223. maddesinde düzenlenmiş olup beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirlerine hükmedilmesi, davanın reddi ve davanın düşmesi kararlarının hüküm oldukları belirtildikten sonra, maddenin son fıkrasında “Adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı”nın yasa yolu bakımından hüküm sayılacağı vurgulanmıştır. Sayılan hükümlerin verilme koşulları da maddede ayrıntılı olarak düzenlenmiş, 6. fıkrada; “Yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, belli bir cezaya mahkûmiyet yerine veya mahkûmiyetin yanı sıra güvenlik tedbirine” hükmolunacağı belirtilmiştir.
    Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bir güvenlik tedbiri olan müsadere kararının hüküm sayılacağı ve temyiz kanun yoluna konu olacağı açıktır.
    Bu kapsamda, müsaderesi istenen eşyayı iki gruba ayırmak mümkündür.
    Birinci grup eşya; suçun maddî konusunu oluşturan, bulundurulması, kullanılması veya taşınması başlı başına suç oluşturan uyuşturucu madde ve tabanca gibi şeylerdir. Bu grupta yer alan eşyanın müsaderesi "mahkûmiyet" hükmünün bir parçasıdır ve kural olarak mahkûmiyet hükmü ile birlikte incelenir.
    İkinci gurup eşya ise suçun işlenmesinde kullanılan veya kullanılmak üzere hazırlanan, bulundurulması, kullanılması veya taşınması başlı başına suç oluşturmayan şeylerdir. Bu grubu da kendi içinde "sanığa ait eşya" ve "üçüncü kişiye ait eşya" olarak ikiye ayırmak mümkündür.
    Sanığın cezalandırılmasına ve üçüncü kişiye ait eşyanın iadesine ya da müsaderesine karar verildiği durumlarda birisi mahkûmiyet, diğeri ise müsadere olmak üzere iki ayrı hüküm bulunmaktadır. Mahkûmiyet hükmünün sanık tarafından, müsadere ya da iade hükmünün ise üçüncü kişi konumundaki eşya sahibi veya suçtan zarar gören tarafından temyiz edilmesi durumunda, bu iki hüküm kural olarak birbirinden bağımsız şekilde incelenecektir. Bu nedenlerle, sanık hakkındaki "mahkûmiyet hükmünün bozulması" ve üçüncü kişiye ait eşyanın "iadesine ilişkin hükmün" ayrı ayrı incelenmesi mümkün olup bu durumda mahkûmiyet ve müsadere/iade hükümlerine yönelik ayrı ayrı inceleme yapılmasının hukuka aykırı olduğu ileri sürülemeyecektir.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    13.09.2012 tarihli yakalama ve muhafaza altına alma tutanağına göre; Tahtalı Köyü-Kilis İli yol güzergahında şüphe üzerine durdurulan sanığın kullandığı araçta Kilis Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 13.09.2012 tarihli ve 2012/4470 sayılı arama kararına istinaden yapılan ayrıntılı aramada ön koltukta, arka koltukta ve bagaj bölümünde toplam 46 koli içerisinde 350 kilogram kaçak çayın ele geçtiği, sanık hakkında kaçak eşyayı ticari amaçla bulundurma suçundan 5607 sayılı Kanun’un 3/5, TCK’nın 53/1 ve 54. maddeleri uyarınca cezalandırılması, ... plaka sayılı aracın ise TCK’nın 54. maddesi gereğince müsadere edilmesi istemiyle kamu davası açıldığı, yapılan yargılama neticesinde Kilis 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 29.04.2013 tarihli ve 150-322 sayılı kararıyla sanığın kaçak eşyayı ticari amaçla bulundurma suçundan mahkûmiyetine, ... plaka sayılı aracın iadesine karar verildiği, hükmün sanık ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece sanıktan ele geçen çaya ilişkin dosyaya ibraz edilen faturalar üzerinde inceleme yapılıp zincirleme menşei araştırmasının tamamlanmasından sonra sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar verildiği, Yerel Mahkemece bozma ilamına uyulduktan sonra sanığın sabit bulunan eyleminden ilk hükümdeki gibi mahkûmiyetine, suçta kullanılan nakil aracının ise iadesine karar verildiği, anılan hükmün de sanık ve katılan ... İdaresi tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece sanığın temyizine yönelik yapılan inceleme ile hükmün sonradan yürürlüğe giren lehe yasal düzenlemeler nedeniyle sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına; katılan ... İdaresi adına Hazine vekilinin temyizine yönelik nakil aracının iadesi kararıyla sınırlı olarak yapılan incelemede ise hükmün onanmasına karar verildiği anlaşılan olayda;
    5237 sayılı TCK"da yaptırımların "ceza" ve "güvenlik tedbirleri" adı altında ayrı ayrı düzenlenmesi, TCK"nın 54. maddesinde hüküm altına alınan eşya müsaderesinin bir güvenlik tedbiri olarak öngörülmesi, 5271 sayılı CMK"nın 223. maddesinin 1. fıkrasında güvenlik tedbirine ilişkin kararların hüküm olduğunun belirtilmesi, 1412 sayılı CMUK"nın 5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 305. maddesinin 1. fıkrası uyarınca ceza mahkemelerinden verilen ve hüküm niteliğinde olan güvenlik tedbirleri hakkında temyiz kanun yolunun açık olması karşısında, iyi niyetli üçüncü kişi konumundaki araç malikine ait olup bir suçun işlenmesinde kullanılan aracın, suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen bir eşya olmadığı gibi üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan bir eşya olmaması ve aracın iadesine ilişkin hükmün katılan vekili tarafından ayrıca temyize konu edilmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, ... plaka sayılı aracın iadesine ilişkin hükmün, mahkûmiyet hükmünden bağımsız bir hüküm olduğunun, temyize konu edilmesi nedeniyle de mahkûmiyet hükmünden ayrı olarak incelenebileceğinin, aksi düşüncenin mahkûmiyet ve müsaderenin bağımsız birer hüküm oldukları kuralına aykırılık teşkil edeceğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
    Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
    Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; ""Yerel mahkemece verilen mahkûmiyet hükmünün katılan vekili tarafından temyiz edilip edilmediği ve bunun sonucuna bağlı olarak temyiz kapsamının belirlenmesi hususunda Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
    Katılan vekillinin 04.06.2018 havale tarihli temyiz talebini içeren dilekçesinde; sanık kısmında "..." ismine yer verilerek suça konu ... plaka sayılı aracın müsaderesine karar verilmesinin açıkça talep edilmesinden sonra sonuç ve talep kısmında; "yukarıda arz edilen ve resen gözönüne alınacak olan sair nedenlerle; gerekçeli kararın bozulması ve suçta kullanılan aracın müsaderesine karar verilmesini arz ederiz" ibarelerine yer verildiği, anlaşılmaktadır.
    Yargıtay Yüksek 7. Ceza Dairesi tarafından katılanın temyizinin aracın müsaderesine yönelik olduğu kabul edilerek aracın iadesine ilişkin hükmün onanmasına karar verilirken, sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünün ise sanık tarafından temyiz edildiği kabul edilerek hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 7242 sayılı kanun uyarınca yeniden değerlendirme yapılması için hükmün bozulmasına karar verilmiş, müsadere kararının mahkûmiyet hükmüne bağlı olduğu ve bu nedenle hükmün bölünemeyeceği gerekçesiyle usulüne uygun taraf teşkili yapılmadan temyiz incelemesi yapılıp yapıldığından bahisle sayın çoğunluğun görüşüne iştirak edilmemiştir.
    Uyuşmazlığın çözümü için, halen uygulama olanağı bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 310, 313, 320. maddelerinin Anayasanın 36 ve Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 6 maddesi ve hükmün bölünemezliği ilkesiyle irtibatlandırılıp, ceza muhakemesi hukukunun izin verdiği ölçüde yorum prensiplerinden de yararlanılarak çağdaş hukuk sistemlerinin olmazsa olmazı olan mahkemeye erişim hakkı ve buna bağlı olarak adil yargılanma hakkı ile birlikte değerlendirilmesi suretiyle temyiz kapsamının öğretideki görüşler ve benzer olaylardaki yargı kararları ışığında belirlenmesi gerekmektedir.
    Yorumda esas, kanun koyucunun metinde belirtilmiş olan iradesinin saptanması, bu iradeye göre metnin gerçek ve asıl anlamının tayinidir. Yorumda erişilmesi gereken ilk hedef, kanun koyucunun iradesidir. Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden de, yorum bir muhakeme hukuku kuralının ifade ettiği gerçek anlamı ortaya koyma çabasıdır. Bu bakımdan yorum bir sanattır; hukukçu bu sanatı yavaş yavaş ve tecrübe ile elde eder ve yorum alışkanlığı böylece meydana gelir. Kanun koyucunun iradesi, bizzat anlamı belirtilmek istenen metinden olduğu kadar bunun dışında ki diğer araçlardan da çıkarılır.
    Ceza muhakemesi hukukunda yorum kurallarını ana hatlarıyla açıkladıktan sonra şimdi de konumuzu ilgilendiren 5320 sayılı Kanun"un 8/1. maddesi delaletiyle halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 310, 313, 320. maddelerinin yargı kararlarında ve öğretide nasıl karşılık bulduğunun üzerinde durulması gerekmektedir.
    Yargılama makamlarının verdikleri kararlarda bir aykırılık veya yanılma olması durumunda bu hataları giderme yetkisi "kanun yolu" adı verilen denetim ile sadece yargılama makamları tarafından yapılabilir. Kanun yolu, aykırılıkları gidermek ve isabetli karar verilmesini sağlamak bakımından, sanık için olduğu kadar toplum için de büyük bir teminat olduğundan, bir insan hakkıdır (Feridun Yenisey - Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Baskı, Seçkin Yayınevi, ... 2017, s. 859, 860).
    Bu anlayışa paralel olarak, Anayasanın "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde, "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
    Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinde ise;
    "1. Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir" hükümlerine yer verilmiştir.
    Görüldüğü üzere Anayasanın 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu vurgulanmış, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde yargılamada sanığa tanınması gereken asgari haklar belirtilerek adil yargılanma hakkının kapsamı belirlenmiştir.
    Aynı şekilde, 25.03.2016 tarihi itibarıyla iç hukukumuzun bir parçası hâline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) Ek-7 numaralı Protokolünün "Cezai Konularda Temyiz Hakkı" başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasında;
    "Mahkeme tarafından ceza gerektiren bir suç nedeniyle mahkûm edilen herkes, mahkûmiyetinin veya hükmolunan cezanın yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini sağlama hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanımı, kullanımın dayanakları dâhil kanunla düzenlenir" hükmüyle ilgili kişinin hakkında kurulan hükmü daha yüksek bir mahkemeye inceletme hakkının bulunduğunun belirtilmiştir.
    Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de 1412 sayılı CMUK’un 5320 sayılı Kanunun 8. maddesinin 1. fıkrası uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 310. maddesine göre iki koşulun varlığı gereklidir.
    Bunlardan ilki süre koşuludur. CMUK’un 310. maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süreyi hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse, tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlemiştir.
    Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli olan ve uyuşmazlık konusunu da ilgilendiren ikinci koşul ise istek koşuludur. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan "Davasız yargılama olmaz" ilkesinin doğal sonucu olarak temyiz davası kendiliğinden açılamayacağından, bu konuda hak ve yetkisi olan kişilerce bir istekte bulunulması zorunlu olup, süre ve istek koşullarına uygun temyiz davasının açılmamış olması hâlinde hükmün Yargıtayca incelenmesi mümkün değildir.
    Ancak bu kuralın istisnasına gereksinim duyan kanun koyucu, CMUK’un 305. maddesinin 1. fıkrasındaki düzenleme ile on beş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin mahkûmiyetlerde istek koşulundan sanık lehine vazgeçerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden (resen) yapılmasını kabul etmiştir.
    Öte yandan, 1412 sayılı CYUY’nın 320. maddesinde, "Yargıtay temyiz dilekçe ve layihasında irat olunan hususlar ile temyiz talebi usule ait noksanlardan dolayı olmuş ise temyiz dilekçesinde bu cihete dair beyan edilecek vakıalar hakkında tetkikler yapabileceği gibi hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi bu hususu tetkik eder.
    313. ncü maddesinin ikinci fıkrasında gösterilen müstenidattan başka temyiz müddeasını tayin için yeniden müstenidat göstermeye lüzum yoktur.
    Bununla beraber böyle müstenidat gösterilmişse kabul olunur" hükmü yer almaktadır.
    Buna göre, usulüne uygun şekilde temyiz davası açıldıktan sonra Yargıtay gösterilen temyiz sebepleri ile bağlı olmayıp, temyiz dilekçesinde ileri sürülsün veya sürülmesin son karara etkili olan tüm yasaya aykırılıkları kendiliğinden inceleyip hükmü bozabilir.
    Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.05.1996 gün ve 1996/4-86 E; 1996/91 K sayılı şahsi hakka ilişkin bir hükmünde;
    ‘CMUK"un 320. maddesinin gerekçesinde de aynen ‘Temyiz Mahkemesi Kanunun doğru tatbik edilip edilmediğini araştırmakla mükellef olduğundan velevki layihai temyiz de dermeyan edilmemiş olsa bile kanunun herhangi bir suretle ihlal edildiğini gördüğü takdirde hükmü nakzedebilir... Hukuk Usulü Muhakemelerinin terviç ettiği dairede mahkemei temyizin kendisine sevk olunan işlerde resen tetkikatını teşmil ederek layihada serdedilmemiş olan ve fakat muhalifi kanun görülen esbaptan dolayı da hükümlerin nakzolunabilmesi kabul edilmiştir’ denilmektedir.
    Bu madde hükmü ve gerekçesinden anlaşılacağı üzere Yargıtay gösterilen temyiz sebepleri ile bağlı değildir. Temyiz dilekçesinde ileri sürülsün veya sürülmesin son karara etkili olan tüm yasaya aykırılıkları kendiliğinden inceleyip hükmü bozabilir’ denilmektedir.
    Nitekim Ceza Genel Kurulu asıl ceza yönünden temyiz incelemesine tabi olmayan bir hükme bağlantılı olarak verilen "müsadere", "iş yerinin kapatılması", "meslek ve sanatın tatili", "tecilli cezanın aynen çektirilmesi", "sürücü belgesinin geri alınması" ve benzeri kararlarda suç niteliğine veya şahsi hakka yönelik temyizin hükmün tümüne temyiz edilebilirlik vasfını kazandıracağını ve hükmün her yönüyle inceleneceğini kabul ederken Yargıtayın temyiz istemi ile bağlı olmadığı ilkesine dayanmıştır.
    1412 sayılı CMUK’un 310. maddesi uyarınca temyiz incelemesinin yapılabilimesi için istek ve süre koşulunun gerçekleşmesinin zorunlu olduğu hususunda gerek öğretide, gerekse uygulamada herhangi bir duraksama bulunmamaktadır. Ancak uygulamada temyiz iradesinin mahkemeye erişim hakkının ayrılmaz bir parçası olduğu kabul edilerek, temyiz iradesi çok net bir şekilde sınırlandırılmamış ve kararın temyiz edildiği belirtilmiş ise de; temyiz edenin sıfatına göre temyiz iradesinin ilgili herkesi kapsadığı hususunda gerek Yargıtay özel daireleri, gerekse Ceza Genel Kurulu tarafından, herhangi bir duraksama yaşanmamış, bu husustaki içtihatlar uzun yıllar içerisinde istikrar kazanarak yerleşik uygulamaya dönüşmüştür.
    Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2012/210 K sayılı aşağıda örnek olarak açıklanan kararı somut olayımıza çok iyi bir örnek teşkil etmektedir.
    Ceza Genel Kurulu"nun 2012/210 Karar sayılı ilamı; katılan vekili tarafından sunulan temyiz dilekçesinin "temyiz nedenleri" bölümünde açıkça anlaşılacak şekilde ifade edilmediği görülmekte ise de, "sanıklar" bölümünde her üç sanığın adı ve "temyiz olunan karar" bölümünde ... 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 12.12.2007 gün 2006/494 esas sayılı ilamının yazılı olması karşısında, dilekçede yer alan "…... 1. Asliye Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu kararı süresi içinde temyiz ediyoruz… yukarıda sunulan ve inceleme sırasında resen gözetilecek sair nedenlerle birlikte verilen kararın bozulmasını arz ve talep ederim" ibarelerinin sanık ... hakkındaki mahkûmiyet ve aracın iadesine ilişkin hükmü de kapsadığı, temyiz davasının süre ve istek koşullarının sanıklardan ... hakkındaki hüküm yönünden de gerçekleştiği kabul edilmelidir.
    Ceza Genel Kurulu"nun 2018/269 Karar sayılı ilamı; sanığın kasten yaralama suçuna teşebbüs ve hakaret suçlarından 2"şer ay 15"er gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve ertelemeye ilişkin mahkûmiyet hükümlerinin sanık müdafisinin de hazır bulunduğu oturumda tefhim edilmesi üzerine, sanık müdafisi tarafından temyiz süresinin korunması maksadıyla sunulan 06.03.2012 tarihli temyiz dilekçesinde, her ne kadar suç adı kısmında "Kasten yaralama suçuna teşebbüs" ibaresi yazılmış ise de, temyiz nedenleri kısmında "Mahkemenin yukarıda belirtilen kararı ile müvekkil hakkında mahkûmiyet hükmü tesis edilmiştir, mahkemenin usul ve yasaya uygun olmayan kararının bozulması talebiyle işbu süre tutum dilekçemizin kabulünü talep ederim" ifadelerine yer verilmesi, 23.03.2012 tarihli gerekçeli temyiz dilekçesinde ise açıkça, hakaret ve kasten yaralama suçuna teşebbüsten kurulan hükümlere yönelik olarak mahkeme kararının temyiz edildiğinin belirtilmesi ile ... 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 01.03.2012 gün ve 282-207 sayılı kararının, iki ayrı mahkûmiyet hükmünü içermesi karşısında; ceza muhakemesi sistemimizde hükümlerin temyiz edilebilmelerinin kural, temyiz edilememelerinin ise istisna oluşu, hukuk normlarının yorumlanmasında, Anayasa"nın 36. maddesinde düzenlenen "Hak arama hürriyeti" ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin 6. maddesinde hüküm altına alınan mahkemelere erişim hakkının gözetilmesi gerekliliği, Sözleşmeye ilişkin Ek 7 numaralı Protokolünün "Cezai Konularda Temyiz Hakkı" başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasında; ilgili kişinin hakkında kurulan hükmü daha yüksek bir mahkemeye inceletme hakkının bulunduğuna ilişkin düzenleme ile temel hak ve özgürlüklerle ilgili konularda yapılacak yorumlamanın, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını daraltıcı değil, genişletici nitelikte olması gerektiği hususları da dikkate alındığında; sanık müdafisinin mahkeme kararına yönelik olduğunu belirttiği temyiz talebinin, kasten yaralama suçuna teşebbüsün yanı sıra hakaret suçunu da kapsadığının ve her iki mahkûmiyet hükmüne ilişkin olarak temyiz talebinde bulunduğunun kabulü gerekmektedir.
    Uyuşmazlığın çözümü için hükmün bölünemezliği prensibinin de Yargıtay içtihatları ışığında irdelenmesi gerekmektedir. Somut olayımızda; müsadere kararı mahkûmiyet hükmünün ayrılmaz bir parçası olduğu hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Zira suçta kullanılan nakil aracı, bizatihi suç teşkil eden bir eşya değildir. Yargıtay Yüksek 7. Ceza Dairesi tarafından, aşağıda örnek olarak gösterilen içtihatta (2020/13409 Karar sayılı) açıklandığı üzere; yerel mahkemece verilen mahkûmiyet kararının, sadece sanığın temyizi üzerine, müsadere hükmünün güvenlik tedbiri olması nedeniyle kazanılmış hakkın da oluşamayacağı dikkate alınarak, nakil aracının iadesine dair karar incelenerek, aracın müsaderesine karar verilmesi suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilirken, müsadere hükmünün mahkûmiyet hükmünün ayrılmaz bir parçası olduğu dolaylı bir şekilde kabul edilirken, somut olayımızda müsadere hükmünün mahkûmiyet hükmünden bağımsız olduğunun kabul edilmesi suretiyle kanaatimizce çelişkiye düşüldüğü çok net bir şekilde görülmektedir. Aynı şekilde Yargıtay 13. Ceza Dairesi ve 4. Ceza Dairesinin, tek eylemin ikiye bölünerek iki ayrı suçtan hüküm kurulması durumunda, hükümlerden birisinin temyiz edilmemesi ya da kesinlik sınırında olması nedeniyle temyiz edilememesi durumunda tek olması gereken eylemin bölünemezliği prensibinden hareketle, temyiz edilmeyen, ya da edilemeyen hükümlerinde, temyiz edilen hükümle birlikte incelenebileceğine dair çok sayıda içtihatları mevcuttur. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2014/365 Karar sayılı ilamında; müsadere kararı bir güvenlik tedbiri olmakla birlikte mahkûmiyet hükmünün ayrılmaz bir parçası olduğu kabul edilmiştir.
    Yargıtay 7. Ceza Dairesi 2020/13409 Karar sayılı ilamında; suçun işlenmesinde kullanılan nakil aracının 5607 sayılı Yasa"nın 13/1. maddesi yollamasıyla TCK"nın 54/1. maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi,
    Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden ve bu hususlar yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, 5320 sayılı Yasa"nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK"nın 322. maddesi uyarınca, hükümden nakil aracının müsaderesine ilişkin kısmın çıkartılarak, yerine "... plakalı nakil aracının 5607 sayılı Yasa"nın 13/1. maddesi yollaması ile TCK"nın 54/1. maddesi uyarınca müsaderesine" ifadesinin eklenmesi ve sair kısımların aynen bırakılması suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına,
    Yukarıdaki içtihatlarda açıklandığı üzere, temyiz incelemesinin zorunlu iki unsurundan birisi olan istek koşulunun, diğer zorunlu unsur olan süre içerisinde gerçekleşmesi koşuluyla; temyiz iradesinin çok net bir şekilde sanık ya da suçla sınırlandırılmadığı, özellikle kararın temyiz edildiğinin belirtildiği durumlarda, temyiz edenin sıfatına göre temyiz iradesinin oldukça geniş yorumlandığı görülmektedir. Kaldıki somut olayımızda hükmün bölünemezliği ilkesinden hareketle kısmi temyiz incelemesinin mümkün olamayacağı, dolayısıyla mahkûmiyet hükmünün inceleme dışı bırakılmasının söz konusu olamayacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Temyiz incelemesinin lehe yada aleyhe sonuçlanmasının, temyiz hakkının, mahkemeye erişim hakkının ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğini değiştirmeyeceği ve buna bağlı olarak temyiz iradesinin daraltıcı yoruma gidilerek sınırlandırılmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal edeceği kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır.
    Uyuşmazlığın çözümü için Anayasa"nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan mahkemeye erişim hakkının (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 51; Ş.Ç., B. No: 2012/1061, 21/11/2013, § 28; Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 41) Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde nasıl karşılık bulunduğunun belirlenmesi gerekmektedir.
    Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel haline gelmeleri durumunda, mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Efstathiou ve Diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006, § 24).
    Teoride ve uygulamada benimsenen görüşler ışığında; somut olayımıza baktığımızda;
    Katılan tarafından verilen temyiz dilekçesinde hakkında mahkûmiyet kararı verilen sanık ...’in ismine yer verilmesinden sonra, suçta kullanılan aracında müsaderesi talep edildiği gibi dilekçenin sonuç ve istek bölümünde kararın temyiz edildiği çok net bir şekilde belirtilmiştir. Davasız yargılama olmaz ilkesinden hareketle, temyiz incelemesinin dayanağını katılan tarafından verilen temyiz dilekçesinin oluştucağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Ancak Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu tarafından, temyiz iradesinin nakil aracının iadesine yöneldiği ve mahkûmiyet hükmünün katılanın temyizine yönelik olarak incelenemeyeceği gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir. Oysa yargılamaya konu edilen eylemde iadesine karar verilen aracın sanığa ait olma ihtimali ya da müsadere kararının mahkûmiyet hükmüyle bağlantısının olma ihtimali her zaman mümkündür. Temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, öncelikle istek (olayımızda katılanın temyiz dilekçesi) koşulunun gerçekleşmesi gerekmektedir. İstek ya vardır, ya da yoktur. Varsa diğer koşullarında gerçekleşmesi halinde dosya içeriği incelenebilecek, yoksa inceleme yapılamayacaktır. Sayın çoğunluk tarafından, bir taraftan isteğin var olduğu kabul edilerek dosyanın içeriği incelenirken, diğer taraftan müsaderesi istenen aracın, üçüncü kişiye ait olduğundan bahisle, hakkında mahkûmiyet kararı verilen sanık hakkındaki hükmün temyizen incelenmesinin mümkün olamayacağına karar verilerek kanaatimizce çelişkiye düşülmüştür. Bu düşüncenin kabul edilmesi halinde suçta kullanılan araç hakkında mahkûmiyet kararı verilen sanığa ait ise temyiz incelemesinin yapılabileceği, araç başkasına ait ise somut olayımızda olduğu gibi temyiz incelemesinin yapılamayacağı, başka bir deyişle içeriği incelenemeyen dosyanın içeriğindeki bilgilerden yola çıkılarak temyiz kapsamının buna göre belirleneceği sonucuna ulaşılır ki ulaşılan bu sonucun hayat tecrübeleri ile bağdaşmayacağı gibi yasal düzenlemelere ve yerleşik uygulamalarada aykırı olacağı açıktır. Ayrıca somut olayımızda katılan tarafından yapılan temyizin sanık aleyhine sonuç doğurabileceğinden bahisle bir anlamda temyiz incelemesinin dolaylı olarak aleyhe bir işlem olabileceği de kabul edilerek kanaatimizce Ceza Muhakemesi Kanunu"nun amacına aykırı bir sonuca ulaşılmıştır. Zira ceza muhakemesinde amaç, insan haklarına saygılı bir şekilde maddi gerçeğe ulaşmaktır. Dolayısıyla temyiz davası, ister lehe, ister aleyhe sonuçlansın, temyiz hakkı, mahkemeye erişim hakkının ayrılmaz bir parçası olarak, kararların denetimi için bir anlamda hukuk devletinin sigortasıdır. Bu nedenledir ki ceza muhakemesi kurallarının derhal uygulanması ilkesinden hareketle geçmişe yürümeyeceği, ancak istisnai olarak usul kurallarının maddi ceza hukukunu ilgilendirmesi durumunda, geçmişe yürüyeceği hususunda herhangi bir duraksama yaşanmamıştır. Dolayısıyla kural olarak ceza muhakemesi hukukunde lehe kuraldan bahsedilemeyeceği gibi temyiz incelemesinİn her zaman mahkemeye erişim hakkının ayrılmaz bir parçası olarak lehe olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.
    Sonuç itibarıyla;
    Katılan tarafından verilen temyiz dilekçesinde, sanığın ismine de yer verilmiş olması, suçta kulllanılan aracın müsadere edilmesi gereğinden bahsedilirek resen gözetilecek sebeplerle kararın temyiz edildiğinin belirtilmiş olması, temyiz hakkının, mahkemeye erişim hakkının ayrılmaz bir parçası olarak ilgililer açısından güvence teşkil etmesi, müsadere talebinin hakkında mahkûmiyet kararı verilen sanığı da ilgilendirme ihtimalinin mevcut olması karşısında; temyiz kapsamı belirlenmeden yapılan temyiz incelemesinin hukuken geçersiz olacağı dikkate alınarak Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 2012/210 K, 2018/269 K sayılı ilamları doğrultusunda temyiz dilekçesinin geniş yorumlanarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabul edilmesi gerektiği"" düşüncesi ile karşı oy kullanmıştır.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE;
    2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 14.09.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.


    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi