14. Hukuk Dairesi 2016/18496 E. , 2020/7267 K.
"İçtihat Metni" 14. Hukuk Dairesi
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 29/02/2016 gününde verilen dilekçe ile satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 19/07/2016 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava, taşınmaz satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkili ile davalılar arasında murisi ...’dan intikal eden 22 ada 7 parsel sayılı taşınmaz için 03.04.1997 tarihli düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi yapıldığını, dava konusu sözleşmenin davalılar tarafından dava dışı Hasan Kandemir’e verilen vekaletlemeye istinaden vekaleten imzalandığını, taşınmazın el birliği mülkiyet hükümlerine tabi olduğunu, tapuda devir işlemlerinin bugüne kadar yapılmadığını, beyanla, dava konusu taşınmazın taşınmazın davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına kayıt ve tescilini talep etmiştir.
Mahkemece, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu HMK’nın 114/1-d ve 115/2. maddeleri uyarınca davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.
Kaynağını Türk Borçlar Kanununun 29. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Türk Borçlar Kanununun 237. maddesi ile Türk Medeni Kanununun 706. ve Noterlik Kanununun 89. maddesi hükümleri uyarınca noter önünde re’sen düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan, tam iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan sözleşme türüdür. Vaat alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet devir borcu yüklenen satıcıdan edim yerine getirilmediğinde Türk Medeni Kanununun 716. maddesi uyarınca açacağı tapu iptali ve tescil davasında borcun hükmen yerine getirilmesini isteyebilir.
Bir davada taraf ehliyeti dava şartlarından (HMK m. 114/1-d) olup taraf ehliyeti ise medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olmakla mümkündür (HMK m. 50). Medeni haklardan yararlanma, yani hak ehliyeti tam ve sağ doğum koşuluyla ana rahmine düşme anında başlayıp, kişinin ölümüne kadar devam eder (TMK m. 28). Bu nedenle Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda taraflardan birinin ölümü hâlinde, mirasçılar mirası kabul veya reddetmemişse, bu hususta kanunla belirlenen süreler geçinceye kadar davanın erteleneceği; bununla beraber hâkimin, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, talep üzerine davayı takip için kayyım atanmasına karar verebileceği öngörülmüştür (HMK m. 55; HUMK m. 41). Ne var ki, Kanun’da ölü kişiye karşı dava açılması halinde nasıl davranılacağı gösterilmemiştir.
Kural olarak ölü kişi adına ve ölü kişiye karşı dava açılması olanağı bulunmamaktadır. Aynı şekilde kural olarak ölü kişi aleyhine dava açılması halinde davanın mirasçılara yöneltilmesine de olanak yoktur. Zira yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, ölü kişinin taraf ehliyeti bulunmamaktadır. Esasen dava açarken davacının davalının bu ehliyet durumunu araştırması beklenir. Ne var ki davacının davalının ölü olduğunu bilmemesi kimi zaman hataya dayalı olabilir. Nitekim HMK’nin 124. maddesinde; “Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür. Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır. Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir. Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder” şeklinde düzenleme yer almaktadır. Bu maddenin gerekçesinde de vurgulandığı üzere, taraf değişikliğini mutlak olarak davalının rızasına bağlamak yargılama ilişkisini katı bir forma bağlayacaktır ki, bu da yargılamaya hakim olan ilkelerden “Usul ekonomisi ilkesi” (HMK m. 30) ile bağdaşmaz.
Öte yandan mecburi dava arkadaşlığı HMK"nın 59. ve 60. maddelerinde düzenlenmiş olup, bu tür dava arkadaşlığında davalıların birlikte hareket etmesi zorunlu olduğundan, mülkiyet devir borcu yüklenen satıcının ölümü halinde edimin yerine getirilmesi tüm mirasçılarından istenir. Mirasçılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğundan dava tüm mirasçılara karşı yöneltilmelidir. Mirasçıların tümünün taraf sıfatı alıp almadığı ise veraset belgesi sunulmasıyla denetlenebilir.
Somut olaya gelince; davacı tarafından açılan satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil davasında mahkemece, davalılar ..., ..., ...’in davanın açıldığı tarihten önce ölmüş oldukları gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir. Davanın açıldığı tarihte diğer davalılar sağ olup, satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği tarihten dava tarihine kadar geçen sürede sözleşmeyi akdedenlerin bazılarının ölmüş olabilecekleri gözetilerek, ölü kişi aleyhine dava açılmasının haklı bir yanılgıya dayalı olduğunun kabul edilmesi gerekir. O halde mahkemece, davacı vekiline ölmüş olan tarafların mirasçılık belgelerini temin etmeleri için süre verilmesi ve vaat borçlularının mirasçıları arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğu da gözetilerek mirasçıların davaya dahil edilerek talep hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın usulden reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12.11.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.