Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 25.06.2013 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat Ş..O. ile temyiz edilen davalılar F. K.vd. vekili Avukat U.E. D. davalı İ.K. vekili Avukat H. H..S.geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava ve birleşen dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, kat mülkiyeti kurulu 25365 ada 3 parseldeki davacıya ait 10 nolu meskenin davalı vekili F.tarafından 13.12.2005 tarihinde davalı M."a, M."in de 29.12.2008 tarihinde dava dışı F."ye satış suretiyle devrettiği, yine kat irtifakı kurulu 26732 ada 14 parseldeki davacıya ait 8 nolu meskeni davalı vekilin 13.12.2005 tarihinde dava dışı Kamil Asil"e, K."in 14.12.2005 tarihinde dava dışı G.E.e, G.ın da 15.12.2005 tarihinde davalı D.e, D. de dava açıldıktan sonra 15.07.2011 tarihinde birleşen dava davalısı İ.K.a satış suretiyle aktardığı anlaşılmaktadır.
Davacı, davalılar ile kardeş olduklarını, ataerkil aile olmaları sebebi ile ailenin büyük erkek çocuğu olan davalı F."a banka işlemleri ile taşınmazların vergi işlemlerinde kullanılmak üzere geniş yetkilerin mevcut olduğu 12.12.2005 tarihli vekaletname verdiğini, ancak vekilinin görevini kötüye kullanarak çekişme konusu meskenlerini satış göstermek suretiyle devrettiğini, davalıların ise kötüniyetli olup vekil ile el ve işbirliği içinde hareket ettiklerini ileri sürerek, tapu iptal ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tazminat istekli eldeki davayı açmış, yargılama devam ederken 06.12.2010 tarihli ıslah dilekçesi ile; 8 nolu mesken için 170.000.-TL, 10 nolu mesken için 350.000.-TL olmak üzere toplam 520.000.-TL tazminatın faizi ile birlikte davalı F."tan tahsiline karar verilmesini istemiş, 8 nolu meskenin dava açıldıktan sonra İ. K.isimli şahsa satıldığının anlaşılması üzerine de birleşen davası ile bu kişiye husumet yönelterek aynı isteklerini tekrar etmiştir.
Davalılar vekili ise, iddiaların doğru olmadığını, davacının 10 nolu daireyi bankadan kredi çekip aldığını, ancak ödemelerde sıkışınca bankanın takip yapmaması ve evin satılmaması amacıyla davalı kardeşiD..ile anlaşarak yeri ona verdiğini, borçları da D.."in ödediğini, borç bitip taşınmazın D.."e devri sırasında, D.."in yeni bir yer almak amacıyla kredi çekebilmek için taşınmazın önce soyadı farklı birine devredilmesi gerektiğini bildirmesi üzerine ara satışlarla intikalin yapıldığını, 8 nolu meskeni de davalı Meral"in satın aldığını, ancak o tarihte şehir dışında bulunması sebebi ile davacı adına kayıt oluştuğunu, anılan nedenlerle vekaletin kullanılarak işlem yapıldığını, davacının da bunu baştan beri bildiğini, ekonomik durumu bozulup telefon borçlarını bile ödeyemeyecek hale gelince eldeki davayı kötüniyetli olarak açtığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki; birleşen dava davalısı İ..K..yönünden davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davacı vekilinin bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir. Reddi ile hükmün bu yönü ile ONANMASINA.
Davacı vekilinin öteki temyiz itirazlarına gelince;
Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu 506/2.md) hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır
Somut olaya gelince; çekişmeli taşınmazların gerçekte davalılarD..ile M..e ait olması sebebi ile davacının verdiği vekaleti kullanarak taşınmazları aktardığı yönündeki davalı F..ın savunmaları dikkate alındığında çekişme konusu her iki bağımsız bölümün bedelsiz olarak diğer davalılara devredildiği ve bu temlikler karşılığında davacıya herhangi bir para ödenmediği vekilinde kabulündedir. Öte yandan davacının taşınmazların bedelsiz olarak davalı kardeşlerine devredilmesi yönünde talimatının bulunduğu da kanıtlanmış değildir.
Belirtilen bütün bu olgular, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirildiğinde, temliklerin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, yargılama sırasında davacının talep sonucunu ıslahla bedele hasrettiği gözetilerek, denetime elverişli bilirkişi raporunda saptanan miktarlar dikkate alınarak talep miktarını da aşmayacak şekilde tazminat isteğinin kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Davacı vekilinin belirtilen nedenlerle temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 990.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenlerden alınmasına, 25.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.