Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, miras bırakanı babası İ."den kalan taşınmazlardaki payının davalı annesi tarafından alınan vekaletname ile kendisine herhangi bir bedel ödenmeden ve vekalet görevi kötüye kullanılmak suretiyle annesinin tevkil ettiği kişi tarafından davalı annesine devrinin sağlandığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Davalı, mirasbırakanlarından kalan taşınmazın kendisine temliki için verilen vekaletnamenin dışına çıkılmayıp, vekiledenin zarara uğratılmadığını ve davacının iradesinin sakatlanmadığını, tüm mirasçıların paylarını aynı akitle kendisine devrettiğini savunmuştur.
Mahkemece, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 7527 ada 18 parsel sayılı 171 m2"lik arsa vasıflı taşınmaz ile 549 ada 164 parsel sayılı taşınmazdaki 8 no"lu dükkan vasıflı bağımsız bölümün tarafların mirasbırakanı İ. Ö..adına kayıtlı iken ölümü ile mirasçıları eşi D ve çocukları Ö.., F.., M..ve Ö."e kaldığı, mirasçılardan davacı Ö.in İzmir 24.Noterliğinin 20.2.2004 tarihli vekaletname ile tevkil yetkisini de içerecek şekilde, sahibi veya hissedarı bulunduğu veya bundan sonra sahip olacağı taşınmazlardaki hak ve hisselerini satmaya annesi D.."ye yetki verdiği, D.."nin de İzmir 24. Noterliğinin 10.4.2008 tarihli vekaletnamesi ile davacı kızı adına tevkilen davacının taşınmazlarını satmaya, dava dışı S..Ö..vekil tayin ettiği, S..Ö..in davacı Ö..adına vekaleten, diğer mirasçılar F.. M..ve Ö.."in bizzat hareket ederek 15.4.2008 tarihinde paylarını taşınmazların diğer paydaşı durumundaki davalı annelerine sattıkları anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalndiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir.
Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; her iki vekaletname içeriğinden, tanık olarak dinlenen ve akde bizzat katılan davacının diğer kardeşlerinin beyanlarından anlaşıldığı üzere davacının ve dava dışı kardeşlerinin mirasbırakanlarından kalan dava konusu taşınmazların annelerine satışı konusunda fikir birliği içinde ve rızaları ile hareket etmeleri hususu yukarıdaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde, temlikin iradi olduğu, vekalet görevinin kötüye kullanılmadığı sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davalının temyiz itirazları belirtilen nedenlerle yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3/2.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.