Esas No: 2019/572
Karar No: 2021/337
Karar Tarihi: 01.07.2021
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/572 Esas 2021/337 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Yargıtay Dairesi : 16. Ceza Dairesi
Sanık ...’in silahlı terör örgütüne üye olma suçundan açılan kamu davasında, yapılan yargılama sonucunda TCK’nın 314/2, 3713 sayılı kanunun 5/1, TCK’nın , 53, 58/6,7,9, 63 ve 5275 sayılı yasanın 108/4. maddeleri gereğince 10 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin ... 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.10.2017 tarih, 2017/27 esas, 2017/72 karar sayılı mahkumiyet kararına yönelik sanık ve müdafiince yapılan istinaf başvurusu, ... Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesince reddedilmiş, bu kararın sanık ve müdafi tarafından temyiz edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince temyiz istemleri süresinden sonra yapıldığından temyiz taleplerinin reddine karar verilmiş, bu kararın da sanık ve müdafisince temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesi; Sanık müdafisinin temyiz istemi bakımından verilen red kararını kaldırarak,. eski hale getirme ve temyiz taleplerinin reddine karar vermiş, sanığın talebi bakımından ise usul ve yasaya uygun bulunan red kararının onanmasına oyçokluğuyla karar vermiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 28.02.2019 tarih ve 71062 sayılı itirazıyla;
""Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan sanık ..."in atılı suçtan mahkumiyetine dair ... 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/10/2017 ve 2017/27 Esas ve 2017/72 Karar sayılı kararı sanık müdafisi tarafından istinaf edilmiş, istinaf isteği ... Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 26/03/2018 gün ve 2017/1359 Esas, 2018/202 Karar sayılı kararı ile duruşma açılmaksızın esastan reddedilmiştir. Bu karar 16/04/2018 günü sanık müdafisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmiştir. Sanık müdafisi CMK.nun 291/1 maddesi gereğince 15 günlük yasal süreyi geçridikten sonra 21/06/2018 günü eski hale getirme talebiyle birlikte istinaf kararının temyiz etmiş, sanık ise kendisine yapılan bir tebligat olmamasına rağmen 19/06/2018 ve 21/06/2018 tarihli dilekçeleri ile hükmün temyiz edilmediğini öğrendiğini belirterek, kendisine temyiz hakkı tanınmasının talep etmiş, bu istem ... Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 02/07/2018 gün ve 2017/1359 Esas, 2018/202 Karar sayılı ek kararıyla müdafisinin temyiz isteği ile birlikte reddedilmiştir. Bu karar sanık müdafisine 10/07/2018, sanığa 05/07/2018 günü usulünce tebliğ edilmiş, hem sanık hem de müdafisi tarafından ek karara karşı yasal süresi içinde temyiz kanun yoluna başvurulmuştur.
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 28/02/2019 gün ve 2018/6704 Esas, 2019/1377 Karar sayılı kararı ile sanık müdafisinin talebi yönünden ek karar kaldırılarak temyiz isteminin reddine, sanığın talebi yönünden ise müdafisine yapılan tebligatın tarihi esas alınarak ek kararın onanmasına oy çokluğuyla karar verilmiştir.
Anılan özel Daire kararındaki karşı oylar özetle, 7201 sayılı Tebligat Kanununun 11.maddesinde değişiklik yapan 06/06/1985 tarihli 3220 sayılı yasanın değişiklik gerekçesi ve değişiklikle getirilen hüküm karşısında Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu"nun (İBBGK) 10/07/1940 tarih ve 07/75 sayılı kararının ve bu karara istinaden verilmiş Yargıtay Ceza Genel Kurulu"nun (CGK) 106/09/1085 gün ve 178/361 sayılı, 26/05/1986 gün ve 561/295 sayılı kararlarının yeniden gözden geçirilmesi gerektiği ve hakkında verilen kararı temyize hakkı bulunan sanığa 7201 sayılı Tebligat Kanununun 11. Maddesi ve CMK.nun 35/2-3 maddeleri gereğince tebligat yapılması gerektiği halde yapılmadığı gözetilerek, öğrenme üzerine verdiği dilekçesi sebebiyle, temyiz isteğinin reddine dair ek kararın kaldırılarak sanığın temyizi yönünden dosyanın incelenmesi gerektiği düşüncesine dayanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyat Başsavcılığının itirazının konusu da, 06/06/1985 tarihli 3220 sayılı yasanın 5. maddesi ile değiştirilen Tebligat Kanunu 11. maddesinin 1. fıkra son cümlesi atfıyla CMK.nun 35/2-3 maddesi gereğince yokluğunda verilen kararların sanığa da ayrıca tebliğ edilmesi gerektiği halde tebligat yapılmaması nedeniyle kararı öğrendikten sonra temyiz isteminde bulunan sanığın bu temyizinin, öğrenme üzerine süresi içinde yapılan bir temyiz olarak kabul edilmesi ve temyiz isteğinin esastan incelenmesi gerektiğine dairdir.
Yüksek Daire ile Başsavcılığımız arasındaki uyuşmazlık, yokluğunda verilen kararın, bu kararı temyiz hakkı ve yetkisi bulunan sanığa da ayrıca tebliği gerekip gerekmediğine ilişkindir.
İBBGK"nun 10/07/1940 tarih ve 07/75 sayılı kararı,“...Davanın son dereceye kadar takibi için vekil tayin etmiş olan bir kimseye ilam tebliği mümkün bulundukça müvekkiline tebligat yapılması kanuna aykırı ve bu sebeple tebliğ dahi hükümsüz olduğundan, kanun yoluna başvurma için belli olan süre böyle yolsuz bir tebliğ üzerine cereyan etmez...” şeklindedir ve bu karar ile bu karara istinaden verilmiş CGK"nun 106/09/1085 gün ve 178/361 sayılı, 26/05/1986 gün ve 561/295 sayılı kararlarına göre, kararların sanık müdafisine tebliğinin yeterli olduğu ve ayrıca sanığa tebliğe gerek bulunmadığı kabul edilmiştir.
Ancak kararların vekile veya kanuni temsilciye tebliğini düzenleyen 7201 s. Tebligat Kanununun 11/1 maddesi 06/06/1985 tarihli 3220 sayılı yasanın 5. maddesi ile "Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır." şeklinde yeniden düzenlenmiş, yeni düzenlemenin gerekçesi de "7201 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin birinci fıkrasında «Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır.» hükmü bulunmaktadır. Ancak, vekil vasıtasıyla takip edilen işlerden birden çok vekilin mevcudiyeti durumunda tebligatın hangi vekile yapılacağı, her iki vekile de tebligat yapılmışsa hangi tebligatın geçerli olacağı konularında büküm bulunmamakta, uygulamada tereddütler ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun "kararların tefhim ve tebliğ" başlığını taşıyan 33. Maddesinde ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir. Görülüyor ki her hükmün ilgiliye bildirilmesi CMUK"nın ana ilkelerinden birisini oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu konuda çok hassas davranmış, ilgililerin kanuni haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür. Hal böyleyken Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanunun eski 124 maddesinin mukabili olan tebligat kanununun 11 maddesinde geçen vekil kavramı çoğu zaman müdafi kavramı ile aynı mahiyette telakki edilmekte, bu nedenle ceza yargılamasında tebligat bakımından birbirinden farklı uygulamalara ve hatalı sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır. Bilindiği gibi hukuk yargılamasındaki vekil ile ceza yargılamasındaki müdafi kavramları birbirinden farklıdır. Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatı ile hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer, müdafii ise, yalnızca ceza davasında söz konusudur. YCGK"nın 25/12/1978 gün ve 427507 sayılı kararında da belirtildiği üzere; duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır, akıbeti de sanığın özgürlüğü veya mali durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır. Bu itibarla ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafine yapılan tebliğ geçerli saymak ... ilkeleri ile bağdaştırılamayacak durumdur. İşte yukarıda belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 maddenin 1. Fıkrası yeniden düzenlenmiştir. İşte, yukarıda "belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 inci maddenin birinci fıkrası yeniden düzenlenmiş ve vekilin birden çok olması halinde bunlardan birine tebligat yapılması yeterli görülmüş, tebligat birden fazla vekile yapılmış ise bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılmış ve bundan ayrı alarak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmesine ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur. " şeklinde belirtilmiştir.
CMK.nun Kararların Açıklanması ve Tebliği başlıklı 35. maddesi "(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.
(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.
(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır." şeklindedir.
Uygulamada yukarıda belirtilen İBBGK kararına istinaden hakkında herhangi bir kanun yoluna başvurulması imkanı bulunan hakim veya mahkeme kararları müdafisi bulunan sanığın sadece müdafisine tebliğ edilmekte, yokluğunda karar verilen sanığa tebliğine gerek görülmemektedir. Ancak bu kural mutlak suretle de uygulanmamaktadır. CGK"nun 20/03/2012 gün ve 2011/6-235 Esas, 2012/110 Karar sayılı kararında da belirtildiği gibi, kendisine müdafi atandığından haberdar olmayan sanıklara, müdafisi aleyhlerine verilen karar hakkında temyize başvurmuş olsa dahi, gerekçeli kararın ve müdafisinin temyiz dilekçesinin tebliğinin Anayasanın 36 m. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3 maddesinde ifadesini bulan adil yargılanma hakkının bir gereği olduğu kabul edilmiştir.
İBBGK kararından sonra 7201 sayılı Tebligat Kanunu"nun 11. maddesinde yapılan değişiklik gerekçesine bakıldığında, müdafisi bulunan sanığa yokluğunda kanun yolu açık olarak verilen hakim veya mahkeme kararlarının tebliğ edilmemesinin sakıncaları ortaya konularak, vekile tebliğ kuralının istinası olarak Ceza Muhakemesi Kanununda yer alan sanığa tebliğe dair yasal düzenlemelerin saklı tutulduğuna dair ibarenin eklenmiş olduğu görülmektedir.
Nitekim somut olayda da, sanığın mahkumiyetine dair ... 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/10/2017 gün ve 2017/27 Esas, ve 2017/72 Karar sayılı kararı sanık müdafisi tarafından istinaf edilmiş, istinaf isteği ... Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 26/03/2018 gün ve 2017/1359 Esas, 2018/202 Karar sayılı kararı ile duruşma açılmaksızın esastan reddedilmiştir. Bu karar 16/04/2018 günü sanık müdafisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmiştir. Sanık müdafisi CMK.nun 291/1 maddesi gereğince 15 günlük yasal süreyi geçridikten sonra 21/06/2018 günü eski hale getirme talebiyle birlikte istinaf kararının temyiz etmiş, sanık da kendisine yapılan ayrı bir tebligat olmaksızın 19/06/2018 ve 21/06/2018 tarihli dilekçeleri ile hükmün temyiz edilmediğini öğrendiğini belirterek kendisine temyiz hakkı tanınmasının talep etmiştir. Bu talep ... Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 02/07/2018 gün ve 2017/1359 Esas, 2018/202 Karar sayılı ek kararla birlikte müdafisinin temyiz isteği ile birlikte reddedilmiştir. Söz konusu bu red kararı müdafisine 10/07/2018, sanığa 05/07/2018 günü usulünce tebliğ edilmiş, hem sanık hem de müdafisi tarafından ek karara karşı süresinde temyiz kanun yoluna başvurulmuştur. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 28/02/2019 gün ve 2018/6704 Esas, 2019/1377 Karar sayılı kararı ile sanık müdafisinin talebi yönünden ek karar kaldırılarak temyiz isteminin reddine, sanığın talebi yönünden ise müdaifisine yapılan tebligatın tarihi esas alınarak ek kararın onanmasına oy çokluğuyla karar verilmiştir. Bu hali ile 7201 sayılı Tebligat Kanunu"nun 11. maddesinde yapılan değişikliğe ilişkin gerekçede ortaya konan sakıncalı hal gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bu nedenle sanığın öğrenme üzerine yaptığı temyiz istemi yönünden inceleme yapılmak üzere, sanığın temyiz isteminin reddine dair ek kararın kaldırılması ve sanığın talebi doğrultusunda temyiz incelemesinin yapılabilmesi için Yüksek Dairenin sanığın temyiz isteğinin reddine dair ek kararın onanmasına yönelik kararına itiraz etmek gerekmiştir "" şeklinde gerekçeyle karara itiraz ettiği,
Yargıtay 16. Ceza Dairesi 24.01.2019 tarih, 3021-2068 sayılı kararıyla;
Müdafiyle takip edilen davalarda temyiz süresinin başlayabilmesi için sanığa tebligat yapılması gerektiğine ilişkin itirazı oyçokluğuyla yerinde görmeyen Dairece Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmiş olan dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Müdafiyle takip edilen davalarda kanun yolu başvurusu için sanığa ayrıca tebligat yapılması gerekip gerekmediğine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
... 7. Ağır Ceza Mahkemesince sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasına hükmedildiği,
Bu hükme yönelik sanık ve müdafi tarafından Bölge Adliye Mahkemesi’ne başvurulması üzerine, ... Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, 26.03.2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği,
Kararın sanık müdafisine 16.04.2018 tarihinde usulüne uygun şekilde tebliğ edildiği, sanığa ise o süreç itibariyle bir tebligat yapılmadığı,
Sanık müdafinin kararı süresinde temyiz etmediği,
Sanığın 19 ve 22 Haziran 2018 tarihlerinde verdiği dilekçelerle cezaevi görevlileri tarafından kendisine artık hükümlü olduğunun ifade edildiği, avukatının süresinde temyiz dilekçesi vermemesinden dolayı hakkında verilen hükmün kesinleştiğini ve temyiz hakkını geri istediğini beyan ettiği, aynı şekilde 21.06.2018 tarihinde sanık müdafisinin de dosyaya sunduğu dilekçeyle eski hale getirme ile birlikte temyiz talebinde bulunduğu,
02.07.2018 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesince temyiz taleplerinin süresinden sonra yapılması nedeniyle reddedildiği, bu kararın sanık ve müdafisine ayrı ayrı tebliğ edildiği, hem sanık hem müdafisinin red kararını ayrı ayrı temyiz ettikleri;
Yargıtay 16. Ceza Dairesince sanık müdafisinin istemi bakımından red kararını kaldırılarak eski hale getirme ve temyiz taleplerinin reddine karar verilmiş, sanığın talebi bakımından ise usul ve yasaya uygun bulunan red kararının onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı ise müdafisi bulunsa bile sanığa karar tebliği yapılmadan temyiz süresinin başlamayacağı ve öğrenme üzerine verilen dilekçedeki temyiz taleplerinin esastan incelenmesi gerektiğine ilişkindir.
Dairenin ise itirazı yerinde görmeyerek dosyayı incelenmek üzere Ceza Genel Kurulu’na gönderdiği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için "adil yargılanma hakkı", Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi, "kanun yollarına başvurma hakkı" ve "temyiz kanun yolu" kavramları ile müdafiye tebligat konusu ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde hüküm altına alınan "adil yargılanma hakkı" hukukun üstünlüğü ile adalete erişimi koruyan ve kişilerin ceza muhakemesinin ilk aşaması olan soruşturmanın başından itibaren açık ve adil bir şekilde yargılanmalarını teminat altına alan mutlak bir hak olup, kişilerin hukuk devleti kuralları içinde makul sürede yargılanmasını öngörür. Adil yargılanma hakkı hukuk devleti ilkesinin bir gereği olup, bireyler için bir hak, devlet için ise bir görevdir. Adil yargılanma hakkının amacı, yargılamanın doğru, hakkaniyete uygun ve adil bir biçimde yerine getirilmesini sağlamaktır.
Adil yargılama, ceza muhakemesi hukukunda, sanığa ve mağdura tanınan hakların tümü ve insan hakları ihlal edilmeden yapılan yargılama olarak tanımlanmakta olup, soruşturma ve kovuşturma evrelerinin tamamında geçerli olan bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ceza yargılamasında adil yargılanma hakkının bir parçası olarak etkin başvuru yolu ve yöntemine verilen önem dikkate alındığında, Anayasa"nın 40. maddesinin ikinci fıkrası, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi"nin (İHAS) 13. maddesi ve CMK"nın 34. maddesinin ikinci fıkrası ile 232. maddesinin altıncı fıkrasına uygun olarak kararın tebliğinin şeklî değil, faydalı, amacına uygun, hak arama hürriyetini ve etkin başvuru hakkını engellemeyecek biçimde yapılması gerekmektedir.
Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun"un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercisi ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarihli ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir (Mesut ..., Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, ... Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl:2006, S. 3, s. 4-10.). Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
CMK’nın "Kanun yollarına başvurma hakkı" başlıklı 260. maddesinin ilk fıkrasında;
“Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır" denilmek suretiyle sanıkların kanun yoluna başvuru haklarının bulunduğu açıkça kabul edilmiştir.
Aynı Kanun"un "Avukatın başvurma hakkı" başlıklı 261. maddesi ise;
“Avukat, müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir." şeklinde düzenlenerek müdafinin ve vekilin kanun yoluna başvuru haklarının bulunduğu açıkça kabul edilmiştir.
Temyiz kanun yolu, kural olarak bölge adliye mahkemesi ceza daireleri tarafından verilen hükümlerle, bu dairelerin hükme esas teşkil eden ara kararlarına ve 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu"nun 18. maddesi uyarınca iade taleplerine ilişkin ağır ceza mahkemeleri tarafından verilen kararlara karşı başvurulan bir olağan kanun yoludur.
2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 15. maddesinin 3. fıkrası ile “İlk derece mahkemesi olarak ilgili dairelerce verilen hükümlerin temyiz yoluyla incelemesini yapmak” görevi Yargıtay Ceza Genel Kuruluna verilmiştir.
CMK’nın "Temyiz istemi ve süresi" başlığını taşıyan 291. maddesi hüküm tarihi itibarıyla;
"(1) Temyiz istemi, hükmün açıklanmasından itibaren onbeş gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime onaylattırılır. Tutuklu bulunan sanık hakkında 263 üncü madde hükmü saklıdır.
(2) Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar.",
CMK’nın "Temyiz başvurusunun içeriği" başlığını taşıyan 294. maddesi;
"(1) Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.
(2) Temyiz sebebi, ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir."
CMK’nın "Temyiz gerekçesi" başlığını taşıyan 295. maddesi ise;
"(1) Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir. Cumhuriyet savcısı temyiz dilekçesinde, temyiz isteğinin sanığın yararına veya aleyhine olduğunu açıkça belirtir.
(2) Temyiz, sanık tarafından yapılmış ise, ek dilekçe kendisi veya müdafii tarafından imza edilerek verilir.
(3) Müdafii yoksa sanık, tutanağa bağlanmak üzere zabıt kâtibine yapacağı bir beyanla gerekçesini açıklayabilir; tutanak hâkime onaylatılır. Sanığın yasal temsilcisi ve eşi hakkında 262 nci madde, tutuklu sanık hakkında ise 263 üncü madde hükümleri saklıdır.",
Hükümlerini içermektedir.
5271 sayılı CMK’nın “Temyiz isteminin kabule değer sayılmamasından dolayı hükmü veren mahkemece reddi” başlığını taşıyan 296. maddesinin birinci fıkrası;
“Temyiz istemi, kanunî sürenin geçmesinden sonra yapılmış veya temyiz edilemeyecek bir hüküm temyiz edilmiş veya temyiz edenin buna hakkı yoksa, hükmü temyiz olunan bölge adliye veya ilk derece mahkemesi bir karar ile temyiz istemini reddeder.” şeklindedir.
"Davasız yargılama olmaz" ilkesi ve CMK’nın 296. maddesinin birinci fıkrası gereğince temyiz incelemesi yapılabilmesi için aleyhine temyiz yoluna başvurulabilecek bir hükme karşı, hak sahibi tarafından, süresi içerisinde, temyiz davası açılması yani temyiz isteminde bulunulmuş olması gerekir.
Ceza Muhakemesi Kanunu"nda, istinaf yoluna başvurabilecek kişiler açıkça ve ayrıca düzenlenmiş olmasına karşın, temyiz yoluna başvurabilecek kişilere ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak temyiz de olağan bir kanun yolu olup kanun yollarına ilişkin genel hükümlere göre başvurma hakkı olanlar temyiz kanun yoluna başvurabilirler. Buna göre; Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık, katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar, verilen hüküm veya karar nedeniyle hukuki hakları zarar gören üçüncü kişiler, şüpheli veya sanığın yasal temsilcisi ve eşinin temyiz kanun yollarına başvuru hakkı bulunmaktadır.
CMK’nın 291. maddesine göre; temyiz davası açılması için on beş günlük bir süre öngörülmüştür. Hükmün yüze karşı açıklanmasından itibaren bu süre içinde temyiz kanun yoluna başvurulması şarttır. Kural olarak temyiz başvurusunun yazılı şekilde olması yani hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile yapılması gerekir. Ancak zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle sözlü başvuruda bulunmak da mümkündür. Bu durumda beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkim tarafından onaylanır.
Hüküm, temyiz kanun yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmış ise karar tarihi itibarıyla süre tebliğ tarihinden itibaren başlayacaktır.
Bu genel açıklamalar ışığında uyuşmazlığın çözümü Tebligat Kanunu"nun 11. Maddesi ve madde gerekçesi ile Ceza Muhakemesi Kanunu"nun ilgili hükümleri, özellikle Kanunun 35/2. maddesi arasındaki ilişkinin irdelenmesine bağlıdır.
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Vekile ve kanuni mümesile tebligat” başlıklı 11. maddesinde;
“Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.” şeklinde iken,
CMK"nın 35/2. maddesi ise "" Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur"" şeklindedir.
Tebligat Kanununun 11. maddesinin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı"nın itirazı içeriğinde yer verilen gerekçesi incelendiğinde, ceza muhakemesindeki müdafi kavramıyla, hukuk muhakemesindeki vekil kavramları arasındaki farklılığa dikkat çekildiği, itirazın ise gerekçede yer alan bu ayrımı dayanak aldığı, sanık müdafisinin, vekilin aksine her durumda ilgilinin bir temsilcisi olmadığı, ceza muhakemesinin temel bir sujesi olarak sanığa karşı bağımsız bir konumu olduğu, sanığın savunmasıyla bağlı olmadığı, sanığın aksine onu savunmakla yükümlü olduğu, sanık ve müdafisinin bağımsız konumları dikkate alındığında birine yapılan tebliğin diğerine yapılmış sayılamayacağı, sanığın temyiz hakkını kullanabilmesi için müdafi bulunsa bile ayrıca tebligat yapılmasının zorunlu olduğunun savunulduğu anlaşılmakta, sanığa ayrıca tebligat yapılmadığı takdirde temyiz süresinin başlamayacağı ve dolayısıyla hükmün kesinleşmeyeceği savunulmaktadır.
Ceza Muhakemesi Kanunu"nun 35/2. maddesi içeriği incelendiğinde ise müdafisi bulunan sanık hakkında verilen ve kanun yollarına başvurulması mümkün bir hükmün sadece sanığa tebliğ edileceğine, müdafisinin tebliğ alma hak ve görevinin kanun tarafından kaldırıldığına ilişkin açık bir düzenlemenin yer almadığı, bu doğrultuda bu madde ile birlikte Tebligat Kanunu 11. Madde, 1. cümlenin amir ve emredici konumunun sürdüğü anlaşılmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu"nun 35/2. maddesi bu anlamda bir istisna olmadığından temyiz hakkının kullanılabilmesiyle ilgili hukuki sürece bir etkisi bulunmamaktadır. Aksi kabulün temyiz hakkının kullanımının şart ve usulleriyle ilgili bir karışıklığa sebebiyet verebileceği, temyiz hakkı gibi ceza muhakemesinde özel önem taşıyan bir hakkın kullanımında sanığı müdafi yardımından yoksun bırakabileceği, bu durumun müdafiden yararlanma hakkının özüne dokunan bir sonuç yaratacağı, kanun koyucunun amacının bu yönde olmasının düşünülemeyeceği, öte yandan T.C. Anayasasının 40/2. maddesinin yukarıda yer verilen gerekçesi çerçevesinde temyiz hakkının kullanılmasının şart ve usullerine ilişkin ayrıntılı düzenlemeler getiren kanunun uyuşmazlık konusunda açık bir istisna getirmemiş olmasının kendi sistematiğiyle de bağdaşmayacağı anlaşılmaktadır. Tebligat Kanunun 11. Maddesinin son cümlesi ile birlikte Ceza Muhakemesi Kanunun 35/2. maddesi gereğince sanıklara tebliğin gerekli olduğu ancak bu hususun temyiz hakkının kullanılabilmesinin ön koşulu olmadığı, bu maddeye göre yapılan tebliğin temyiz süresini yeniden başlatmayacağı, Tebligat Kanununun 11. maddesinde 1985 yılında yapılan değişiklikten sonra gelişen yorum ve uygulamanın da bu yönde olduğu anlaşılmaktadır. Bu uygulama anılan madde gerekçesinde yer alan ve müdafi ile vekil arasındaki farkı açıklayan doktrinde genel kabul görmüş yaklaşımlara da aykırı değildir, zira bu görüş kapsamında da ilgili kararların sanıklara tebliğ edilmesinin kanuni bir görev olduğu kabul edilmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık müdafisinin 16.04.2018 günü kendisine usulüne uygun tebliğ olunan hükme yönelik 21.06.2018 tarihinde süresinden sonra temyiz talebinde bulunduğu ve geçerli bir eski hale getirme sebebi de öne sürmediğinin anlaşılması karşısında, gerekçeli kararın sanığa ayrıca tebliğ gerekmediği düşüncesiyle temyiz ve eski hale getirme taleplerinin reddine karar veren Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararı isabetli bulunmakla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dokuz Ceza Genel Kurulu üyesi;
""İtiraza konu dosyanın görüşülmesi sonrasında sayın Yargıtay Ceza Genel Kurulu"da oluşan çoğunluk görüşü ile aramızdaki uyuşmazlık müdafiisi bulunan sanık hakkında gıyapta verilen Bölge Adliye Mahkemesi kararının sanığa ayrıca tebliği gerekip gerekmediğine ilişkindir.
Uygulamada Yargıtay İ.B.B.G.K."nın 10.07.1940 tarih ve 07/75 nolu kararları ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 16.09.1985 tarih ve 178/361 nolu yine 26.05.1986 tarih 561/295 nolu kararlarına göre; müdafisi bulunan sanıklar yönünden tebligatın sanığın müdafisine yapılacağı bu hususun müdafiinin görevi içinde bulunduğu dolayısıyla yoklukta tefhim olan kararın vekile tebliğ edilmesi gerektiği ayrıca sanığa yapılan tebligatın hukuksal geçerliliğinin bulunmadığı karar altına alınmıştır.
Bu durumda tebligat kanunu 11. maddesinin yeniden gözden geçirilmesinde fayda bulunmaktadır. Bu gözden geçirme yapılırken özellikle yukarıda zikredilen içtihadı birleştirme kararından sonra Tebligat Kanununun 11. maddesinde 06.06.1985 tarihinde 3220 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin dikkate alınması gerekmektedir. Tebligat Kanunun 11. maddesine göre; "Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır, vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır." düzenlemesi yer almaktadır.
Yerleşik uygulamanın temelini oluşturan bu maddeye göre vekil ile takip edilen işlerde tebligat vekile yapılacaktır. Ancak 06.06.1985 tarih ve 3220 sayılı Kanun ile değişik son düzenlemesine göre ceza yargılamasında kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümler saklı tutulmuştur. Buradan çıkacak sonuç müdafi ile takip edilen bir davada tebligatın sanıklara yapılmasına ilişkin ayrıksı bir düzenleme söz konusudur. Bu durumda halen yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK"nın kararların sanıklara tebliğine ilişkin hükümlerin ve Tebligat Kanununun ilgili hükmünün ve özellikle gerekçesinin incelenmesi gerekmektedir.
3220 sayılı Kanunun 5. maddesi ile değişik Tebligat Kanunun 11. maddesindeki yapılan değişikliğin gerekçesi şu şekildedir. "Diğer taraftan Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun "kararların tefhim ve tebliğ" başlığını taşıyan 33. maddesinde ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir. Görülüyor ki her hükmün ilgiliye bildirilmesi CMUK"nın ana ilkelerinden birisini oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu konuda çok hassas davranmış, ilgililerin kanuni haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür. Hal böyleyken Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanunun eski 124. maddesinin mukabili olan tebligat kanununun 11. maddesinde geçen vekil kavramı çoğu zaman müdafi kavramı ile aynı mahiyette telakki edilmekte, bu nedenle ceza yargılamasında tebligat bakımından birbirinden farklı uygulamalara ve hatalı sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır. Bilindiği gibi hukuk yargılamasındaki vekil ile ceza yargılamasındaki müdafi kavramları birbirinden farklıdır. Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatı ile hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer, müdafii ise, yalnızca ceza davasında söz konusudur. YCGK"nın 25.12.1978 gün ve 427507 sayılı kararında da belirtildiği üzere; duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır, akıbeti de sanığın özgürlüğü veya mali durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır. Bu itibarla ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafine yapılan tebliğ geçerli saymak ... ilkeleri ile bağdaştırılamayacak durumdur. İşte yukarıda belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 maddenin 1. fıkrası yeniden düzenlenmiştir."
Görüldüğü üzere Tebligat Kanunun 11. maddesinde yapılan değişiklik münhasıran kararların sanıklara tebliğ edilmesini sağlamak amacıyla yapılmış olup, bu husus gerekçede açıkça yer almıştır. Dolayısıyla bu madde gerekçe gösterilerek müdafiye yapılan tebligatın yeterli olduğunu kabul etmek hukuken mümkün değildir. Zira ceza muhakemesinde hukuk muhakemesinden farklı olarak müdafi sanığın temsilcisi değildir, onun yerine geçemez. Kunter/Yenisey/Nuhoğlu ""Müdafi, medeni muhakemedeki vekilden farklıdır ve müstakil bir durumu vardır. Bu sebeple sanığa bildirme müdafie bildirme yerine geçmediği gibi müdafie bildirme de müdafi sanığın temsilcisi olmadıkça, sanığa bildirme yerine geçmez ve sanık ile müdafie ayrı ayrı bildirme gerekir. ( TebK ""85-3220"" 11/1)"" şeklinde görüş bildirmiş, ek olarak da ""... Müdafaa hakkını zorlaştırmamak için süre son bildirmeden hesaplanmalıdır"" görüşünü de yer verilmiştir. ( Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, ... Ekim 2010) Bu konuyu yine YCGK "nun 1989/8-268 sayılı kararı çerçevesinde inceleyen makalesinde Prof. Dr. Serap Keskin;
""...Sanığın temsilcilerine yaptırdığı savunma bireysel savunmadır. Halbuki müdafi ile savunma kamusal savunmadır. Kamusal savunmada ise adaletin savunulması vardır. Sanık kendisini isterse savunur, isterse savunmaz. Fakat kamusal savunma makamını işgal eden müdafi, sanığı savunmaya ve adalete hizmet etmeye mecburdur. Muhakeme hukukunda müdafi teriminin özel bir anlamı vardır. Müdafi yalnızca Ceza Muhakemesinin savunma makamında yer alan sanık bakımından söz konusu olduğu gibi Medeni Muhakeme Hukukundaki vekilden farklı olup bağımsız bir durumu vardır.""
""Ceza Muhakemesi Hukukunda müdafi, muhakeme sujesi olup sanıktan bağımsız, ayrı yetkileri ve ödevleri olan bir makamdadır. Bu nedenle müdafi, savunmasında, sanığın savunması ile bağlı değildir. Sanık, müdafini belli bir savunmaya zorlayamaz. Müdafi tam bir hareket serbestliğine sahiptir; sanığın talimatlarıyla bağımlı değildir. Bu nedenle sanığa bildirme müdafine bildirme yerine geçmediği gibi, müdafie bildirme de, müdafi sanığı temsilcisi olmadıkça sanığa bildirme yerine geçmez. Dolayısıyla da sanık ile müdafiine ayrı ayrı bildirme gerekir"" düşüncelerine yer verdiği, sonuç olarak da Ceza Genel Kurulu"nun 1989/8-268 sayılı kararında ifade ettiği ""...Ceza Muhakemesinde sanığın yokluğunda tefhim olunan kararın vekile tebliğ edilmesi gerektiği ve sanığa ayrıca yapılan tebligatın hukuken geçersiz olduğu şeklinde ifade edilen görüşünü de doğal olarak doğru bulmamaktayım"" şeklinde görüş bildirmiştir. (İHFM C. LV-S 3 1997 Ceza Muhakemesinde Sanığa Yapılan Tebligat) Anlaşıldığı üzere doktrinde müdafie yapılan bildirimin müdafi sanığın temsilcisi olmadıkça sanığa yapılmış sayılmayacağı hususunda yaygın görüş mevcuttur.
Öte yandan Ceza Muhakamesi Kanununun 35/2. maddesi "koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hakim veya mahkeme kararları hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur." CMK 35/3 "ilgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar kendisine okunup anlatılır." şeklindedir.
Ceza yargılamasının asıl sujesi, tarafı sanık olduğuna göre buradaki "ilgili" "den kastedilenin sanık veya katılan olduğu kuşkusuzdur. Kanun bu maddesi ile aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek bir kararın yoklukta verilmesi durumunda ilgilisine tebliğ edilmesini zorunlu kılmıştır.
Ceza Muhakamesi Kanununun 260/1 "hakim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar... için kanun yolları açıktır.",
Yine 261. maddesinde "avukat müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir." hükümlerine yer vermiştir.
Bu iki maddenin düzenlemesi beraber değerlendirildiğinde kanun yoluna başvurma hakkı aslen sanığa tanınmış bir haktır. Avukat ise sanığın açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yoluna başvurabilecektir. Hal böyle olunca asıl hak sahibine kararın tebliğ edilmesine gerek olmadığını düşünmek bu hukuki düzenlemelerle bağdaşmayacaktır.
Yine Ceza Muhakemesi Kanununun 263. maddesinde tutuklu bulunan sanığın ne şekilde kanun yollarına başvurabileceği ayrıntılı bir biçimde hüküm altına alınmıştır. Özellikle tutuklu sanıklara kararların tebliği hususu ile bu sanıkların kanun yollarına başvuru usulleri CMK"da ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş, kanun koyucu bu hususlara azami bir ehemmiyet atfedmiştir.
Yine kanunun 291 maddesinde ise, temyiz isteminin süresi ve usulu düzenlenmiş bu maddede de tutuklu bulunan sanık hakkında CMK"nın 263 maddesi hükmünün saklı olduğu belirtilmiş, 291/2. maddesinde ise "Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa süre tebliğ tarihinden başlar" hükmüne yer verilmiştir.
Bu iki fıkra beraber değerlendirildiğinde tutuklu bulunan sanığa gıyapta verilen hükümlerin ne şekilde tebliğ edileceği Ceza Muhakemesi Kanununun 263. maddesine atıf yapılarak düzenlenmiş, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda verilen kararlara karşı temyiz süresinin tebliğ tarihinden itibaren başlayacağı belirlenmiştir. Hükmü temyiz etme yetkisi olanlar arasında sanık da bir suje olarak sayılmış olduğuna göre tutuklu sanığa hükmün tebliğinin gerekmediği veya tebliğ gerekse bile bu tebliğ tarihine göre temyiz süresinin başlamayacağını savunmak kanunun emredici hükümlerine aykırılık oluşturacaktır.
Diğer taraftan kanunun 295/2. maddesi "temyiz sanık tarafından yapılmış ise ek dilekçe kendisi veya müdafii tarafından imza edilerek verilir." hükmünü getirmiştir. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere yasamız müdafii bulunsa bile sanığın da temyize hakkı olduğunu, bu hakkın müdafiinden ayrı ve bağımsız olduğunu, kendi başına sanığın bu hakkı kullanabileceğini kabul etmiştir. Bu itibarla bu hakkını kullanabilmesi için sanığa yokluğunda verilen kararın tebliğ edilmesi ve bu tebliğ tarihine göre temyiz süresinin başlatılması bir zorunluluktur.
Özellikle ceza yargılaması sistemimize istinaf kanun yolunun girmesi ile birlikte bu husus daha da önemli hale gelmiştir. Zira istinaf kanun yolunda bölge adliye mahkemelerince çoğunlukla duruşma açılmaksızın dosya üzerinden karar verilmekte ve verilen kararların tebliğ edilmesiyle temyiz süreci başlamaktadır. Cezaevinde tutuklu bulunan sanıklar yönünden gıyapta verilen istinaf kararlarının öğrenilme imkanı bulunmamaktadır. Bu itibarla sadece sanık müdafiine tebligat yapılmasını yeterli görmek ve bu tebligat tarihine göre temyiz süresini başlatmak ve sürenin ilgili müdafii tarafından kaçırılması durumunda temyiz isteminin reddine karar vermek yasamızın açık hükümlerine aykırı olduğu gibi hakkaniyet kurallarına da açıkça aykırılık taşımakta ve uygulamada çok ciddi hak kayıplarına yol açmaktadır.
Yukarıda değinilen kanun maddeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde müdafisi olup olmadığına bakılmaksızın aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek kararların sanıklara tebliğ edilmesi zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Yine yasanın mantığına göre kanun yollarına başvurma hususunda asıl yetki sanığa aittir. Müdafi sanığın açık arzusuna aykırı olmamak şartıyla kanun yollarına başvurabilecektir. Sanığın gerek kanun yollarına başvuru hakkını kullanması gerekse müdafisine kanun yoluna gidip gitmeyeceği hususunda arzusunu iletmesi için hakkındaki kararın ne olduğunu bilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle tutuklu sanıklar söz konusu olduğunda yasamızın daha ayrıntılı hükümler koyduğu tutuklu sanıklara kararların tebliğine ilişkin emredici hükümler koyduğu anlaşılmaktadır. Tutuklu sanıkların haklarındaki kararlara ulaşım imkanlarının kısıtlılığı nazara alındığında haklarındaki kararların bu kişilere tebliğ daha da önem kazandığından kanun koyucunun bu konudaki hassasiyeti yerinde ve doğru bir yaklaşımdır.
Yargılama, vekil için değil, sanık için yapılmaktadır. Gerekçeli kararın tebliği, Anayasanın 36 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3 maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının korunmasının gereği ve sonucudur.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle; özellikle Tebligat Kanununun 11. maddesinin 3320 sayılı Kanun ile değişik düzenlemesi, değişikliğin yasal gerekçesi beraber değerlendirildiğinde kanun koyucunun müdafi ile temsil edilse bile kararların sanıklara tebliğini gerçekleştirme adına bu değişikliği yaptığı açık ve nettir. Aynı şekilde 5271 sayılı CMK"da kararların sanıklara ve özellikle de tutuklu sanıklara tebliğine ilişkin emredici hükümler nazara alındığında aksi yöndeki bir kabul yasalarımızın açık hükümlerine aykırı sonuç doğurmaktadır. Özellikle yukarıda anılan İçtihadları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun kararından sonra Tebligat Kanununda değişikliğe gidilmiş olması ile 5271 sayılı CMK"nın anılan hükümleri beraber değerlendirildiğinde kararların sanıklara ve özellikle tutuklu sanıklara müdafisi bulunup bulunmadığına bakılmaksızın tebliğinin gerektiği, bu tebliğden itibaren de kanun yoluna başvuru süresinin başladığının kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Aslen CMK sisteminde yargılamanın asıl sujesi olan sanığa tanınan kanun yoluna başvuru hakkının CMK"ya göre sadece tebligatı düzenleyen - ki bu konuda dahi ilgili madde CMK"ya atıf yapmıştır- Tebligat Kanununun ilgili maddesine göre kanun yoluna başvuru süresini başlatmak yasal mevzuata uygun bir durum olmayacaktır. Yine müdafiinin kanun yoluna başvuru süresini kaçırması durumunda müdafiye uygulanacak cezai veya idari yaptırım sanığın temyiz hakkını geri vermeyecek ve bu anlamda hak kaybını da önlemeyecektir. Bu itibarla; özellikle Tebligat Kanununun 11. maddesinde yapılan değişiklik, değişikliğin gerekçesi nazara alınarak aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek mahkeme kararlarının sanıklara tebliği ve bu tebliğden itibaren yasa yollarına başvuru süresinin başlatılması bir zorunluluktur.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; gıyapta verilen istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi hükmünün sanık müdafiine 16.04.2018 tarihinde tebliğ edildiği, sanık müdafiinin 21.06.2018 tarihli ve eski hale getirme talepli dilekçesi ile hükmü temyiz ettiği sanık müdafiinin eski hale getirme talebinin yerinde olmadığı ve sanık müdafiinin temyiz talebinin reddine karar verilmesinin gerektiği, bu yönüyle bir uyuşmazlık bulunmadığı;
Ancak istinaf kararının cezaevinde tutuklu olarak bulunan sanığa tebliğ edilmediği, sanığın istinaf kararının kesinleşmesi ve cezaevine infaz amacıyla gönderilmesi aşamasında karardan haberdar olduğu bunun üzerine 19.06.2018 ve 22.06.2018 tarihli temyiz dilekçeleri ile kararı temyiz ettiği, sanığa herhangi bir tebligat yapılmamış olması karşısında ilk temyiz dilekçesi verdiği tarihin öğrenme tarihi olarak kabulünün gerektiği bu itibarla sanığın temyiz isteminin incelenmesinin gerekli olduğu ... Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin temyiz isteminin reddine ilişkin 02.07.2018 tarihli ek kararının kaldırılarak sanığın temyizinin incelenmesine karar verilmesinin gerektiği, bu yönüyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar verilmesi görüşünde olduğumuzdan Yargıtay Ceza Genel Kurulu sayın çoğunluğunun aksi yöndeki uygulamasına iştirak etmiyoruz"" şeklinde karşı görüş beyan etmişlerdir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2-Dosyanın Mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 01.07.2021 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.