Hukuk Genel Kurulu 2015/1485 E. , 2017/1503 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 13. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 06.03.2013 gün ve 2011/1323 E., 2013/141 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 23.12.2013 gün ve 2013/9551 E., 2013/25287 K. sayılı kararı ile,
“…1-Dosyadaki yazılara, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, Kurum avukatının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Eldeki davada davacının 1479 sayılı Yasa kapsamında geçen 31.03.1995–03.05.2004 tarihleri arasındaki sigortalılık sürelerinin 12.05.2008 tarihli tahsis talebine göre yaşlılık aylığında gözetilebilmesi için, bu döneme ilişkin prim borcunun bulunmaması gerektiği hususu dikkate alınmalı ve davalı Kurumdan bu döneme ilişkin prim borcunun olup olmadığı sorulmalıdır.
Diğer taraftan, davacının tahsis talebinin geçerli ve prim borcunun olmaması halinde de 12.05.2008 tarihinden sonra tekne ile deniz taşımacılığı faaliyetinin devam edip etmediği davacının bu tekneyi satışının veya vergi dairesinden terkini olup olmadığının belirlenmesi ile bune göre faaliyeti devam ediyorsa 506 sayılı Yasanın 63 ve 5510 sayılı Yasanın 30’uncu maddeleri gereğince sosyal güvenlik destek primi borcunun doğacağı gözetilmeli, bu kapsamda Kurumca tahakkuk ettirilen prim borçlarının tamamının iptaline karar verilemeyeceği hususu dikkate alınmalı ve bu yönde mahkemece yapılacak araştırma sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava 2005 sonrası dönemler için Bağ-Kur sigortalılığının iptali ile tahsis talep tarihini takip eden aybaşından itibaren SSK’dan emekli olduğunun kabulü ve ödenmeyen aylıkların tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin 01.03.1976 tarihinde çalışmaya başladığını, 31.03.1995 tarihinde vergi mükellefi olduğunu, aynı tarihte Bağ-Kur’a kaydını yaptırdığını, ancak 01.10.2004 tarihinde mükellefiyetinin sona erdiğini ve tekrar sigortalı çalışmaya başladığını, çalışmasının halen devam ettiğini, SSK’dan emekli olmak için gerekli şartları tamamladığını, 12.05.2008 tarihinde tahsis talebinde bulunduğunu, ancak 2004 tarihinde SSK’lı çalışması ve vergi kaydı olmaması sebebiyle kapatılması gereken Bağ-Kur kaydının halen devam etmesi gerekçe gösterilerek 2004 sonrası SSK hizmetlerinin yok sayıldığını ve emeklilik talebini reddedildiğini ileri sürerek 2005 tarihinden sonraki dönemler için Bağ-Kur sigortalılığının iptali, bu dönemde baskın çalışma olarak SSK sigortalılığının kabulü ile tahsis talep tarihini takip eden aybaşından itibaren SSK’dan emekliliğine, tahsis talep tarihinden dava sonuna kadar ödenmeyen aylıkların faiziyle ödenmesine, Bağ-Kur prim borçlarının iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili davacının sigortalılığının başlangıcının 5000 gün hesabında 01.03.1976 olarak alındığını, ancak 27.05.1961 doğumlu olan davacının 1976 yılında 15 yaşında ve çırak konumunda olduğunu, 12.05.2008 tarihli talebinin reddedilmediğini, Bağ-Kur hizmetleri temin edilemediğinden askıya alındığını, muhtelif sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi hizmetleri bulunanlara 2829 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca birleştirilmiş hizmet süreleri üzerinden en son yedi yıllık hizmet süresi fazla olan kurumca kendi mevzuatına göre aylık bağlanacağının ve baskın çalışmanın Bağ-Kur"a tabi çalışmaların olduğunun açık olduğunu, 2005 yılından sonraki Bağ- Kur sigortalılığın iptali isteminin de yerinde olmadığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davacının ticari taksi işi sonrasında Bağ-Kur sigortalılığını gerektirecek eylemli bir işinin olmadığı, aksinin kabulü halinde dahi 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu’nun 22.02.2006 gün ve 5458 sayılı Kanun’un 13. maddesi ile değişik Ek 19. maddesi gereğince davacının Bağ-Kur sigortalısı olarak son prim ödemesini 18.05.2004 tarihinde yaptığı, Bağ-Kur İl Müdürlüğü’nce davacının ödenmemiş prim borçlarının ödenmesi için tebligat yapılmış olmasına karşın davacının herhangi bir ödeme yapmadığı dikkate alındığında davacının SSK sigortalısı olarak çalışmaya başladığı 14.08.2004 tarihinden itibaren SSK sigortalısı sayılması ve bu tarihten itibaren Bağ-Kur sigortalılığı ile ilgili olarak tahakkuk ettirilen prim borçlarının iptal edilmesi gerektiği, davacının son 7 yıllık fiili hizmet süresinin yarısından fazlasının SSK’ya tabi fiili çalışma şeklinde geçtiği ve davacının tahsis talep tarihi itibariyle yaşlılık aylığı bağlanması için 25 yıl sigortalılık süresi, 44 yaş haddi ve 5000 gün prim ödeme gün sayısı şartlarını taşıdığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Bşakanlığı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece davacının 31.03.1995-03.05.2004 tarihleri arasındaki Bağ-Kur sigortalılığı ile ilgili tüm borcunu ödediği, davacının Bağ-Kur borcunun bulunduğu dönemlerin 18.05.2004 tarihinden sonra olduğu, bu tarihler arasında prim borcu olup olmadığı yönünde araştırma yapılmasına gerek olmadığı, 12.05.2008 tarihinden sonrası yönünden ise davacının 21.10.2002-14.11.2011 tarihleri arasında deniz yolu yolcu taşımacılığı faaliyetinde bulunduğunu belirten Kasımpaşa Vergi Dairesinin yazısının dosyada mevcut olduğu, ancak davacının tekne ile yolcu taşımacılığı faaliyet alanı olarak görülse de davacının bu iş yapmadığı, gayrifaal durumda olup gelir elde etmediği, bu durumun yoklama fişleri ile sabit olduğu, öte yandan tahsis talep tarihinden itibaren uygulanacak Sosyal Güvenlik Destek Primi (SGDP) kesintilerinin ... tarafından yapılarak, kalan birikmiş maaşların davacıya ödeneceği, ... tarafından maaş ve kesintileri hesaplanmak suretiyle işleme alınacağı, bu aşamada SGDP borcunun hesaplanmasının yapılmasının da mümkün olamayacağı belirtilerek ve önceki karardaki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili temyize getirmektedir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda davacının 31.03.1995-03.05.2004 tarihleri arasında Bağ-Kur prim borcunun bulunup bulunmadığının, 12.05.2008 tarihinde sonra tekne ile deniz taşımacılığı faaliyetinin devam edip etmediğinin araştırılmasına yer olup olmadığı bu kapsamda Kurumca tahakkuk ettirilen prim borçlarının tamamının iptaline karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce mahkemece bozma kararına uyulmasından sonra direnme kararı verilip verilemeyeceği hususu önsorun olarak görüşülmüştür.
Mahkemenin ilk kararının Özel Dairece bozulmasından sonra yapılan yargılamanın 13.11.2014 tarihli oturumunda verilen ara karar ile bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra kısa kararın hüküm kısmı ile gerekçeli kararda direnme kararı verilmiştir.
Burada "usul hukuku" ile ilgili ortaya çıkan sorun, tarafların beyanları alındıktan sonra mahkemece “bozma ilamına uyulmasına” ilişkin ara kararı oluşturulmasına karşın, bu hukuki sonucun tam aksine bir karar verilmesinin hukuken mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi nedeniyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka usuli kazanılmış hak denilir.
Örneğin mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasıyla bozma kararı lehine olan taraf bakımından kazanılmış hak doğar.
Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen biçimde inceleme ve araştırma yapmak ve yine o kararda belirtilen hukuksal esaslar gereğince karar vermek yükümlülüğü oluşur. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozma kararında gösterilen ilkelere aykırı bulunması, usule uygun olmadığından bozma nedenidir.
Bozma kararı ile dava, usul ve yasaya uygun bir hâle sokulmuş demektir. Bozmaya uyulduktan sonra buna aykırı karar verilmesi usul ve yasaya uygunluktan uzaklaşılması anlamına gelir ki, böyle bir sonuç kamu düzenine açıkça aykırılık oluşturur. Buna göre Yargıtayın bozma kararına uymuş olan mahkeme bu uyma kararı ile bağlıdır. Daha sonra bu uyma kararından dönerek direnme kararı veremez; bozma kararında gösterilen biçimde inceleme yapmak ya da gösterilen biçimde yeni bir hüküm vermek zorundadır.
Aynı ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.02.2010 gün ve 2010/9-71 E., 2010/87 K.; 14.06.2017 gün ve 2015/22-1305 E., 2017/1181 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi’nce iptaline karar verilirse usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nun 21.01.2004 gün ve 2004/10-44 E., 19 K.; 03.02.2010 gün ve 2010/4-40 E., 2010/54 K.).
Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü – C. V, 6. b İstanbul 2001, s 4738 vd).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir.
Tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde somut olayda, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine verilen Yargıtay bozma kararı üzerine mahkemenin bu karara uyması ile davalı yararına usuli kazanılmış hak oluşmuştur. Burada usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine engel olacak istisnai bir durum da bulunmadığına göre, artık önceki kararda direnilmesi usulen mümkün değildir. Usuli kazanılmış hak ilkesi kamu düzeni ile ilgili olup temyiz aşamasında kendiliğinden dikkate alınması gerekir.
Açıklanan nedenlerle mahkemece bozmaya uyulmakla gerçekleşen usuli kazanılmış hak nazara alınarak hükmüne uyulan bozma gereklerinin yerine getirilmesi gerekirken, direnme kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup direnme kararının bozulması gerekir.
S O N U Ç: Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 06.12.2017 gününde oy birliği ile karar verildi.