Esas No: 2013/6991
Karar No: 2013/9375
Karar Tarihi: 05.06.2013
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2013/6991 Esas 2013/9375 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : ALANYA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 22/06/2012
NUMARASI : 2010/676-2012/471
Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi,Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; Dava, inançlı işlem ve muvazaa hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, 19.04.2004 tarihli sözleşme gereğince çekişmeli taşınmazın ...Uwe Herboth adına değil şirket adına iadesinin kararlaştırıldığı ve davalı S.k..olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 313 ada 1 parselde bulunan 2 nolu dubleks mesken niteliğindeki bağımsız bölümün devrinin davalı R.. Buchner"e teminatı olarak davacı yüklenici R..Uwe Herboth adına kayıtlı çekişmeli 790 ada 9 parselde bulunan A Blok 26 nolu mesken niteliğindeki bağımsız bölümün 05.07.1999 tarihinde devredildiği, davacı şirket adına davacı ..Uwe Herboth ve davalı R.. Buchner arasındaki 25.08.2003 tarihli satış sözleşmesi gereğince 313 ada 1 parselde bulunan 2 nolu bağımsız bölümün davalı R.Buchner"in isteği doğrultusunda ilave değişikliklerle birlikte tamamlanarak davalı R.Buchner"e tesliminin kararlaştırıldığı, akabinde 313 ada 1 parselde bulunan 2 nolu bağımsız bölümün 14.10.2003 tarihinde davalı R.Buchner"e devredildiği ve davacı şirket adına davacıR.Uwe Herboth ve davalı R.Buchner arasındaki 19.04.2004 tarihli sözleşme gereğince 2 nolu villanın tamamlanarak davalı R.Buchner"e anahtarı teslim edilinceye kadar çekişmeli 790 ada 9 parselde bulunan A Blok 26 nolu bağımsız bölümün davalı R.Buchner üzerinde kaldığı,davacı şirket tarafından davalı R.aleyhine açılan Alanya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/1012 Esasına kayıtlı tapu iptali ve tescil davasının yargılaması aşamasında taşınmazın tapu kaydı üzerine 18.10.2004 tarihli ihtiyati tedbir şerhi işlendiği ancak takipsiz bırakılan davanın 19.09.2005 tarih 2005/359 Karar sayılı karar ile açılmamış sayılmasına karar verildiği,davalı R.Buchner vekilinin taşınmaz üzerindeki ihtiyati tedbir kararının kaldırılması için 04.10.2005 tarihinde mahkemeye talepte bulunması üzerine 05.10.2005 tarihinde ihtiyati tedbir şerhinin terkin edildiği,davalı R.Buchner"in 27.10.2005 tarihinde çekişmeli taşınmazı daha önce şirket nezdinde 15.07.1998-08.03.2003 tarihleri arasında çalışan diğer davalı S..a satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır.
Davacılar; çekişmeli 790 ada 9 parselde bulunan A Blok 26 nolu bağımsız bölümün davalı R.Buchner"e devredilecek 313 ada 1 parselde bulunan 2 nolu bağımsız bölüme karşılık teminat olması koşuluyla devredildiğini,davalılar arasındaki temliki işlemin de muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlar ve yargılama aşamasında 24.04.2012 tarihli dilekçe ile davacıR.Uwe H..adına tescil isteğinde bulunmuşlar ;davalı S.. ise davacıR.Uwe Hn dava ehliyetinin olmadığı,tarafları ile dava sebebi ve konusunun aynı olup daha önce açılıp ve sonuçlanan dava dosyasında davacıların feragat beyanının bulunduğu,tapu kaydına güvenerek çekişmeli taşınmazı iyiniyetli satın aldığı savunmasında bulunmuştur.
Bilindiği Üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan M.K.nun 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 97. maddesi) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler.Buna dair akit hükümleri de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 26 ve 27. (818 sayılı Borçlar Kanunun 19 ve 20.) maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır. İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamıyacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın;inanç sözleşmelerinin, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.
İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında,onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.
Bilindiği üzere; uygulamada mesele,5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu,bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler”dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde ,mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup,halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamıyacağı ,zira Borçlar Kanununun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamıyacağı,meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 19. (818 sayılı Borçlar Kanunu 19.) maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta,nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile isbatının mümkün olduğuna,hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı,sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır.Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur.Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan,mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir.Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların isbatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir.Bunun dışındaki bir kabul,hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Somut olaya gelince; davalı R.B.. arasındaki 19.04.2004 tarihli belgenin içeriğinden "313 ada 1 parselde bulunan 2 nolu bağımsız bölümün mülkiyeti R.B.."e verilip anahtarı da teslim edildiğinde aynı anda çekişmeli 790 ada 9 parselde bulunan A Blok 26 nolu bağımsız bölümün davacı .....İnşaat Turizm Ticaret ve Sanayi Limited Şirketine verileceğinin" kararlaştırıldığı ancak aynı sözleşmede öncesinde de "çekişmeli taşınmazın tapusunun R.B.."e ......İnşaat Turizm Ticaret ve Sanayi Limited Şirketinden alacağı villanın bitimine kadar teminat olarak verildiğinin " anlaşıldığı ve imzaların davacı şirket adına davacıR.Uwe H...alı R.B..."e ait olduğu tartışmasızdır.Dolayısıyla taraflar arasında inanç sözleşmesi kurulduğu ve çekişme konusu taşınmazın teminat amacıyla temlik edildiği anlaşılmaktadır. Burada tartışılması gereken en son teminatın içeriği olup bu sözleşmeye paralel olarak aynı taraflar arasındaki 25.08.2003 tarihli satış sözleşmesi gereğince 313 ada 1 parselde bulunan 2 nolu bağımsız bölümün davalı R..."in isteği doğrultusunda ilave değişikliklerle birlikte tamamlanarak davalı R.B.."e tesliminin kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır.Dolayısıyla teminatın kapsamı 313 ada 1 parselde bulunan 2 nolu bağımsız bölümün tamamlanarak davalı R...."e anahtarı teslim edilinceye kadar çekişmeli 790 ada 9 parselde bulunan A Blok 26 nolu bağımsız bölümün davalı R.B.."in üzerinde bırakılmasıdır.Zira, davacı yükleniciR.Uwe H..adına kayıtlı teminata konu çekişmeli 790 ada 9 parselde bulunan A Blok 26 nolu bağımsız bölüm 19.04.2004 tarihli teminat sözleşmesinden çok önce 05.07.1999 tarihinde davalı R.B.."e devredilmiştir.
Hal Böyle Olunca; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 97. (818 sayılı Borçlar Kanunun 81.) maddesi hükmü gözetilerek davacı şirket adına davacıR.Uwe H... ve davalı R.Buchner arasındaki 19.04.2004 tarihli teminat sözleşmesi ile 25.08.2003 tarihli satış sözleşmesi birlikte değerlendirilmek suretiyle davacılarR.Uwe H.ve ..... İnşaat Turizm Ticaret ve Sanayi Limited Şirketinin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin saptanması ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile neticeye gidilmiş olması doğru değildir.
Diğer yandan;yüklenici davacılar ve davalı R.B..arasındaki 19.04.2004 tarihli sözleşme gereğince "313 ada 1 parselde bulunan 2 nolu bağımsız bölümün mülkiyeti R.B."e verilip anahtarı da teslim edildiğinde aynı anda çekişmeli 790 ada 9 parselde bulunan A Blok 26 nolu bağımsız bölümün davacı ..... İnşaat Turizm Ticaret ve Sanayi Limited şirketine verileceği " kararlaştırılmış ise de 24.04.2012 tarihli dilekçe ile adına tescil isteyen davacıR.Uwe Hn çekişmeli taşınmazın önceki bayii ve davacı ..... İnşaat Turizm Ticaret ve Sanayi Limited şirketinin de ortağı olduğu gözetildiğinde adına tescil isteğinde bulunması herzaman mümkündür. Diğer davalı S.."ın durumuna gelince;
Bilindiği Üzere; tapu sicilindeki kayda iyiniyetle istinat ederek mülkiyet ya da diğer bir ayni hakkı iktisap eden kimsenin bu iktisabı yasal koruma altındadır ve aslolan kayden edinenin iyiniyetli olmasıdır. Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinde hüküm altına alınan bu kural, sadece sözleşmenin yanlarını değil, aynı zamanda tapulu taşınmazların intikalinde güveni, toplum yararını ve huzurunu sağlamak amacı ile konulmuştur. Ancak, durumu bilen ya da bilebilecek konumda olan kişilerin bu haktan yararlanamayacakları da tartışmasızdır. (TMK 1024. md.)
Somut olayda,davacı şirket ortağı davacıR.Uwe H.. adına kayıtlı teminata konu çekişmeli 790 ada 9 parselde bulunan A Blok 26 nolu bağımsız bölümün 05.07.1999 tarihinde davalı R.B.."e devredildiği,davalı S..ın davacı A. İnşaat Turizm Ticaret ve Sanayi Limited şirket nezdinde 15.07.1998-08.03.2003 tarihleri arasında çalıştığı,dolayısıyla davacılar ile davalı R.B..r arasındaki işlemi bilen konumunda bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir.Davalı S..lı R.B.. ile aralarında yapılan 20.10.2005 tarihli satış sözleşmesi başlıklı belge sunmuş ise de böyle bir belgenin herzaman düzenlenmesi mümkündür.Bu durumda, davalı S..n iyiniyetli olduğundan ve Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanacağını söylemek olanaksızdır.
Davacılar vekilinin, bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile yerel mahkeme kararının (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.