Esas No: 2017/406
Karar No: 2017/1460
Karar Tarihi: 29.11.2017
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/406 Esas 2017/1460 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki “motorlu araç devir ve tescili, alacak ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 30.04.2009 gün ve 2008/115 E., 2009/219 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 13.06.2011 gün ve 2009/14699 E., 2011/7076 K. sayılı kararı ile;
(...Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirketin eski ortağı olduğunu, 29.06.2005 tarihinde 95 hissesini dava dışı Bilal İlgün"e, 5 hisseyi ise Yeter İlgün"e devrettiğini, aynı tarihli taahhütnamede şirket adına kayıtlı aracın borcu bittikten sonra kendisine verilmesine karar verildiğini, ayrıca aracın davacının kullanımında olduğu sırada kaza yaptığını, aracın kasko sigortasının bulunduğunu, ancak davalının gerekli evrakları vermemesi nedeniyle hasar miktarını kendilerinin karşıladığını ileri sürerek, aracın davacı adına kayıt ve tescilini, bu mümkün olmazsa bedeli olan 27.000 TL"nın ve araç hasar bedeli olarak ödediği 4.300 TL"nın faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, taahhütnamenin sahte olarak düzenlendiğini, davacının hisselerini aktif ve pasifleriyle birlikte devrettiğini, şirketin borcu bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, davalı şirketin hukuken ayrı tüzel kişiliği bulunduğu, şirket müdürünün hisse devreden kişiye, şirkete ait aracı bedelsiz olarak vermeyi taahhüt etmesinin geçerli olmadığı, hasar bedelinin sigorta şirketinden talep edilmesinin davalının takdirinde bulunduğu, davacının davalı şirketi böyle bir davranışa zorlayamayacağı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2- Dava, limited şirket hisse devrinden kaynaklanan alacak istenime ilişkin olup, davacı taraf şirkette bulunan 100 adet hissesini dava dışı Bilal İlgün ve Yeter İlgün’e devretmiştir. Dava dilekçesinde davacı taraf devir ile ilgili şirket kaşe ve imzalı taahhütname isimli belge verildiğini, anılan belgede şirkete ait aracın borcu bittikten sonra davacıya devredileceğinin taahhüt edildiğini iddia etmiş, mahkemece, davacının hisselerini dava dışı kişilere devrettiği, hisse devir bedelinin bu kişilerden alınması gerektiği, şirketin ayrı bir tüzel kişiliği bulunduğu, şirket müdürünün devraldığı hisse nedeniyle, şirkete ait aracı davacıya vermeyi taahhüt etmesinin hukuken geçerli olmadığından bahisle davacının talebinin reddine karar verilmiştir. Kural olarak sözleşmenin nispiliği ilkesi gereğince, davacı ile dava dışı şirket ortakları arasındaki devir sözleşmesine taraf olmayan davalı şirket yönünden, anılan taahhütname geçerli değildir.
Ancak, limited şirketi temsile yetkili müdürün şirketi temsilen 3. kişinin fiilini taahhüt mahiyetinde taahhütname vermesi mümkündür veya temsilcisi, ancak şirket maksat ve konusuna göre her nevi iş ve hukuki işlemleri şirket adına yapmaya yetkilidir.
Bu itibarla, şirket kaşesi ile şirket yetkilisi Bilal İlgün’ün altında imzasının bulunduğu taahhütname isimli belgenin, şirketin 3. kişinin fiilini taahhüd olarak kabul edilerek, taahhüde konu araç hakkında bir karar vermek gerekirken, yazılı olduğu şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir...)
gerekçesi ile hüküm bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava şirket pay devri sırasında imzalanan taahhütname uyarınca araç tescili, bu olmazsa bedelinin iadesi ile alacak istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin davalı şirketteki ortaklık payını 29.05.2006 tarihinde dava dışı Bilal İlgün ve Yeter İlgün’e devrettiğini, devir işlemlerinden önce hesap mutabakatı yapıldığını, bu kapsamda 29.05.2006 tarihli taahhütname ile 06 TS 673 plakalı aracın borcunun bitmesini müteakip müvekkiline devredileceğinin kararlaştırıldığını, davalı şirketin devir edimini yerine getirmediğini, bu süreçte aracın 30.07.2007 tarihinde kazaya karıştığını, davalı tarafça araçla ilgili evrakın verilmemesi nedeniyle müvekkilinin kaskodan istifade edemeyip 4.300,- TL tamir masrafını ödemek durumunda kaldığını, taahhütname gereğince edimin ifa edilmesi yönünde gönderilen ihtarın sonuçsuz kaldığını ileri sürerek aracın müvekkili adına tescili, bunun mümkün olmaması halinde aracın sigorta değeri olan 27.000,-TL bedelinin ve kaskodan faydalanılamaması nedeniyle ödenmek durumda kalınan 4.300,-TL masrafın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı şirket vekili davacının kötü niyetli olduğunu, pay devri sürecinde dava konusu aracı almak istediğini ancak bedelini ekonomik durumu düzeldikten sonra taksitler halinde ödeyeceğini söylediğini, eski ortak olmasının verdiği güvenle aracın satın alınması için şirket adına kredi çekildiğini ve taksitlerin de şirket tarafından ödendiğini, verdiği sözü yerine getirmeyen ve kredi borcunu ödemeyen davacıdan 25.03.2008 tarihli ihtarname ile aracın şirkete tesliminin istendiğini, kendi kusuruyla şirkete ait araçta kaza sonucu değer kaybına neden olan davacının masrafın iadesine yönelik isteminin de haksız olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece davalı şirketin pay sahibinin şirketteki payını bir başkasına devretmiş olmasına göre devir bedelinin de bu kişilerden istenmesi gerektiği; bu bedelden, ayrı bir tüzel kişiliği bulunan şirketin sorumlu tutulamayacağı, zira şirket ana sözleşmesinin buna müsait olmadığı gibi şirket müdürünün de kendisi ve eşi lehine aldığı hisse bedeli olarak şirkete ait bir aracı bedelsiz şekilde vermeyi taahhüt etmesinin de hukuken geçerli olmadığı, bu bakımdan davacının dava konusu aracın adına tescil isteminin yerinde bulunmadığı, masraf talebinin de hukuka uygun olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkeme “taahhütname” başlıklı belgenin şirketin üçüncü kişinin fiilini taahhüdü şeklinde nitelendirilmesinin mümkün olmadığını, zira taahhütname metninde bu hususu anlaşılabilir kılacak düzeyde yeterli atfın bulunmadığını, tarafların iddia ve savunmalarının örtüşen hususlarından davacının davalı şirketteki hissesini dava dışı şirket müdürü Bilal İlgün ve eşi Yeter İlgün’e devrettiği ve devir bedelinin şirkete ait dava konusu aracın davacıya verilmesi suretiyle ödenmesinin kararlaştırıldığının anlaşıldığını, davalı şirket müdürü Bilal İlgün’ün kendisine ve eşine ait bir borcu, temsilcisi olduğu şirkete ödetmek için davacının dayandığı taahhütnameyi imzaladığını, temsilcinin şirketin vekili gibi hareket eden kişi olduğunu, buna göre vekilin kendi adına asaleten, müvekkiline vekâleten kendi kendisiyle bir sözleşme yapamayacağı gibi, şirket müdürünün de kendisiyle şirket arasında şirketin kendi borcunu garanti etmesi için bir sözleşme yapamayacağını, şirket ana sözleşmesinde de şirketin faaliyet konuları arasında şirket ortaklarının hisse devirlerinin bedellerinin ödenmesine garantör olmak gibi bir hususun bulunmadığını, bu bakımdan şirket müdürünün yetkisi olmayan bir hususta imzaladığı taahhütnamenin şirketi bağlamayacağını gerekçe göstererek direnme kararı vermiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; aynı zamanda davalı şirketin temsilcisi olan dava dışı kişinin, şirketteki paylarını devraldığı davacıya şirket adına verdiği taahhütnamenin şirketi bağlayıp bağlamadığı noktasında toplanmaktadır.
Yerel Mahkeme, şirket pay devri bedeline mahsuben yapıldığı değerlendirmesiyle bu taahhüdün sözleşmelerin nispiliği ilkesi gereği davalı şirketi bağlamayacağı görüşünde iken Özel Dairenin de aynı ilkeye işaret ederek kural olarak sözleşmenin, tarafı olmayan kişi yönünden geçerliliğinin bulunmadığını belirtmiş ise de somut olayda davalı şirketin, pay devri borçlusu hissedarının edimi taahhüt altına girmekle sözleşmeden sorumlu olduğu gerekçesi ile hükmü bozmuş olmasına göre uyuşmazlığın çözümünde üçüncü kişinin fiilini taahhüt konusu üzerinde durulması yerinde olacaktır.
Üçüncü kişinin fiilini taahhüt hem yerel Mahkeme hem de Özel Dairenin kararlarında değindiği sözleşmelerin nispiliği ilkesi ile ilgili bir husustur.
O hâlde sözleşmenin nispiliği kavramı üzerinde kısaca durulması faydalı olacaktır.
Aynî haklarla kişilik haklarının aksine borç ilişkilerinden doğan alacak hakları hukuki nitelikleri itibariyle nispidir. Alacaklı bu hakkı sadece borçluya karşı ileri sürebilir. (EREN, F.: Borçlar Hukuk Genel Hükümler, 22.b., Ankara 2017, s. 18).
Borç ilişkisinin bu nispi niteliği dolayısı ile taraflar yapmış oldukları sözleşmelerde kural olarak üçüncü kişileri etkileyemezler. Ne var ki, çağdaş hukuk sözleşme özgürlüğü ilkesiyle taraf iradelerine bazı hâllerde üçüncü kişilerin hukuk alanlarını etkileme imkânı tanımıştır. Sözleşmelerin üçüncü kişiler üzerindeki etkileri özellikle “üçüncü kişinin yararına sözleşme” ve “üçüncü kişinin fiilini üstlenme (taahhüt)” hallerinde görülür (EREN: s. 1169).
818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun (BK) “Başkasının fiilini taahhüt” başlığı altında yer alan 110’uncu maddesinde;
“Bir üçüncü şahsın edimini taahhüt eden kimse bu üçüncü şahıs tarafından taahhüdün ifa edilmemesi halinde zarar ve ziyan tediyesine mecburdur.”
düzenlemesi mevcuttur.
Buna paralel şekilde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 128’inci maddesinde;
“Üçüncü bir kişinin fiilini başkasına karşı üstlenen, bu fiilin gerçekleşmemesinden doğan zararı gidermekle yükümlüdür.”
ifadesine yer verilmiştir.
Von TUHR, üçüncü kişinin edimini taahhüdü "Borçlu, bir fiilin bizzat ifasını taahhüt edeceği yerde, üçüncü şahsın temsilcisi sıfatıyla hareket etmeksizin, bunun bir fiilini taahhüt ederse bu taahhüt üçüncü şahsı değil bizzat borçluyu mükellef kılabilir. Borçlu, fiilin üçüncü şahıs tarafından ifa edilmemesinden sorumlu olur. BK l10’uncu maddesinde zikredilen bu taahhüde başkasının fiilini taahhüt veya garanti akdi denilir. " şeklinde tanımlamıştır (Von TUHR, A. (Çev., EDEGE, C.): Borçlar Hukuku, Ankara 1983, s.715).
Bir başka tanıma göre, bu sözleşme vaad edenin sözleşmeye konu üçüncü kişinin ferdileştirilmiş fiilinin gerçekleşip gerçekleşmemesine bağlı olarak vaad edileninin zararlarını tazmin etmeyi bağımsız nitelikte olmak üzere taahhüt ettiği bir sözleşmedir (YÜCE, M.B.: Garanti Sözleşmelerinin Bir Türü Olarak Üçüncü Kişilerin Fiilini Taahhüt Sözleşmesi, İstanbul 2007, s. 22).
BK m.110 ve TBK m.128’de düzenlenen bu hukuki ilişkide taahhütte bulunanın edimi üçüncü kişinin fiilinden bağımsız olmasına rağmen, taahhütte bulunduğu kişiye güven vermektedir (DOĞAN, V.: Banka Teminat Mektupları, 4.b., Ankara 2011, s. 31).
Gerçekten de kendine özgü yapısı olan, asli sözleşme niteliği taşıyan bu sözleşmelerin belki de en önemli özelliği bağımsız olmalarıdır.
Bağımsız olma, bir sözleşmenin varlığının veya içeriğinin başka bir sözleşmeye bağlı olmaması anlamına gelir. Bu nedenle üçüncü kişinin edimini taahhüt ilişkisinde taahhüt edenin yükümlülüğü başka bir borcun varlığına, geçerliliğine, devamına ve bunların yanı sıra dava ve takip edilebilir olmasına bağlı değildir (ŞAHİN: s. 85).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.10.1988 gün, 688 E.-811 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da bu ilişkinin ayırıcı özelliğinin sözleşmenin bağımsız olması olduğu vurgulanmıştır.
Bu açıklamalardan sonra ele alınması gereken husus, dava dışı şirket yetkilisinin üçüncü kişinin fiilini taahhüt yolu ile şirketi borç altına sokmasının mümkün olup olmadığı konusudur.
Davacının istemine dayanak kıldığı 29.05.2006 tarihli “Taahhütname” başlıklı belgede, “Kocabay Otomotiv Ltd. Şti. adına Bilal İlgün”, şirket kaşesi ve imzası ile “Şirketimiz adına kayıtlı bulunan
06 TS 673 plakalı aracın bankaya bulunan kredi borcu iş bu taahhütname imzalandığı tarihten itibaren tarafımızdan ödenecek olup bu borcun bitmesine müteakip şirketimiz tarafından satışı bedelsiz olarak ... veya emrü havalesine yapılacaktır.” şeklinde taahhütte bulunulmuştur.
Bu taahhüt altında şirket kaşesi ile birlikte davalı şirket adına işlem yapan dava dışı Bilal İlgün isimli kişinin isim ve imzası bulunmakta, dosya içerisindeki ticaret sicili kayıtlarından da; davacının davalı ... Otomotiv Ltd. Şti. nezdindeki paylarını 29.05.2006 tarihinde Bilal İlgün ve Yeter İlgün’e devrettiği, Bilal İlgün isimli bu kişinin davalı şirketin müdürü ve tek başına şirketi borçlandırıcı işlemler yapmaya yetkili olduğu anlaşılmaktadır.
Bu noktada limited şirketlerde temsil yetkisi ve sınırlarına değinilmelidir.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (TTK) limited şirketi temsile yetkili müdürlerin temsil yetkilerinin kapsamına, yetkinin sınırlandırılmasına, imzaya yetkili olanların belirlenmesine, imza şekli ile bunların tescil ve ilanına bu kanunun anonim şirketlere ilişkin hükümlerinin kıyas yolu ile uygulanacağı öngörülmektedir (TTK m. 629/1).
Buna göre Kanun’un 371’inci maddesinin birinci fıkrasına kıyasen, limited şirketi temsile yetkili olan müdür veya müdürler, şirketin amacına ve işletme konusuna giren her türlü iş ve hukuki işlemi şirket adına yapabilir ve bunun için şirket unvanını kullanabilirler.
Davalı şirket ana sözleşmesinin “Amaç ve konu” başlıklı 3’üncü maddesinde, şirketin başlıca faaliyet alanının “ Her türlü kamyon, kamyonet, otobüs, zirai aletler, traktör ve çekiciler, diğer bilcümle motorlu ve motorsuz taşıma araçlarının toptan veya perakende olarak yurt içi ve yurt dışı alım satım, ithalat, ihracat, imalatını yapmak” olarak sıralanmıştır.
Limited şirketin maksat ve konusuna giren işlerde şirketi borçlandırmaya yetkili müdürün şirketi temsilen üçüncü kişinin fiilini taahhüt mahiyetinde taahhütname vermesi mümkündür. Taahhüdün bedelsiz borçlandırma içermesi bu sonucu değiştirmez. Kaldı ki, TTK’nın 553’üncü maddesi çerçevesinde müdürün şirketi zarara sokması hâlinde doğacak sorumluluğu eldeki davada iddia ve ispat edilmiş bir konu da değildir.
Taahhütte bulunulan fiil araç devrine ilişkin olduğundan kısaca bu konu ile ilgili yasal düzenlemeden bahsedilmelidir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 20’inci maddesinin (d) bendinde;
“Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri, satış ve devri yapılacak araçtan dolayı motorlu taşıtlar vergisi, gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası ve trafik idari para cezası borcu bulunmadığının tespit edilmesi ve taşıt üzerinde satış ve/veya devri kısıtlayıcı herhangi bir tedbir veya kayıt bulunmaması hâlinde, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak noterler tarafından yapılır. Noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler geçersizdir.” hükmü mevcuttur.
Bu hüküm gereğince araç devrinin noterden düzenlenecek sözleşme ile yapılması gerekmektedir. Sözleşmede aranan bu şekil şartı kanuni şekil şartı olup, tarafların iradesi ile değiştirilemez ve buna uygun olarak yapılmayan sözleşmeler kural olarak hükümsüzdür.
Ne var ki üçüncü kişinin edimini taahhüt sözleşmelerinin yukarıda açıklanan asli ve bağımsız nitelikleri gereği taahhütte bulunan yönünden sorumluluk doğurması için ifası taahhüt edilen sözleşmenin, kanunda öngörülen sözleşme serbestisi sınırları dâhilinde kalmak kaydıyla, geçerli olması aranmaz.
Tüm bu açıklamalar karşısında davaya konu sözleşmeyi, şirketi temsile yetkili kişinin şirket adına üçüncü kişinin edimini taahhüt olarak nitelendirerek ilişkinin bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğini belirten ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen bozma kararına uymak gerekirken yazılı gerekçe ile direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, yerel mahkeme kararının hukuka uygun olduğu ve onanması gerektiği görüşünün yanı sıra resmî şekilde yapılmayan ve karşılığında da bir bedel verilmeyeceği yazılı olan sözleşmeye dayanılarak aracın devredilmediği gerekçesi ile tazminat talebinde bulunulamayacağı, yerel mahkemenin ret kararının sonuç itibari ile doğru olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere 29.11.2017 gününde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Davacının dayandığı taahhütnamede hisse devri bedeli karşılığı olarak aracın devrinin verileceğinden söz edilmediği gibi davacının böyle bir kabulü de bulunmamaktadır. Şirket temsilcisi hisse devrinden bağımsız olarak, şirket adına taahhütte bulunmuş olup, dayanılan belgenin içeriğinden üçüncü kişinin fiilinin taahhüt edilmiş olmayıp bizzat şirketi borçlandırıcı işlem yapıldığı anlaşılmaktadır.
Şirket temsilcisinin işlemin yapıldığı tarihte yürürlükte olan 6762 sayılı TTK 542 madde yollamasıyla TTK 321. madde gereğince şirketin maksat ve mevzuuna dâhil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak yetkisi mevcut olduğundan işlemin mahiyetine göre yasaklayıcı açık bir kural olmadıkça şirket temsilcisi olarak, şirketi borçlandırıcı işlemleri geçerli bir şekilde yapabilmesi mümkündür. Ayrıca temsilcinin yapacağı sözleşme için kanunda özel bir şekil koşulu bulunmakta ise bu şekil koşuluna da uyulmuş olması gerekir. Çünkü TBK 12. maddeye göre, kanunda sözleşmeler için öngörülen şekil kural olarak geçerlilik şekli olup bu şekle uyulmaksızın kurulan sözleşmeler hüküm doğurmaz.
Resmi şekle uyulmadığı için geçersiz olan sözleşmeler taraflara hak ve yükümlülük yüklemeyeceğinden herkes verdiğini birbirine aynı anda iade ile yükümlüdür. Geçersiz sözleşmenin ifası istenemeyeceği gibi, ifa çıkarına dayalı olarak da talepte bulunulması mümkün değildir.
Bu açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde dayanılan taahhütnamede şirket tarafından aracın satışının bedelsiz olarak davacıya yapılacağı belirtilmiştir. Oysa ki Karayolları Trafik Kanunun 20/1-d maddesinde, tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirlerinin, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak noterler tarafından yapılacağı, noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirlerin geçersiz olduğu düzenlendiğinden dayanılan taahhütname geçersizdir. Geçersiz sözleşmeye dayanılarak ifa anlamında tescil, ifa çıkarı anlamında da rayiç değerin istenmesi mümkün değildir. Davacı bir bedel ödediğini ileri sürmediği gibi, şirketten alacakları nedeniyle aracın devrinin taahhüt edildiğini de ileri sürmemiştir. Taahhütte aracın bedelsiz verileceğinden söz edildiğinden çoğun içinde az da vardır kuralı gereğince istenebilecek ödenmiş bir araç bedeli de bulunmadığından aracın devrinin yapılmaması nedeniyle tazminat talebinin reddi gerekmektedir. Bu nedenle mahkeme kararı gerekçesi itibarıyla yerinde olmasa da sonucu itibarıyla doğru olduğundan gerekçesi değiştirilerek düzeltilmek suretiyle direnme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumdan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.