Esas No: 2020/3274
Karar No: 2021/338
Karar Tarihi: 09.02.2021
Danıştay 10. Daire 2020/3274 Esas 2021/338 Karar Sayılı İlamı
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2020/3274
Karar No : 2021/338
TEMYİZ EDEN (DAVACILAR) : 1- … 2- … 3- …
VEKİLLERİ : Av. …, Av. …
KARŞI TARAF (DAVALILAR) : 1- … Bakanlığı
VEKİLLERİ : Av. …, Av. …
2- … Kurumu Başkanlığı
VEKİLİ : Av. …
3- … Genel Müdürlüğü
VEKİLİ : Av. …
MÜDAHİL (DAVALI YANINDA) : …
VEKİLİ : Av. …
İSTEMİN_KONUSU : ... İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacıların müşterek çocuğu ve diğer davacı ...'ın yanlış teşhis ve tedavi neticesinde görme yetisini kaybetmiş olmasında, davalı idarelerin hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek ... için 10.000,00 TL maddi, 100.000,00 TL manevi, ... için 25.000,00 TL manevi, ... için 25.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: ... İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla; davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen kararın Danıştay (Kapatılan) Onbeşinci Dairesi'nin 05/02/2014 tarih ve E:2013/3730, K:2014/498 sayılı kararıyla davanın esası hakkında karar verilmesi gerektiği, eksik inceleme sonucu davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle bozulması üzerine, bozmaya uyulmak suretiyle davanın esasının incelenmesi sonucunda, olaya yönelik olarak Adli Tıp Kurumu 7. İhtisas Kurulunca hazırlanan ... tarih ve … sayılı raporda, davacının konjenital katarakt nedeni ile 30/09/1993 tarihinde İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde her iki gözden opere olduğu, daha sonra 15/01/2003 tarihinde Vakıf Gureba Hastanesinde sağ gözünden ameliyat olduğu, şikayetlerinin geçmemesi üzerine 05/11/2003 tarihinde Özel … Hastanesinde opere olduğu, hastaya konulan glokom tanısının ve bu tanıya yönelik 15/01/2003 tarihinde Vakıf Gureba Hastanesinde yapılan sağ silierektomi ameliyatının endikasyonunun bulunduğu, glokom için yapılan cerrahi girişimler arasında söz konusu ameliyat şeklinin uygulanan yöntemlerden biri olduğu, ameliyat sırasında ortaya çıkan hemorajinin her türlü dikkat ve özene rağmen gelişebilen bir komplikasyon olarak değerlendirildiği, ameliyat sırasında hemoraji tanısı konularak sklerektomi yapıldığı dikkate alındığında komplikasyon yönetiminin uygun olduğu dolayısıyla yapılan uygulamaların tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olduğu yönünde görüş bildirildiği, dosyada bulunan bilgi ve belgeler ile anılan rapor bir bütün olarak değerlendirildiğinde, sağlık personelinin uygulamalarının tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallara uygun olduğu, sağlık hizmetini sağlık personeli aracılığıyla yürüten idarenin hizmet işleyişinde hata bulunmadığı, bu durumda, dava konusu olayda davacıların uğradığı zarar ile idarece sunulan sağlık hizmeti arasında illiyet bağı bulunmadığı, oluşan zarar bakımından sağlık personeline atfı kabil bir kusur tespit edilemediği bilirkişi raporu ile açıkça ortaya konulduğundan, bakılmakta olan davada idarenin kusurlandırılarak tazminat ödemekle yükümlü tutulmasına hukuken olanak bulunmadığından, davacıların maddi ve manevi tazminat talebinin reddi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
TEMYİZ_EDENİN_İDDİALARI : Davacılar tarafından, hastanın İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesine kornea nakli için sevki gerekirken göz tansiyonu ameliyatı yapıldıktan sonra glokom ameliyatı yapıldığı, aydınlatılmış onamlarının alınmadığı, Yüksek Sağlık Şurası ve Adli Tıp Kurumunun ikinci raporunun, doktorun 5/8 oranında kusurunun bulunduğu yönünde olduğu, doktor hakkında açılan ceza davası zamanaşımı nedeniyle düşmüş ise de olayda hizmet kusurunun bulunduğu, temyize konu kararda esas alınan raporda göz hastalıkları uzman doktorunun bulunmadığı, dosya içindeki raporların çelişkili olduğu ileri sürülmektedir.
KARŞI_TARAFIN_SAVUNMASI : Davalı idarelerden Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından, usul yönünden davanın Sağlık Bakanlığı husumetiyle görülmesi gerektiği, tedaviyi yapan hastanenin anılan idareye devredildiği, esas yönünden ise temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuş, davalı Sağlık Bakanlığı tarafından, davacıların temyiz istemlerinin reddi gerektiği savunulmuş olup diğer davalı idare ve müdahil tarafından savunma verilmemiştir.
DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ : …
DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, dosya tekemmül ettiğinden yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar verilmeksizin işin gereği görüşüldü:
İNCELEME VE GEREKÇE :
MADDİ OLAY :
Davacılardan ...'ın 02/04/1993 tarihinde doğduğu, konjenital katarakt nedeniyle 30/09/1993 tarihinde İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde her iki gözünden ameliyat olduğu, daha sonra 15/01/2003 tarihinde Vakıf Gureba Hastanesinde sağ gözünden silierektomi + sklerektomi ameliyatı yapıldığı, şikayetlerinin geçmemesi üzerine 05/11/2003 tarihinde Özel … Hastanesinde sekonder afak glokom tanısıyla genel anestezi altında sol transiskleral diyot laser koagülasyon uygulandığı anlaşılmaktadır.
Davacılar tarafından, 15/09/2003 tarihinde Özel … Hastanesinde küçüğün kör olduğunun öğrenilerek suç duyurusunda bulunulduğu, ''tedbirsizlik,dikkatsizlik ve meslekte acemilik sebebiyle uzuv kaybına neden olmak'' iddiası ile yapılan şikayet üzerine başlatılan ön inceleme sonucunda soruşturma izni verilmemesi kararına yapılan itiraz üzerine … Bölge İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararı ile itirazın kabul edilerek soruşturma izni verildiği, davalı idareler nezdinde istihdam edilmiş olan doktor hakkında "taksirle yaralama" suçuyla ilgili olarak yapılan yargılama neticesinde ... Asliye Ceza Mahkemesinin (... Ceza Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla onanarak kesinleşen) … tarih ve E:…, K:… sayılı kararı ile kamu davasının düşmesine karar verildiği, bu karar tarihinden itibaren 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinin birinci fıkrasında yer alan bir yıllık süre içerisinde 25/04/2011 tarihinde yanlış teşhis ve tedavi nedeniyle oluşan 10.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL manevi tazminatın ödenmesi istemiyle SSK Genel Müdürlüğü ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne başvuruda bulunulduğu, bu başvurunun SSK Genel Müdürlüğünce zımnen reddi, Vakıflar Genel Müdürlüğünce ise … gün ve … sayılı işlem ile reddi üzerine davacılar tarafından 28/07/2011 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme, hem olayın maddi yönünü, başka bir ifadeyle zararı doğuran işlem veya eylemleri, hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
Diğer taraftan, idarelerin kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak yeterli araç ve gereçle donatılmış bina, tesis ve araçlarda hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmek yükümlülüğünün bulunduğu da tartışmasızdır.
Zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı sağlık hizmetinde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın, idarenin de içinde yer aldığı bir durum sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir.
Manevi tazminat, mal varlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmektedir. Manevi zararın varlığı, sadece şeref, haysiyet ve onur kırıcı işlem ve eylemlere ya da kişilerin vücut bütünlüğünde meydana gelen sakatlık haline veya ölüm nedeniyle ağır bir elem, üzüntü duyulması şartına bağlı olmayıp, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini gereği gibi eksiksiz olarak sunamaması nedeniyle ilgililerin yeterli hizmet alamamalarından dolayı üzüntü ve sıkıntı duymaları manevi zararın varlığı ve manevi tazminata hükmedilmesi için yeterli bulunmaktadır.
Öte yandan, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu'nun 1. maddesinde; adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Kurumu kurulduğu, 2. maddesinde, Adli Tıp Kurumunun, mahkemeler ile hakimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen adli tıp ile ilgili konularda bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmekle yükümlü olduğu, 15. maddesinde, Adli Tıp Üst Kurullarının, adli tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığı sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri, adli tıp ihtisas kurullarınca oybirliğiyle karara bağlanamamış olan işleri, adli tıp ihtisas kurullarının verdiği rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile ihtisas dairelerinin rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile Adli Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının heyet hâlinde verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceleyeceği ve kesin karara bağlayacağı düzenlenmiştir. 703 sayılı "Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname" ile anılan hükümler yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte, 15/07/2018 tarih ve 304794 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren, 4 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin 2, 3 ve 16. maddelerinde yukarıda yer verilen hükümler aynı şekilde yeniden getirilmiştir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Uyuşmazlıkta, Adli Tıp Kurumu 7. İhtisas Kurulunca hazırlanan … tarih ve … sayılı raporda özetle, "davacının konjenital katarakt nedeni ile 30/09/1993 tarihinde İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde her iki gözden opere olduğu, daha sonra 15/01/2003 tarihinde Vakıf Gureba Hastanesinde sağ gözünden ameliyat olduğu, şikayetleri geçmemesi üzerine 05/11/2003 tarihinde Özel ... Hastanesinde opere olduğu, hastaya konulan glokom tanısının ve bu tanıya yönelik 15/01/2003 tarihinde Vakıf Gureba Hastanesinde yapılan sağ silierektomi ameliyatının endikasyonunun bulunduğu, glokom için yapılan cerrahi girişimler arasında söz konusu ameliyat şeklinin uygulanan yöntemlerden biri olduğu, ameliyat sırasında ortaya çıkan hemorajinin her türlü dikkat ve özene rağmen gelişebilen bir komplikasyon olarak değerlendirildiği, ameliyat sırasında hemoraji tanısı konularak sklerektomi yapıldığı dikkate alındığında komplikasyon yönetiminin uygun olduğu dolayısıyla yapılan uygulamaların tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olduğu" yönünde görüş bildirilmiştir.
İlgili hekim aleyhine açılan ceza davası kapsamında Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunca hazırlanan … tarih ve … sayılı raporda ise özetle, “şahsın 1993 yılında her iki gözde doğuştan bulunan katarakt nedeniyle her iki gözden ameliyat olduğu, daha sonraki zaman dilimlerinde bu tür olgularda beklenen geç komplikasyon olarak her iki gözde glokom ortaya çıktığı (afak glokom), ortaya çıkan glokomun (göz tansiyonu yüksekliği) ilaçla tedavi edilmeye çalışıldığı, uzun süre muhtelif glokom ilaçlar kullandığı, 2003 yılında mağdurun sağ gözünün siklektomi (silierektomi) ameliyat ile trabekülektomi ameliyatının birlikte (kombine) yapıldığı, ameliyat sırasında ağır bir göz içi kanaması olduğu ve ameliyatı yapan hekim tarafından derhal müdahale edildiği, daha sonraki yıllarda ve en son 2010 yılında yapılan muayenesinde, sağ gözde tam görme kaybı ortaya çıktığı, bu tür inatçı glokom (afak glokom) olgularda %100 başarı elde edilemediğinin tıbben bilindiği, davalının yurtdışında yayımlanan bilimsel göz dergilerde yaptığı bu tür kombine ameliyatları bildirdiği cihetle, 1) Halen tüm dünyada ve ülkemizde bu tür olgulara yapılan diod lazer siklofotokoagülasyon (internal veya eksternal) drenaj implatın konması (seton cerrahisi) veya mitosinli trabülektomi ameliyatının yapılmasının daha uygun olduğu, 2) Hastadan ameliyat öncesi alınan muvafakat belgesinde göz kaybından söz edilmediği, davalının davacıyı bu durumdan yani tam görme kaybı olacağını bildirip bildiremediğini mahkemenizce aydınlatılmasının uygun olacağı, 3) Davacıya yapılan kombine glokom ameliyat sonrası tam görme kaybı ortaya çıktığı, ancak mağdurun sağ gözünün ameliyat öncesi 2,5 (ikibuçuk) metre gördüğü dikkate alındığında uzuv zaafı veya uzuv tatili tayinine mahal olmadığı” yönünde görüş bildirilmiştir.
Bilirkişiye başvurulmasındaki amacın, hukuka uygun karar verebilmek için gerekli verilere ulaşmak olduğu göz önünde tutulduğunda, bilirkişilerin uyuşmazlık konusunda özel ve teknik bilgiye sahip olan kişiler arasından seçilmesi gerektiği kuşkusuz olup; bilirkişi veya bilirkişilerce düzenlenen raporda, sorulara verilen cevapların şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, rapor içeriğinin ise hükme esas alınabilecek nitelikte olması gerekmektedir.
Kişilerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkına ilişkin olan tıbbi ihmale dayalı tam yargı davalarında, hizmet kusurunun tespitine yönelik olarak ilk derece mahkemelerince yaptırılan bilirkişi incelemesinde, bilirkişinin somut tıbbi verileri kullanarak, sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle her türlü şüpheden uzak, nesnel bir sonuca varması ve buna göre de somut gerekçelerle ve tutarlı bir şekilde kanaat bildirmesi gerekmekte olup, bilirkişi veya bilirkişilerce düzenlenen raporda, sorulara verilen cevapların şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, rapor içeriğinin ise tutarlı ve hükme esas alınabilecek nitelikte olması gerekmektedir.
İdare Mahkemesince hükme esas alınan raporda, glokom için yapılan cerrahi girişimler arasında söz konusu ameliyat şeklinin uygulanan yöntemlerden biri olduğu belirtilmekle birlikte, davacı küçükteki glokom için (diod lazer siklofotokoagülasyon -internal veya eksternal-, drenaj implatın konması -seton cerrahisi- veya mitosinli trabülektomi ameliyatı gibi) uygulanabilecek yöntemler arasında daha uygun olabilecek bir tıbbi girişimin bulunup bulunmadığı, ameliyat öncesi ve sonrasındaki takiplerin tıp kurallarına uygun şekilde yapılıp yapılmadığı, dava konusu ameliyat tarihinde 10 yaşında olan hastanın doğuştan kronik göz hastalığı nedeniyle ileri tetkik ve tedavi için bir üniversite hastanesine sevkinin gerekip gerekmediği hususlarının açık ve net olarak değerlendirilmediği, anılan bilirkişi raporunun, yeterli, objektif, bilimsel açıklama ve değerlendirmeleri içermediği ve hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmadığı görülmektedir.
Ayrıca, dava dosyası kapsamında, davacı küçüğe yapılacak söz konusu ameliyattan önce risklerin anlatılıp davacılardan yazılı onam alındığına dair bir belgenin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Böyle bir yazılı onamın alınmamış olması durumunda, davacıların aydınlatılarak onay verme hakkı elinden alınmış olacağından bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi nedeniyle uğranılan manevi zararın, manevi tazminatın, zenginleşme aracı olamayacağı ilkesi de gözetilerek takdiren belirlenecek makul bir miktarın ödenmesine hükmedilmesi suretiyle karşılanması gerekecektir.
Bu amaçla, davacı küçüğe uygulanan söz konusu ameliyatın sonuçlarının ve olası komplikasyonlarının anlatıldığına ve davacıların bu işleme rıza gösterdiğine dair yazılı ve imzalı aydınlatılmış onamının alınıp alınmadığı araştırılarak; ilgili uzman hekimlerin katılımının sağlandığı Adli Tıp Üst Kurulundan tarafların iddialarının dikkate alındığı, davacı küçükteki glokom için uygulanacak yöntemler arasında daha uygun olabilecek bir tıbbi girişimin bulunup bulunmadığı, ameliyat öncesi ve sonrasındaki takiplerin tıp kurallarına uygun şekilde yapılıp yapılmadığı, dava konusu ameliyat tarihinde 10 yaşında olan hastanın doğuştan kronik göz hastalığı nedeniyle ileri tetkik ve tedavi için bir üniversite hastanesine sevkinin gerekip gerekmediği, davacı küçüğe söz konusu hastanede gerçekleştirilen tıbbi ameliyelerin tıp kurallarına uygun şekilde yapılıp yapılmadığı hususlarının tereddüte yer vermeyecek şekilde açıklığa kavuşturulduğu, tutarlı ve anlaşılır bir rapor alınarak olayda davalı idarelerin hizmet kusuru bulunup bulunmadığı belirlenmelidir.
Bu durumda; uyuşmazlığın çözümü için yeterli olmayan bilirkişi raporuna dayalı olarak eksik inceleme sonucu verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Öte yandan, dava konusu olayın gerçekleştiği 15/01/2003 tarihi itibarıyla Vakıf Gureba Hastanesinin (10/08/2000 tarih ve 1331 sayılı Bakanlar Kurulu kararı uyarınca) SSK Genel Müdürlüğüne tahsisli olduğu, 5283 sayılı Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun kapsamı dışında kalması sebebiyle de 13/07/2005 tarihinde Sağlık Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokol ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredildiği, dolayısıyla dava konusu olay tarihi itibarıyla davalı idarelerden Vakıflar Genel Müdürlüğünün söz konusu hastane yönetimine dahlinin bulunmadığı anlaşıldığından, İdare Mahkemesince, işbu bozma kararı üzerine yapılacak yeniden yargılamada davanın Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı ve Sağlık Bakanlığı husumetiyle ele alınması gerekmektedir.
KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacıların temyiz istemlerinin kabulüne,
2. Yukarıda özetlenen gerekçeyle davanın reddine ilişkin temyize konu ... İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,
4. Kullanılmayan … TL yürütmenin durdurulması harcının istem halinde davacılara iadesine,
5. 2577 sayılı Kanun'un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09/02/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.