Esas No: 2016/934
Karar No: 2021/241
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2016/934 Esas 2021/241 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 21. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sanık ... hakkında görevi kötüye kullanma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, sanığın eyleminin resmî belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu kabul edilerek TCK’nın 204/1, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince verilen 09.12.2011 tarihli ve 187-432 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 21. Ceza Dairesince 02.03.2016 tarih ve 6552-1930 sayı ile;
“...T.C. Anayasa Mahkemesi"nin, TCK’nın 53. maddesine ilişkin olan, 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı iptal kararının 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış olmasından kaynaklanan zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş ise de yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususun 5320 sayılı Yasa"nın 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı Yasa"nın 322. maddesi gereğince düzeltilmesi mümkün bulunduğundan; hüküm fıkrasındaki TCK"nın 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin olan tüm kısımların hükümden çıkartılarak yerine "TCK"nın 53. maddesinin Anayasa Mahkemesi"nin 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı iptal kararı da gözetilmek suretiyle uygulanmasına" ibaresi eklenmek suretiyle, sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün düzeltilerek onanmasına" karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 02.05.2016 tarih ve 80623 sayı ile;
"... Sanık ile birlikte aynı suçu işleyen ancak Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/42 Esas sayılı dosyasında yargılanan sanıklar ..., ..., ... ve ...hakkında, Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 15/02/2011 gün ve 2009/42 Esas, 2011/33 Karar sayılı ilamı ile resmi belgede sahtecilik suçundan haklarında TCK"nun 204/1 maddesi uyarınca temel ceza 2 yıl olarak belirlendiği halde, sanık hakkında TCK’nun 204/1 maddesi gereğince temel cezanın 3 yıl olarak belirlenmesinin isabetli olup olmadığı hususu itirazımızın özünü oluşturmaktadır.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Yerel mahkeme gerekçesinde; "Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen davaya konu iddianame öncelikle görevi kötüye kullanma suçundan tanzim edilmiştir, sanık ... Aksaray barosuna bağlı avukat olarak görev yapmaktadır, Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/2460 sayılı soruşturma dosyasında haklarında soruşturma yürütülen..., ... ve Vahit İnalbars mevcut olup, bu kişiler hakkındaki iddia örgüt kurmak, CD"lerle santaj yapmak, zorla senet imzalatmak, oto kiralama işinde aldıkları senetlerin üzerine yüksek meblağlar yazarak sahte senet düzenlemektir. Bu kapsamda olmak üzere alacaklısı ..."un gayri resmi birlikte yaşadığı kişi olan ... olan borçlusu yurt dışında yaşayan ve ..."in halasının gelini olan ... olan 346.000 TL"lik keşideci imzası taklit edilmiş gerçekte böyle bir borcun olmadığı sahte senede istinaden ... vekili sıfatıyla borçlu ... hakkında Aksaray 1. İcra Müdürlüğünün 2008/314 sırasında takip başlatılmış ve borçlunun olduğu belirtilen adrese tebligat memuru sanık ..., sanık ... tarafından şahsi arabası ile götürülmüş ve ..."un da evde olduğu bir saatte kapıya çıkan ..."a ... olduğu belirtilerek icra dosyasına ait tebliğ yapılmıştır. Mahkememizin kabulü bu yöndedir.
Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/42 esas, 2011/33 karar sayılı dosya içerisindedir, her ne kadar bu karar kesinleşmese de kararın gerekçe bölümünün 1 nolu olay olarak belirtilen bölümünde davamızdaki tebligat işlemi anlatılmakta ve bu işlem nedeniyle de sanıkların cezalandırılmış olduğu belirtilmektedir. Karardan bir suret dosyamız arasında bulunmaktadır.
Bu kapsamda üzerinde tartışılacak hususlar söz konusudur. Öncelikle Aksaray 1. İcra Müdürlüğünün 2008/314 sırasında bulunan dosyadaki senet sahte bir senettir. Bu hususa ilişkin olarak Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen ve dosyamız kapsamında bulunan 2009/138-111 E-İ sayılı iddianamenin olay 1 nolu olayı dava konumuzla ilgilidir. Bu ididanamede özetle ..."nun 2003 yılından beri Türkiye"ye giriş yapmadığı, yurt dışında yaşadığı, Türkiye"de mal varlığının olduğu, şüphelilerin müşteki ..."nu borçlu, ..."un kız arkadaşı olan şüpheli ..."ı alacaklı olarak gösterdikleri, tebligat adresinin ..."un Hacılar Harmanı Mahallesindeki evini bildirdikleri, PTT görevlisi ..."ün olaya konu adrese giderek ..."a ..."ymuş gibi tebligat yaptığı, olaya ilişkin senedin Aksaray 1. İcra Müdürlüğünün 2008/314 esas sayılı dosyası üzerinden tahsile konulduğu, icra dosyası ile ilgili bir tebligatın ise şüpheli ... tarafından müşteki yerine imzalandığının, şüpheli ..."ın beyanından anlaşıldığı, dosyanın incelenmesinde ödeme günü 15.11.2006 olan 346 TL"lik senet olduğunun anlaşıldığı belirtilmekte olduğu anlaşılmıştır.
Sanık ... bu dosyada yani icra dosyasında ..."ın avukatıdır, dosyada dinlenen sanık ve tanık beyanları önem kazanmaktadır. Dava dışı olan ... Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği 23.04.2008 tarihli ifadesinde ...u tanımadığını, tebligatı kendisinin aldığını, ..."un kendisini aradığını, avukata öyle vekalet verdiğini, bu vekaletnameyi ..."un ayarladığını, ..."un kendisini alarak eve gittiğini ve avukat ..."i arayarak birşeyler konuştuğunu, ..."un bir müddet sonra evden ayrıldığını, avukatla görüşeceğini söylediğini, yarım saat sonra eve geldiğini ve birazdan kapı çalacak, kapıyı açacaksın, postacı gelecek, sana uzattığı kağıdı al dediğini, ..."un bunu söyledikten 20 dakika sonra evin camından baktığında avukat ..."in arabasının evin önünde durduğunu, PTT görevlisinin indiğini, evin kapısının çaldığını, Mahmut"un kendisine kapıyı aç dediğini, kendisinin de gidip kapıyı açtığın, postacının kağıdı uzattığını, imzala dediğini, postacının kendisinden kimlik ve isim sormadığını belirtmiştir, yine aynı ifadesinde senedin sahte olduğunu bildiğini de belirtmiştir.
Sanık ... aşamalarda verdiği savunma ve beyanlarında Avukat ..."in kendisine "muhatap bu evde, genç ve sarışın bir bayan" dediğini belirtmiştir. Yine sanık ... savcılıkta verdiği 06.05.2008 tarihli beyanında da Avukat ..."in kendisine "Avukat bey bana ayrıca tebligat yapılacak muhatabın geçici olarak bu adreste bulunduğunu belirtmesinin yanı sıra, genç ve sarışın bir bayan olduğunu bana söyledi, avukat bey bana kimlik sorup sormama hususunda bir telkinde bulunmadı, daha sonra ben araçtan inerek eve gittim, avukat araçta bekledi, zile bastığımda kapıyı emniyet müdürlüğünde teşhisini yaptığım bayan açtı, tebligat evrakında bayanın ismi ... olarak gözüküyordu, ben kapıyı açan bayana isminin ne olduğunu söyledi, bana ... olduğunu söyledi" dediği görülecektir.
Mahkememiz dosyasının soruşturma aşamasında tanık olarak ifadesi alınan ..."da şüpheli olarak verdiği ifadeyi tekrarlamıştır. Yukarıda anlatılan tüm hususlar birlikte değerlendirildiğinde tanık ..."in ve tanık ..."in beyanları da göz önüne alındığında sanık ..."in dava dışı olan ve Adana"da aynı eylemin diğer bölümü nedeniyle yargılanan ... ile tanışıklığı olduğu, ..."ın beyanlarına göre avukat ..."e verilecek olan vekaletnamenin dahi ... tarafından hazırlandığı ve avukatla ilişkinin ... tarafından sağlandığı, olay günü de ..."un sanık avukat ile telefonla görüştüğü, evden dışarı çıkıp görüştüğü, akabinde eve geldiği ve ..."a tebligatı almasını söylediği, ..."in müvvekkili olması nedeniyle tanığı ..."un evini bildiği, müşteki Yurdagül"ü hiç tanımadığı, müşteki Yurdagül"ün 2003 yılından beri Türkiye"ye gelmediği, buna rağmen gidilen evin ..."un evi olduğunu bildiği, kapıya çıkacak kadını sarışın bir bayan olarak tarif ettiği, bu hali ile kapıya çıkacak kişinin ... olduğunu bildiği, PTT memurunu da bu yönde güven duygusu oluşturarak kimliğe bakmasını engelleyecek surette ikna ettiği tüm dosya kapsamından, ..."ın beyanından ve Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesince verilen karar içeriğinden anlaşılmış olup sanık ..."in bu eyleminin sahte tebliğ evrakı tanzim ettirmek olduğu, bu amaca yönelik ... ile birlikte hareket ettiklerinin sabit olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Sanığın bu eyleminin Tebligat Kanununun 55. maddesinde belirtilen suçu oluşturmayacağı, çünkü kendisi hakkında tebliğ memuruna yalan beyanda bulunma gibi bir durumun söz konusu olmadığı, bu hali ile maddenin eylemle karşılık bulmadığı, sanık ..."in eyleminin icra müdürlüğü dosyasındaki takibi kesinleştirmek amacıyla hiç tanımadığı ve görmüş olmadığı ... adına olan tebligatı aslında orada oturmadığını bildiği halde adresin müvekkili olan ..."un evi olduğunu bildiği halde PTT memurunu adrese götürmek suretiyle sahte evrak ve tebliğ yapılmasını sağlamak olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Bu hali ile eylemin ağırlığı, amaçlanan hedef gözetilmek suretiyle sanık ... hakkında alt sınırdan ayrılınarak ceza tayini yoluna gidilmiştir." gerekçesiyle sanık hakkında mahkumiyet hükmü kurmuştur.
Yerel mahkemenin bu hükmü Yüksek Yargıtay tarafından düzeltilerek onanmıştır.
Yerel mahkemece, temel cezanın belirlenmesi sırasında alt sınırdan uzaklaşma gerekçesi olarak; "suç konusunun önem ve değeri, suçun işleniş şekli, amaçlanan hedef" hususlarının gösterildiği,
Anlaşılmaktadır.
Sanığa atılı resmi belgede sahtecilik suçu, 5237 sayılı TCK’nun 204/1 maddesinde 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasını gerektirecek şekilde yaptırıma bağlanmış, temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler ise 5237 sayılı TCK’nun 61/1. maddesinde, 765 sayılı TCK’nun 29. maddesine benzer olarak;
"(1) Hakim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler." şeklinde düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nun "Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi" başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasındaki; "Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur" biçimindeki hüküm ile de, işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında "orantı" bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçenin TCK’nun 61/1. maddesine uygun olarak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde kanuni ve yeterli olmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde,
Yerel mahkemece temel ceza belirlenirken, "suç konusunun önem ve değeri, suçun işleniş şekli, amaçlanan hedef" şeklinde kullanılan gerekçe TCK’nun 61. maddesi anlamında kanuni görülmekle birlikte dosya içeriğine uygun olmadığı düşünülmektedir. Zira dosyadaki bilgilerden, sanıkla birlikte aynı suçu işleyen ancak Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/42 Esas sayılı dosyasında yargılanan sanıklar ..., ..., ... ve ... hakkında, Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 15.02.2011 gün ve 2009/42 Esas, 2011/33 Karar sayılı ilamı ile resmi belgede sahtecilik suçundan haklarında TCK"nun 204/1 maddesi uyarınca temel ceza 2 yıl olarak belirlendiği, bu hükmün UYAP kontrolünde Yüksek Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 21.02.2012 gün ve 2011/8028 Esas, 2012/972 Karar sayılı ilamı ile onandığı, bu nedenle sanık hakkında hüküm kurulurken temel cezanın 2 yıl belirlenmesi gerektiği, 3 yıl olarak ceza tayin edilmesinin yerinde olmadığı" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 21. Ceza Dairesince 25.05.2016 tarih ve 7842-4701 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme, sanık ... hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıkla birlikte aynı eylemi gerçekleştirdiği iddia edilen tanıklar ..., ..., ... ve ... hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda temel cezanın 2 yıl olarak tayin edildiği göz önünde bulundurulduğunda, sanık hakkında yapılan yargılamada aynı suçtan temel cezanın 3 yıl olarak tayin edilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Aksaray İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerince düzenlenen 13.04.2008 tarihli ihbar tutanağında; Aksaray İl Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği telefonunu arayan bir erkek şahsın, ...’in ortağı olan tanık ...’un sahte senet düzenlediğini, senette alacaklı olarak Mahmut’un dostu olan tanık ...’ın, borçlu olarak ise şikâyetçi Yurdagül (Atak) Eroğlu’nun gösterildiğini, Yurdagül’ün yerine imzayı Zahit’in kardeşi tanık ...’in attığını, Yurdagül’ün adresi olarak da Mahmut’un Hacılar Harmanı Mahallesindeki adresini verdiklerini, bu şekilde Yurdagül’e tebligatın yapılmasını sağladıklarını ve bu senedin hâlen icra müdürlüğünde olduğunu söylediği bilgilerine yer verildiği,
Aksaray İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerince düzenlenen 16.04.2008 tarihli telefon görüşme tutanağında; yapılan ihbar sonrasında Yurdagül (Atak) Eroğlu’nun Aksaray 1. İcra Müdürlüğünün 2008/314 esas sayılı dosyasında ihbara konu senet nedeniyle borçlu olduğunun tespit edildiği, nöbetçi Cumhuriyet savcısının senette borçlu gösterilen Yurdagül (Atak) Eroğlu’nun konu hakkında bilgilendirilmesi talimatı üzerine yapılan araştırmada da, Yurdagül’ün yakını olan Nail Eroğlu’ndan Yurdagül’ün Almanya’da ikamet ettiğinin öğrenildiği, Yurdagül’ün 16.04.2008 tarihinde saat 20.00 ila 20.30 sıralarında Aksaray İl Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliğini araması üzerine yapılan görüşmede, cinayet büro amiri tarafından Yurdagül’e konu ile ilgili bilgi verildiği, Yurdagül’ün de böyle bir borcunun bulunmadığını, konsolosluk aracılığı ile kendisine ulaşılabileceğini, Almanya’daki adresinin Park Str. 1 80190 Stuttgart, kullandığı telefon hattına ilişkin numaranın ise +.... olduğunu beyan ettiği bilgilerinin yer aldığı,
Dosyada bu iki tutanak arkasında bulunan “Yolcu Kayıtları Geçmiş Yıllar Sorgulama Ekranı” başlıklı 01.01.2002 - 31.12.2007 tarihleri arasına ilişkin sorguyu içeren evraka göre; ...’nun 02.08.2003 tarihinde hava yolu ile ülkeye giriş yaptığı, 20.08.2003 tarihinde ise yine hava yolu ile ülkeden çıkış yaptığı,
Stuttgart Başkonsolosluğu tarafından Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen ve Muavin Konsolos tarafından altındaki imzanın ...’na ait olduğu ve huzurunda imzalandığı onaylanan 24.04.2008 tarihli dilekçede; ...ün, Aksaray Emniyet Müdürlüğü ile yaptığı görüşmede bilgisi dışında adına senet tanzim edildiğini, düzenlenen sahte senet ile icra takibi başlatıldığını, senette sahte imza atıldığını, mevcut olan gayrimenkullerine haciz işlemi başlatıldığını öğrendiğini, yine öğrendiğine göre senet tarihinin 2006 olduğunu, 8 Ağustos 2003’ten bu yana Türkiye’ye gelmediğini, senedi düzenleyenler hakkında davacı ve şikâyetçi olduğunu, gerekli yasal işlemin yapılmasını istediğini belirttiği,
Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 04.02.2009 tarihli dosya inceleme tutanağına göre; Aksaray 1. İcra Müdürlüğünün 2008/314 esas sayılı dosyasının incelenmesinde, alacaklısının tanık ..., vekilinin Aksaray 2. Noterliğinin 12 Aralık 2007 tarihli ve 17021 yevmiye numaralı vekâletnamesine istinaden sanık Avukat ..., borçlusunun şikâyetçi ... olduğu, icra takibinin, 15.07.2006 tanzim ve 15.11.2006 ödeme tarihli, alacaklısı ..., borçlusu ... olan 346.000 Yeni Türk Lirası bedelli senede dayanılarak başlatıldığı, Örnek 10 nolu kambiyo senetlerine mahsus ödeme emrinin 19.01.2008 tarihinde borçlu Yurdagül’e bizzat tebliğ edildiği, 04.02.2008 tarihli talep ile borçlu Yurdagül adına kayıtlı gayrimenkullerin haczi için tapu sicil müdürlüklerine müzekkere yazılmasının talep edildiği, bu talebe istinaden ilgili tapu sicil müdürlüklerine icra müdürlüğünce müzekkere yazıldığı, yine alacaklı vekili Avukat Özgür’ün 11.02.2008 tarihli talebi ile tapu kaydındaki gayrimenkullerin kıymet takdirlerinin yapılmasını talep ettiği, bunun üzerine icra müdürlüğünce 12.02.2008 tarihinde Aksaray Merkez,..., 1028 ada, 533 parselde bulunan 1054,53 m2 lik arsanın kıymet takdirinin yapıldığı, inşaat mühendisi bilirkişi tarafından söz konusu taşınmaza 210.906,00 TL kıymet takdir edildiği, Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyadaki senede el konulduğu, dosyanın hâlen derdest olduğu,
Dosya içerisinde bir örneği bulunan Aksaray İcra Müdürlüğünün 2008/314 esas sayılı icra takibine ilişkin ödeme emrinin tebliğine dair tebligat evrakının; muhatabın adı soyadı ve adresi bölümünde, “..., Adres: H..., Merkez/Aksaray”, el yazısı ile sol üst bölümünde “...’na tebliğ edilmiştir.”, sol alt bölümünde ise “19.01.08” ve “...” isminin yazılı olduğu ve ismin yazılı olduğu kısım altında bir adet imzanın yer aldığı,
19.01.2008 tarihli suça konu tebligatı yapan PTT görevlisi inceleme dışı sanık ...’e emniyet görevlilerince yaptırılan teşhis işlemine dair 21.04.2008 tarihli teşhis tutanaklarına göre; olay tarihinde suça konu tebligat evrakını tebliğ ettiği kişiye yüzde doksan oranla benzeyen kişi olarak tanık ...’ı teşhis ettiği,
Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 23.11.2009 tarihli ve 28965 sayılı evrakında; soruşturma dosyası kapsamı ile Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığının bildiriminden, savunmasının mevcut delillerle birlikte mercisince değerlendirilip takdir olunmak üzere Aksaray Barosunda kayıtlı Avukat ... hakkında kovuşturma yapılmasının gerekli görüldüğünün belirtildiği,
Yapılan soruşturma sonucunda Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığının 18.12.2009 tarihli ve 1998-143 sayılı iddianamesinde ve Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesinin 11.02.2010 tarihli ve 7-24 sayılı son soruşturmanın açılmasına dair kararında sanığın eyleminin; “...Av. ..."in; Aksaray Barosuna kayıtlı (Baro Sicil No:183) avukat olarak görev yaptığı, suç işlemek için örgüt kurmak, CD"lerle şantaj yaparak zorla senet imzalatmak, oto kiralama işinde aldıkları senetlerin üzerine yüksek meblağlar yazarak sahte senet düzenlemek suçlarından Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/2460 sayılı evrakı üzerinden haklarında soruşturma yürütülen ..., ... ve ... tarafından alacaklısı ..."un gayri resmi olarak birlikte yaşadığı ... olan, borçlusu yurt dışında yaşayan ve ..."in halasının gelini olan ..., alacak miktarı 346.000 YTL olan, keşideci imzası taklit edilmiş ve gerçekte böyle bir borcun olmadığı sahte senede istinaden, şüpheli Av. ..."in alacaklı ... vekili sıfatıyla borçlu ... hakkında Aksaray 1. İcra Müdürlüğü"nün 2008/314 sayılı dosyası üzerinden takip başlattığı gibi, gerçekte yurt dışında borçlunun adresini, ... ile işbirliği içerisinde hareket ederek ..."un ikametgah adresi olan ‘....’ olarak göstermek ve tebligat memuru ..."ü bu adrese şahsi otomobili ile götürüp, borçlunun yurt dışından kısa bir süreliğine geldiğini, sarışın genç bir bayan olduğuna ikna ederek tebligatın, ..."un gayriresmi olarak birlikte yaşadığı ve sahte senette alacaklı olarak gösterilen ..."a yapılmasını sağlayarak takibi usulsüz bir şekilde kesinleştirerek borçlu adına kayıtlı gayrimenkulün satılmasını talep ettiği” şeklinde anlatılarak sanığın TCK’nın 257/1 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılmasının talep edildiği,
Açılan bu kamu davasında yapılan yargılama sonucunda ise Yerel Mahkemece “..."in müvekkili olması nedeniyle tanıdığı ..."un evini bildiği, müşteki Yurdagül"ü hiç tanımadığı, müşteki Yurdagül"ün 2003 yılından beri Türkiye"ye gelmediği, buna rağmen gidilen evin ..."un evi olduğunu bildiği, kapıya çıkacak kadını sarışın bir bayan olarak tarif ettiği, bu hali ile kapıya çıkacak kişinin ... olduğunu bildiği, PTT memurunu da bu yönde güven duygusu oluşturarak kimliğe bakmasını engelleyecek surette ikna ettiği tüm dosya kapsamından, ..."ın beyanından ve Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesince verilen karar içeriğinden anlaşılmış olup sanık ..."in bu eyleminin sahte tebliğ evrakı tanzim ettirmek olduğu, bu amaca yönelik ... ile birlikte hareket ettiklerinin sabit olduğu... Sanık ..."in eyleminin icra müdürlüğü dosyasındaki takibi kesinleştirmek amacıyla hiç tanımadığı ve görmüş olmadığı ... adına olan tebligatı aslında orada oturmadığını bildiği halde PTT memurunu adrese götürmek suretiyle sahte evrak ve tebliğ yapılmasını sağlamak olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Bu hali ile eylemin ağırlığı, amaçlanan hedef gözetilmek suretiyle sanık ... hakkında alt sınırdan ayrılınarak ceza tayini yoluna gidilmiştir.” şeklindeki gerekçeyle ve hüküm kısmında “...suç konusunun önem ve değeri, suçun işleniş şekli birlikte değerlendirilerek..” denilmek suretiyle sanık hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan temel ceza belirlenirken alt sınırdan uzaklaşılarak TCK’nın 204/1, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezasına hükmedildiği, hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 21. Ceza Dairesince düzeltilerek onanmasına karar verildiği,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ise sanıkla birlikte aynı suçu işlediği iddia olunan tanıklar ..., ..., ... ve ...’in, resmî belgede sahtecilik suçundan yargılandıkları Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/42 esas sayılı dosyasında temel cezanın alt sınırdan belirlenmesi nedeniyle daha az cezaya mahkûm oldukları, sanık ... hakkında TCK’nın 204/1. maddesi uygulanırken temel cezanın 3 yıl olarak belirlenmesinin isabetli olmadığı düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurulduğu,
İtiraza konu edilen Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/42 esas sayılı dosyasının incelemeye konu dosya içerisinde yer alan evraklarına ve UYAP sisteminden ulaşılabilen belgelerine göre;
İncelemeye konu dosyada tanık sıfatıyla yer alan ..., ..., ... ve ...’in Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin ilgili dosyasında sanık sıfatıyla bulundukları, adı geçenler hakkında yürütülen soruşturma sonucunda Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 19.03.2009 tarihli ve 138-111 sayılı iddianamede itiraza konu edilen olay yönünden “...Olay 1: İl Emniyet Müdürlüğüne yapılan ihbarda bahsi geçen ..."nun sahte senet olayı ile ilgili yapılan araştırmada müşteki ..."nun ..."in halasının oğlunun eşi olduğu, 2003 yılından beri Türkiye"ye giriş yapmadığı, yurt dışında yaşadığı, Türkiye"de mal varlığının olduğu, şüphelilerin, müşteki Yurdagül Eroğulu"nu borçlu, ..."un kız arkadaşı olan şüpheli ..."ı alacaklı olarak gösterdikleri, tebligat adresinin ..."un Hacılar Harmanı mahallesindeki evini bildirdikleri, PTT görevlisi ..."ün olaya konu adrese giderek ..."a ..."ymuş gibi tebligat yaptığı, olaya ilişkin senedin Aksaray 1. İcra Müdürlüğünün 2008/314 esas sayılı dosyası üzerinden tahsile konulduğu, icra dosyası ile ilgili bir tebligatın ise şüpheli ... tarafından müşteki yerine imzalandığının şüpheli ...’ın beyanından anlaşıldığı, dosyanın incelenmesinde ödeme günü 15.11.2006 olan 346.000-TL.lik senet olduğunun anlaşıldığı, ... ile İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerince telefon vasıtasıyla yapılan görüşmede kendisinin bu şekilde bir senede imza atmadığını, senedin sahte olarak düzenlendiğini beyan ettiği, hakkında soruşturma yapılan ve evrakı bu dosyadan ayrılan PTT görevlisi ...’ün ... olarak tebligat yaptığı kişinin ... olduğunu teşhis ettiği, ..."in şüpheliler ... ve Vahit İnalbars tarafından öldürülmeleri olayından sonra yapılan soruşturmada önceki yapılan ihbarları doğrular nitelikte deliller ele geçirildiği, bu şekilde şüpheliler ..., ..., ..., ... ile ölen şüpheli ...’in müşteki ... (Eroğlu) a yönelik resmi evrakta sahtecilik, kamu kurumu aracı kılınmak suretiyle dolandırıcılık suçlarını işledikleri” anlatımıyla ..., ..., ... ve ... hakkında kamu davası açıldığı, iddianamede itiraz konusuna ilişkin sevk maddelerinin TCK’nın 37/1 ve 210/1 delaletiyle 204/1, 53 ve 63. maddeleri olarak gösterildiği,
Açılan bu kamu davasında yapılan yargılama sonucunda ise Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesince 15.02.2011 tarih ve 42-33 sayı ile, ..., ..., ... ve ... hakkında “...Katılan mağdur ... leyhinde sahte senet tanzim etmek ve kamu kurumunu aracı kılmak suretiyle dolandırmak suçlarından açılan kamu davasında; 2003 yılından olay tarihi sonrasına kadar yurt dışında olan ve yurda giriş yapmayan mağdur ..."ün öldürülen ..."in halasının oğlunun eşi olduğu, mal varlığı olan mağdurun bilgisi haricinde sanık ..."un yönlendirmesiyle borçlusu ... alacaklısı ..., ödeme günü 15.11.2006 olan 346.000-TL.lik sahte senet tanzim edilerek Aksaray 1. İcra Müdürlüğünün 2008/314 esas sayılı dosyası üzerinden takibe konulduğu, senet içeriğinin ..."in ikrarında da belirttiği üzere Vahit tarafından doldurularak imzalandığı, takip aşamasında senette ..."un adresi müşteki/mağdur ..."ün ev adresiymiş gibi gösterilerek sanık ..."ın ... olarak usulsüz biçimde tebliğ ettirildiği, yine aynı dosya ile ilgili olarak yaptırılan bir başka tebligat işleminde de sanık ..."in kullanıldığı, bu durumun aşamalardaki ... beyanlarıyla doğrulandığı, yine hakkında ayrı soruşturma yürütülen PTT görevlisi ..."ün tebligat yaptığı adresin ..."un adresi olduğunu bildiği ve ... olarak tebligat yaptığı kişinin ... olduğuna dair teşhisinin bulunduğu, sanıkların olayın oluşumuna ilişkin aşamalarda ikrarları bulunduğu, mağdurun olaya konu senedin sahte olarak tanzim edildiği, atılan imzanın kendisine ait olmadığı ve 2003 yılından olay tarihi sonrasına kadar Türkiye"ye dönmediğine dair beyanı dolayısıyla Emniyet Müdürlüğüne yapılan ihbar içeriğinin doğrulandığı anlaşıldığından katılan mağdur ... Eroğlu aleyhinde iştirak halinde sahte senet tanzim etmek ve menfaat temin etmek için kamu kurumunu aracı kılmak suretiyle senedi takibe koyduklarından bahisle sanıklar ..., ..., ... ve ..."ın her iki suçtan ayrı ayrı cezalandırılmaları yoluna gidilmiş, suçun işleniş biçimi nazara alınarak takdiren alt sınırdan uygulama yapılmıştır.” şeklindeki gerekçeyle resmî belgede sahtecilik suçundan ayrı ayrı TCK’nın 204/1, 62, 53 ve 58/9. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar verildiği,
Bu hükümlerin, temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 21.02.2012 tarih ve 8028-972 sayı ile onanmasına karar verilerek kesinleştiği,
Anlaşılmıştır.
Tanık ..., Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/2460 soruşturma sayılı dosyasında şüpheli ve Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin itiraza konu edilen 2009/42 esas sayılı dosyasında sanık sıfatıyla; tarihini tam hatırlamadığı bir günde ağabeyi olan ...’in kendisini arayarak iş yerine çağırdığını, gittiğinde Zahit ve tanık ...’un iş yerinde olduklarını, oturdukları sırada Zahit’in boş bir senet çıkardığını, akabinde Zahit ve Mahmut"un “Bunun altını, üstünü doldur ve imzala.” dediklerini, ancak kendisinin bu isteğe karşı çıktığını, sonra Zahit’in yakasını tutup vurmaya çalıştığı sırada “Tamam imzalayacağım.” diyerek olaya konu senedi yazıp imzaladığını, senedi nasıl dolduracağını tarif ettiklerini, o tarife uygun olarak senedi doldurduğunu, ağabeyi Zahit’in öldürülmesinden sonra tanık Mahmut’un sık sık iş yerine gelip gittiğini ve kendisine “Bu senet olayıyla ilgili kimseye bir şey söyleme. Cezaevine infaz için girmeden seni de öldürür öyle girerim.” şeklinde tehditlerde bulunduğunu,
Tanık ..., Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/2460 soruşturma sayılı dosyasında şüpheli sıfatıyla; tanık ... ile aralarında bir dönem duygusal bir ilişki olduğunu, daha sonra ayrıldıklarını, ayrılmalarından birkaç ay sonra Mehmet Özkara’nın tanık Mahmut ile kendisini barıştırdığını, kendisini Aksaray ilinde bir eve götürdüklerini, Mahmut’un “Bu evi sana tuttum, ikimiz oturup evleneceğiz.” dediğini, evde yemek yedikleri sırada Mahmut’un “Postacı tebligat yapmak için gelecek. O tebligatı sen al.” diye kendisine söylediğini, 10 – 15 dakika sonra postacının geldiğini, kendisine kimlik sormadan tebligat yaptığını ve gittiğini, bu tebligatı aldıktan 5 dakika sonra Mehmet Özkara’nın gelerek kendisini alıp başka bir eve götürdüğünü, bu tebligat dosyasında alacaklı avukatının Ahmet Arısoy olduğunu, bu olayla ilgili Mahmut’un başka bir postacıya farklı bir adreste yine tebligat yaptırdığını, bu tebligatı da kendisinin aldığını, bu olayla ilgili olarak Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandıklarını,
İncelemeye konu dosya ile birleşen Aksaray 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/152 esas sayılı dosyasında Talimat Mahkemesinde tanık ve Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin itiraza konu edilen 2009/42 esas sayılı dosyasında sanık sıfatıyla; Mahmut Coskun’u bir dönem erkek arkadaşı olması nedeniyle tanıdığını, 2006 yılından sonra Mahmut ile görüşmediğini, ...’ı da birlikte yargılandıkları için tanıdığını, ... adına hiçbir tebligat almadığını, ...’nu tanımadığını, Aksaray’da bahsedilen adreste oturmadığını, tebligatı kimin aldığını bilmediğini, bahsedilen senet ve tebligat olaylarından haberinin olmadığını,
Tanık ... soruşturma evresinde tanık, Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/2460 soruşturma sayılı dosyasında şüpheli ve Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin itiraza konu edilen 2009/42 esas sayılı dosyasında sanık sıfatıyla; ... ile oto kiralama şirketinde ortak olduklarını, Zahit’in halasının oğlu Zübeyir Atak’ın eşi ... ile birlikte Almanya’da yaşadığını, Zübeyir Almanya’dan izne geldiğinde zaman zaman dükkânlarına uğradığını ve eşi Yurdagül ile aralarındaki sorunlardan bahsettiğini, Yurdagül’ün mülkiyetinde bir arsa olduğunu bildiklerini, Zübeyir’in bu arsayı eşinin elinden almak istediğini, bir gün Zahit’in, Zübeyir’e bir senet düzenleyip bu arsayı Yurdagül’ün elinden almayı teklif ettiğini, ancak Zübeyir’in kabul etmediğini, Zübeyir Almanya’ya döndükten sonra Zahit’in bu kez kendisine aynı teklifte bulunduğunu, kız arkadaşı olan tanık ...’ın alacaklı olacağı bir senet düzenlemeyi teklif ettiğini, kendisinin Zahit’e “Kızın başını belaya sokmayalım.” dediğinde, Zahit’in de “Zübeyir halamın oğlu, herhangi bir sorun çıkmaz, çıksa bile ben şikâyetinden vazgeçiririm.” diye cevap vermesi üzerine teklifi kabul ettiğini, Zahit’in, kardeşi tanık ...’i dükkâna çağırdığını, boş bir senet çıkarıp, Vahit’e imza atmasını söylediğini, Vahit’in konuyu bilmesine rağmen “Bu ne için?” diye sorduğunu, ağabeyi Zahit’in “Sen karışma, imzala.” dediğini, Zahit ile kendisinin sanık Avukat ...’e gittiklerini, senedi gösterip alacaklarının tahsili için icra takibine koyulmasını istediklerini, senedin sahte olduğunu söylemediklerini, Ayşegül’ün alacağı olduğunu söylediklerini, Ayşegül adına düzenlettikleri vekâletnameyi de sanığa verdiklerini, icra takibi başlatılması için senedi verdiklerinde Yurdagül’ün adresi olarak da kendi ev adresini söylediğini, daha sonra sanık avukatın icra takibini başlattığını, Ayşegül ile kahvaltı yaptıkları sırada evin kapısının çaldığını, Ayşegül’ün kapıyı açtığını ve postacı geldiğini söylediğini, kendisinin de Ayşegül’e “Ne veriyorsa al.” dediğini, Ayşegül’ün de ... adına imza atarak tebligatı kabul ettiğini, postacının kimlik sormadığını, Ayşegül’e “Benim bir alacağım var, onu tahsil etmeye çalışıyorum.” dediği için Ayşegül’ün sadece talimatlarına uyduğunu, gerçeği bilmediğini, tebligatın yapıldığı sırada avukat olan sanığı da, arabasını da görmediğini, geldiyse de bundan haberinin olmadığını, o gün tebligatın yapılacağına dair bir bilgisinin bulunmadığını, sadece postacının gelebileceği tarihi tahmin ederek Ayşegül’ü evine götürdüğünü,
Tanık ... soruşturma ve kovuşturma evresinde ve incelemeye konu dosya ile birleşen Aksaray 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/152 esas sayılı dosyasında tanık, Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/2460 soruşturma sayılı dosyasında şüpheli ve Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin itiraza konu edilen 2009/42 esas sayılı dosyasında sanık sıfatıyla; suç tarihinde tanık ...’un erkek arkadaşı olduğunu, 2008 yılının ilk aylarında Mahmut’un kendisine “Elimde bir senet var. Bu senette seni alacaklı gösterelim. Çünkü benim vergi borcum var. Senedi senin adına düzenleyelim. Bir vekâletname düzenleyelim. Avukat ...’e bu vekâleti ver.” dediğini, senedin sahte olup olmadığını o aşamada bilmediğini, sadece Mahmut’a güvendiğini, sonrasında Aksaray 2. Noterliğinden sanık Avukat ... adına vekâletname düzenlettiğini, bu tarihten yaklaşık 1 – 2 ay kadar sonra ...’un evinde sabah uyandıklarını, daha sonra Mahmut’un telefonda sanıkla görüştüğünü, ne konuştuklarını duymadığını, konuştuktan sona Mahmut’un “Ben Avukat ...’in yanına gidiyorum, evi göstereceğim.” diyerek evden ayrıldığını, yarım saat sonra eve geri döndüğünü, kendisine “Biraz sonra kapı çalacak, postacı gelecek, bir şey getirecek, onu al.” dediğini, ayırca postacıyı avukat olan sanığın getireceğini söylediğini, 15 dakika kadar sonra sanığın koyu renkli arabasıyla sanık ve inceleme dışı sanık posta dağıtıcısı ...’ün geldiğini, daha önceden ...’ü tanımadığını, ilk kez o gün tebligat getirince gördüğünü, Avukat Özgür’ün aracını evin önünde durdurduğunu, Ersin’in araçtan indiğini, ev müstakil bir ev olduğu için kapıya çıktığında Avukat Özgür’ü arabada otururken gördüğünü, Ersin’in kendisine adını ve kimlik bilgilerini sormadığını, sadece “Tebligatınız var, buraya imza atacaksınız.” dediğini, tebligatın kendisine geldiğini düşünerek imza attığını ve tebligatı aldığını, direksiyonda sanık Avukatı gördüğü için şüphelenmediğini, daha sonra Ersin’in sanık Avukat Özgür’ün aracına bindiğini ve sanıkla birlikte gittiklerini, kapıyı kapatır kapatmaz Mahmut’un hemen elindeki tebligat evrakını alıp cebine koyduğunu, senette borçlu görünen ...’nu tanımadığını, sonradan senedi Mahmut ile öldürülen Zahit’in birlikte düzenlediğini öğrendiğini, senedin düzenlenmesinden, postacının tebligat yaptığı aşamaya kadar birkaç kez sanık Avukat Özgür’le görüşmesinin olduğunu, bu görüşmelerinde sanıktan senedin sahte olduğuna veya kendisine sahte tebligat yapılacağına ilişkin bir söz duymadığını, bu olaylardan sanığın haberdar olup olmadığını da bilmediğini,
Tanık ...; Aksaray Adliyesinde bulunan PTT şubesinde görev yaptığını, bu nedenle bütün avukatları ve memurları tanıdığını, olay tarihinde samimi olduğu ve mesleği gereği tanıdığı sanık Avukat ...’in görev yaptığı PTT şubesine geldiğini ve acil bir tebligatı olduğunu söylediğini, bunu nasıl yapabileceğini sorduğunu, kendisinin de uygulamalarında tebligat yaptıracak kişinin araçla posta görevlisini alıp tebligat adresine götürebileceğini, bunun mevzuata aykırı olmadığını sanığa söylediğini ve sanığı merkez postanesinde çalışan ... isimli arkadaşına yönlendirdiğini, sonradan öğrendiğine göre, sanık olan Avukat Özgür’ün, Savaş’ın yanına gidip durumun acil olduğunu ve tebligatı yapacak memuru aracıyla tebligat adresine götürebileceğini söylediğini, posta dağıtıcısı inceleme dışı sanık ...’in de meslekte yeni olması nedeniyle tebligatı yaptığı şahsa kimlik sormadığını, sanık ...’ün tebligat yapılacak kişiyi Ersin’e tarif etmesinin tebligatın bu şekilde yapılmasında etkili olduğunu, sanığı diğer PTT şubesine gönderdikten sonra anlattığı kısımların duyuma dayalı bilgiler olduğunu,
Tanık Gülten Çini; olayın olduğu tarihte tebligat memuru olarak görev yaptığını, avukatların bu şekilde erken tebligat yapılmasını istedikleri durumların devamlı olduğunu ve kendilerinin de bu şekilde işlemler yaptığını, sanık Avukat ... ve ...’in birlikte odasına geldiklerini, elden teslim yapılacağını söylediklerini, tebligat evrakını sanık Avukat ...’in istediğini ancak kendisinin kaydını yaptığı tebligat evrakını tebligat işlemi için görevlendirilen inceleme dışı sanık ...’e verdiğini,
Tanık ...; PTT görevli memuru olan inceleme dışı sanık ...’ün beyanında belirttiği gibi kendi yanına gelerek bir avukatın kendisi ile tebliğ yapılacak adrese gitmek istediğini söylediğini, kendisinin de gidebileceğini herhangi bir sakıncası olmadığını beyan ettiğini, kendisine talimat verme konumunda olmadığını, sadece tavsiye niteliğinde bilgi verdiğini,
Tanık ...; Aksaray ili Merkez Postanesinde çalıştığını, olay tarihinde Aksaray Adliyesinde görevli memur olan ... isimli arkadaşının yardımcı olması için sanık Avukat ..."i kendisine gönderdiğini, daha sonra sanığın yanına geldiğini, müvekkiline ait bir dosyada muhatabın izne geldiğini ve geri yurt dışına dönme ihtimali olduğunu söyleyip yanına bir posta memuru görevlendirilmek suretiyle şahsa tebligat yapılıp yapılamayacağını sorduğunu, belirttiği adres inceleme dışı sanık posta dağıtıcısı ...’ün görev alanına girdiği için Ersin"i çağırarak kendisine durumu izah ettiğini, Ersin"in muhatabı tanımadığını beyan ettiğini, bunun üzerine sanığın da “Ben muhatap bayanı tanıyorum. Kendisi sarışın, uzun boylu, zayıf bir bayan, sana tarif ederim.” diye Ersin’e söylediğini, daha sonra tebligat servisine gittiklerini, oradan tebligatı çıkardıklarını, sanık arabasıyla Ersin’i tebligat adresine götürdüğünü, sonradan tebligatın usulsüz yapıldığını öğrendiklerini,
İnceleme dışı sanık ... kovuşturma evresinde ve incelemeye konu dosya ile birleşen Aksaray 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/152 esas sayılı dosyasında sanık, Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/2460 soruşturma sayılı dosyasında şüpheli, Cumhuriyet savcısı huzurunda tanık ve kollukta bilgi sahibi sıfatıyla; Aksaray PTT Müdürlüğünde posta dağıtıcısı olarak görev yaptığını, olaydan bir gün önce sanık Avukat ...’in, postanelerinde çalışan ... ve Gülten Çini isimli mesai arkadaşlarıyla birlikte yanına geldiğini, ... adına çıkartılan ve sorumluluk bölgesinde olan bir tebligatın hemen yapılıp yapılamayacağını sorduğunu, ...’nun yurt dışından geldiğini, tebligat üzerinde bulunan adreste geçici olarak akrabalarının yanında kaldığını, tekrar yurt dışına çıkacağını, o gitmeden tebligatı hemen yapıp yapamayacağını sorduğunu, tebligatın kaydedilecek olması nedeniyle kendisinin de “Yarın götürür yaparım.” diye cevap verdiğini, ertesi gün sanığın yine geldiğini, adresi göstereceğini söylediğini, kendisinin adresi bildiğini söylemesine rağmen sanığın gelmek istediğini, yeni memur olduğu için çekindiğinden yine kıdemli posta dağıtıcısı olan ...’a ve birkaç kişiye avukatın kendisiyle gelmesinde sakınca olup olmadığını sorduğunu, sorduğu kişilerin de “Olmaz.” demeleri üzerine sanık Avukat Özgür ile birlikte tebligatın üzerinde bulunan adrese gittiklerini, o adreste oturan kişileri tanıdığını, hatta sanığa tebligat yapılacak kişinin soy isminin Eroğlu olduğunu, bu adreste ...’un oturduğunu, soy isim benzerliği olmadığını söylediğinde, sanığın da “Ya bu adreste kalacak kişi yakını.” diye cevap vererek ...’nun onların akrabası olduğunu ve geçici olarak bu adrese geldiğini söylediğini, hatta tebligat yapacağı kişiyi genç ve sarışın bir bayan olarak tarif ettiğini, adrese gittiklerinde avukatın biraz uzakta beklediğini, kendisinin araçtan inerek evin kapısını çaldığını, dışarıya çıkan kadının o evde oturan kişilerden olmadığını, ...’nu aradığını söylediğini, karşısındaki kadının “Benim.” dediğini, bir tebligatı olduğunu belirttiğinde, kadının nereden geldiğini sorduğunu, kendisinin de “1. İcra Müdürlüğünden.” diyerek cevap verdiğini, onun da tebligatı kabul ettiğini, sanık ile gittiklerinden ve daha öncesinde sanığın yaptığı açıklamalara güven duyduğundan tebligatı yaptığı kişiye kimlik sormadığını, normalde sormaları gerektiğini, ancak söylediği gibi sanığın üzerinde tesis ettiği güvene dayanarak kimliğini sormadığını ve tebligatı yaptığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık aşamalarda; müvekkili tanık ...’ın alacaklı olduğu bir senedin icra takibine konu edilmesi için kendisine verildiğini, tanık Ayşegül’ün birlikte yaşadığı tanık ...’la komşu olduğunu, ikamet ettiği evin altındaki araç kiralama firmasını tanık Mahmut’un çalıştırdığını, icra takibine konu ettikleri senedi kendisine verdikleri sırada senet borçlusunun yurt dışına çıkma ya da ikamet değiştirme olasılığının bulunduğunu, bir an önce tebligatın yapılması gerektiğini söyledikleri için Aksaray Adliyesi Postanesinde görev yapan Recep Bey’e bu tebligatı en hızlı şekilde nasıl yapacaklarını sorduğunu, Recep’in de “Avukatlar acil durumlarda tebliğ memurlarını yanlarına alıp götürüyorlar ve tebligatı yaptırıyorlar.” dediğini, hatta hafta sonu da görev yaptıklarını öğrendiğini, Sanayi Postanesinde görev yapan ...’e durumu anlattığını, Savaş’ın da posta dağıtıcısını araçla alıp belirtilen adrese götürmesi hâlinde hemen yaptırılabileceğini söylediğini, sanığın, o adrese tebligat götürmekle sorumlu olan inceleme dışı sanık ...’ü bulup araçla tebligat adresine götürmeyi teklif ettiğini, o günün cuma olduğunu, ertesi gün yani cumartesi günü dağıtıcılar öğlene kadar çalıştıklarından tekrar postaneye gittiğini, müvekkilinin karşı tarafın adresi olarak bildirdiği ve senette borçlu adresi olarak görünen yere posta dağıtıcısı Ersin’i aracıyla götürdüğünü ancak aracından inmediğini, Ersin’in tebligatı alarak eve gittiğini ve tebligatı yaptığını, tebligatı kime yaptığını görmediğini, Ersin’in kısa süre sonra arabaya döndüğünü, Ersin’i aldığı yere bıraktığını, posta dağıtıcısı Ersin’in savunmasında “Ben tebligat yaptığım şahsa kimlik sormadım, çünkü Avukat Bey bana tebligatı yapacağım şahsı tarif etti, ben de tarife uygun bayanı görünce kimliğine bakmadan tebligatı yaptım.” dediğini ancak ...’e hiçbir şekilde tarifte bulunmadığını, senedin borçlusu olan kadını da tanımadığını, PTT görevlisi Ersin’in kendini suçtan kurtarmak için bu şekilde beyanda bulunduğunu, suçlamayı kabul etmediğini, tebligatın başka bir kişiye yapıldığını sonradan öğrendiğini, posta dağıtıcısı ...’ün tebligatı yaparken evden çıkan kişiye kimliğini sorup sormadığını bilmediğini, bu hususta başka bir bilgisinin de olmadığını, ancak tebligatın başka bir kişiye yapıldığını açılan soruşturma neticesinde öğrendiğini,
Savunmuştur.
Resmî belgede sahtecilik suçu 5237 sayılı TCK’nın 204. maddesinde;
“(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Söz konusu suç, maddenin birinci fıkrasında seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmış olup, resmî belgenin sahte olarak düzenlenmesi, gerçek bir resmî belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte resmî belgenin kullanılması durumunda suç oluşacaktır.
Maddenin ikinci fıkrasında, resmî belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanarak daha ağır bir yaptırıma bağlanmış, maddenin üçüncü fıkrasında ise, suçun konusunu oluşturan resmi belgenin, kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan bir belge niteliğinde olması hâlinde cezanın yarı oranında artırılması gerektiği belirtilmiştir.
Sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güveni olup, belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, tamamen veya kısmen değiştirilmesi ya da gerçek bir belgeye eklemeler yapılması eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek yaptırıma bağlanmıştır.
Resmî belgenin sahte olarak düzenlenmesi ya da gerçek bir resmî belgenin değiştirilmesi eyleminin sahtecilik suçunu oluşturabilmesi için, düzenlenen ya da değiştirilen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi yanıltıcı nitelikte olması gerekir. Aldatıcılık özelliği suçun temel unsuru olup, özel bir incelemeye tabi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte olup olmadığı şüpheye yer vermeyecek şekilde saptanmalıdır.
Uyuşmazlığın isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için faillik kavramı ile her bir fail hakkında cezanın belirlenmesinde göz önüne alınacak hususların değerlendirilmesi gerekmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda suça iştirakte, faillik ve şeriklik ayrımı öngörülmüş, azmettirme ve yardım etme şeriklik kavramı içinde değerlendirilmiştir.
TCK"nın 37. maddesinde;
"(1) Suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.
(2) Suçun işlenmesinde bir başkasını araç olarak kullanan kişi de fail olarak sorumlu tutulur. Kusur yeteneği olmayanları suçun işlenmesinde araç olarak kullanan kişinin cezası, üçte birden yarısına kadar artırılır." şeklindeki hüküm ile maddenin birinci fıkrasında müşterek faillik, ikinci fıkrasında ise dolaylı faillik düzenlenmiştir.
Kanunda suç olarak tanımlanan fiilin, birden fazla suç ortağı tarafından iştirak hâlinde gerçekleştirilmesi durumunda TCK’nın 37/1. maddesinde düzenlenen müşterek faillik söz konusu olacaktır.
Öğretideki görüşler de dikkate alındığında müşterek faillik için iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:
1- Failler arasında birlikte suç işleme kararı bulunmalıdır.
2- Suçun işlenişi üzerinde birlikte hâkimiyet kurulmalıdır.
Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurulduğu için her bir suç ortağı "fail" konumundadır. Fiil üzerinde ortak hâkimiyetin kurulup kurulmadığının belirlenmesinde, suç ortaklarının suçun icrasında üstlendikleri rolleri ve katkılarının taşıdığı önem göz önünde bulundurulmalıdır.
Kişinin eyleminin, bir suça katılma aşamasına ulaşıp ulaşmadığı, ulaşmışsa da suça katılma düzeyinin belirlenmesi için, eylemin bir aşamasındaki durumun değil, eylemin yapılması için verilen kararın, bu kararın icra ediliş biçiminin, olay öncesi, sırası ve sonraki davranışların da dikkate alınıp, tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerekir. Zira "yardım etme"yi müşterek faillikten ayıran en önemli unsur, kişinin suçun işlenişi sırasında fiil üzerinde ortak hâkimiyetinin bulunmamasıdır.
Temel cezanın belirlenmesinde izlenecek usul ve göz önünde bulundurulması gereken kriterler 5237 sayılı TCK"nın 61. maddesinde gösterilmiş olup maddenin ilk fıkrası;
"Hâkim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suç konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanunî tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler." şeklindedir.
5237 sayılı TCK’nın "Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi" başlıklı 3. maddesinde de;
"(1) Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.
(2) Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, millî veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz." biçimindeki hüküm ile cezanın belirlenmesinde gözetilecek "eşitlik" ve "orantılılık" ilkelerine vurgu yapılmıştır.
Müşterek faillik, suçun birden fazla suç ortağı tarafından "birlikte suç işleme kararına bağlı olarak" ve "fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurulmak suretiyle" müştereken gerçekleştirilmesidir. Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurulduğu için, her bir suç ortağı "fail" statüsündedir. Müşterek faillerin hareketleri bir bütün olarak adeta tek kişinin fiili gibi değerlendirilir (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınları, Kasım 2013, s. 440.). Bu nedenle müşterek faillerin her biri kanunda o suç için öngörülmüş temel ceza ile cezalandırılmalı, ancak bu ifadeden müşterek faillerin mutlaka aynı miktarda ceza ile cezalandırılmalarının zorunlu olduğu şeklinde bir sonuç da çıkarılmamalıdır. Kusurun ağırlığı, amaç ve saik gibi faile göre farklılık gösteren kriterlere dayanılarak her bir fail yönünden temel cezanın farklı şekilde belirlenmesi mümkün ise de, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı gibi her fail için geçerli ortak kriterlere dayanılarak temel cezanın farklı şekilde belirlenmesinin eşitlik ilkesine aykırı olacağı ve ayrıca çelişkiye neden olacağı açıktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Tanıklar ... ve ...’in, vefat eden ...’le birlikte sahte olarak düzenledikleri alacaklısı tanık ..., borçlusu şikâyetçi Yurdagül (Atak) Eroğlu olan senedi, sanık Avukat ...’in, tanık Ayşegül tarafından verilen vekâletnameye istinaden Aksaray 1. İcra Müdürlüğünün 2008/314 esas sayılı dosyasında icra takibine konu ettiği, akabinde şikâyetçi yurt dışında bulunmasına rağmen icra takibine ilişkin ödeme emrinin tebliğini gerçekleştirip, takibi kesinleştirmek ve şikâyetçinin Aksaray’da bulunan taşınmazına haciz koydurup sattırabilmek amacıyla sanığın, ...’un Hacılar Harmanı Mah. 5837 Sok. No:17 Merkez/Aksaray adresinde bulunan evine, tebligat memuru inceleme dışı sanık ...’ü şikâyetçinin geçici olarak bu adreste bulunduğu ve kısa zamanda yurt dışına geri çıkacağını söyleyerek getirdiği ve getirirken inceleme dışı sanık ...’e tebligat yapacağı kişiyi de sarışın genç bir bayan olarak tanık Ayşegül’ü tarif ettiği, inceleme dışı sanık ...’in adrese gittiğinde kapıyı açan tanık Ayşegül’ü şikâyetçi Yurdagül sanarak ilgili tebligatı yaptığı, tebligat evrakında “...” yazan kısmın altını tanık Ayşegül’ün imzaladığı, sanığın, bu şekilde sahte imzalı tebligat evrakı ile icra takibini kesinleştirip şikâyetçinin taşınmazına haciz koydurarak, bu taşınmazın satışını istediği olayda;
Müşterek failler hakkında temel ceza belirlenirken müşterek faillerin mutlaka aynı miktarda ceza ile cezalandırılmalarının zorunlu olmadığı, kusurun ağırlığı, amaç ve saik gibi faile göre farklılık gösteren kriterlere dayanılarak her bir fail yönünden temel cezanın farklı şekilde belirlenmesinin mümkün olduğu gibi somut olayımızda itiraza konu edilen Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/42 esas sayılı dosyasının incelemeye konu dosya içerisinde yer alan evraklarının ve UYAP sisteminden ulaşılabilen belgelerinin incelenmesi sonucunda, tanıklar ..., ..., ... ve ...’in Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin ilgili dosyasında sanık sıfatıyla yer aldıkları, adı geçenler hakkında yürütülen soruşturma sonucunda Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 19.03.2009 tarihli ve 138-111 sayılı iddianamede sahtecilik konusu belgenin şikâyetçi ... hakkında düzenlenen sahte senet olduğu ve bu sebeple sevk maddelerinin TCK’nın 37/1 ve 210/1 delaletiyle 204/1, 53 ve 63. maddeleri olarak gösterilmek suretiyle kamu davası açıldığı, açılan bu kamu davasında yapılan yargılama sonucunda ise Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesince 15.02.2011 tarih ve 42-33 sayı ile; ..., ..., ... ve ... hakkında “...katılan mağdur ... aleyhinde iştirak halinde sahte senet tanzim etmek ve menfaat temin etmek için kamu kurumunu aracı kılmak suretiyle senedi takibe koyduklarından bahisle sanıklar ..., ..., ... ve ..."ın her iki suçtan ayrı ayrı cezalandırılmaları yoluna gidilmiş, suçun işleniş biçimi nazara alınarak takdiren alt sınırdan uygulama yapılmıştır.” şeklindeki gerekçeyle yalnızca senedin sahteliğinden bahisle resmî belgede sahtecilik suçundan ayrı ayrı cezalandırılmalarına karar verildiği anlaşılmış olup, incelemeye konu dosyamızda ise sanık ... hakkında yapılan soruşturma sonucunda Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığının 18.12.2009 tarihli ve 1998-143 sayılı iddianamesinde ve Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesinin 11.02.2010 tarihli ve 7-24 sayılı son soruşturmanın açılmasına dair kararında sanığın eyleminin; “...Gerçekte yurt dışında borçlunun adresini, ... ile işbirliği içerisinde hareket ederek ..."un ikametgah adresi olan ‘....’ olarak göstermek ve tebligat memuru ..."ü bu adrese şahsi otomobili ile götürüp, borçlunun yurt dışından kısa bir süreliğine geldiğini, sarışın genç bir bayan olduğuna ikna ederek tebligatın, ..."un gayriresmi olarak birlikte yaşadığı ve sahte senette alacaklı olarak gösterilen ..."a yapılmasını sağlayarak takibi usulsüz bir şekilde kesinleştirerek borçlu adına kayıtlı gayrimenkulün satılmasını talep ettiği” şeklinde anlatıldığı, sanık hakkında yapılan yargılama sonucunda da Yerel Mahkemece “...Sanık ..."in eyleminin icra müdürlüğü dosyasındaki takibi kesinleştirmek amacıyla hiç tanımadığı ve görmüş olmadığı ... adına olan tebligatı aslında orada oturmadığını bildiği halde PTT memurunu adrese götürmek suretiyle sahte evrak ve tebliğ yapılmasını sağlamak olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.” denilmek suretiyle sadece tebligat evrakının sahteliğinden bahisle resmî belgede sahtecilik suçundan hüküm kurulduğu, bu suretle sanığın ve itiraza konu edilen Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/42 esas sayılı dosyasında yargılanan tanıklar ..., ..., ... ve ...’in yargılandıkları eylem ve cezalandırıldıkları belgelerin farklı oluşu göz önüne alındığında, her iki mahkemenin de temel cezayı TCK"nın 61. maddesinde yer alan kriterlere göre ayrı ayrı belirlemesinde herhangi bir sakınca bulunmadığı, ayrıca avukat olan sanık ...’in yaptığı icra takibini kesinleştirmek ve takibe devam etmek amacıyla suça konu tebligat evrakının sahte olmasını sağlaması eylemindeki kasta dayalı kusurunun ağırlığı, amaç ve saiki dikkate alındığında, sanık hakkında TCK’nın 204. maddesinin 1. fıkrası uyarınca 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası öngörülen resmî belgede sahtecilik suçu bakımından temel cezanın 3 yıl olarak tayin edilmesinin isabetli olduğu, işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı cezaya hükmolunduğundan TCK’nın 3. maddesinde düzenlenen “orantılılık” ilkesinin ihlal edilmediği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri ... ve ...; "Sanık ... hakkında; resmi evrakta sahtecilik suçundan yapılan yargılama sonucunda yerel mahkemece verilen mahkumiyet kararının temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Yüksek 21. Ceza Dairesi tarafından verilen mahkumiyet hükmünün onanmasına dair karara yönelik Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine ilişkin kararda, temel cezanın belirlenmesi sırasında teşdit hükümlerinin uygulanması hususunda Yargıtay Yüksek Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Yerel mahkeme tarafından yeterli gerekçe gösterilmeden dosya içeriğine uygun düşmeyecek şekilde temel cezanın alt sınırın üzerinde olacak bir şekilde 3 yıl hapis cezası olarak belirlenmesinin ceza hukukunun temel ilkelerinden olan kanun önünde eşitlik, orantılılık ve hakkaniyet ilkelerine aykırı olup olmadığının yargı kararları ışığında belirlenmesi gerekmektedir.
Modern ceza hukuku anlayışında hangi eylem ve işlemin cezalandırılacağı konusu önceden belirlenmiştir. 5237 sayılı ...nun 2. maddesinde: Özet olarak "Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez. Kanunda yazılı cezalardan başka bir ceza ile de kimse cezalandırılamaz" denilerek kanunilik ilkesi özelikle vurgulanmak istenmiştir.
Buna göre hakim bir suçun işlenmesi durumunda kanunda tanımlanmış olması şartıyla, failin kusuru ile leh ve aleyhindeki diğer hususları esas alarak, yine yasada belirlenmiş bir cezaya hükmedebilecektir.
"Cezanın Belirlenmesi" kavramıyla ifade edilen bu durum aynı zamanda Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 61. maddesinin de kenar başlığını taşımakta olup, anılan maddede iki sınır arasındaki temel cezanın tespit yöntemi düzenlenmiştir. Burada hakimin, söz konusu uygulamayı yaparken hangi hususları göz önünde bulunduracağı ve temel cezayı belirledikten sonra cezayı artırması ve/veya eksiltmesi gerektiğinde hangi sırayı izleyeceği gösterilmiştir.
Dolayısıyla hukukumuzda cezaların belirlenmesi ve bu tespit edilen cezaların ölçülü olması hususu anayasal ve yasal düzenlemeye bağlanmıştır.
Nitekim, yukarıda ifade edilen 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesinin yanında, "Adalet ve Kanun Önünde Eşitlik İlkesi" kenar başlıklı 3. maddesi de "Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur." düzenlemesini ihtiva etmektedir. Ayrıca, Anayasa’nın 2, 13, 36, 38 ve 141. maddelerinde öngörülen düzenlemelerin bu konu ile doğrudan ya da dolaylı irtibatlı olduğu görülmektedir.
Bu düzenlemelerin yanında orantılılık veya ölçülülük olarak ifade edilen ilke, taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) metni içerisinde tek başına geçmemekte ise de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) içtihatlarında baskın bir şekilde vurgulanmaktadır.
Uyuşmazlığa konu ihtilafın daha iyi anlaşılabilmesi için Ceza Kanunumuzun amacı bakımından da somut olayın irdelenmesi gerekmektedir.
Çağdaş ceza hukukunun ve bunun ifadesini oluşturan ceza kanununun amacı; hukuk devleti, kusur ve hümanizm gibi evrensel ilkelere dayalı olarak, insan onurunu, bireyin hak ve özgürlüklerini korumak, suçluyu sosyalleştirip tekrar topluma kazandırmak ve aynı zamanda bireyi ve toplumu suça karşı korumaktır.
5237 sayılı ...nun 1. maddesinde Ceza Kanununun amacı; "Kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir" şeklinde açıklanmıştır. Ağırlatıcı nedene yer verilmemiştir.
Kanun koyucu adaletin gerçekleştirilmesi için hakkaniyet ilkesini kabul etmiştir (5237 sayılı ...nun 3, MK 4/BK 44).
Hakkaniyet adil olmayan kuralın değil, adil olmayan sonuçların değiştirilmesi amacına hizmet eder.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 11.06.2013 gün, 2012/1337 E-2013/292 K sayılı ilamında;
5237 sayılı TCK’nun "Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi" başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasındaki, "Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur" biçimindeki hüküm ile de, işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında "orantı" bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçenin, TCK’nun 61/1. maddesine uygun olarak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili, dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde kanuni ve yeterli olmalıdır.
Somut olayda yerel mahkemece sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan temel hürriyeti bağlayıcı cezanın, işlenen fiil ile orantılı olmayacak şekilde üst sınırdan belirlenmesi yerinde olmadığından, Özel Daire bozma kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Bu itibarla, itirazın reddine karar verilmelidir.
Anayasa Mahkemesinin 12.11.2015 gün, 2015/26 E-2015/100 K sayılı kararında;
"Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerine ilişkin kurallar, ceza hukukunun temel ilkeleri ile Anayasa"nın konuya ilişkin kurallarına aykırı olmamak kaydıyla, ülkenin sosyal, kültürel yapısı, ahlaki değerleri ve ekonomik hayatın gereksinimleri göz önüne alınarak saptanacak ceza politikasına göre belirlenir. Kanun koyucu, cezalandırma yetkisini kullanırken toplumda hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunun hangi tür ve ölçüdeki ceza yaptırımı ile karşılanacağı, nelerin ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak kabul edilebileceği konularında takdir yetkisine sahip olmakla birlikte, bu yetkisini kullanırken suç ve ceza arasındaki adil dengenin korunmasını da dikkate almak zorundadır. Suç ve ceza arasında adalete uygun bir oranın bulunup bulunmadığının saptanmasında o suçun toplumda yarattığı etkinin, suçtan zarar görenin kişiliğinin ve ona verilen zararın azlığı veya çokluğunun da dikkate alınması gerekir.
Kanun koyucu, düzenlemeler yaparken hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise "elverişlilik", "gereklilik" ve "orantılılık" olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. "Elverişlilik", başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, "gereklilik" başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve "orantılılık" ise başvurulan önlem ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir. Bir kurala uyulmaması nedeniyle kanun koyucu tarafından öngörülen yaptırım ile ulaşılmak istenen amaç arasında da "ölçülülük ilkesi" gereğince makul bir dengenin bulunması zorunludur."
Yukarıda yargı kararları ışığında cezaların belirlenmesinde orantılılık ilkesine ne kadar önem verildiği açıkça görülmektedir. Bu kural Türk Ceza Kanunun 3. maddesi ile hüküm altına alınan ve Anayasa hükümleri arasında da yer bulan "orantılılık ilkesinin" doğal bir sonucudur. Kanuni düzenleme yapılırken orantılılık ilkesine önem veren ve sınırın herhangi bir nedenle aşılmasını Anayasa hükümleri ile önlemek isteyen kanun koyucunun, alt ve üst sınır arasındaki temel cezayı belirleme yetki ve görevini mahkemenin takdirine bırakırken orantılılık ve hakkaniyet ilkesine kayıtsız kalması beklenemez. Kimi hukukçular, hakimliğin bir sanat olduğunu söylemektedir. Eğer hakimlik bir sanat ise, belki de bu sanatın en güzel göstergesi bir cezanın belirlenmesi şeklidir. Şüphesiz bu da, orantılılığın ve gerekçenin isabetli olarak tespiti ile mümkün olabilecektir.
Somut olayımızda; avukat olarak görev yapmakta olan sanığın, suça konu senedin sahte olduğunu bildiğine dair şüpheden arındırılmış kesin kanıtların elde olunamadığı gibi yargılamanın dayanığını teşkil eden iddianamede bu hususta herhangi bir iddia dahi ileri sürülmemiştir. Yargılamaya konu edilen ve hükme esas alınan eylemin; sahte olduğu hususunda kuşku bulunmayan ancak sanık tarafından sahteliği bilinmeyen senedin, muhatabının dışında başka birisine tebliğinin sağlanması suretiyle takibin kesinleştirilmesinden ibaret olması ve takibin dayanığını teşkil eden senedin sahte olduğnun ispatı halinde hukuki sonuç doğurmasının mümkün olmaması ve buna bağlı olarak herhangi bir zararın doğmadığının dosya içeriğinden anlaşılması karşısında; adli sicil kaydında hiçbir hükümlülüğü bulunmayan ve gerek yargılama aşamasında gerekse yargılamadan sonra olumsuz bir davranışı dosyaya yansıtılmayan sanık hakkındaki temel cezanın dosya içeriğine uygun yasal ve yeterli gerekçelerle belirlenmesi gerekirken, yerel mahkeme tarafından temel ceza belirlenirken gerekçe bölümünde "eylemin ağırlığı, amaçlanan hedef" gibi gerekçelere yer verildikten sonra hüküm fıkrasında "suç konusunun önem ve değeri", "suçun işleniş şekli", "amaçlanan hedef" gibi biraz daha farklı gerekçelere yer verilerek alt haddi 2 yıl hapis olarak öngörülen temel ceza, alt sınırın üzerinde olacak şekilde 3 yıl hapis cezası olarak belirlenerek ilk defa suç işlediği anlaşılan sanık hakkında erteleme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması müesseselerinin uygulanması yasal olarak imkansız hale getirilmiştir. Kanun koyucu, cezaların şahsileştirilmesinin temini bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçenin, TCK’nun 61/1. maddesine uygun olarak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili, dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde kanuni ve yeterli olmalıdır.
Ayrıca kaynağında insanın bilme isteğinin bulunduğunu söylediğimiz gerekçenin, zamanla bir temel hak olarak kabul edilmeye başlanıldığı ve "gerekçeli karar hakkı"nın adil yargılanma hakkının temel bir unsuru haline geldiği görülmektedir. İnsan hakları alanındaki bu kazanımdan geri dönülmesi ise mümkün değildir. AİHS’in 6. maddesi kapsamında, AİHM içtihatlarıyla tanınan ve korunan gerekçeli karar hakkı, Anayasamızda ve usul kanunlarımızda da yer almaktadır. Temyiz mahkemeleri olarak görev yapan Yargıtay ve Danıştay da, kanun yolu incelemesi yaptıkları ilk derece mahkemesi kararlarında, söz konusu düzenlemelere istinaden gerekçeli karar hakkına ilişkin de denetim yapmaktadırlar. Anayasa’da bireysel başvuru yolunun tanınmasıyla, Anayasa Mahkemesinin gerekçeli karar hakkının korunması hususunda kazandığı önem de dikkat çekilmesi gereken bir husustur. Nitekim, Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin oluşturmaya başladığı içtihatların AİHM içtihatlarıyla paralel olduğunu söylemek mümkündür.
Yerel mahkemece temel ceza belirlenirken, kararın gerekçe bölümü ile hüküm fıkrasında farklı gerekçelere yer verdiği gibi ayrıca alt sınırdan uzaklaşma gerekçelerinin TCK’nın 61. maddesi anlamında yeterli olmadığı gibi dosya içeriğine de uygun düşmediği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Zira yukarıda açıklanan gerekçelerde sanık aleyhine yorumlanacak herhangi bir bilgi ya da belgeye dosya içeriğinde rastlanılamadığı gibi kanuni terimlerin tekrarından ibaret olan bazı kavramların sanık ile nasıl eşleştirildiği de denetime olanak sağlayacak şekilde açıklanmamıştır. Kaldı ki, ortaya çıkabilecek olumsuz neticeleri öngöreren kanun koyucunun buna göre bir düzenleme yapmasına karşın, somut olayda hiçbir olumsuz ve tehlikeli sonuç doğmadığı halde; varsayıma dayanılarak alt sınırın üzerinde ve çok daha önemlisi erteleme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması müesseselerini yasal olarak devre dışı bırakacak şekilde ceza tayin edilmesinin TCK"nın 3. maddesinde düzenlenen hakkaniyet, kanun önünde eşitlik ve orantılılık ilkelerine de aykırı davranıldığı gibi denetimden yoksun yetersiz gerekçeyle alt sınırın üzerinde cezanın tayin edilmesi suretiyle aynı zamanda adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçası olan gerekçeli karar hakkı da ihlal edilmiştir.
Sonuç itibarıyla; cezanın bireyselleştirmesinin doğal sonucu olarak her sanığın eylemine göre yasal gerekçelerle ayrı ayrı ceza belirlenmesinin mümkün olması nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraza konu edilmeyen hükümlüler hakkındaki cezaların farklı bir şekilde belirlenemeyeceğine ilişkin görüşüne iştirak etmemekle birlikte senet üzerinde yapılan sahteciliği bildiğine dair şüpheden arındırılmış kesin kanıtlar elde olunamayan sanığın, takibi usulsuz bir şekilde kesinleştirmekten ibaret eyleminden dolayı, herhangi bir zararın doğmamış olması dikkate alınarak temel cezanın buna göre belirlenmesi gerekirken, yetersiz ve soyut gerekçelerle teşdit hükümlerinin uygulanmasının isabetsizliğine dayanılarak mahkumiyet hükmünün bozulması gerekirken, onanmasına ilişkin karara itiraz eden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının değişik gerekçeyle kabul edilmesi gerekirken, itirazın reddine dair Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kuruluna sayın çoğunluğunun görüşüne yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmediği" düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi de; itirazın kabulü gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 02.06.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.