10. Hukuk Dairesi 2014/21665 E. , 2015/2254 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :İş Mahkemesi
Türk vatandaşlığından izinle çıkan davacı, Türk vatandaşı olarak yurtdışında geçen sürelerini 3201 sayılı Kanuna göre borçlanabileceğinin ve ... sigortasına giriş tarihinin Türkiye’de sigorta başlangıcı olduğunun tespitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilâmında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davalı Kurum vekili temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresini düzenleyen 5510 sayılı Kanunun 38’inci madde hükmü; malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcını; sigortalının, 5417, 6900, 506, 1479, 2925, 2926 ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20’nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya bu Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edileceğini; kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresinin, 18 yaşının ikmal edildiği tarihte başlamış olacağını, bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerinin, prim ödeme gün sayısı hesabına dâhil edileceğini öngörürken, Uluslararası sosyal güvenlik sözleşme hükümlerini saklı tutmuştur.
Kaldı ki, Anayasamızın 90/son maddesi uyarınca, yöntemince yürürlüğe konulmuş Uluslararası sözleşmeler kanun hükmünde olduğu gibi, normlar hiyerarşisi yönünden uluslararası sözleşme kurallarına uygulamada yasal güç tanınmakta ve bu kuralların uygulanma önceliği de haiz bulunmaktadır.
Konuya ilişkin yukarıda belirtilen sözleşmenin 27’inci madde hükmü ise, her iki akit taraf mevzuatına göre nazara alınabilecek sigortalılık sürelerinin varlığı halinde, uygulanacak mevzuata göre yardım hakkının doğmasında, diğer akit taraf mevzuatına göre geçen ve aynı zamana rastlamayan, hesaba dahil edilebilir nitelikteki sigortalılık sürelerinin de nazara alınacağını; sigortalılık sürelerinin hangi ölçüde hesaba dahil edilebileceğini ise, hesaba dahil edilebilirliğini tayin eden mevzuata göre tespit edileceği ifade edilmiştir.
Nitekim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yurt dışında geçirdikleri çalışma sürelerinin sosyal güvenlikleri açısından değerlendirilebilmesi amacıyla 22.05.1985 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiş bulunan 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanunla, Türk vatandaşlarının yurt dışında 18 yaşını doldurduktan sonra, Türk vatandaşı iken geçen ve belgelendirilen sigortalılık süreleri ve bu süreleri arasında veya sonunda her birinde bir yıla kadar olan işsizlik süreleri ile yurt dışında ev kadını olarak geçen süreleri, bu Kanunda belirtilen sosyal güvenlik kuruluşlarına prim ödenmemiş olması ve istekleri halinde, bu Kanun hükümlerine göre sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirileceğini öngörmüştür.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 13.2.2002 tarih ve 2002/10-21 Esas 2002/70 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere; Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin 29’uncu maddesinin 4’üncü bendinde, “Bir kimsenin Türk sigortasına girişinden önce bir ... Sigortasına girmiş bulunması halinde, ... Sigortasına girişi, Türk sigortasına giriş olarak kabul edilir.” hükmüne yer verilmiş ise de; bu hüküm, sözleşmenin 27’inci ve 29’uncu maddeyle bir bütün olarak yorumlanmadıkça tek başına uygulanamaz. Nitekim 29’uncu maddenin 3’üncü bendinde, 27’inci maddeye yollamada bulunularak, “...ancak, sözleşmenin 27’inci maddesine göre bir aylık veya gelir talep etme hakkının mevcut olması halinde, aşağıdaki hükümler uygulanır.” Denmektedir. Kaldı ki, sözleşme hukukunda, sözleşme bir bütün olarak yorumlanıp aleyhe ve lehe olan hükümler birlikte uygulanır. Bu ilke, özel hukuk sözleşmelerinde olduğu gibi sosyal güvenlik sözleşmeleri bakımından da geçerlidir.(Yargıtay Kararları Dergisi, Cilt 28, Sayı 5, Mayıs 2002, s. 685-686.)
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, anılan sözleşme hükmünün uygulanabilmesi, Türkiye Cumhuriyeti ile Federal Almanya Cumhuriyeti arasında imzalanan sosyal güvenlik sözleşmesi kapsamında, Türkiye’de sigorta başlangıcına esas olan ... Sigortasına giriş tarihinin, 3201 sayılı Kanun kapsamında borçlanılması ile mümkündür.
Öte yandan; 11.09.2014 tarihli Mükerrer Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6552 sayılı Kanunun 29"uncu maddesi ile 3201 sayılı Kanunun 5"inci maddesinin beşinci fıkrasına “Ancak uluslararası sosyal güvenlik sözleşmelerinde Türk sigortasına girişinden önce âkit ülke sigortasına girdiği tarihin Türk sigortasına girdiği tarih olarak kabul edileceğine ilişkin özel hüküm bulunan ülkelerdeki sigortalılık sürelerini borçlananların âkit ülkede ilk defa çalışmaya başladıkları tarih, ilk işe giriş tarihi olarak kabul edilir.” cümlesi eklenerek; yurtdışında ilk defa çalışmaya başlayanların bu çalışmalarının ilgili sözleşme kapsamında Türkiye"de sigorta başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmesi 3201 sayılı Kanun kapsamında borçlanma yapma şartına bağlanmıştır.
Unutulmamalıdır ki ... Sigortasına giriş tarihinin Türk sigorta başlangıcı olarak kabulü özünde söz konusu tarih itibariyle bir gün çalışıldığının kabulü anlamını da taşımaktadır. Bu nedenle, Türk sigorta başlangıcı olarak kabul edilen tarihe ilişkin sürenin fiilen borçlanılmış ve Türk sosyal güvenliği bakımından değerlendirilebilir hale getirilmiş olmasını aramak, yerinde olacaktır.
Dava konusu somut olayda; davacı 30.11.2012 tarihinde yurtdışında geçen süreleri borçlanmak için Kuruma başvurmuş, Kurum tarafından bu istem 14.12.2014 tarihli işlem ile davacının Borçlanma talep tarihinde Türk vatandaşı olmadığından bahisle reddedilmiştir. Dosyada davacının bunun haricinde borçlanması veya ödemesi görülmemektedir.
1- Mahkemece; davanın kısmen kabulü yerine, tümden kabulüne karar verilmesi hatalıdır
1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununda; yazılı, sözlü, basit ve seri olmak üzere dört yargılama usulü düzenlenmiş iken 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda yazılı ve basit yargılama usulleri düzenlenmiştir.
Bir davada, hangi yargılama usulünün uygulanacağı uyuşmazlığın niteliği veya davanın görüleceği mahkemeye göre belirlenmektedir. Bu bağlamda; 5510 sayılı Kanununun 101’inci maddesinde, anılan Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili çıkan uyuşmazlıkların çözümlenmesinde İş Mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmiş, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7’nci maddesinde ise, İş Mahkemelerinde sözlü yargılama usulünün uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 447’nci maddesindeki diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hallerde, bu Kanununun basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerinin uygulanacağına ilişkin hüküm karşısında; artık, iş mahkemelerinde, basit yargılama usulünün uygulanması gerekecektir.
Yazılı yargılama usulü 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda ayrıntılı olarak düzenlenmiş, basit yargılama usulü ise temel özellikleriyle kaleme alınmış, 322/1’inci maddesinde basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hâllerde, yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanacağı belirtilmiştir. (Hakan Pekcanıtez, Oğuz Atalay, Muhammet Özekeş, Medeni Usul Hukuku, 12. Baskı, Ankara 2011, s.586).
6100 sayılı Kanunun iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi başlıklı 141. maddesi "(1)Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez" şeklinde ise de, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun basit yargılama usulü başlıklı altıncı kısmında yer alan 319. maddesi "İddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı dava açılmasıyla; savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar. " şeklinde olmakla, basit yargılama usulüne tabii davalarda yazılı yargılama usulüne ilişkin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunun 141. maddesinin uygulaması mümkün değildir.
Somut olayda; Mahkemece, davacı vekilinin, ön inceleme duruşmasındaki daralttığı talep dikkate alınarak, davanın kabulü ile davacının Türk vatandaşı olarak yurtdışında çalışmaya başladığı ve 18 yaşını ikmal ettiği 01.04.1993 tarihinin Türkiye’de sigortalılık başlangıcı olarak tespitine karar verilmiş ise de, dava dilekçesinde 01.08.1990 tarihinin sigorta başlangıcı olduğunun tespiti isteminde bulunulmuş olup; ön inceleme duruşmasında, talebin daraltılmış olması 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununu 319. maddesine aykırılık oluşturduğundan, dava dilekçesindeki talep dikkate alınarak bu hali ile dava dilekçesindeki talep çerçevesinde kısmen haklı çıktığı belirgin olan davalı Kurum lehine, avukatla temsil edildiğinden, karar tarihi itibariyle yürürlükte olan tarife uyarınca vekalet ücretine karar verilmesi ve davalı Kurumun kabul ret oranına göre yargılama gideri ile sorumlu tutulması gerekirken, hatalı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
2- Mahkemece; davacı tarafa yöntemine uygun şekilde verilecek mehille, (18 yaş şartı gözetilerek) ... sigortasına giriş tarihini içerecek şekilde borçlanması, yapılacak araştırma ile Türkiye’de sigortalılığı belirlenir ise en son sigortalılık haline göre, Türkiye’de sigortalı olarak tescilinin bulunmaması durumunda 5510 sayılı Kanunun 4/1-b maddesi kapsamında öngörülen sigortalılık niteliğinde olmak üzere usulünce sağlanmalı ve borçlanmanın varlığı halinde sigorta başlangıcına hükmedilmelidir
3- Mahkemece; davacının Türk vatandaşlığından ayrıldığı tarihe kadar yurtdışında geçen çalışmaları borçlanabileceğinin tespitine karar verilmesi isabetli ise de; davacının 18 yaşını ikmal ettiği tarihten önce de yurtdışı çalışmalarının olması, oysa 3201 sayılı yasaya göre yurtdışı borçlanmasının 18 yaşından sonraki süreler bakımından mümkün olması karşısında, mahkemece sadece davacının Türk vatandaşlığından ayrıldığı tarihe kadar yurtdışında geçen çalışmaları borçlanabileceğinin tespitine karar verilmesi isabetsizdir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın, eksik inceleme ve araştırmayla yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma gerekir.
O hâlde, davalı Kurum vekili bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 13.02.2015 gününde oy birliğiyle karar verildi.