12. Ceza Dairesi 2013/27658 E. , 2014/9044 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Dava : Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat
Dava Tarihi : 03/02/2012
Hüküm : Davanın Reddi
Davacının tazminat talebinin reddine ilişkin hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
03/02/2012 olan dava tarihinin gerekçeli karar başlığına 15/09/2010 olarak yazılmış olması, mahallinde düzeltilmesi mümkün yazım yanlışlığı olarak kabul edilmiştir.
Davacı vekili, 03.02.2012 tarihli dilekçeleri ile müvekkilinin 1994 yılında tutuklanıp, yargılamasının tutuklu olarak yapıldığını, dosyanın birkaç kez Yargıtay tarafından bozulması sonrası en son verilen mahkumiyet hükmünün Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 23.10.2008 tarihli kararıyla onanarak kesinleştiğini, davacının 1994 yılından hükmün kesinleştiği tarihe kadar tutuklu devam eden yargılama ile makul sürede yargılamanın bitirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirterek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1 ve 5271 sayılı CMK"nın 141/1-d maddelerine muhalefet edildiğini, bu nedenle 30.000 lira maddi ve 50.000 lira manevi tazminatın davalı hazineden alınarak davacı müvekkiline ödenmesini talep etmiştir.
Tazminat talebinin dayanağı olan Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.11.2006 tarih, 2001/96 esas, 2006/183 karar sayılı dosyasının incelemesinde, davacıya (sanığa) yüklenen suçun Devletin Hakimiyeti Altında Bulunan Topraklardan Bir Kısmını Devlet İdaresinden Ayırmaya matuf bir fiili işlemeye yönelik vehamet arz eden eylemlerde bulunmak suçu olduğu, davacının (sanık) bu suçlama nedeniyle 29.10.1994 tarihinde gözaltına alındığı, 18.11.1994 tarihinde tutuklandığı ve mahkemece yapılan yargılama sonunda, davacının anılan suç nedeniyle 765 sayılı TCK"nın 125. maddesi gereğince sonuç olarak müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedildiği ve hükmün Yargıtay temyiz incelemesinden geçerek 23.10.2008 tarihinde onanarak kesinleştiği ve halen hükmün infaz edilmekte olduğu ve belirlenen suç nedeniyle yaklaşık olarak 14 yıl boyunca tutuklu kaldığı anlaşılmıştır.
Konuya ilişkin iç hukuktaki pozitif hukuk normları incelendiğinde; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nın 19. maddesinin, ""Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir."" başlığı altında yer alan ""Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir. Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir. Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir."" hükmü ile, Anayasanın 36. maddesinde ""Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."" 40. maddede yer alan ""Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır. Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır."" ve 90. maddede yer alan, ""Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır."" hükmü bağlamında konuya ilişkin AİHS"nin 5. maddesindeki Özgürlük ve güvenlik hakkı başlığı altında yer alan "Herkesin kişi özgürlüğüne ve güvenliğine hakkı vardır. Aşağıda belirtilen haller ve yasada belirlenen yollar dışında hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz. Yakalanan her kişiye, yakalama nedenleri ve kendisine yöneltilen her türlü suçlama en kısa zamanda ve anladığı bir dille bildirilir. Bu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koşullar uyarınca yakalanan veya tutulu durumda bulunan herkes hemen bir yargıç veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır; kendisinin makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata bağlanabilir. Yakalama veya tutuklu durumda bulunma nedeniyle özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, özgürlük kısıtlamasının yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar vermesi ve yasaya aykırı görülmesi halinde kendisini serbest bırakması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir. Bu madde hükümlerine aykırı olarak yapılmış bir yakalama veya tutulu kalma işleminin mağduru olan herkesin tazminat istemeye hakkı vardır."" maddesi ile Adil yargılanma hakkı başlığı altında yer alan 6. maddesinde ""Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir."" şeklindeki düzenleme ve bu düzenlemelere paralel olarak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141/1-d maddesindeki “Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen” kişilere tazminat verilmesi öngörülmekle birlikte, davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan ve iç hukuk normu olarak davanın dayanağı olarak gösterilen 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141/1-d maddesinin devamında yer alan, 5271 sayılı CMK’nın 142. maddesinde, Borçlar Kanunda öngörülen sürelerden farklı süreler belirlenmiş ve bunları ‘karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl’ olarak belirlemiştir. Görüldüğü üzere dava açmak için bir yıllık tavan (üst) süre öngörülmüş ve bu sürenin başlangıç tarihi için hükümlerin kesinleşmesini takip eden bir yıllık süre kabul edilmiştir. Bu yöntem ve kanuni düzenlemelere göre hareket edildiğinde, her ne kadar davacı müebbet hapis cezası aldığı tarihe kadar makul süre aşılacak şekilde yaklaşık 14 yıl boyunca tutuklu kaldıktan sonra mahkumiyet kararı onanarak gerek iç hukutaki ve gerekse ulusal üstü hukuki düzenlemelere göre, davacı hakkındaki yargılama ve buna bağlı olarak sürdürülen uzun tutuklama işlemi itibariyle, temyiz aşamaları ile birlikte yargılama uzun sürmüş ve makul sürede sonuçlandırılmayarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiği anlaşılmakta ise de, hakkındaki mahkumiyet kararının kesinleşmesinden yaklaşık dört yıl sonra tazminat davasının 03.02.2012 tarihinde açılmış olması nedeniyle, davacının hukuki durumu dayanılan iç hukuktaki düzenleme itibariyle değerlendirildiğinde; 5271 sayılı CMK’nın tazminat istemenin koşulları başlığını taşıyan 142. maddesinde; “Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde” bulunulabileceği hükme bağlanmış, 466 sayılı Kanun’un 2. maddesinde ise; “zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan dâvalar sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde,” uğranılan zararın tazmininin istenebileceği belirtilmiştir. 466 sayılı Kanundaki bu düzenleme nedeniyle, tazminat istemine konu davaların esasıyla ilgili verilen kararların kesinleşmesi veya verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararların kesinleşmesinden itibaren dava açma süresinin başlayacağı kabul edilmiş, yerleşik uygulama bugüne kadar da bu şekilde sürdürdülmüştür. Bu kapsamda yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; davacının tazminat talebinin dayanağı olan Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.11.2006 tarih, 2001/96 esas, 2006/183 karar sayılı mahkumiyet hükmünün 23.10.2008 tarihinde onanarak kesinleştiği, davanın ise, 03/02/2012 tarihinde, yasal bir yıllık hak düşürücü süreden sonra açıldığının anlaşılması ve mahkeme tarafından da aynı yönde yapılan değerlendirme sonucu gerekçeleri gösterilerek, davanın reddine karar verilmesinde usul ve kanuna aykırı yön bulunmadığından, davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 14.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.