Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/2510
Karar No: 2017/1360
Karar Tarihi: 15.11.2017

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2510 Esas 2017/1360 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/2510 E.  ,  2017/1360 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi


    Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy 12. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 16.05.2013 gün ve 2012/433 E., 2013/269 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin davalı ... vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 05.09.2013 gün ve 2013/11631 E., 2013/15090 K. sayılı kararı ile,
    “Dava, davacıya eşinin ölümü dolayısıyla bağlanan ölüm aylıklarının geri istenmesine ilişkin Kurum işleminin iptaline ve yersiz ödenen aylıklardan dolayı borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
    Mahkemece istemin kabulüne ilişkin karar Dairemizin 7.6.2012 gün 2010/13265 E,2012/10423 K sayalı ilamı ile; Davanın yasal dayanağını oluşturan. 5510 sayılı Yasa’nın 96. maddesinde; “Kurum"ca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu kanun kapsamındaki her türlü ödemeler; a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden, b) Kurum"un hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren 24 ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz 24 aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurum"dan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır. Alacakların yersiz ödemelere mahsubu, en eski borçtan başlanarak borç aslına yapılır, kanunî faiz kalan borca uygulanır. Bu hüküm ilgili hak sahiplerinin muvafakat etmeleri kaydıyla, aynı dosyadan diğer bir hak sahibine yapılan yersiz ödemelere mahsubunda da uygulanır. Yersiz ödemenin gelir ve aylıklardan kesilmesinde, kesintinin başlayacağı ödeme dönemi başı itibarıyla kanunî faizi ile birlikte hesaplanan borç tutarı, gelir ve aylıktan % 25 oranında kesilmek suretiyle uygulanır. Yersiz ödemelerin tespiti ile geri alınmasına ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” hükmü düzenlenmiştir.
    Yapılacak iş; davacıya ödenen aylıkların geri istenmesine yönelik talebi ile ilgili 5510 sayılı Yasa’nın 96. maddesi doğrultusunda inceleme yapmak yersiz olarak bağlanan aylığın sigortalının kasıtlı veya kusurlu davranışı sonucumu yoksa Kurumun hatalı işlemi sonucumu bağlandığını belirleyip davacının yersiz ödemeler nedeniyle iade ile yükümlü olduğu miktarı belirleyip çıkacak sonuca göre bir karar vermek gerektiğinden bahisle bozulmuş mahkemece bozma ilamına uyulmasına rağmen bozma gerekleri yerine getirilmeden yeniden yapılan yargılama sonucunda da davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Mahkemece bozma ilamına uyulmasına karar verilmiş olmakla bozma yararına olan davalı Kurum lehine usuli müktesep hak oluştuğundan bozma uyarınca işlem yapılması gerektiği hukukun temel prensiplerindendir. Dairemizin 7.6.2012 tarih ve 2010/13265, 2012/10423 K sayılı ilamında açıkça davacıya bağlanan aylıkların yersiz aylık olduğu bir başka anlatım ile, yersiz ödenen aylıkların talep edilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı açıklanmış ne var ki, geri ödemenin kapsamı bakımından 5510 sayılı yasanın 96.maddesi uyarınca araştırma yapılması gerektiği belirtilmiş olmasına rağmen yanıltıcı bilirkişi raporu esas alınarak olayda 5510 sayılı Yasanın uygulanamayacağı dolayısıyla Kurumun hatalı işleminden davacının sorumlu tutulmayacağı gerekçesiyle 5510 sayılı Yasa"nın 96.maddesi gözönünde tutulmadan yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
    O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır."
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava borçlu bulunmadığının tespiti istemine ilişkindir.
    Davacı 25.09.2002 tarihinde Bağ-Kur’a ölüm aylığı talebiyle müracaat ettiğini ve tarafına ölüm aylığı bağlandığını, ancak daha sonra isim benzerliği nedeniyle sehven aylık bağlandığından bahisle Bağ-Kur tarafından ölüm aylığının iptal edildiğini ve ödenen aylıkların iadesinin talep edildiğini, kendisinin ölüm aylığı ile ilgili müracaat ederken iyi niyetle davrandığını, Bağ-Kur’u yanıltacak söz ve davranışlarda bulunmadığını, Bağ-Kur’un yönlendirmeleriyle eşinin askerlik borçlanmasını yaparak Kuruma ödediğini ve eşinden dolayı tarafına ölüm aylığı bağlandığını belirterek fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1000 TL meblağı Bağ-Kur’a geri ödemekle yükümlü ve borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı SGK vekili, davacının eşinin Bağ-Kur sigortalısı olduğunu beyan ederek 25.09.2002 tarihinde aylık talebinde bulunduğunu, davacının müteveffa eşi Cengiz Özbek’in Kurum sigortalısı olmadığını, buna rağmen adı, soyadı, baba adı ve doğum tarihi davacının müteveffa eşi ile aynı olan Kurum sigortalısı Cengiz Özbek üzerinden davacıya sehven aylık bağlandığını, bu durumun tespiti üzerine davacının aylığı iptal edilerek almış olduğu yersiz aylıkların iadesi amacıyla 14.08.2006 tarihinde davacıya borç tebliği gönderildiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
    Mahkemece SGK kayıtlarının incelenmesinde davacının davalı ... yanıltıcı gerçek dışı beyanda bulunmadığı, Kurumun yaptığı hatalı işlemden davacının sorumlu tutulamayacağı gerekesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Davalı SGK vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece 07.06.2012 tarihli kararı ile davacıya ödenen aylıkların geri istenmesine yönelik talebi ile ilgili 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi doğrultusunda inceleme yapılarak yersiz olarak bağlanan aylığın sigortalının kasıtlı veya kusurlu davranışı sonucu mu yoksa Kurumun hatalı işlemi sonucu mu bağlandığının belirlenerek, davacının yersiz ödemeler nedeniyle iade ile yükümlü olduğu miktar tespit edilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
    Mahkemece bozmaya uyularak verilen 16.05.2013 tarihli ikinci kararda 5510 sayılı Kanun"un 96. maddesinin 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiği, davacıya borca ilişkin tebligatın ise 21.01.2008 tarihinde düzenlendiği, dolayısıyla tebligatta 5510 sayılı Kanun"un 96. maddesinin yer almadığı, davacıya faiziyle birlikte tebliğden itibaren 30 gün süre verildiği, davacının, davalı ... yanıltıcı gerçek dışı beyanda bulunmadığı, Kurumun yaptığı hatalı işlemden davacının sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Davalı SGK vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Yerel Mahkemece, davacının Kuruma dilekçe ile başvuruda bulunduğu ve Kurumun sehven davacıya aylık bağlamış olduğu hususunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmadığı, Kuruma dilekçe vermiş olan davacının bu dilekçeyi vermekle kasıtlı veya kusurlu olup olmadığının tespitinin herhangi bir araştırma ile belirlenemeyeceği, dosya kapsamından davacının başvurusunu yaparken Kurumu yanıltmaya yönelik bir beyanının bulunmadığının zaten her iki tarafın ve mahkemenin kabulünde olduğu, doğru kimlik bilgileri ile yapılan başvuruda kusur ve kastın ne şekilde belirlenebileceğinin Yargıtay 21. Hukuk Dairesince açıklanmamış olduğu, kaldı ki davalı Kurumun cevap dilekçesi ile de belirttiği gibi Kurumca sehven aylık bağlanmış olduğunun dosya kapsamından açıkça anlaşıldığı, davacıya 5510 sayılı Kanun"un 96/b maddesine göre bir tebligat ve ödeme imkânı tanınmadığı, bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde öncelikle Kurumca sehven aylık bağlandığı hususunun uyuşmazlık konusu olmadığı ve zaten yanıltıcı bir bilgi ile başvuru yapılmadığından bu konuda araştırılacak bir husus olmadığı ve ayrıca Kurum tarafından 5510 sayılı Kanun"un 96/b maddesi gereği uygulama yapılmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararını davalı SGK vekili temyize getirmektedir.
    Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlıksomut olayda 5510 sayılı Kanun"un 96. maddesinin uygulama alanı bulunup bulunmadığı, burada varılacak sonuca göre yersiz olarak bağlanan aylığın davacının kasıtlı veya kusurlu davranışı sonucu mu yoksa Kurumun hatalı işlemi sonucu mu bağlandığının araştırılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
    Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce mahkeme gerekçesi ile hüküm fıkrası arasında çelişki olup olmadığı hususu önsorun olarak ele alınıp, incelenmiştir.
    Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesinde belirtilmiştir (Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 388.maddesi). Buna göre karar, tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri kapsar. Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
    Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hâl, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
    Diğer taraftan, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
    Zira, tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulan hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilen ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
    Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
    Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüte yol açacak çelişkiler taşımaması ile mümkündür.
    Önemle vurgulanmalıdırki, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak da kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.

    Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında, Özel Daire bozma ilamına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, varsa hükmedilen miktarların doğru ve çelişki oluşturmayacak biçimde ortaya konulması; kararın gerekçe bölümünde de bunların nedenlerinin ne olduğu ve bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır.
    Nihayet, direnme kararları, yapıları gereği, yasanın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, direnme kararı o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi direnilen ve uyulan kısımları da net ve birbirine uygun bir biçimde içermelidir.
    Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında:
    Mahkemece “…davacının kuruma dilekçe ile başvuruda bulunduğu ve kurumun sehven davacıya aylık bağlamış olduğu hususunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmadığı, kuruma dilekçe vermiş olan davacının bu dilekçeyi vermekle kasıtlı veya kusurlu olup, olmadığının tespitinin herhangi bir araştırma ile belirlenemeyeceği, dosya kapsamından davacının başvurusunu yaparken kurumu yanıltmaya yönelik bir beyanının bulunmadığının zaten her iki tarafın da ve mahkememizin de kabulünde olduğu, doğru kimlik bilgileri ile yapılan başvuruda kusur ve kastın ne şekilde belirlenebileceğinin Yargıtay 21. Hukuk Dairesince açıklanmamış olduğu ve dolayısıyla davalı kurumun cevap dilekçesi ile de belirttiği gibi kurumca sehven aylık bağlanmış olduğu dosya kapsamından açıkça anlaşılmış olup, davacıya 5510 sayılı yasa 96/b maddesine göre bir tebligat ve ödeme imkânı tanınmamıştır.” açıklamasıyla bozma kararı doğrultusunda 5510 sayılı Kanun"un 96. maddesini tartışarak gerekçe oluşturduktan sonra hüküm kısmında, “Davacının muris eşi Cengiz Özbek"den sehven bağlanan ölüm aylığı nedeniyle davalı kuruma borçlu olmadığının ve iade ile yükümlü olmadığının tespitine” şeklinde hüküm kurulmuştur.
    Bu durumda kararın gerekçe kısmında bozma kararı doğrultusunda yersiz ödemenin kapsamını belirleten 96. madde uyarınca davacının kusur ve kastı tartışıldıktan sonra hüküm fıkrasında davacının iade ile yükümlü olmadığının tespitine karar verilerek çelişki yaratıldığı anlaşılmaktadır.
    Açıklandığı üzere mahkemece, kararın gerekçe kısmı ile hüküm fıkrası arasında çelişki yaratacak şekilde bir karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, mahkemenin gerekçesi ile hüküm fıkrası arasında çelişkinin bulunmadığı, işin esasına girilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
    O hâlde, yerel mahkeme direnme kararının işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin salt bu usulü eksikliğe dayalı olarak bozulması gerekmiştir.
    SONUÇ: Direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre bu aşamada davalı ... vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.11.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.



    KARŞI OY

    Genel Kurulun önüne gelen uyuşmazlık, yerel mahkeme kararındaki gerekçenin hüküm fıkrasına uygun olup olamayacağı noktasındadır.
    10.4.1992 tarih, 1991/7 E, 1992/4 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının konusu, kısa karar ile gerekçeli kararın aynı olması gerektiği hususundadır. Sonradan yazılan gerekçeli kararın kısa karara uygun olması gerekir. İçtihadı birleştirme kararı, HMK m. 298/2 de, “gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz” şeklinde kanun maddesi haline gelmiştir. Tefhim edilen kısa karardan farklı olarak gerekçeli karar yazılamaz ise de somut olayda bu içtihadı birleştirme kararının uygulanma yeri yoktur. Olayımızda mahkemece tefhim edilen kısa hüküm ile gerekçeli karardaki hüküm fıkrası aynıdır.
    Kısa karar ile gerekçeli karar aynı ancak mevcut hüküm ile bunun gerekçesi arasında çelişki bulunması, başka deyişle, hakim tarafından temyiz olunan karara uygun gerekçe oluşturulmaması halinde izlenecek yol ne olmalıdır? Bu hususu ikiye ayırarak incelemek gerekir.
    Birinci durum, temyiz olunan karar esas yönünden kanuna uygun olup da bu kararı yeterince açıklayan gerekçe oluşturulmaması veya kararla gerekçenin birbiri ile çelişmesi halidir. Bu konu HMK m. 370/2 hükmünde açıklığa kavuşturulmuştur. “Temyiz olunan kararın, esas yönünden kanuna uygun olup da kanunun olaya uygulanmasında hata edilmiş olmasından dolayı bozulması gerektiği ve kanuna uymayan husus hakkında yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde Yargıtay, kararı düzelterek onayabilir. Esas yönünden kanuna uygun olmayan kararlar ile hakimin takdir yetkisi kapsamında karara bağladığı edalar hakkında bu fıkra hükmü uygulanmaz.” Madde hükmüne göre mahkemece verilen karar doğru ancak gerekçede yanlışlıklar varsa Yargıtayca bu kararın gerekçesi düzeltilerek yani doğru gerekçe belirtilerek onanabilir. Kararın bozulmasına gerek yoktur.
    İkinci durum, temyiz olunan karar esas yönünden kanuna aykırı olduğu gibi buna oluşturulan gerekçe ile de arasında çelişki olması halidir. Bu durumda, madde 370/2 hükmünden, esas yönünden kanuna uygun olmayan kararlar hakkında düzelterek onama kararı verilemeyeceği bozma kararı verilmesi gerektiği sucu çıkmaktadır. Bu hüküm dışında kanunlarda meseleye ışık tutan başka hüküm olmadığı gibi içtihadı birleştirme kararı da yoktur. Yukarıda sözü edilen içtihadı birleştirme kararı ise bu hali kapsamamaktadır.
    Temyiz olunan hüküm kanuna aykırı olduğu gibi buna uygun gerekçe oluşturulmamışsa, yani sonuç olarak Yargıtayca bozulması gereken hüküm ile de çelişen bir gerekçe oluşturulmuş ise bunların tamamı bozma kapsamı içinde değerlendirilecektir. Kanuna aykırı olarak verilen bir hükme, kanuna uygun bir gerekçe yazılamayacağı gibi bozma kararı hem hükmün hem de gerekçenin yanlışlığına ilişkin olabilir. Aksi halde yerel mahkeme kanuna aykırı hükmüne uygun bir gerekçe oluşturmaya zorlandıktan sonra bu sefer hükmün kanuna aykırı olması nedeniyle bozulması gerekecektir. Yani karar önce usulden bozulup sonra esas yönünden bozulacaktır.
    Somut olayımızda mahkeme kısa karar ve gerekçeli kararda da davanın kabulüne karar vermiştir. Kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki yoktur. Mahkeme, bozulan karar ve direnilen kararlarda aynı gerekçelere dayanmış ve hükmüne uygun bir gerekçe oluşturmuştur. Genel Kurulca yapılması gereken hükmü esas yönünden incelemek, hüküm doğru, gerekçede yanlışlıklar varsa gerekçeyi düzelterek hükmü onaylamak, ya da hüküm esas yönünden hatalı ise tüm hususları bozma kapsamında değerlendirmek olacaktır.
    Usul mevzuatımızda, temyiz olunan hükme uygun gerekçe oluşturulmaması durumunda sırf bu nedenle usul bozması yapılması gerektiği yönünde düzenleme olmadığı, hüküm yanlış ise esas yönünden bozma kararı verileceği düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

    ... 10. Hukuk Dairesi Başkanı


    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi