10. Hukuk Dairesi 2015/818 E. , 2015/1545 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, haczin kaldırılması ve geri alım (istirdat) istemine ilişkindir.
Mahkemece, kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Dava dışı işveren...’nın sigorta prim borçları nedeniyle davacı adına kayıtlı araç hakkında davalı Kurumca gerçekleştirilen haciz işleminin iptali ile ortadan kaldırılması yönünde aynı mahkemeye açılan 2009/18-230 numaralı ilk davada verilen 15.09.2009 tarihli red kararının yasal süresinde temyiz edildiği, sonrasında davacının dairesi ve almakta olduğu yaşlılık aylığı üzerine de haciz konulması üzerine işbu ikinci dava açılarak söz konusu hacizlerin kaldırılıp aylıktan yapılan kesinti tutarlarının geri ödenmesinin istenildiği, davacının, anılan Kooperatifin temsil ve ilzama yetkili muhasip üyesi olduğu anlaşılmaktadır.
Davanın yasal dayanaklarından olan 506 sayılı Kanunun 80/12. maddesinde, sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın, 1. fıkrada belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşların tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzelkişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici veya yetkililerinin Kuruma karşı, işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları belirtilmiş, 5510 sayılı Kanunun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 88/20. maddesinde benzer düzenleme yapılarak, Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu
üyeleri de dahil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile yasal temsilcilerinin Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu oldukları açıklanmış, 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35. maddesinde de tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan kamu alacaklarının, yasal temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin kişisel mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edileceği, kamu alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda yasal temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı kişiler olmaları durumunda bu kişilerin, kamu alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacakları bildirilmiştir.
Diğer taraftan, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 303. maddesinde, bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait istem sonucunun aynı olmasının gerektiği, bir hükmün, davada veya karşılık davada ileri sürülen istemlerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm oluşturacağı açıklanmıştır.
Mahkeme kararının şekli anlamda kesinliğinden, o karara karşı olağan kanun yollarına başvurulamayacağı anlaşılmakta olup mevzuatımızda şekli anlamda kesinlik ayrı bir kurum olarak öngörülmemiştir. Şekli anlamda kesin hüküm, maddi anlamda kesinliğin ön koşuludur ve maddi anlamda kesinlik ise yukarıda anılan 303. maddede düzenlenmiştir. Dava konusu, dava ile elde edilmek istenen sonuçtur ve bunun davalarda aynı olup olmadığının belirlenebilmesi için ilk davada verilen kararın hüküm fıkrası ile sonrasında açılan davanın istem sonucunun karşılaştırılması gerekmektedir. Dava sebebi ise davanın dayanağı olan vakıalardır. Davanın taraflarına gelince, tarafların her iki davada da aynı sıfat ve konumda bulunmaları zorunlu değildir. Yasama, yürütme ve yargı organları için bağlayıcı nitelik ve özellikteki kesin hüküm gereğince, bir davada kesinleşen karardan sonra, aynı taraflar arasında, aynı konu hakkında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamamaktadır. Kesin hüküm aynı zamanda kesin kanıt oluşturmaktadır.
Yukarıdaki yasal düzenleme ve açıklamalar ışığında yapılan değerlendirmede, 2009/18-230 numaralı ilk davada reddedilen ile işbu eldeki 2. davada ileri sürülen istem sonuçlarının farklılığı karşısında dava konularına yönelik ayniyetin bulunmadığı belirgin olmakla kesin hükümden söz edilemeyeceği gibi, Yargıtay aşamasında olan ilk davada verilen kararın kesinleşmediği de açıktır. Bu bakımdan, yasal mevzuat kapsamında kanıtlar toplandıktan, ilk davanın sonucu
araştırılıp söz konusu dosyadan delil olarak yararlanıldıktan sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
S O N U Ç : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının isteği durumunda davacıya geri verilmesine, 29.01.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.