20. Hukuk Dairesi 2014/5903 E. , 2014/10034 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasının yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı ... Yönetimi, 16/12/2010 tarihli dava dilekçesinde ... Köyü 506 parsel sayılı 3570 m2 yüzölçümlü, davalı adına tapuda kayıtlı taşınmazın kesinleşen orman sınırları içinde bulunduğu gibi öncesi itibarıyla ve halen eylemli orman niteliğinde olduğu iddiasıyla, orman niteliği ile Hazine adına tesciline ve müdahalenin men"ine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, çekişmeli taşınmazın daha önce yapılan arazi kadastrosu sonucunda itirazlı hale geldiği, gezici kadastro mahkemesince verilen 1957/157 - 1958/153 sayılı kararın davacı yönetim aleyhine sonuçlandığı ve kesin hüküm oluşturduğu; ayrıca, ikinci kadastro geçersiz olduğundan 1970 yılında kesinleşen orman kadastrosuna itibar edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı ... Yönetimi tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 16/04/2013 gün ve 12683 - 4511 sayılı kararı ile bozulmuştur.
Hükmüne uyulan bozma kararında özetle; "Her ne kadar, mahkemece, kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiş ise de, yörede 1970 yılında 6831 sayılı Kanun kapsamında yapılan orman kadastro işlemleri sırasında çekişmeli taşınmazın orman sınırları içine alındığı, yapılan bu işleme karşı davalı tarafından hak düşürücü süre içinde dava açılmadığından, çekişmeli taşınmazı orman kadastrosu sınırları içinde bırakan işlemin 20.07.1970 tarihinde ilân edilerek kesinleştiği anlaşılmaktadır. Orman kadastro komisyonlarının, sınırlandırma sırasında kesinleşmiş mahkeme kararlarını dikkate alması gerektiği hususu kuşkusuzdur. Dikkate alınmadığı, görülmediği ya da uygulanması unutulduğu takdirde, ilgililer buna karşı kanunun öngördüğü süre içerisinde tahdide itiraz davası açabilirler. 6831 sayılı Kanunun orman kadastrosuna ilişkin hükümleri, diğer kadastro kanunları gibi tasfiye amacı güttüğünden, ilgililere dava açmak için tanınan süreler hak düşürücü süre niteliğindedir. Bu hak düşürücü sürelerin kabulünden amaç, kamu düzenini korumak, belli bir süre geçtikten sonra kadastrodan önceki haklara dayanarak, dava açılmasını önlemek, uyuşmazlıkların sona erdirilmesini sağlamaktır. Hak düşürücü süre ile mülkiyet hakkı değil, hak arama özgürlüğü belli bir süre ile sınırlandırılmıştır. Bu sürelerin, doğrudan doğruya kamu düzenini ilgilendirmeleri nedeniyle, davanın hangi aşamasında olursa olsun mahkemece kendiliğinden gözetilmesi ve dava engellerinden olduğundan, ilk önce incelemesi icap eder.
Somut olayda; dava açma süresi, tahdidin yapıldığı ve kesinleştiği tarihlerde yürürlükte bulunan 6831 sayılı Kanuna göre 1 yıl ve davanın açıldığı günde yürürlükte bulunan 3373 sayılı Kanun ile değişik 6831 sayılı Kanunun 11. maddesinin birinci fıkrasına göre altı aydır. Aynı fıkrada yapılan son değişiklikle, ister kesin hükümle, ister başka biçimde oluşsun, tapu kaydı maliklerine, tahdidin iptali davası açmak üzere 10 yıllık süre tanınmıştır. Bu iki hak arama süresinin dışında, nedeni ne olursa olsun süresiz hak arama özgürlüğü tanıyan bir kanun hükmü yoktur. 3373 sayılı Kanun ile getirilen 10 yıllık hak düşürücü süreye ilişkin kuralın kanunun yürürlük tarihinden önce düşmüş olan haklara uygulanacağına dair bir hüküm de bulunmamaktadır. Bu nedenle, 6831 sayılı Orman Kanununun 7. maddesi “Devlet ormanları ile evvelce sınırlaması yapılmış olup da herhangi bir nedenle orman sınırları dışında kalmış ormanların, orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde bulunan her çeşit taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırının tayini ve tespiti orman kadastrosu komisyonları 2014/5903- 10034 tarafından yapılır.” hükmü gereğince yapılıp kesinleşen orman kadastrosuna ait harita ve tutanaklar ile arazi kadastrosu paftasının uzman orman ve fen bilirkişisi tarafından uygulanması sonucu, dava konusu taşınmazın 6831 sayılı Kanuna göre 1970 yılında yapılıp kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde kaldığı, 6831 sayılı Kanunun 11/1. maddesinde öngörülen orman kadastrosunun iptali için öngörülen hak düşürücü sürelerin geçtiği, bu ilkelerin H.G.K."nun 25/11/2009 gün ve 2009/20 - 446 E. ve 559 K. sayılı kararlarında aynen benimsendiği, kesin hükmün, ilgilinin kanunun öngördüğü süre içinde orman kadastrosuna itiraz davası açması halinde dikkate alınabileceği, hak düşürücü sürenin kesin hükümden önce gelmesi nedeniyle artık ... Gezici Arazi Kadastro Mahkemesinin 1957/157 - 1958/153 sayılı kesinleşmiş kararına değer verilemeyeceği düşünülerek, Orman Yönetiminin davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken, aksine görüş ve kanaatle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır." denilmiştir.
Mahkemece bozma kararına uyulduktan sonra davanın kabulüne, taşınmazın tapu kaydının iptali ile orman niteliğiyle Hazine adına tesciline, davalının müdahalesinin men"ine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde 6831 sayılı Kanun gereğince yapılıp 20.07.1970 tarihinde ilân edilerek kesinleşen orman kadastrosu bulunmaktadır.
1) Davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yönünden;
Hükmüne uyulan bozma kararına, kararın dayandığı gerekçeye, uzman orman bilirkişi tarafından yöntemine uygun biçimde yapılan uygulama ve araştırmaya göre, çekişmeli taşınmazın kesinleşen orman sınırı içinde kaldığı saptanarak, yazılı biçimde orman niteliğiyle Hazine adına tescile karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığından, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile taşınmazın tapu kaydının iptali yönünde kurulan hükmün onanmasına karar vermek gerekmiştir.
2) Davalı vekilinin elatmanın önlenmesi kararına ve yargılama giderlerine yönelik temyiz itirazlarına gelince;
Türk Medenî Kanunun 683. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı bulunan malik, hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde yararlanma, kullanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Yine, aynı hüküm uyarınca haksız bir elatma varsa, anılan hüküm, malike, her türlü haksız elatmanın önlenmesini isteme yetkisi de tanımıştır. Somut olayda, davanın açıldığı tarihte dava konusu taşınmaz davalı adına tapuda kayıtlı olup, davalının haksız bir tasarruf ve elatmasından söz edilemez ve elatmanın önlenmesine karar verilemez. Bu itibarla, mahkemece elatmanın önlenmesine ilişkin talebin reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü yolunda hüküm kurulması usûl ve kanuna aykırıdır. Bunun yanı sıra, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanunun 16. maddesi ile 3402 sayılı Kanuna eklenen "Kadastro işlemi ile oluşan tespit ve kayıtların iptali için Devlet veya diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından kayıt lehtarına karşı kadastro mahkemeleri ile genel mahkemelerde açılan davalarda, davalı aleyhine vekâlet ücreti dahil, yargılama giderine hükmolunmaz.” şeklindeki 36/A maddesi gereğince, yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılması ve davalı aleyhine yargılama gideri ve vekalet ücretine hükmedilmemesi gerekirken, hükmün 3, 4 ve 5. bentleriyle davalı aleyhine yargılama giderine hükmedilmesi de usûlsüz olup, hükmün bu nedenle de bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: 1) Yukarıda bir numaralı bentte gösterilen nedenlerle; davalı vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile tapu kaydının iptali yönünde kurulan usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,
2) İki numaralı bentde gösterilen nedenlerle; elatmanın önlenmesi ve yargılama giderlerine yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bu yönlerden BOZULMASINA 02/12/2014 günü oy birliği ile karar verildi.