Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi B.E."ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Dava, hukuki ehliyetsizlik ve muris muvazası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, bağışın yapıldığı tarihte mirasbırakanın hukuki ehliyetinin tam olduğu ve işlemin muvazaalı olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, mirasbırakan A.B."in dava konusu 197 ve 465 parsel sayılı taşınmazları 13.03.2003 tarihinde kayıtsız, şartsız ve ivazsız olarak davalıya hibe ettiği, davalının mirasbırakanın akıl rahatsızlığı bulunduğundan bahisle kısıtlanması istemiyle Saruhanlı Sulh Hukuk Mahkemesinin 2010/382-505 sayılı dosyasıyla dava açtığı, Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinden alınan 08.07.2010 tarihli raporda murise demans tanısı konulduğu, vesayet altına alınmasının uygun olacağı ve bu durumun en az bir yıldır mevcut olduğunun bildirildiği ancak yargılama sırasında murisin ölümü nedeniyle hüküm tesisine yer olmadığına karar verildiği, davacının ehliyetsizlik ve muris muvazası hukuksal nedenlerine dayanarak eldeki davayı açtığı, davacı taraf her ne kadar 15.09.2011 tarihli dilekçesinde tapunun iptali ile tereke adına tescil olmadığı taktirde tenkis talebinde de bulunmuşsa da bu istekler yönünden usulünce yapılmış bir ıslah olmadığı gibi usulüne uygun açılmış bir davanın da bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda; ehliyetsizlik kamu düzeni ile ilgili olup öncelikle ileri sürülen bu iddianın araştırılması, daha sonra sırasıyla muris muvazaası hukuksal nedenlerinin irdelenmesi, mirasbırakanın ehliyetli olduğunun anlaşılması durumunda davada dayanılan diğer sebepler yönünden gerekli araştırmanın yapılması gerektiğinde kuşku yoktur.
Ne varki; mahkemece ileri sürülen ehliyetsizlik iddiası yönünden yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kâğıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hâkimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hâkimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, 2659 sayılı Yasanın 7 ve 16.maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4.İhtisas Kurulundan rapor alınması, tarafların tüm delilleri toplanarak soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, murisin hukuki ehliyete haiz olduğunun saptanması halinde diğer iddia üzerinde durularak hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
Davacı tarafın temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 01.11.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.