Esas No: 2011/2631
Karar No: 2011/6825
Karar Tarihi: 09.12.2011
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2011/2631 Esas 2011/6825 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil
... ve müşterekleri ile ... aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kabulüne dair Çorlu ...
KARAR
Davacılar vekili dava dilekçesinde; vekil edenlerinin ...ve ...’nun mirasçıları olduğunu, dava konusu 14375 m2 yüzölçümlü 330, 415 ada 53 sayılı parsellerin ½ payların ... oğlu Davut ... adına tapuda kayıtlı bulunduğunu, taşınmazın tamamını yıllar önce davacıların ortak miras bırakanı ... tarafından bedeli karşılığında zilyetliğini devir ve teslim aldığını, harici bir satış olduğunu, ...’nun ölümünden sonra 35 yılı aşkın bir süreden beri vekil edenleri tarafından tasarruf edildiğini, ... ile paydaş ...’ın ana-baba bir kardeş olduklarını, miras bırakan ...’ın 29.12.1964 tarihinde öldüğünü, tapunun intikal görmediğini ve hukuki değerini yitirdiğini belirtmek suretiyle anılan parsellerde bulunan ...’a ait paylar bakımından tapu kaydının iptaliyle, miras payları olan 1/6’şar pay olarak davacılar adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı ... vekili 21.10.2009 tarihli cevap dilekçesinde; dava dilekçesindeki iddiaların gerçek dışı olduğunu, haksız ve yersiz olarak davanın açıldığını, taşınmazların vekil edeninin babasına ait olduğunu, herhangi bir satış ve bağışın söz konusu olmadığını, iki kardeş adına tapuda kayıtlı bulunduğunu, ... ...’in taşınmazlardaki payını 14.6.1995 tarihinde Mümin Kocamanoğlu’na sattığını, iki kardeş adına tapuda kayıtlı bulunmaları nedeniyle zamanaşımının işleyemeyeceğini, yapılan bu satış karşısında ...’nun zilyetliğinin en erken 14.6.1995 tarihinde başlamış olması gerektiğini açıklayarak haksız ve yersiz açılan davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu 330 ve 415 ada 53 parsellerde ... adına kayıtlı bulunan ½’şer payın pay bakımından tapu kaydının iptali ile davacıların miras bırakanına ait veraset belgesinde bulunan 1/6’şar payları esas alınarak davacılar adına tapuya kayıt ve tesciline, eksik ve peşin harç ile yargılama gideri ve vekalet ücretinin davalıdan alınmasına ve davacıya ödenmesine karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı ... tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…maliki 20 yıl önce ölmüş…” hukuki sebebine dayalı olarak TMK.nun 713/1 ve 2. fırkaları gereğince tapunun hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır.
TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan, “…ölmüş…” ibaresinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle mahkeme kararının irdelenmesi gerekmektedir.
Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.
Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesinin 17.3.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.3.2011 tarihinde karar verilmiştir.”
Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.
Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.
Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.
Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur. TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.
4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.
İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.3.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.3.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.3.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık konusu 330 sayılı parsel, 22.9.1951 tarih 51 sıra nolu tapu kaydına dayalı olarak 12.11.1964 tarihinde ½’şer pay oranında... oğlu ... ..., ... oğlu ...adlarına tespit edilmiş olup, kadastro tutanağının 7.12.1964 tarihinde kesinleşmesiyle tapu kaydı oluşmuştur. 415 ada 53 sayılı parselin kadastro beyannamesine göre kadastro tespiti 10.11.1955 tarihinde yapılmış olup, tutanağın 12.3.1956 tarihinde kesinleşmesiyle ... oğlu ... ... ve ... oğlu ...adlarına 1/2"şer pay ile tapu kaydı oluşmuştur. Tapu kayıtları üzerinde yapılan incelemede .. oğlu ... .. (...r-...) adına kayıtlı bulunan her iki parseldeki ½’şer payın 14.6.1995 tarihinde yapılan satış ve devirle ...oğlu Mümin Kocamanoğlu’na intikal ettiği, 330 sayılı parseldeki ...’e ait payın 4.10.2000 tarihinde İsmail oğlu Mehmet Ali Akpınar’a aynı şekilde 415 ada 53 sayılı parselde bulunan ... adına kayıtlı ½ payın ise 18.10.2001 tarihinde İsmail oğlu...a intikal ettiği anlaşılmıştır.
Dosya arasında davalı ...’a ait nüfus kaydı bulunmakta ise de, getirtilen nüfus kayıt örneklerine göre ...’ın kayıt maliki ...’ın tek mirasçısı olup olmadığı yönünde duraksama söz konusu olup, kesin bir yargıya varmak mümkün olamamıştır. Bu nedenle öncelikle kayıt maliki ... oğlu ... (...-...)’in hasımlı veraset belgesinin alınması için davacı tarafa süre ve imkan tanınması, sunulacak veraset belgesine göre ... oğlu ...un ... dışında başka mirasçıları olup olmadığının belirlenmesi, varsa dava dışı kalan mirasçılara da davanın yöneltilmesi böylece taraf teşkilinin sağlanması, ondan sonra davanın yürütülmesi gerekmektedir.
Bundan ayrı tapu kaydında ... oğlu ... ile tutanaklarda ... oğlu ... yada ...’in aynı kişiler olup olmadığı üzerinde durulması bu konunun açıklığa kavuşturulması, gerekirse gerekli düzeltmelerin yapılması için taraflara süre ve imkan tanınması yine tapulama ve kadastro tutanaklarının edinme sebeplerinde ismi geçen ... ile ...’nun aynı şahıs olup olmadığı üzerinde de durulması, yerel bilirkişi ve tanıklardan sorularak belirlenmesi, davacı tarafın TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan üç ayrı hukuki sebepten hangisine (ölüm, maliki kim olduğu anlaşılamayan yada gaiplik) dayandığının davacılar vekilinden sorulup saptanması, delillerin saptanacak hukuki sebebe göre araştırılıp belirlenmesi, kadastrodan önceki hukuki sebep bakamından 3402 sayılı Kadastro Kanununu 12/3. fıkrası uyarınca hak düşürücü sürenin gerçekleştiğinin düşünülmesi, kadastrodan sonraki hukuki sebep bakımından anılan maddenin uygulanamayacağı gözetilerek gerekli araştırma ve incelemenin eksiksiz olarak yapılması, muris Davut’un öldüğü 29.12.1964 tarihinden davanın açıldığı tarihe kadar davacılar ile murisleri tarafından tasarruf edilip edilmediği, taşınmazlar üzerindeki zilyetliği ne şekilde sürdürdükleri konularında yerel bilirkişi ve tanıkların bilgilerine başvurulmalıdır.
Ancak; dava TMK.nun 713/2.maddesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. TMK.nun 713/2. maddesindeki yollama nedeniyle bu tür davaların aynı maddenin diğer fıkralarında yazılı koşullara tabi olması gerektiği sonucuna ulaşılır. Aynı maddenin 3. fıkrasındaki "tescil davası" sözcüğünün 1 ve 2. fıkraya göre açılacak davaları kapsadığının kabulü gerekir. (Yargıtay HGK.nun 17.02.2010 tarih, 2010/8-58 E. 2010/78 ...,..., Zilyetlik-Tescil-Tapu İptali Davaları, 1983-Sh; 1451). Buna göre gerek yasal hasım durumunda bulunan Hazine ve diğer kamu tüzel kişileri ve gerekse iptal ve tescil isteği nedeniyle davada taraf durumunu almış bulunan kayıt malikinin mirasçıları davalılar harç, avukatlık ücreti ve diğer yargılama giderlerinden sorumlu tutulamazlar. Mahkemece, bu husus gözden kaçırılarak gerçek kişi davalı aleyhine harç, yargılama gideri ve avukatlık ücreti yükletilmiş olması doğru değildir. Bu durum karşısında eksik harcın davacıdan alınmasına, tüm yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına ve davacı yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile yargılama giderlerinin davalı tarafa yükletilmesi doğru değildir.
Davalı ...’ın temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile yerel mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK.nun geçici madde 3’ün yollamasıyla HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA ve 1.136,40 TL peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 09.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.