1. Hukuk Dairesi 2017/3359 E. , 2020/2383 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..."un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, ikrah (korkutma) ve inançlı işlem hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacılar, 101 ada 63 parsel, 102 ada 82,76 ve 100 parsel sayılı taşınmazlarını davalının tehdit ve korkutması neticesinde davalıya devretmek zorunda kaldıklarını, satış işleminin gerçek iradelerini yansıtmadığını, aralarındaki olaylar nedeniyle Nizip Cumhuriyet Başsavcılığı’na yağma ve tehdit suçlarından dolayı şikayet dilekçesi verdiklerini, yapılan tehditlerden korktukları için temlikleri gerçekleştirdiklerini ileri sürerek, davalı adına olan tapu kayıtlarının iptali ile adlarına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, iddiaların gerçeği yansıtmadığını, hakkında başlatılan soruşturma neticesinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verildiğini, ayrıca bir yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra eldeki davanın açıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, korkutma hukuksal nedenine dayanılan davada 6098 sayılı Yasanın 39. maddesinde düzenlenen bir yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra dava açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı ...’a ait dava konusu 102 ada 100 parsel sayılı taşınmaz 25.04.2006 tarihinde davalıya, davacı ...’a ait 102 ada 82,76 ve 100 parsel sayılı taşınmazlar 08.07.2004 tarihli akit ile öncelikle ara malik Ramazan Polat’a, ondan da 13.07.2006 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik edildiği, davacılar tarafından davalı aleyhine tehdit ve yağma suçlarından dolayı Nizip Cumhuriyet Başsavcılığına verilen şikayet dilekçesi üzerine başlatılan soruşturma sonucunda kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildiği, taraflar arasında düzenlenen 07.07.2004 tarihli “özel protokoldür” başlıklı belgede; davacı ...’in ara malik ...’a hiç bir bedel almadan adına kayıtlı olan dava konusu 101 ada 63 parsel, 102 ada 76,82 ve 100 parsel sayılı taşınmazları (fabrika kurması nedeniyle) kredi çekmesi amacıyla verdiğini belirttikleri, kredi borcunun bitmesi halinde taşınmazların tekrar kayıt maliki Cemil’e iade edileceğinin kararlaştırıldığı ve belgenin davacı ..., ara malik ..., şahitler ... ve ... tarafından imza altına alındığı anlaşılmaktadır.
Davada, ikrah hukuksal nedeni yanında inançlı işlem hukuksal nedenine dayanıldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK"nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK"nin 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Somut olayda; taşınmazın son maliki bakımından iddianın incelenebilmesi için, davacı ile ilk el durumundaki dava dışı Ramazan arasındaki hukuki ilişkinin inançlı işlem olup olmadığının açıklığa kavuşturulması zorunludur. Ne var ki, davacının çekişmeli taşınmazı devrettiği ilk el durumundaki Ramazan"ın davada yer alması sağlanmamış, "özel protokoldür" başlıklı belge altındaki imzanın Ramazan"a ait olup olmadığı açıklığa kavuşturulmadan hüküm kurulmuştur.
Hal böyle olunca, mahkemece öncelikle ara malik Ramazan Polat’ın da davada yer alması sağlandıktan sonra, taraflar arasında tanzim edilen belge altındaki imzanın Ramazan’a ait olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, imzanın Ramazan’a ait olduğunun tespit edilmesi halinde ilk ele yapılan temlik, inançlı bir temlik olduğundan ikinci el konumundaki Ferdi’nin TMK"nın 1023. maddesi uyarınca iyi niyetli olup olmadığının araştırılması, ayrıca 100 parsel sayılı taşınmazı temlik eden davacı ...’nın yazılı delilinin de olmadığı gözetilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve araştırma ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.
Davacıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 08/06/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.